30 Nisan 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ŞUBAT 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Anayasa Değişikliği ?Anayasanın 10. ve 42’nci maddeleri ile Yükseköğretim Kanunu’nun 17’nci maddesine değişiklik getiren tekliflerin kabul edilerek yürürlüğe konulması, toplumsal sorunların yanında birçok hukuki sorunu da beraberinde getirecektir. ?Anayasanın 42’nci maddesine ilişkin teklif, toplumun yapısı itibarıyla ülkede bölünmeyi ve ayrışmayı kışkırtacak düzenlemelere zemin hazırlamaktadır. PENCERE sındaki tepkilerini anlamak da mümkün değildir. Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 17’nci maddesine göre “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydı ile, yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir.” Bu maddenin iptali için açılan davada Anayasa Mahkemesi, Ek maddedeki “Yürürlükteki kanunlar” kavramının anayasa kurallarını da kapsadığını; 1989 yılında verdiği kararda gerekçelerini açıkladığı üzere anayasa kurallarının yükseköğretim kurumlarında örtünmeye imkân vermediğini; bu durumda Ek 17’nci maddenin yükseköğretimde örtünme yasağını kaldırmadığını açıklayarak, yani Yorum Yolu ile iptal talebini reddetmiştir. Kısa anlatımla Anayasa Mahkemesi, anayasanın o tarihte yürürlükte olan kurallarına göre Ek 17’nci maddenin yükseköğretim kurumlarına türbanbaşörtüsü ile girme yasağını kaldırmadığına hükmetmiştir. Şimdi bu Ek 17’nci maddeye “Hiç kimse başının örtülü olması sebebiyle yükseköğrenim hakkından yoksun bırakılamaz ve bu yönde uygulama ve düzenleme yapılamaz. Ancak başın örtülmesi, kişinin yüzü açık ve kimliğinin tanınmasına imkân verecek ve çene altından bağlanacak şekilde olması gerekir” biçiminde bir fıkra eklenmek istenmektedir. Anayasanın 42’nci ve Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 17’nci maddesinde yapılmak istenen değişikliklerin kanunlaşması halinde Ek 17’nci maddenin birinci fıkrası, Anayasa Mahkemesi’nin 1991 kararındaki gibi yorumlanabilecek mi? Yoksa madde tamamen tersi bir anlam mı kazanacaktır? Değişiklik tekliflerinin aynen kabulü halinde hukuki durum şöyle olacaktır: Anayasanın 42’nci maddesine göre kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple, kimse yükseköğrenim hakkından mahrum edilemeyecektir. Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 17’nci maddesi, bırakınız herhangi bir sınırlama getirmeyi, yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafeti serbest bırakmakta; ikinci fıkrası da başı örtülü olanlar için ayrıcalıklı bir kural getirerek bunların yükseköğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağını ifade etmektedir. Çözüm Hayrünnisa Hanım’da!.. Bir çare arıyorlar! Öyle olsun, böyle olsun! Çene altı, çene üstü, şu bu, olmuyor olmuyor... Türbana çıkar yol arayan AKP ve MHP büyükleri, bir türlü sonuca varamıyorlar! Başı örtmek yetmez, önden saçların görünmemesi için kara bir kordon da gerek! Hem çene altını nasıl bağlayacaklar? İğneyle mi, çengelle mi, düğümleyerek mi? Bunca yıldır kapı önlerinde “ille de türbanımız” diye direnen kızlarımız bakalım ulemanın bulduğu çareyi beğenip benimseyecekler mi? ??? Ben, bir yolunu bulmuştum, bere taksınlar demiştim... Bere istendiğinde kafayı tam kapatır, kulaklar bile görünmez... Beğenilmedi, hiç ses çıkaran olmadı. Günler geçiyor, çare bulunamıyor. Anayasaya yeni başörtüsü modelinin fotoğrafını koymayı bile düşünmüşler! Al sana resimli Türk anayasası!.. Yazmıştım, çocukluğumdaki Hayrünnisa adlı arkadaşımı... Üç kardeştiler, Hayrünnisa, Fahrünnisa, Nurinnisa... Bir de Şerrinnisa!.. Yok, bu sonuncusu büyükbabamın yaramaz mı yaramaz Hayrünnisa’ya yakıştırdığı addı! ??? Yıl 193536, Erenköy’deki komşu evin kızlarıydılar. Bağ kütükleri arasında saklambaç oynadığımız o yaz günleri... Atatürk yıllarıydı, baş örtmek, türban takmak gibi şeyler yoktu. Nisa kardeşler, güzelliklerini saklamazlar, eteklerini savurarak koşuşurlardı biz çocuklarla birlikte... Şimdi yaşıyor mu bilmem? Benden küçüktü, olsa olsa seksenlerdedir. Torun torba sahibidir. O günlerde ilkokuldaydı, ardından yükseköğrenim gördü mü, kim bilir? Zaman zaman düşünürüm. Şu günlerdeki baş örtmek kavgasını köşesinden izliyor mu diye... ??? Kırk yıldır bir çözüm bulamadılar. Bu gidişle işler daha da karışacak, yeni tip başörtüsü yalnız üniversite için derken bir de bakacağız liseler, ortaokullar, ilkokullar da başörtülü çocuklarla, gençlerle dolup taşmış! Çözüm nerede? ??? Çözüm, benim çocukluk arkadaşım Hayrünnisa’nın adını taşıyan Hayrünnisa Gül Hanım’ın elinde!.. Bir anda uzatsın elini, çekip atsın kafasındaki kumaş parçasını! Ardından da küs olduğu söylenen Emine Erdoğan Hanım da onu izlesin! Derken, bakan hanımları, genel müdür hanımları, Anayasa Mahkemesi Başkanı’nın hanımı, daha nice okumuş yazmış, okumamış yazmamış kadınlarımız, kızlarımız!.. ??? Avrupa Birliği’ne girmek, Avrupa uygarlığına katılmak, medeniyetler anlaşmasında etkin olmak, kısacası çağa yakışan bireyler olmak istemiyor muyuz? Öyleyse “Sayın Hayrünnisa Hanım çözümün öncüsü ol, çıkar türbanını, aç başını...” Nuri ALAN Emekli Danıştay Başkanı A KP ve MHP’nin uzlaşması üzerine anayasanın 10’uncu ve 42’nci maddeleri ile Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 17’nci maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin teklifler TBMM Başkanlığı’na sunuldu; on bir saat süren çok tartışmalı geçen oturumlardan sonra anayasa değişikliği, Anayasa Komisyonu’nda aynen kabul edildi. Görünüşe göre 9 Şubat günü Genel Kurul’da yapılacak ikinci görüşme sonunda yine aynen kabul edilerek kanunlaşacak. Bundan sonra da Yükseköğretim Kanunu’ndaki değişiklik teklifinin aynı hızla kanunlaşması sağlanarak türbanbaşörtüsü ile yükseköğretim kurumlarına girmenin hukuki altyapısı sağlanmış olacak? Tekliflerin kabul edilerek yürürlüğe konulması, toplumsal sorunların yanında birçok hukuki sorunu da beraberinde getirecek. Kanun önünde eşitlik ilkesi Bu ilke kısaca, kanunların aynı hukuki durumda olanlara aynı biçimde uygulanmasını; yasal düzenlemelerde eşitliğin gözetilmesini ve hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamayacağını ifade etmektedir. Kanun önünde eşitlik ilkesi aynı zamanda kişilere, yönetimden, hak ve yükümlülüklerde, kamu hizmetlerinden yararlanmada eşit davranmasını isteme hakkını da içermektedir. Anayasanın 10’uncu maddesi, yukarıda belirtilen tüm unsurları içeren yeterli bir düzenleme yapmıştır. Ancak mutlak anlamda bir eşitlikten söz edilemez. Anayasa Mahkemesi’nin birçok kararında yinelediği gibi, kimi yurttaşlar için haklı nedenlere dayanılarak veya durumlarındaki farklılık nedeniyle ayrı kurallar konulması eşitlik ilkesini zedelemez. Teklifin 1’inci maddesi ile anayasanın 10’uncu maddesinin dördüncü fıkrasına eklenmek istenen ibare, 10’uncu maddede esasen var olan bir kuralı tekrarlamaktadır. Ulaşmak istedikleri amaç yönünden maddeye hiçbir katkı sağlamaz; gereksiz bir değişikliktir. Eğer eklenen ibare ile gerekçesinde açıklandığı gibi değişikliğin, üniversitelerin, yükseköğretim hizmeti sunarlarken din, mezhep, giyim, kuşam ve benzeri sebeplerle bu hizmetten yararlanan kişiler arasında ayrımcılık yapmalarının önlenmesi isteniyorsa, o zaman farklı din ve mezheplere mensup, farklı giyimkuşamı yaşam tarzı olarak seçen grup ve kişiler için de talep hakkı doğmuş olacaktır. Anayasanın 42’nci maddesi eğitim ve öğrenim hakkını düzenlemekte, özetle kimsenin eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamayacağını; eğitim ve öğretimin, Atatürk ilkeleri ve devrimleri doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre yapılacağını; eğitim ve öğretim özgürlüğünün anayasaya sadakat borcunu ortadan kaldırmayacağını; eğitim ve öğretim kurumlarında sadece eğitim, öğretim, araştırma ve inceleme ile ilgili faaliyetlerin yürütüleceğini öngörmekte ve ilgili diğer kuralları açıklamaktadır. Bölünme ve ayrışma Halen birçok eğitim kurumunda yapılan bazı uygulamaların, değişiklik teklifi ile ulaşılmak istenen nihai hedefin ve ileride bu kuralları önerenlerin de önleyemeyeceği fiili durumların bu kurallarla nasıl bağdaşacağı ayrı bir incelemenin konusudur. Ancak bir hususu belirtmeden geçemeyeceğim. Teklif, toplumun yapısı itibarıyla ülkede bölünmeyi ve ayrışmayı kışkırtacak düzenlemelere zemin hazırlamaktadır. Anayasa Komisyonu’nda cereyan eden sert tartışmalar; YÖK Başkanı ile rektörlerin taban tabana zıt görüşleri; yine profesörler, sivil toplum örgütleri, gazeteler ve köşe yazarları arasındaki farklı, kırıcı ve suçlayıcı yorum ve değerlendirmeler; Anıtkabir’de ve Bakırköy’de düzenlenen mitinglerde türbana karşı gösterilen kararlı direnç adeta ileride toplumda yaşanacak tatsız olayları haber vermektedir. Ülkemizde 1980 yılı öncesindeki bölünmenin neden olduğu üzücü olayları ve bunun sonunda gerçekleştirilen rejim değişikliğini yaşayanların benimle aynı kaygıları paylaştıklarına inanıyorum. Değişiklik teklifi ile bu maddeye altıncı fıkradan sonra gelmek üzere bir fıkra eklenmek isteniyor. “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğretim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez. Bu hakkın kullanımının sınırları kanunla belirlenir.” Türkçe bilen herkesin kolaylıkla anlayabileceği gibi eklenmek istenen bu fıkra, eğitim ve öğretim hakkının sınırlandırılmasını “kanunda açıkça yazılı” bir sebebe bağlamaktadır: 42’nci maddede sınırlama sebepleri saptanmadığından, yasama organı hangi nedenlerle yükseköğrenim hakkının kısıtlanabileceğini, bu arada hangi tür giysilerle yükseköğretim kurumlarına girilemeyeceğini kendi takdiri içinde belirleyebilecektir. Kardeşi Kardeşe Düşürenler... 1950’li yılları bugünkü kuşaklara anlatmak olanaksızdır... Dergi ya da gazete çıkarmak için iktidardan “kâğıt tahsisi” almak gerekliydi... 1956’da Osman A. Kermen’le çıkardığımız Dolmuş mizah dergisi bu koşullarda yayımlanıyordu... Yazarları arasında Rıfat Ilgaz, Aziz Nesin, Melih Cevdet, Bülent Oran, Selçuk Kaskan, Oğuz Alplaçin, Suavi Süalp.. vb. vardı... Aziz Nesin’in parlak yıllarıydı; ama, neye yarar... Babıâli’nin tüm gazeteleri yazara ambargo koymuştu... Neden?.. Nesin komünist sayılıyordu... ? 1956 yılında bir gün inanılmaz bir haber gündeme girdi; İtalya’da Bordighera’da yapılan meşhur ‘Altın Palmiye’ mizah yarışmasında Aziz Nesin birinciliği kazanmıştı... O yıl Aziz, Harbiye’nin Kurtuluş’a bakan sırtlarında bir apartman katında oturuyordu... Hemen yazarımızın evine koştum; kapıyı açar açmaz müjdeyi verdim... El ele tutuşup evin salonunda sevinçten dönmeye başladık... Çünkü o yıllarda Avrupa, İtalya, Bordighera, Altın Palmiye, Türkiye’de rüyada görsen inanamayacağın düş boyutlarına yayılıyordu... Altın Palmiye ödülü, Babıâli’nin ve devletin Aziz Nesin’e koyduğu ambargoyu bir ölçüde kırdı... Kendi ülkesinde aforoz edilen yazarı Avrupa ödüllendiriyordu... ? Aziz Nesin’i bir kez de Feneryolu’ndaki evinde olağanüstü bir coşkuya kapılmış gördüm... Yazar o sırada Meral Çelen’le evliydi... Akşam yemeğine çağırmıştı beni... Sofraya oturmadan önce küçücük Ali’yi sağ, Ahmet’i sol koluna alarak salonun ortasında zıplamaya başladı; bir yandan da yineliyordu: Çocuklarım benim, çocuklarım benim... Bu sevgi gösterisine şaşırıp kalmıştım... Aziz coşkulu bir insandı... ? Geçmişten bu iki anı fotoğrafını neden gündeme getirdim?.. Bugün medyanın günlük gazetelerinde Ali Nesin ile Ahmet Nesin manşetleri kaplıyorlar... Neden?.. Çünkü türban olayı, iki kardeşi ayırmış, birbirine düşürmüştü... Ali, üniversitede türbandan yana... Ahmet karşıt... Çatışıyorlar... Dinci ve magazinci basın bu fırsatı kaçırır mı?.. ? Olayın püf noktası nerede?.. Aziz Nesin gençliğinde sosyalist bir toplum düzeni peşinde umutlu ve kahırlı bir süreç yaşadı... Olgunluk çağında ise bütün ağırlığını ve benliğini laik ve aydınlanmış bir Türkiye’den yana koydu... Peki, bugün ne oluyor?.. Türkiye ikiye ayrıldı... Ve Aziz’in iki oğlu bu bölünmenin iki yakasında yerlerini aldılar... Aziz iyi ki bugünleri görmedi... Kahrolurdu... Dinci politikayla Türkiye’yi ikiye ayırıp kardeşi kardeşe düşürenler demek ki başarıya ulaştılar... Devrim kanunları Yasama organı hareketsiz kalır ve sınırlama konusunda herhangi bir düzenleme yapmaz ise o zaman eğitim ve öğretim hakkı özellikle giysiler yönünden mutlak ve sınırsız bir hale gelecek; anayasanın 174’üncü maddesinde korumaya alınan devrim kanunları kapsamı dışında kalan her türlü giyim kuşamla yükseköğrenim kurumlarına girmek imkân dahiline girecektir. 10’uncu maddede yapılan değişikliğe de dayanılarak, yasal bir düzenleme ile açıkça yasaklanmayan herhangi bir giysi ile yükseköğretim kurumlarına girmeyi ve burada öğrenim hakkından yararlanmayı talep etmek anayasal bir hak olacak ve kimse bu talebe “hayır” diyemeyecektir. Yasama organının sınırlama sebeplerini saptamaması halinde, o düzenlemeyi anayasa emretmiş olsa dahi, TBMM’yi düzenlemeye zorlayacak herhangi bir mekanizma anayasada mevcut değildir. Muhalefet partilerinin anayasal gereklilik yönünde yapacakları her türlü girişimin çoğunluk tarafından reddedilmesi halinde de yapılabilecek herhangi bir şey, örneğin başvurulabilecek yargısal bir yol bulunmamaktadır. 42’nci maddedeki değişiklik aynen kabul edilirse yükseköğretim kurumlarındaki giyimkuşam konusu tümüyle TBMM’deki çoğunluğun keyfine bırakılmış olacaktır. Anayasa değişikliği teklifini verenler, bunun uygulamasının sadece yükseköğretim kurumları ile sınırlı kalacağı sözünde samimi iseler, hiç değilse teklifte yasaya bırakılan sınırlama sebeplerini anayasada genel bir çerçeve içinde belirtmek zorundadırlar. Sınırlama boşluğu Gerçi Ek 17’nci maddenin birinci fıkrasındaki “yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak” kaydı yerinde durmaktadır ama, artık anayasa değişmiş ve kanunla açık bir sınırlama getirilmemiş olduğundan herkese yükseköğrenimden yararlanma hakkı verilmiş olacaktır. Ek 17’nci maddeye eklenen ikinci fıkranın başın örtünmesini tanımlayan, ancak kıyafet yönetmeliklerinde yer alabilecek ikinci cümlesi de düzenlediği alan dışında herhangi bir sınırlama getirmiş değildir. Görüldüğü üzere, eğer anayasanın 42’nci maddesi teklifteki gibi değiştirilirse Ek 17’nci maddede yeni bir düzenleme yapılarak yürürlükteki fıkranın kaldırılması ve hangi tür giysilerle yükseköğretim kurumlarına girilemeyeceğinin tek tek saptanması gerekecektir. Çünkü, yineliyorum, 42’nci madde, yükseköğretim hakkını sınırlayan sebeplerin kanunda açıkça belirtilmesini öngörmektedir. Yükseköğretim Kanunu Yeri gelmişken söyleyeyim; hazırladıkları anayasa taslağının 45’inci maddesinin 6’ncı fıkrasında kılık kıyafetle ilgili olarak “Kılık ve kıyafetinden dolayı hiç kimse yükseköğrenim hakkından mahrum bırakılamaz”, “Yükseköğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” biçiminde iki seçenek sunan ve bu seçeneklerde hiçbir sınırlama sebebi getirmeyen Bilim Komisyonu Başkanı Sayın Özbudun’un ve üyelerinden birkaçının AKPMHP teklifi karşı CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle