04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 NİSAN 2008 ÇARŞAMBA 4 HABERLER AKP lideri, ‘Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar” diyerek emekçiye bakış açısını ortaya koydu GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Erdoğan’dan 1 Mayıs tehdidi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin grup toplantısında CHP ve MHP’ye sert eleştiriler yöneltirken 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen sendikalara da “hoş olmaz” diyerek gözdağı verdi. Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında bile en kritik kararları TBMM’den çıkardığını belirten Erdoğan, millet iradesi ve milli egemenliğin önemine dikkat çekti. Atatürk’ün 88 yıl önce tereddütsüz benimsediği milli egemenlik ilkesinin içinin özel gerekçe ve çıkar mücadeleleri adına boşaltıldığını savunan Erdoğan, “He ‘Yeni Ortadoğu’, ‘Yeni İslam’, ‘Yeni Türkiye’ Graham Fuller’ın Yeni Türkiye Cumhuriyeti başlıklı kitabını okurken, aklıma Gilles Deleuze’ün aşk üzerine söyledikleri geldi. Yazıma, biraz yumuşatarak, biraz da değiştirerek, bunlarla başlamak istiyorum: “Ötekinin projesinin nesnesi olduysanız oyuldunuz (foutu) demektir.” ? Emekçilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama kararına tepki gösteren Erdoğan, “Sendikalar alınan kararları dinlemezse hoş olmaz” dedi. AKP laikliği oylatmaya çalışıyor eleştirilerine de yanıt veren Erdoğan, “1937 yılında laiklik ilkesi TBMM’de görüşülüp oylanarak anayasaya girmiştir” diyerek bu konuda bir çekincesi olmadığı mesajını verdi. yecana kapılıp ‘Biz laikliği millet oyuyla mı getirdik’ diyenler bile oluyor. Onlar, dönüp Atatürk’ün inkılap tarihini yeniden okusunlar. 1937 yılında laiklik ilkesi TBMM’de görüşülüp oylanarak anayasaya girmiştir” dedi. CHP’nin milletle ve son yıllarda küstüğü gerçekler dünyasıyla barışması gerektiğini kaydeden Erdoğan, “Bu fantastik dünya sadece muhalefet partilerine değil Türkiye’ye ve memlekete de zarar vermektedir. Bu durumu resim sanatındaki sürrealist akımlara benzetiyorum. Özellikle ana muhalefet partisinin neredeyse tamamının sürrealist, gerçeküstücü bir siyaset çizgisine kaydığını görüyorum” diye konuştu. 1 Mayıs’ın resmi tatil olmasını “Türkiye’nin bir tatiller ülkesi” olması nedeniyle kabul etmediklerini savunan Erdoğan, bir günün tatil olmasının maliyetinin 2 katrilyon olduğunu ileri sürdü. Konuşmasında 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak isteyen sendikalara gözdağı da veren Erdoğan, şunları söyledi: “Ayakların başları yönettiği yerde kıyamet kopar. Her ilde valilikler toplantı ve gösterilerin yapılacağı meydanları ve caddeleri hazırlar. Onlar bunların mü saadesini verir. Biz de siyasi parti olarak mitinglerimiz için illa Kızılay’ı, İstanbul’da Taksim’i vereceksiniz, demedik. Oraların bu tür toplantı alanı olmaktan çıkarılmasının nedeni var. Ama sendikalar ‘İlla Taksim’de yapacağız’ diyorlar, bu şık bir yaklaşım değil” dedi. Yasalara herkesin uyması gerektiğini belirten Erdoğan, “Sendikalar alınan kararları dinlemezse hoş olmaz. Biz hoş olmayan zemin istemiyoruz. Sendika yöneticilerimizi sorumluluk almaya davet ediyorum. Bunun inat meselesi olmaması gerekir” diye konuştu. ‘Ötekinin projesi…’ İsim koymak hem “anlamlandırmaktır” hem de “belirlemek”. Anlamlandırmak, bir anlamlar sistemini varsayar; belirlemek ise hem bir projenin hem de bir egemenlik ilişkisinin varlığını ima eder. Örneğin, 19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’na verilen “hasta adam” isminin kaynağı, başta “büyük güçlerin”, bir coğrafyayı “Doğu” olarak tanımlayan emperyalistırkçı anlamlar sistemiydi (örneğin bkz: Edward Said, Orientalism; Irwin Shick, Erotic Margin). “Hasta adam” ismini gündeme getiren “proje” ise Osmanlı mülkünün paylaşılmasıyla ilgiliydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin bugün Huntington, Fuller ve Türkiye’deki kötü kopyaları tarafından bir “anormallik” olarak algılanmasının nedeni, onun bu anlamlar sistemi ve proje içinde “çatlak yaratan” bir “olay” olmasıdır. Cumhuriyet uyguladığı ekonomik, kültürel, siyasi, hukuki, hatta dilbilim ve biyopolitik reformlarıyla ve benimsediği “Aydınlanmacı hakikat rejimiyle”, “Doğu” kavramını yaratan anlamlar sistemine uymuyordu. Kendi ismini kendi koyan Cumhuriyet, Huntington’un “uygarlıklar çatışması” tezini yadsıyan “olgu” olmaya devam ediyor. Bugünlerde sıkça rastlanan “Yeni Ortadoğu”, “Yeni İslam” / “Yeni Kuran” ve nihayet, “Yeni Türkiye” kavramlarıyla verilen isimler, ABD’nin Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar uzanan coğrafyaya yönelik, başlangıçta demokratikleştirme olarak sunulan, bir yeniden yapılandırma projesinden kaynaklanıyor. Türkiye’nin yeni ismi Bu çözümler bağlamında, ABD dış politikasının teorik zeminini oluşturan tartışmalarda (Fuller bu çevrelerde etkili bir yazardır) son yıllarda sıkça kullanılan, giderek de üzerinde konsensüs oluştuğu anlaşılan iki yaklaşım ve iki kavram dikkat çekiyor. Bu yaklaşımlardan birincisi, “Demokratikleştirme projeleri açısından küçük ve etnik olarak homojen devletler çok daha uygundur” diyor. İkincisi: “Soğuk savaşta komünizme karşı sosyal demokrasiyi desteklemiştik, şimdi radikal İslama karşı ılımlı İslamı destekleyen bir dış politika izleyelim.” İki kavram ise Yeni Ortadoğu ve Yeni İslam (ve Yeni Kuran). Graham Fuller de bu iki kavrama, kitabına koyduğu “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” başlığıyla, Türkiye’ye yeni bir isim vererek, bir üçüncüsünü ekliyor. Neooryantalizm “Demokratikleştirme projeleri açısından küçük ve etnik olarak homojen devletler çok daha uygundur” yaklaşımı, ilk önce Kosova savaşı sırasında Thomas Friedman tarafından ortaya atıldı (New York Times, 06/08/99), 2004’te Irak bağlamında, ABD’nin eski Hırvatistan konsolosu, “Kürdistan” uzmanı Peter Galbraith tarafından savunuldu. Ralp Peters’in Army Journal’daki haritaları, Vanity Fair’de “Kumdaki çizgiler” tartışması (Ocak 2008), Jeffrey Goldberg’in The Atlantic Monthly’deki “Birliğin durumu: Yeni Ortadoğu...” araştırması bu yeni yaklaşımın ürünüydüler. Ortadoğu’daki devletlerin sınırları doğal (etnik, dini bölünmüşlüklere uygun) değilmiş; barışı sağlamak, demokrasiyi geliştirmek için bu sınırlar yeniden çizilmeliymiş. Council on Foreign Relations’un dergisi Foreign Affaires’in mart/nisan sayısında bu yaklaşıma, bir de teorik temel sağlama çabası var (Muller). Bir etnik, dini kimlikler çorbası olan ABD’yi istisna kabul eden bu neooryantalist (bizde etnik, dini çokluk bir arada yaşayabilir ama siz, duygusal ve ilkelsiniz, beceremezsiniz) yaklaşımı not ederek geçelim. İkinci yaklaşım çok daha cüretkâr bir projeye ilişkin. Müslümanları, ılımlı (bizden olanlar) ve radikaller (olmayanlar) diye“adlandırarak” başlayan proje, giderek bir dış politika ilkesi haline geldi (Fuller, Foreign Policy, Ocak/Şubat; Farr, Foreign Affaires, Mart/Nisan; Amitai Etzioni, Policy Review, Nisan/Mayıs, 2008). Bu proje, Müslümanların kutsal kitabını, Batı’nın işine gelmeyen kısımları dışta bırakacak biçimde (Laiklik ilkelerini benimseyenler bir kutsal kitaba karışmayı asla düşünmezler), AKP olgusunun da yardımıyla, yeniden yazarak bir “Yeni Kuran” oluşturmayı da gündemine aldı (Jamie Glazov, FrontPageMagazine 4/18/2008). Bu “yeni”lerin kesiştiği yerde de AKP ve “Erdoganisation” (Opendemocracy, ortak imzalı metin,12/12/07) var. Fuller kitabında, bunlar sayesinde, Türkiye’nin yarım yüzyıllık, jeopolitik açıdan bir anormallik sayılacak duruşunu değiştirerek, uzun dönemli trende geri döndüğünü, güçlü, istikrarlı, ileri demokratik bir Ortadoğu devleti (Biz de AB’ye üye olacağız sanıyorduk) olarak yeniden Ortadoğu politikasının bir parçası haline geldiğini savunuyor. Biz de bunlara “ABD projelerinin nesnesi oluyor” saptamasını ekleyebiliriz. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ‘301 haftaya Meclis’te’ ? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, AKP grup toplantısından önce gazetecilerin TCY’nin 301. maddesi ile ilgili sorularını yanıtladı. AKP içinde görüş ayrılığına neden olan, “soruşturma yetkisinin” yeniden Adalet Bakanlığı’na verilmesinden memnun olduğunu belirten Şahin, “301 ile ilgili yapılan değişiklik, özellikle basın camiasını temsil eden kuruluşların önerilerine yakın bir şekilde geçti. Zaten 301 daha çok basın mensuplarını, yazarları, çizerleri ve düşünce insanlarını ilgilendiren bir maddeydi. Dolayısıyla o beklentilere cevap verecek bir şekilde olmasından memnunum” dedi. TCY’nin 301. maddesinde değişiklik öngören yasa teklifinin gelecek hafta TBMM Genel Kurul gündemine geleceğini ve yasalaşacağını söyleyen Şahin, Adalet Bakanlığı’nın bu konuda sadece “filtre” görevi üstleneceğini belirtti. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle