29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 ŞUBAT 2008 PAZAR 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN CHP’li Kılıçdaroğlu zammın ahlaki olmadığını söyledi Son Dev de Tarih Sahnesinden Çekilirken Sevgili, Yirminci yüzyılın büyük devlet adamlarından ve Fransız Beşinci Cumhuriyeti’nin kurucusu, aynı zamanda da 195969 yılları arasında cumhurbaşkanı olan General De Gaulle “Umut Anıları”nda görevine başladığı 8 Ocak 1959 günü cumhurbaşkanlığı makamı olan Elysee Sarayı’na girdiği andaki ruh halini yansıtırken şunları söyler: “Artık hemen herkes için (biz de bunlardandık) yakın amaç ‘ya zafer ya ölüm’ değil, üç aşağı beş yukarı sade ve kolay bir hayattı. Dünya sorunlarını karşılıklı ele alacağım devlet adamları arasında, ister düşman safında, ister müttefikler içinde olsun savaşın ortaya çıkardığı devler artık yoktu... ...Kısacası her tarafı basitliğin sardığı bir dönemde büyüklük için savaşacaktım. Ama ne olursa olsun bunu yapmam gerekiyordu... Artık görevim ve yolum çizilmişti. Halkım beni istediği sürece bu yolda ilerleyecektim.” Bu eseri çevirirken, kalemine hayran olduğum, “birinci tekil şahıs” yazarı birçok seçkin niteliği bulunan General De Gaulle’ün erdemleri arasında tevazuun yeri olmadığını gören ben gibi, sen de biçemdeki alçakgönüllülük yoksunluğunu hemen fark etmişsindir sanırım. Ne gariptir ki, De Gaulle’ün Elysee Sarayı’nın kapısından içeri girdiği 8 Ocak 1959 günü dünyanın başka bir köşesinde, küçük Küba’da, Batista’yı deviren Fidel Castro başkent Havana’ya giriyor, o gün yirminci yüzyılın bir başka devinin yarım yüzyıla yakın süre devam edecek iktidar dönemi başlıyordu. ??? Aradan 49 yıl geçtikten sonra, geçen hafta Fidel Castro sağlık sorunları yüzünden Küba Devlet Başkanlığı görevine dönmeyeceğini açıkladı. Bu açıklama, kuşkusuz yalnız ülke değil, aynı zamanda dünya tarihinde de önemli bir dönemin sonunu haber veriyordu. Castro’nun göbeğinde yer aldığı efsaneyi yazmaya başlaması, yarım yüzyılın da ötesine, 28 Temmuz 1953’te 125 arkadaşıyla birlikte Batista güçlerinin Santiago’daki Moncada kışlasına başarısız baskınına kadar dayanır. Dünya o baskınla olduğu kadar, yine aynı kentin mahkemesinde yaptığı ve “Historia me absolvera” (Tarih beni aklayacaktır) diye biten ünlü 16 Ekim 1953 savunması, daha sonra, kaçtığı Küba’ya, yanında kardeşi Raul ve yakın arkadaşı Ernesto Che Guevara, Granma gemisiyle dönüp Maestra Dağları’na çıkarak başlattığı ve bu kez başarıya ulaştırdığı direnişiyle de tanıdı. Castro daha sonra yazgısına egemen olduğu tek ürün ülkesi Küba’yı ekonomik refaha eriştiremedi. Ama orada, eşitsizliklerin ortadan kalktığı, herkesin insan onuruna yönelik bir yaşam sürmesini sağladığı küçücük Küba’da yarım yüzyıl süresince, kendisini yok etmeye kararlı Amerikan emperyalizmine karşı inanılmaz bir azimle (ve tabii ki halkının da desteğiyle, zaten o destek olmasaydı asla başaramazdı), Domuzlar Körfezi Çıkarması, ambargo, abluka, nice suikast girişimine karşın direnmeyi başardı. ??? Her neyse Sevgili, politik tartışmayı bir yana bırakalım da, 1978’de Adis Ababa’da bir uluslararası toplantıda, uzaktan gördüğümde, halkının kendisine hitap ettiği şekilde “Hey Fidel” diye seslenip elini sıktığım, ayaküstü iki cümle konuştuğum Fidel Castro ile ilgili dolaylı bir anımı anlatayım. Yıl 1969, Akşam gazetesinde dış politika yazıları yazıyorum. Fransa’dan ülkeye dönüşümde, “Castro’nun Küba’da ekmek ve özgürlüğü sağlamaya çalışan çabalarını” öven bir yazı yazmıştım. Gerçekten de o yıllarda Castro bir yandan halkın sosyal durumunu düzeltmek, öte yandan da “halk cumhuriyetleri”ndeki uygulamanın tersine özgür toplum yaratmak çabası içindeydi. Tabii ki içinde bulunduğu elverişsiz koşullar başarısını engelledi. Bu yazım üzerine, TCK 142. maddesinden hakkımda dava açılmıştı. İstanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanıyordum. Reis ünlü Talip Bey’di. Duruşma sırasında, yazıyı heyet önünde okuması için orada staj yapmakta olan genç bir hâkim adayı görevlendirilmişti. Delikanlı yazıyı okurken Che’nin adını bir türlü doğru telaffuz edemeyince, Talip Bey, Che Guevara, oğlum... Che Guevara, diye çıkış yaptı, sonra da “Allah Allah” dercesine başını iki yana salladı. Biraz sonra aynı arkadaş, “emekçi sınıfı” ibaresini “ekmekçi sınıfı” olarak okuyunca, Olur mu evladım, olur mu?.. Ekmekçi sınıfı değil, emekçi sınıfı, diye düzeltti ve arkadan da ekledi: Bunlar da ilerde hâkim olup insan yargılayacaklar... O anda davadan sıyıracağımı hissettim. Gerçekten de öyle oldu. Beraat ettim, karar Yargıtay tarafından da 12 Mart darbesinden birkaç gün önce onaylandı. Sonraya kalsaydı ne olurdu, bilmiyorum. Korsan zamma tepki ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Çalışanların emekli maaş ve haklarını geriye götüren birçok düzenlemenin yer aldığı sosyal güvenlik tasarısı için TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu içinde oluşturulan alt komisyonda milletvekili emekli maaşlarına yapılan “korsan” zam tepkiyle karşılandı. CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, “Milletvekili geçinemiyorsa bunun başka bir pakette yer alması lazım. Korsan düzenlemelerle bu işi yapmak ahlaki değil” dedi. Türk Parlamenter Birliği, milletvekili emekli maaşlarının arttırılması için bir dizi girişimde bulundu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan “CHP’yi ikna ederseniz olur” mesajı verirken, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal “AKP’nin bir yasa geçirmek için bize ihtiyacı yok” diyerek bu tür istekleri geri çevirdi. Zam girişimleri AKP’liler arasında da anlaşmazlığa yol açtı. Plan Bütçe Komisyonu içinde oluşturulan alt komisyon raporu günlerdir milletvekili maaşlarına zam girişimleri nedeniyle sürüncemede kalırken, son dakikada temsil tazminatı yoluyla milletvekili emekli maaşlarının arttırılması formülü rapora kondu. dığı sürece ben bu işte yokum. Çok farklı şeyler oldu. Böyle bir şeye cesaret edeceklerini hiç düşünmemiştim. 1 liralık bir artış bile olsa bunun yeri burası değil” sözleriyle rahatsızlığını dile getirdi. Plan ve Bütçe Komisyonu’nun 26 Şubat Salı günü tasarıyı görüşmesi beklenirken; düzenlemelerin gerek AKP’liler arasında, gerek muhalefetle iktidar arasında sert tartışmalara yol açması bekleniyor. CHP Grup Başkanvekili Kemal Kılıçdaroğlu, “AKP’nin adaleti böyle. Biz tümüyle tasarıya muhalefet edeceğiz. Milletvekili geçinemiyorsa, aylıkları gerçekten düşükse, başka bir pakette yer alması lazım. Çıkıp açıkça bunun anlatılması lazım. Böyle korsan düzenlemelerle bu işi yapmak ahlaki değil” dedi. ‘Cumhuriyeti sokakta bulmadık’ HP Antalya İl Örgütü’nün, “Biz Bu Cumhuriyeti Sokakta Bulmadık. Ben de Varım” adı altında düzenlediği yürüyüşe, 2 binden fazla Antalyalı katıldı. Ellerinde Atatürk posterleri, Türk bayrakları, parti afişleri ve dövizlerle parti binası önünden yürümeye başlayan yurttaşlar, yol boyunca “Türkiye laiktir, laik kalacak” sloganları attı. Kadınların çoğunlukta olduğu yürüyüşe, çocuklar, yaşlılar, hatta engelliler de katıldı. Yurttaşlar Güllük Caddesi’nden geçerken, apartman balkonuna çıkan türbanlı bir kadının ülkücü işareti yapıp “Türbana kurban olun” demesi, kısa süreli gerginliğe neden oldu. (Fotoğraf:GÜRSU KUNT) C ‘Tasarıyı savunmam’ Alt komisyon Başkanı AKP’li Zekai Özcan, “Korsan giriş oldu, şoktayım. Son metinde benim imzam yok. Bir ön rapor hazırlanmıştı. Milletvekilleriyle ilgili böyle bir düzenleme o metinde yoktu. Ama daha sonra bu düzenleme eklenmiş. Bu haliyle ben bu tasarıyı hiçbir şekilde savunmam. Bu düzenleme kal asirmen?cumhuriyet.com.tr ÖDP Genel Başkanı, İstanbul Milletvekili Ufuk Uras, Tuzla tersanelerindeki işçi ölümlerini sorgularken önemli bir saptamada bulundu: Tersane sahibi milletvekilleri var, ama tersane işçisi milletvekili yok. Birçoğumuza fantezi gibi gelen bu saptama, aslında ülkemizdeki siyaset tablosunu da güzel özetliyor. Gerçekten de MHP milletvekili Dursun Ali Torlak, Tuzla tersanelerinin de içinde yer aldığı İstanbul Birinci Bölge’den aday olmuştu. Seçim kampanyası boyunca tersane sahibi olmanın olanaklarını kullandı. Denizde teknelerle, motorlarla destekli bir propaganda kampanyası yürüttü. Ülkemiz nüfusunun çoğunluğu, emeğiyle çalışan insanlardan oluşuyor. Ancak askeri darbelerle oluşturulan siyasi ortam, emekçileri örgütlenme haklarından yoksun bırakan bir yapılanmaya neden oldu. Ülkemiz emekçilerinin büyük çoğunluğu örgütsüz. İşçi sendikaları bu örgütsüzlük nedeniyle etkisiz hale getirildiler. Örgütsüz olan ve sürekli sistemin baskısı altında haklarını aramaktan yoksun kalan emekçilerin siyaset alanında etkili olmaları, seslerini çıkarmaları da mümkün görünmüyor. Bazı sendika liderleri bazı partilerden milletvekili seçiliyorlar. Ancak onların emekçilerin dertleriyle pek ilgilerinin kalmadığı da bir gerçek. Tuzla Cinayetleri ve Sol… Sendikacıyı emekçi çıkarları için yönlendirecek ve etkileyecek olan da bizzat işçi hareketi. Ülkemizde kamu emekçileri dışında çok uzun zamandan beri doğru dürüst bir işçi hareketi olduğu söylenemez. Avrupa Birliği’ni arzulayan iş dünyasının ve patronların, konu işçilerin haklarına, örgütlenme taleplerine, toplusözleşme isteklerine geldiği zaman pek istekli davranmadıklarını biliyoruz. ??? Tuzla tersanelerindeki manzara aslında Türkiye’deki vahşi kapitalizmi gözler önüne seriyor. Orada neler olduğu bilinmiyor muydu? Tabii ki biliniyordu. Ancak orada son derece insanlık dışı koşullarda yapılan üretim, kısa zamanda büyük zenginler yarattı. Tersanecilik önemli bir zenginlik alanı haline geldi. Ortaya çıkan ekonomik tabloya bakıldığı zaman, Türkiye’nin gemi üretimi alanında önemli ülkelerden biri haline geldiği söylenebilir. Aşırı sömürüye dayanan, insan yaşamını hiçe sayan sistem böyle bir sonuç yaratmış. Bu arada işçiler ölüyormuş, sosyal haklardan yoksunmuş, kimin umurunda? Dikkat ederseniz, Tuzla tersanelerindeki vahşi üretim anlayışı ortaya döküldükçe, “aman ha!!!” sesleri de bizi uyarıyor. Orada üretim yapıldığı, önemli bir ekonomik değer yaratıldığı belirtiliyor ve bu üretime darbe vurulmaması gerektiği konusunda nutuklar söyleniyor. Aslında bu üretim asıl olarak orada çalışan insanların sırtından gerçekleştiriliyor. Sorun yalnızca çalışanların yaşam hakkının hiçe sayılmasıyla sınırlı değil. İşçilerin örgütlenme talepleri de bastırılıyor. Patronlar, kendi sarı sendikalarını örgütleyerek işçileri bu sendikalara üye olmaya zorluyorlar. Ücretler düşük, sosyal güvence yok. İş güvenliği yok. ??? Tuzla tersanelerinde ortaya çıkan acı gerçek, Türkiye’deki sosyal haklar konusunu da yeniden tartışmamızı gerektiriyor. Ülkemizin temel sorunlarından birisi çalışanların örgütsüzlüğü. Onların siyasi partileri olmadığı gibi asıl olarak sendikaları da yok. En tipik örneklerden birisi, gazetecilik mesleğinin içinde bulunduğu durum. Türkiye Gazeteciler Sendikası, yalnızca kamu işyerlerinde örgütlenebiliyor. Artık hiçbir gazetede uzun yıllardan beri sendika yok. Toplusözleşme imzalanmıyor. Gazetecilik alanındaki durum aynen diğer bütün alanlarda da geçerli. Böyle bir durumda tersane işçisinin temsilcisi nasıl Millet Meclisi’nde buluna bilir ki?.. ??? Türkiye’nin örgütlenme özgürlüğü, örgütlenme hakkı konusunda bir değişime ihtiyaç hissettiğini görmemiz için Tuzla’daki iş cinayetleri önemli bir uyarı olarak kabul edilebilir. Bütün dünyada solun emekçi haklarından koptuğu, devlet despotizminin, milliyetçiliğin yedek parçası haline dönüştüğü bir dönemden geçiyoruz. İşçi hareketinin zayıflığı da solun temel değerlerden kopmasına neden oluyor. ??? Örgütlenme özgürlüğüyle, sendikal haklarla, toplumun diğer hak arayan kesimleri arasında yeni bir bağ oluşturmak ve bütün kaybedenlerin ortak bir özgürlük idealinde buluşmasını sağlamak için yeni arayışlara gerek duyulan bir dönemden geçiyoruz. Sol, böyle bir birlikteliği sağlayacak bir dinamizm yaratabilir mi? Ya da ne yapmak gerekiyor? CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle