25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
27 MART 2008 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr ‘Mutluluk’a üç ödül Kültür Servisi Türkiye Sinema ve Audiovisuel Kültür Vakfı (TÜRSAK) ile Beyoğlu Belediyesi tarafından düzenlenen “Yeşilçam Ödülleri’’sahiplerini buldu. Törende “En İyi Film’’ ödülünü “Mutluluk” filmi, ‘’En İyi Yönetmen’’ ödülünü ‘’Yaşamın Kıyısında’’ filmiyle Fatih Akın, ‘’En İyi Kadın Oyuncu’’ ödülünü ‘’Mutluluk’’ filmdeki oyunculuğuyla Özgü Namal, ‘’En İyi Erkek Oyuncu’’ ödülünü ‘’Kabadayı’’ filmindeki oyunculuğuyla Şener Şen aldı. Gecede ‘’Yaşamın Kıyısında’’ filmiyle ‘’En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu’’ ödülü Nursel Köse’ye verilirken aynı filmle Tuncel Kurtiz ‘’En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu’’, Fatih Akın ise ‘En İyi Senaryo’’ ödülünü aldı. 21 41 kere maşallah ? Kültür Servisi Dünyaca ünlü piyanist Fazıl Say’ın, İsviçre Luzern’deki dakikalarca ayakta alkışlanan dinletisinden sonra İstanbul’da 30 Mart’ta Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda vereceği resitalin biletleri, etkinlikten 41 gün önce tükendi. Gecede kendi eserlerinin yanı sıra Beethoven, Ravel ve Prokofiev’in de eserlerini seslendirecek olan Fazıl Say, ayrıca Bach’ın ‘sol minör BWV. 542 fantezisi’ni de kendi uyarlamasıyla yorumlayacak. ‘Bir Mahalle ki’ sorma gitsin ? ADANA Çukurova Üniversitesi Kültür Müdürlüğü bünyesindeki Drama Topluluğu Münir Canar’ın yazdığı, Turgut Bağır’ın yönettiği, “Bir Mahalle ki” adlı oyunu bugün ÇÜ Mithat Özsan Amfisi’nde saat 17.00’de sahneleyecek. Bağır, “Her geçen gün biraz daha unutulmaya yüz tutan geleneksel gösteri sanatlarımızı gelecek kuşaklara aktarmak istiyoruz” dedi. ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Korku Çağı, Kafka’nın Güncelliği ve İlhan Selçuk “Biri Josef K.’ya iftira etmiş olmalıydı, çünkü kötü bir şey yapmamış olmasına karşın bir sabah tutuklandı…” Daha İlhan Selçuk’un gözaltına alındığını öğrendiğim an, kafama düşüveren cümle. Franz Kafka’nın ünlü “Dava”sının “Tutuklanma” başlıklı ilk bölümünün ilk cümlesi. Kafka, bir de ‘sabaha karşı’ demiş olsa, örtüşme neredeyse birebir gerçekleşecek. “Dava” çevirim için yazdığım “Kafka, Dava ve Gerçeklik” başlıklı önsözümün bir yerinde, Albert Camus’nün 1946 yılında Combat gazetesi için kaleme aldığı “Ne Kurban, Ne de Cellat” adlı denemesinden, daha doğrusu bu denemenin “Korku Çağı” başlığını taşıyan bölümünden uzunca bir alıntı yapmıştım. Bu denemesinde, 20. yüzyıldan önceki yüzyıllara “Matematiğin Çağı”, “Doğabilimlerinin Çağı”, “Biyolojinin Çağı” gibi adlar takan Camus’nün 20. yüzyıl için kullandığı ad, şudur: Korku Çağı! Korku Çağı’nın dünyasında “insanların çok büyük bölümünün bir geleceklerinin bulunmayışı”ndan söz eden, bu nedenle onların artık adeta bir duvarın önünde yaşamakta olduklarına dikkati çeken yazar, denemesini şöyle sürdürür: “…İnsanların önünde duvar örülmüş bir gelecekle yüz yüze yaşamaları elbet ilk kez olmuyor. Ama insanlar daha önce bu duvarları sözün ve çağrının yardımıyla aşarlardı. Umutlarını oluşturan başka değerlere atıfta bulunurlardı. Bugün ise (kendilerini tekrar edip duranların dışında) artık kimse konuşmuyor, çünkü dünya bize uyarıları, öğütleri, dilekleri duymayan kör ve sağır güçlerce yönetiliyormuş gibi gözüküyor. Kısa bir geçmişte yaşadığımız yılların sergilediği oyun, içimizde bir şeyi yıktı. Ve bu şey de insanoğlunun bir başka insanla insanlığın diliyle konuştuğu takdirde, onca insanca tepkiler yaratabileceğine yönelik o sonrasız güven duygusuydu… İnsanlar arasında sürüp giden uzun diyalog, artık kesildi. Ve diyalog yoluyla ikna edilemeyenlerin insanda ancak korku uyandırması da son derece doğaldır…” “Dava”nın önsözünde belirttiğim gibi, “Kafka’nın eserlerinin tümünde kavramlaştırdığı korku, Camus’nün sözünü ettiği korku’dan başkası değildir…” Kafka’nın “Dava”sı, daha önceki çağlarda rastlanmadık türden bir korkunun 20. yüzyılda artık bir ‘insanlık durumu’na dönüştüğü noktada devreye girer. Bu, insanların artık diyalog yoluyla ikna edilememeleri, tek insan’ın toplumsal mekanizmalar arasında yolunu bulma olanağını artık yitirmesi karşısında duyulan korkudur. Bu korkuya kapılan tekil kişiler arasında hiç kuşkusuz Kafka da vardır; ama o, kendinden “O” diye söz ettiği bir notunda, bu korkunun yalnızca kendisiyle sınırlı kalmadığını şöyle açıklar: “… O, kendini beğenmişliği içersinde kimi zaman kendinden çok dünya için korku duymakta.” Ve nihayet, 9 Kasım 1903 tarihli bir mektup. Bu mektupta Kafka, korkunun kaynağını olanca netliğiyle dile getirir: “… Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içersindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak kadarını bilebilirsin…” Her türlü insanca iletişimin kesilmesi; ya da artık diyalog yoluyla ulaşılamayanların insanda korku uyandırması… Yaşadığımız son olaylar bağlamında beni ilk planda ilgilendiren ve korkutan, İlhan Selçuk gibi hayatı boyunca kendini hep daha da bilge kılma hedefine adamış ve karşısındakilere diyalog yoluyla bilgelik aşılamaya çalışmış birinin neden gözaltına alındığı değil; hatta, yine ilk planda, tüm çirkinliğine rağmen, gözaltına alınış biçimi dahi değil. Ama bu toplumda bir insanın şahsında bir gece sabaha karşı doğrudan bilgeliğin gözaltına alınmış, bu arada o insanın başkalarına ışık getirmek için kullandığı çalışma odasının, kitaplarının, belgelerinin, dört duvarının, kısacası bütün bir ikliminin mahremiyetinin ihlâl edilmiş olması – evet, bu toplumda yaşayan ve düşündüğü savında olan herkes için korku kaynağı olması gereken nokta, işte bu! acem20@hotmail.com ‘Ulusal Bildiri’yi Orhan Alkaya, ‘Uluslararası Bildiri’yi ise Robert Lepage kaleme aldı Bugün Dünya Tiyatro Günü Kültür Servisi ‘27 Mart Dünya Tiyatro Günü’ yurtdışında ve yurtiçinde çeşitli etkinliklerle bugün kutlanıyor. 2008 Dünya Tiyatro Günü Uluslararası Bildirisi’ni bu yıl, Kanadalı tiyatro sanatçısı Robert Lepage yazdı. Uluslararası bildiriyi Volkan Çağlayan Türkçeye çevirdi. 2008 Dünya Tiyatro Günü Ulusal Bildirisi ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni Orhan Alkaya tarafından kaleme alındı. 1957 Quebec doğumlu Robert Lepage, Quebec’te Conservatoire d’Art Dramatique’te okuduktan sonra Paris’te Alain Knapp’ın tiyatro okulundaki atölye ve seminerlerine katıldı. 80’lerin başında Théâtre Repère’e katıldı. Burada yaptığı “circulations” adlı yapıt Kanada’da “en iyi yapım” seçildi. Ottawa’da National Art Centre’s’in sanat yönetmenliğini yaptı. Bu dönemde “Needles And Opium” gibi oyunları ve “Macbeth” gibi yapıtları sundu. 1993’te ‘Ex Machina’ multi disipliner (çoklu sanat disiplininin bir arada kullanıldığı) bir kumpanya kurdu ve sanat yönetmenliğini yaptı. Peter Gabriel’in Secret World turunun sahne yönetmenliğini yaptı ve operalar sahneye koydu. Son oyunu Danimarkalı masal yazarı Hans Christien Andersen’in “The Dyrad” adlı yapıtı. Lepage, uluslararası birçok ödül aldı. Şu anda “The Image Mill” adlı, dünyanın en büyük mimari projektörü olacak bir proje için çalışıyor. 1958 İstanbul doğumlu Orhan Alkaya, hukuk ve gazetecilik okudu. Günlük gazetelerde ve dergilerde değişik sanat disiplinleri üzerine eleştiri yazıları, makale ve denemeler yazdı. Değişik gazetelerde köşe yazarlığı ve dergilerde genel yayın yönetmenliği yaptı. Alkaya’nın yönettiği oyunlardan bazıları şöyle: Sığıntılar (1992), Bezik Oynayan Kadınlar (1993), Gölge Ustası (1993), Sahibinin Sesi (1995), Godot’yu Beklerken (1997), Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (1999), Hadi Öldürsene Canikom (2004), Savaş ve Kadın (2005). Bugün 27 Mart 2008, Dünya Tiyatro Günü. Bu kez önünüzde konuşmak görevi ve onuru bana verildi. Ustam Muhsin Ertuğrul’un yazdığı ilk Ulusal Bildiri’nin otuz yıl sonrasında ve O’nun kurumsallaştırdığı tiyatronun doksan dört yıllık biBaşlayalım öyleyse; hayatın gözden geçirilmiş yeni yorumlarına her zaman ihtiyacımız oldu. Bu ihtiyaç olmasaydı tiyatro ne işe yarardı ki? Orhan Alkaya Rejisör İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Genel Sanat Yönetmeni ÜNYA TİYATRO GÜNÜ ULUSLARARASI BİLDİRİSİ Tiyatronun kökenine dair birçok hipotez vardır ama benim bulduğum, masal formundan alınmış ve en düşüncekışkırtıcı olanıydı: Bir gece, şafak vakti, bir grup insan taş ocağında ısınmak ve hikâyeler anlatmak için ateşin etrafında toplanmış. Birdenbire, içlerinden birinin aklına bir fikir gelmiş. Ayağa kalkmış ve kendi gölgesini kullanarak bir hikâye canlandırmaya başlamış. Taş ocağının duvarlarında ateşten gelen ışığı kullanarak gerçeğinden daha büyük karakterler yapmış. Şaşkınlıkla bakan diğerleri her yaptığını anlıyorlarmış. Güçlü ile zayıfı, can sıkıcı ile canı sıkılmışı, Tanrı’yı ve ölümlüyü… Bugünlerde şenlik ateşinin yerini projektörün ışığı, taş ocağındaki duvarın yerini de tüm mekanizmasıyla birlikte sahne almış durumda. Tüm bu kurallara ve geleneğe dikkatlice uyan titiz insanlar olarak, bu hikâye bize tiyatronun başlangıcındaki teknolojiyi ve onu bir tehdit aracı olarak değil, birleştirici bir unsur olduğunu anlamamız gerektiğini hatırlatıyor. Tiyatro sanatının hayatta kalması onun kapasitesine, yeni araçlarla ve yeni dillerle kendini sürekli yeniden keşfetmesine bağlıdır. Tiyatro kendi çağının büyük olaylarına tanıklık etmeyi ne şekilde sürdürebilir ve insanlar arasındaki anlayışı ve açıklık ruhunu nasıl yaygınlaştırabilir? Hoşgörüsüzlük, dışlanma ve her türlü füzyona ve kaynaşmaya direnen ırkçılık sorunlarına karşı, kendi pratiklerinde çözümler önererek nasıl kendini onurlandırabilir? Tüm karmaşıklığıyla birlikte dünyayı anlatmak için sanatçı, yeni biçimler ve fikirler ileri sürmek ve bu kalıcı ışıkgölge oyununda insanlığın siluetini çekip çıkarma yeteneğini haiz olan izleyiciye güvenmek zorundadır. Ateşle oynadığımız, risk aldığımız doğrudur. Ama aynı zamanda bir şansı da yakalamış oluruz: Yanabiliriz. Ama aynı zamanda şaşırtabilir ve aydınlatabiliriz. Robert Lepage Quebec, Kanada 17 Şubat 2008 D 27 MART 2008 ULUSAL BİLDİRİ rikimine işçilik ettiğim zamanda. Türkiye tiyatrosu hayli zamandır bir uzun geçidin tam içerisinde duruyor ve geçidin darlığı hayal gücünü bunaltıyor. Bu geçitten, binlerce yıllık ayrışık kültürel zenginliğimizle süzülmek, dünya köyüne, kendi oyun oynama birikimimizle akmak üzereyiz. Küçük bir köyde yaşıyoruz, ısınıyor yahut üşüyoruz, mutlaka seviniyor ve üzülüyoruz, farklı dillerde konuşuyoruz ve ötesi, daima hissediyoruz. Köyün bilgeleri ve onların söylenceleri, uzun, durağan hayat önermelerini kışkırtıyor, hepimizi tekçi dayatmalardan koruyup sakınıyor, yaşamak böyle anlam kazanıyor. Çünkü başlangıçta hayat şekilsizdir. Öyleyse, oyun oynamaktan ne alıkoyabilir bizi? Pek az temel izlek var biliyoruz, ama yaratıcı insan kadar çok hikâye kurma ve anlatma biçimi de var. Tiyatro sanatı hayatı sıkıcı, ısrarcı bir düzenekten koruyup kollarken, yaratıcı insandan beslenir, besleniyor. Çünkü insan eşsiz dir. Olsa olsa henüz köyün sokaklarında saklı kalmış biçimler var ve yasak mahallelere ansızın girmek heyecan vericidir. Yeni biçimlere ihtiyaç duyuyoruz, çünkü tıkanmak ölümdür. Biçim özün ta kendisidir ve en çok biçim yasaklanır bilinebilen zamanda. Aynı anda ileriye ve geriye, yani hayatı anlamlı kılacak kimyaya, yeryüzü yaşayanının şaşırtıcı imgelemiyle gidip gelelim ki sahici tekliği, bugünde var olan İnsan’ı anlamlı kılabilelim. Bütün zamanları kapsayan ânda, bugünde! Bugün daima yakıcıdır. İkaros’un kanatları elbette acıyacaktır ama kim güneşe o denli yaklaşmayı tasavvur edebilir ki? Çünkü ancak, yanmayı göze alan aydınlatabilir. Tiyatro ümitsizliğin reddidir, çünkü oyun daima başlar. Şimdi ve burada, yeniden, oyun başlamak üzere. ‘Seyircilerimize şikâyet ediyoruz’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Uluslararası Tiyatro Enstitüsü tarafından 1961 yılında ilan edilen “27 Mart Dünya Tiyatro Günü”, bugün 47’nci kez, ulusal ve uluslararası bildiriler, ücretsiz oyunlar ve çeşitli etkinliklerle kutlanacak. Devlet Tiyatroları (DT) Genel Müdürlüğü de “Dünya Tiyatro Günü” nedeniyle bugün, 12 bölgedeki 23 sahnesi’nde, 26 oyunu ücretsiz sahneleyecek. Sanatseverler, ücretsiz biletlerini, DT gişelerinden ya da ilgili müdürlüklerden temin edebilecekler. Öte yandan Devlet Tiyatroları Sanatçıları Derneği’nden (DETİS), “Dünya Tiyatro Günü” nedeniyle yapılan açıklamada, “Bugün ‘Dünya Tiyatro Günü.’ Sahnelerimizin kapatılmasına, tiyatro binalarının rant getirecek mekânlara dönüştürülmesine ses çıkarmayan, sahnelerden yükselen sesleri susturmak için doğrudan ya da dolaylı sansür uygulayan, bu gelişmelere karşı çıkan sanatçılara soruşturma açtırıp gözdağı verenleri, ‘Dünya Tiyatro Günü’nde izleyicilerimize şikâyet ediyoruz. Alkışlarlar mı, yuhalarlar mı onlar bilir” denildi. Fernandez İstanbul’da ? Kültür Servisi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İspanyol Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı, Kübalı şair Pablo Armando Fernandez’i konuk ediyor. Etkinlik, yarın 10.00 12.00 saatleri arasında fakültenin kurul odasında yapılacak. Şiir, roman, tiyatro ve deneme yazarı Pablo Armando Fernandez, 1930 Küba doğumlu. 1945 1959 yılları arasında ABD’de sürgün yaşayan ve Küba devrimiyle birlikte yurduna dönen şair, 1968’de Casa de las Americas Şiir Ödülü’nü, 1983 ve 1995’te Yazın Eleştirisi Ödülü’nü, 1996’da Ulusal Yazın Ödülü’nü aldı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle