23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 MART 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yazıklar Olsun! Şu güzelim ülkenin taşındığı yere, sürüp giden tartışmaların içeriğine bakın! Yazıklar olsun, 90 yıllık devrim deneyimine hor bakana, yadsıyana! Kimse unutmasın, muhafazakârın başı, gözü, yüreği örtülüdür. Başa sarılansa açıkça karanlığın, gericiliğin simgesidir; simgelere sığınıp politika yapana da bu politikanın ardında durana da yazıklar olsun! masını demokrasi adına savunan, örtülü kadının “sosyalleştiğini” ileri sürenlerin kullandığı dil de ikiyüzlülük örneğidir. Bu kesim, muhafazakâr iktidarın açtığı türbanı dört ucundan tutarak ülkenin örtüler arkasına atılmasına çanak tutmakta, iktidarın elini güçlendirmektedir. Kullandıkları dile bakarak, bu sözde demokrat olan aydınımsılarda duyma ve görme bozukluğunun hızla arttığını da söyleyebiliriz. Sokağa çıkmadıkları bellidir; dahası kendi katıldıkları izlenceler dışında, hiçbir TV’yi izlemedikleri, aklın ipini koparan radyoları dinlemedikleri de açıktır. Ne diyor türbanlı kız, “Ben sosyalleşmek için değil, inancım gereği örtüneceğim ve örtümle yargıç, öğretmen, hekim olacağım”. Ne diyor parmak kadar kızını örten ana baba? Bu sorunun yanıtı içler acısı örneklerle ortada. Aydınımsılar da tıpkı iktidar esrikliğiyle maskeli dolaşan politikacılar gibi, kendi seslerinden başkasını, en acısı savundukları politikacıları bile duymuyorlar. PENCERE Son Deneme mi? TALAT’LA Hristofyas buluştular. Önce baş başa, sonra heyetler olarak. Baş başa neler konuşulduğu bilinemez. Ama eski arkadaşlıktan, kırk yıllık dostluktan söz edildiğine göre, “makine” çalışmaya başlayacak demektir. Makine, Kuzey Kıbrıs’ın ünlü politikacı avukatlarından biri olan Fuat Veziroğlu’nun on sekiz yıl önce yayımladığı 148 sayfalık kitapçığın adıdır. Şimdiki Talat’ın değil de o zamanki CTP Genel Sekreteri Naci Talat ve arkadaşlarının Denktaş’la görüştükleri sırada yazılan kitabın kapağında dişleri iç içe girmiş iki çark görülür: AKEL ile CTP’nin çarkları. İkisinin de “Marksist” olduğu ve makinenin de bu nedenle uyumlu çalışacağı söylenir. Bugün de partiler arasındaki bu ideolojik yakınlığa bakarak Kıbrıs’ta çözüm için bir “fırsat penceresi” açıldığını söyleyenler çoktur. Türkiye’de, Avrupa’da, Atlantik ötesinin New York’uyla Washington’unda. Ama, Kıbrıs’ı biraz tanıyanlar bilir ki, Kuzey Kıbrıs’taki durumdan farklı olarak, “ulusal dava” söz konusu olunca, partilerin ideolojileri ne olursa olsun, Rumlar için gerisi “teferruat”tır. Dolayısıyla, Papadopulos’un yerine Hristofyas geçti diye o tarafın genel tutumunda köklü değişiklik beklenemez. Nitekim, sorunun geçmişini bütün olarak en iyi bilenlerden biri olan emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik “Kıbrıs Cumhuriyeti” yeni başkanının geçenlerde Brüksel’de söylediklerinin özünü şöyle anlatmakta: “Cumhuriyetin vatandaşları olmanın bütün nimetlerinden yararlanan Kıbrıslı Türklere ambargo uygulanmıyor; isterlerse Kıbrıs’ın yasal limanlarından (yani Rum tarafındakilerden) dünyayla ticaret yapabilirler. O halde ambargoları kaldırma düşüncesi de yanlıştır.” Bugünkü haksız durumu resmen böyle yansıtan biriyle masaya oturmanın nasıl bir “fırsat penceresi” açmış olacağını kestirmek çok mu zordur? ıpkı Yunanistan’da Simitis’in yerine Karamanlis geçince ya da Türkiye Dışişleri bakanlarının koluna oğul Papandreu yerine Madam Bakoyanni girince nelerin fazla değişmeyeceğini tahmin etmenin zor olmayışı gibi. Ulus olmayı ve dolayısıyla ortak ulusal çıkar kavramını geliştirmekte Yunanistan’a göre bir yüzyıllk “rötar”ı olan Türkiye’nin artık öğrenmiş olması gerekir ki, orası için Türklere ilişkin ulusal davalarda birlikte düşünmek kural, farklı düşünmek ise istisnadır. öyle olunca, HristofyasTalat görüşmelerinden çıkabilecek sonucun Annan Planı’ndaki dengesizliği giderip Türk tarafını daha iyi duruma getireceğini ummak hayaldir. Çünkü, Hristofyas Papadopulos’un “hayır”ını sürdürüp onunla birlikte AB’ye girmek için çırpınan KKTC’li lider Talat’ı Annan Planı’ndaki “evet”inden de geriye düşürmeyi deneyecektir... Şu aşamada asıl önemli olan, Talat’ın 75 milyonluk Türkiye için yaşamsal ağırlık taşıyan böyle bir konuda ve son denemede Ankara’nın da Talat’la birlikte geriye düşmek isteyip istemediğidir. mumtazsoysal@gmail.com Sevgi ÖZEL ürbanla donu eşleştiren kişiden çok, bu efendiyle aynı partide yürüyen kadın milletvekillerine ne demeli? Bu hanımefendiler, gerçekten siyasal yaşamı kendileri seçse, özgürce söz ve davranış sergileyebilselerdi, aralarından biri, “Yetti gari” diye ses verirdi. Suskun kalana, bu saçmalığı bireysel düşünce diye türbanlamaya çalışana yazıklar olsun! Türban başa takılıyor; donun işlevi başka… Türbanın da türleri var, donun da… Türbanı yalnız kadınlar takar, don herkese gerekir. Çünkü bir insan, ayıp saydığı yerini örtmek için don giyer; bu nedenle ayıp bilinen sözleri söyleyene de yırtık don benzetmesi yapar. Bu nedenle türbanla donu eşleştirmek, salt siyasal simge olarak türban takan kadına değil, alışkanlığı ya da inancı gereği başını örten kadınlara da saldırıdır. Muhafazakâr demokrat geçinen bir lafını bilmez, muhafazakârların kaç kilo, kaç metre, nereye dek demokrat olabileceğini göstermiş; iyi de etmiştir. Kendi adıma pek sevindim; çünkü maske, bir kez daha düşmüş, saklanan gerçek yüz açığa çıkmıştır. Şimdi iktidar olan muhafazakârlar, son zamanlarda maskeyi sık sık düşürüyorlar. Kullandıkları dil, kadınların saçını açmasını “ayıp, günah” göstermelerinden daha “ayıp” ve daha tehlikeli olay ve oluşumların bizi beklediğini kanıtlıyor. Bizim milliyetçi muhafazakârların maskesi, kadın erkek, hepsinin bir tür türbanıdır; gerçek düşüncelerini saklamakta ama kullandıkları dil hepsini ele T T vermektedir. Doğaçlama konuşurken hepsi “aslına” dönmekte, hazırlıklı olduklarında “demokrat” görünmeye çalışmakta, içtenlikli olmadıkları için başaramamaktadırlar. Dilci gözüyle söylersek, yıllardır iki başbakan varmış gibi bir duygu taşıyoruz. Örneğin belli aralıklarla TV’lerden ulusa seslenen Başbakan’la yoluna çıkanla konuşan ya da bir topluluğun alkışları arasında sahneye çıkan Başbakan’ın beden dilli, ses tonu, kullandığı sözcükler büyük ölçüde değişmektedir. Topluluk önünde ya da sokakta, elinde metin olmadan konuşan; sık sık kendi buluşu “hitabet sanatına” başvuran; sanatını, beden dili ve sesine de yansıtarak “Al ananı git, artistlik yapma” diyebilen Başbakan, bence gerçek Başbakan’dır. Gericiliğin simgesi Birbirini tamamlar görünen aydınımsılarla muhafazakâr politikacılar, aslında birbirlerini yalanlıyorlar. Aydınımsı üç dört çocuk doğurma buyruğu verilen kadının nerede duracağını; geriyle ileriyi, yasakla yasal olanı ayırt edemez mi; laik eğitim ve hukukun kurallarını bilmez mi? Bilir de bilmezden gelir. Ne denli acıklı ve gülünç durumlara düştüğünü görmez mi? Bireysel çıkarı gereği görmüyor, görmezden geliyor. Yazıklar olsun! Şu güzelim ülkenin taşındığı yere, sürüp giden tartışmaların içeriğine bakın! Yazıklar olsun, 90 yıllık devrim deneyimine hor bakana, yadsıyana! Kimse unutmasın, muhafazakârın başı, gözü, yüreği örtülüdür. Başa sarılansa açıkça karanlığın, gericiliğin simgesidir; simgelere sığınıp politika yapana da bu politikanın ardında durana da yazıklar olsun! B Acı örnekler Aynı biçimde bakanların ve iktidarın eli ayağı olan muhafazakârların çoğu da hazırlıksız yakalandıklarında aslına dönmekte, rahatlıkla türbanla donu eşleştirebilmektedir. Anımsayacaksınız, eski TBMM Başkanı Arınç’ın doğaçlama konuşurken yaptığı gaflar ve arkasından gelen “Yanlış anlaşıldım” açıklamaları, dilciler için ilginç, ülke için acı örneklerdir. İmam hatip eğitimi ya da cemaat ilişkilerinin, bireylerin kullandığı dili ne denli etkilediğini, daha doğrusu nasıl maskelediğini, MEB eliyle ve çağdaş kurallarla verilmesi gereken dil eğitim ve öğretimininse çoktan iflas ettiğini, muhafazakârların dili açıkça göstermektedir. Ayrıca muhafazakârların türban kalkış Işık Sönmek Üzeredir... Daver DARENDE Emekli Diplomat Yazar “Büyük bir toplumsal tehlikenin çığ gibi büyüyerek üzerimize gelmekte olduğunu, bu tehlikenin yaklaştıkça büyüdüğünü, hızlandığını görüyorsunuz. Tehlike üzerimize çullandı çullanacak. Bu tehlike dinsel gericiliktir, bağnazlıktır, ortaçağ karanlığına gömülmektir.” Bağnazlığın, gericiliğin Atatürk düşmanlığının ve ülkeye ihanetin doruk noktasına ulaştığı bu duyarlı dönemde, ülkemiz büyük bir tiyatro sahnesine dönüştü. Aynı oyuncular, aynı yöntemlerle, aynı oyunu oynayarak Türkiye’yi bugünlere getirdiler. Türkiye’de yeni bir yaşam biçimi ve devlet düzeni kurmak isteyenler, iktidar olmanın sağladığı güçle etkinliklerini arttırarak yeşil bayrağı yani karşıdevrimin siyasal simgesi olan türbanı gündemin baş köşesine oturttular. Karşıdevrimciler laik Cumhuriyetin kazanımlarını ortadan kaldırmak için örgütlü bir hazırlık içindedirler. Şeriatçı yapılanmanın ülke çapında hızla yaygınlaştığını, devletin neredeyse tüm önemli kurumlarına sindiğini görmezden gelen kimi çevreler ve onların denetimindeki basın ve medya, ne acıdır ki bu gelişmeleri tam bir vurdumduymazlık içinde izlemektedir. Onur, erdem, kişilik gibi kavramların hiçe sayıldığı günümüzde toplumun değerleri altüst edilmiş, insanlarımız akıl dışı öğretilerin ve kör inançların tutsağı olmuştur. Demokrasinin vazgeçilmez koşulu olan laiklik ilkesinin acımasızca çiğnenmekte olduğu ülkemizde İslami temellere dayalı bir hukuk sistemi yerleştirilmeye çalışılmaktadır. “Ilımlı İslam Devleti Modeli” toplumumuza bir yaşam biçimi ve siyasal kavram olarak yerleştirilmeye çalışılırken Türkiye’yi bir din devletine dönüştürecek plan aşama aşama uygulanmaktadır. Kılını kıpırdatmayanlara sesleniyorum; göz göre göre gelen karanlığa karşı uyanmanın zamanıdır. Söz konusu olan, Cumhuriyetin ayakta kalıp kalmamasıdır. Atatürk’ün çağdaşlık yolunda yaktığı ışık sönmek üzeredir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle