07 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 MART 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yönetim Açmazındaki Türkiye!.. Irak’ta çıkmaza saplanan, Afganistan’da sonuç alamayan, İran’la gerginlik yaşayan ABD’nin Türkiye’den yeni beklentileri olduğu ortaya çıkmıştır. Hükümet ise bugün, siyasal rejimin dinsel yaklaşımlarla şekillendirilmesi yolunda anayasa değişikliğiyle bağlantılı uygulamaları kalıcı kılma çabasındadır. İktidar, “bölücü/ayrılıkçı hareket” karşısında, ardında ABD’nin yer aldığı yeni askeri ve siyasi açılımları gündeme getirme arayışındadır!.. lenebilecek tutarsız bazı düşünceler ileri sürülmektedir. Halbuki “bölücü/ayrılıkçı hareket”le mücadelede ilk koşul, “örgüt” ün silahlı eylem gücünün yok edilmesidir. Bu ise teröristlerin etkisiz kılınması demektir ve de ancak askeri yöntemlerle gerçekleşebilir!.. Mücadelede sosyal ve ekonomik önlemler de etkili olmakla birlikte, askeri önlemlerin sürdürülmediği bir ortamda, örgütün silahlı eylem gücü giderek kalıcı hale gelir ve bu tehdit diğer alanlarda adım atmayı güçleştirir!.. PENCERE Nereye?.. Nereye gidiyor Türkiye?.. AKP iktidarında, Amerikan projesi kapsamında, gidişatımızın elle tutulur gerçeğini görmeyen biri varsa ya kördür ya da kasıtlıdır... Türkiye “İslamcı devlet modeli”ne oturtuluyor... Peki, o zaman ne olacak?.. ? Yeryüzünde 1.5 milyar Müslüman yaşıyor, İslam devleti dediniz mi akla gelen ne?.. Sanayileşmemiş ve sanayileşmeye de niyeti olmayan İslam devleti ancak şeriatla yönetilir; kadın günahla özdeştir, kapalıdır, toplum dışıdır; fikir özgürlüğü, demokrasi, bağımsızlık ve insan haklarını İslam coğrafyasında ara ki bulasın... Ya ekonomi?.. Rantçılık ve faizcilik ekonomisine bağlı ve Batı’ya (HıristiyanMusevi dünyasına) bağımlı İslamcı sermaye Müslüman coğrafyasına egemendir... Faiz, Kuran’da yasaklandığı için İslam devletlerinde adı değiştirilerek kullanılıyor... Sanayileşme gerçekleşemediği için Batı’da vaktiyle türeyen işçi sınıfından yoksun İslam dünyasında toplumsal değişim tüm dünyayı saran akıl ve bilimden uzakta bir inanç yönetimini sürdürebilmektedir... ? Peki, bu şaşırtıcı tablo nasıl sürdürülebiliyor?.. Sorunun somut yanıtı 2005’te yayımlanan Irak anayasasında yazılıdır... “Irak anayasası madde 2: Devletin resmi dini İslamdır.. İslam yasamada temel kaynaktır.. a) İslamın değişmez hükümleriyle çelişen yasa çıkartılamaz... b) Demokrasi ilkeleriyle çelişen yasa çıkartılamaz...” Beğendiniz mi?.. Irak anayasasının yukarıdaki temel kuralını ve mantığını bilmiyordum, arkadaşımız Bahadır Selim Dilek’in “Küresel TuzakIlımlı İslam” adlı kitabında (Ulus Dağı Yayınları) okuyunca şaşırdım kaldım... Eğer yaşadığımız dünyada bir insan aptal, cahil, budala, dangalak değilse, demokrasinin ancak laik bir toplumda gerçekleşebileceğini bilir... Peki, hem İslamın değişmez hükümleri devlette egemen olacak... Hem demokrasi ilkeleri devlette geçerli olacak... Aklı başında bir kişi bu işe ne der?.. ? Irak düşman işgali altında... İyi de bu koskoca ülkede Sünnisi, Şiisi, Arap’ı, Kürt’ü, Yezidisi, vesairesi arasında Irak anayasasının akıl, bilim, mantık dışı bir temele oturtulduğunu bilen hiç kimse yok mudur?.. Olmaz olur mu... Zavallı Müslüman halkları... Irak’ın yalnız ülkesi düşman işgali altında değil, Irak’ta insan onuru da, aklı da düşman işgali altında... ? Bugün Türkiye de tüm Müslüman coğrafyasında olduğu gibi, adıyla sanıyla “İslam devleti modeli”ne sürükleniyor... Rantiyeciliğe, faizciliğe, borçlanmaya bağlanmış, dışa bağımlı bir ekonomi... İslamcılığı öngören bağımlı bir politika... Demokrasi edebiyatı bunların göz boyayıcılığı için kullanılıyor... İşgal altındaki Irak anayasasında demokrasi, gördüğünüz gibi temel ilkeye dönüşmüş... Hem de dincilikle birlikte... Emperyalizm, işgalcilik, bağımlılık, dincilik felsefesi, felsefelerin en kokuşmuşudur... Batıcılığı özünden soyutlayarak kendi ülkesine satan entellerle demokrasi adı altında pazarlanır... ? Yazımızın başındaki soruya dönelim: Türkiye nereye gidiyor?.. Artık açıkça belli oldu ki Türkiye’yi işgal altındaki Kuzey Irak’la birlikte Güneydoğu’da ılımlı İslamcı ortak federasyona doğru sürüklemek isteyen Amerika amacına ulaşırsa Türkiye parçalanmaya doğru gidiyor... Peki, laik, bağımsız, çağdaş Atatürk Cumhuriyeti’ne elveda demek zorunda mı kalacağız?.. Bu sorunun yanıtını da elbette biz, bizler, bu ülkede yaşayanlar, laik Cumhuriyeti hazır bulanlar vermek zorundayız. Prova BİZİM bildiğimiz prova daha çok tiyatro alanının bir deyimidir ve sahneye konulacak oyun seyirci önüne çıkmadan önce hazırlık aşamaları için kullanılır. İlk prova, kostümlü prova, son prova gibi. Tiyatro kapıları seyirciye açıldıktan ve oyun başladıktan sonra oynanana prova denmez. Dün Türkiye’nin bütününde denenen iki saatlik “iş bırakma” eylemine de “genel grev provası” adı verildi. Oysa tepki gösterilmek istenen Sosyal Güvenlik Reformu’na ilişkin yasa çoktan çıkmış, geçen cumhurbaşkanınca geri çevrildiği için şimdi yeniden tasarı olarak komisyondan genel kurula inmişti. Kısacası, oyunun birinci perdesi oynanmıştı bile. Tepki gösterilecek idiyse, şöyle ya da böyle çoktan gösterilmeli ve sonuç alınmış olmalıydı. Zaten, genel grev bu ülkede yasaların kabul ettiği bir eylem çeşidi değil; Başbakan’a göre, kaç saatlik olursa olsun, iş bırakma da öyle. Sendikaların tek başlarına yapabilecekleri grev ise ancak toplusözleşme pazarlıklarının bir bölümünde kullanılabilecek bir yetki. O da binbir formaliteden sonra. ma, bunlara karşın, “Üretimden gelen gücümüzü kullanırız” deyimi şimdiye kadar sendika liderlerinin dillerinden hiç düşmeyen bir söz oldu. Anlamını biraz deşecek olursanız, üretimden gelen güç ancak üretim yapılmadığı zaman kullanılmış sayılabilecek bir güç olmalı. Bu da Türkiye’de yasak. Dolayısıyla, arada bir yarım yamalak grev sözü etmekle yapmak arasında büyük fark olduğu ve dayanışma grevi, siyasal grev gibi gerçek grev hakları konusunda bu ülkedeki sendikacılık dünyasının henüz tam bir mücadele vermiş olmadığı bir gerçektir. Bu durumda, “üretimden gelen güç”ün kullanılmasını daha geniş anlamda almanın ve bunun gereğini bütünüyle yerine getirmenin başka yolları üzerinde düşünmek gerekiyordu. Şimdilik, en etkili yol, işçilerin, ekonomideki üretici güçler arasında en önemli ve vazgeçilmez güç olarak, ekonomik politikalar üzerinde en çok söz söyleme, tavır koyma, karşı çıkma hakkı olmalıydı. e var ki, şu son çeyrek yüzyıl boyunca ülkeyi yönetenler ekonomik politikalarını uluslararası büyük sermayenin oyunlarına, ABD, AB ve Dünya Bankası, IMF, Dünya Ticaret Örgütü gibi devletler arası kuruluşlara teslim ederken Türkiye’nin işçi dünyası genellikle sessiz ve seyirci kaldı, hatta kimileri özelleştiricilerin vaatlerine kananlar arasına katıldı; hatta bu politikalara karşı çıkan sendikacı arkadaşlarını mücadelelerinde yalnız bırakanlar bile oldu. Aslında, küresel düşünüp ulusal tavır koymanın, talana karşı ulusal varlığa sahip çıkıp halkının çıkarını gözetmenin ön safında işçiler bulunmalıydı. Böyle olmadı. Ama şimdi, Sosyal Güvenlik “Reformu”na karşı sağlanan ortak tepki ve dayanışmayı sendikacılığın hiç değilse gelecekteki ortak davranışları ve savaşımları için bir başlangıç noktası sayma umudu belirmiştir. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU uzey Irak’ta “bölücü/ayrılıkçı terör örgütü”ne sağlanmış olan hareket serbestisini politik yöntemlerle engelleme olanağı bulamayan hükümet, sonunda geç de olsa bunu askeri yöntemlerle gerçekleştirme yoluna gitti!.. Bir anlamda, politik başarısızlığını askeri seçenekle yok etme arayışına girişti!.. ABD, işgal altında tuttuğu bölgeden Türkiye’ye yönelik saldırıları önleyemediği nedenle, zaten harekâta karşı çıkabilecek bir politik konumda değildi. Sonunda; bölgesel güç olma özelliği yanında, sınırlı küresel ortamda ve her koşulda etkin harekât yeteneğine sahip TSK, icra ettiği sınır ötesi harekâtla, bölgede ve bölge dışında siyasiaskeri gelişmelere yeni boyutlar katan büyük bir başarı elde etti!.. TSK bu harekâtla sınırlar ötesinden kaynaklanan bir tehdidi etkisiz kıldığı gibi, “uluslararası hukuk”un da gereklerini yerine getirdi. Harekât bu yönüyle de dikkate değerdi!.. K N A Politikaskeri gelişmeler Harekâtın, ABD ile bir mutabakat içinde gerçekleştirilmiş olması doğaldı. Planlama aşamasında, özellikle “süre”, “iler [email protected] leme sınırı” ve “kullanılacak güç” kapsamında anlaşma yapılması olağandı!.. Çünkü Irak toprakları ABD’nin işgali altındaydı. ABD ile bir anlaşma olmaksızın, bu toprakların ve hava sahasının TSK tarafından kullanılması, uluslararası ilişkiler ve de müttefikler arası işbirliği kapsamında reel politiğe aykırıydı!.. Ancak sonradan hükümet tarafından açıklığa kavuşturulması gereken bazı noktalar ortaya çıktı: Harekât sırasında Türk hükümetinin Irak’la temas için görevlendirdiği kişiler, neden ABD ile sağlanmış mutabakata uymayan beyanlarda bulunmuşlardı?.. ABD Başkanı ve ABD Savunma Bakanı, harekât hakkında temel bilgilere sahip oldukları halde, neden sanki bundan habersizlermiş gibi davranmış, “Türk siyasal yönetimi”ni küçük düşüren ifadeler kullanmışlardı?.. Türk hükümeti yetkilileri, ABD Başkanı ve ABD Savunma Bakanı’nın beyanları karşısında neden tavır almamış, ABD’nin politik bir çıkışla güç gösterisi sergilemesine ve bir yerde hükümeti küçük düşürmesine tepkisiz kalmışlardı?.. Kamuoyu haklı gerekçelerle bu sorulara yanıt aradı. “Bölücü/ayrılıkçı hareket”le mücadelede bugün, “Askeri yöntemlerle sorun çözülmez” şeklinde özet TürkAmerikan ilişkileri ABD’nin son sınır ötesi harekâta karşı çıkmayışı, onun Irak politikasında bazı değişiklikler olabileceğinin işaretlerini vermiştir. Son gelişmeler bunu teyit eder niteliktedir. Ancak bölgede “Büyük Ortadoğu Projesi” kapsamında bir “Kürt devleti” kurulmasına yönelik planlarda bir değişiklik olmamıştır. Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Irak’ı Kürtİslam düzleminde bütünleştirme arayışları son bulmamıştır!.. ABD’nin Türkiye’yi “Kuzey Iraklı Kürt gruplar”la ve hatta “bölücü/ayrılıkçı terör örgütü” ile ilişkiye yönlendirmesi; bu amaçla telkinlerde bulunması, bu planın hâlâ geçerli olduğunu kanıtlamaktadır. ABD şimdilik, Türk tarafında “anlayış” oluşturma aşamasındadır. AnkaraWashingtonBağdatErbil ekseninde sonuca ulaşma çabasındadır!.. ABD’nin bugün “bölücü/ayrılıkçı terör örgütü” ile mücadelede Türkiye’ye karşı sergilediği politik tavır, Türkiye’de tümüyle kendi çıkarlarını gözeten bir siyasal yönetimin işbaşında kalmasını temine yöneliktir. Amaç; Türkiye’de siyasal iktidarın konumunu güçlendirmek ve ABD istekleri açısından daha uygun koşullar yaratacak bir siyasal zemin geliştirmektir!.. Bölücü/ayrılıkçı hareket konusunda, ABD’nin ve “bölücü/ayrılıkçı terör örgütü”nün talepleri arasında büyük benzerlikler olduğu ve hatta bu taleplerin bir yerde örtüştüğü ortaya çıkmıştır!.. Türkiye’de, “bölücü/ayrılıkçı hareket”i silahlı mücadele boyutundan “siyasal zemin”e çekmek isteyen ABD’nin, sorunun çözümünde kendi ulusal çıkarlarını göz önünde tutan bir yaklaşım sergilemesi çok doğaldır. Burada doğal olmayan; siyasal iktidarın Türkiye’nin çıkarlarını korumak yerine, ABD ile işbirliğine daha yakın durmasıdır. ABD Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı arasında, 2007 Kasım’ında Washington’da varılan mutabakatın içeriği bilinmediğinden bu konuda bir belirsizlik yaşanmaktadır. Gelişmelerin Türkiye’nin çıkarlarına uygun yönde olmadığı kanısı giderek güç kazanmaktadır!.. Konuya ilişkin, görevde ya da emekli olmuş ABD askerlerinin kullandıkları ifadelerin ardında ABD’nin bulunmadığını varsaymak mantıkla bağdaşmamaktadır. Doğaldır ki, ABD resmi makamları bu beyanları onaylamayacaklardır!.. Ve de onaylamamışlardır. Ama sonuçta ABD’nin istediği bir tartışma ortamı yaratılmıştır. ABD yetkilileri, her ne kadar bu tür beyanlara karşı olduklarını ileri sürseler de bu bir politik davranıştır. ABD yarar umduğu bir tartışmayı her zaman siyasal yönetimin dışındaki kişi ya da kuruluşlara başlatır. ? Arkası 19. Sayfada CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle