28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 ŞUBAT 2008 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Eski SPK Başkanı Doğan Cansızlar hükümetin rahatlığına karşın küresel krizin çoktan alarm verdiğini söyledi: AKP hükümetinin cahil cesareti SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Eski SPK (Sermaye Piyasası Kurulu) Başkanı Doç. Dr. Doğan Cansızlar’la konuşuyoruz. AKP hükümetinin gelmekte olan küresel kriz dalgasına karşı hiçbir önlem almamasının, hatta şu ana kadar son derece rahat davranmasının nedenlerine yanıt aramaya çalışıyoruz. Cansızlar bunu kısmen “cehalete” bağlıyor. Esas olarak da “Ekonomi artık o kadar dışa bağımlı hale geldi ki hükümet tarafından yönetilebilir olmaktan çıktı” diyor. Türkiye’deki rakamların bugün gerçek değil sanal rakamlar olduğunu vurgulayan Cansızlar, “Sosyal devletin vatandaşa yapması gereken sosyal yardımlar cemaatler ve bazı derneklere ihale edildi” sözleriyle çok önemli bir noktaya parmak basıyor. Yabancı sermayenin yavaş yavaş ve sinsice Türkiye’den kaçmaya hazırlandığı bir dönemde sizce Merkez Bankası faizleri niye indirdi? Neden indirilmesi gerektiği dönemde indirilmedi de bu karar şimdi alındı? CANSIZ Türkiye’de faizler çok yüksek. Son beşaltı yıldır izlenen ekonomi politikası 2001 krizinde izlenen ekonomi politikasının aynısı. 2001 kriziyle ilgili geçici olarak alınan tedbirler içinde yabancı sermaye kaçmasın diye çok yüksek faizler düşünülmüş. Bu politika 2002 sonu, 2003 başında görevini yerine getirmişti. 2003’e gelindiğinde küresel faizler dünyada yüksekti. Ama Türkiye onlardan daha yüksek faizler vererek çok daha fazla sermaye girişine zemin hazırladı. 2003’ten itibaren dış piyasalarda para bolluğu yaşandığı halde bizim Merkez Bankası bunu takip edemedi. Yani bu çok yüksek faizleri yavaş yavaş değil, yüksek miktarlarda aşağı çekmesi gerekirdi. Peki, neden bunu yapmadılar? Belki de çekindiler. O bakımdan, o dönemden kalan yüksek faizler bugün de devam etti. Bu hükümetin de işine geliyordu. Çünkü yurtdışından yoğun bir sermaye girişine zemin hazırlandı. Ekonomide dışardan para girişinin bol olduğu dönemlerde geçici bir rahatlama da olsa bu rahat ortamı bozmak istemezsiniz. Uğraşmak istemezsiniz. Belki de hükümetin daha başka önemli gündem maddeleri vardır. Bugün gelinen noktaya bakalım. Dünyada bir finans krizi var. Merkez Bankası’nın geçmişte takip etmek durumunda olduğu konjonktürü takip edememesi nedeniyle bugüne kadar çok yüksek faizlerle son beş yıl içinde 200 milyar dolara yakın faiz ödemesi yaptık. Bu paralar hepimizin cebinden çıkmadı mı? Hepimizin cebinden çıktı. Artı, son yapılan değişikliklerle yabancılara stopaj sıfıra indirildi. Yani yurtdışına çok kolay bir kaynak transferi yaptık. Bu 200 milyar dolara yakın faiz parasının neden ödendiğinin hesabını birileri sormak zorunda. Hatırlarsınız, ABD’de yüzde 0.25 oranında faizler düşürülmeye başlanmıştı. Ama bu yüzde 5.25’ten düşürülüyordu. Bizimkiler de ABD Merkez Bankası’nı izleyerek son zamanlarda 0.25 olarak düşürmeye başladılar. Ama 0.25’in yüzde 5.25 içindeki oranıyla bizdeki yüzde 20’ler seviyesi içindeki payı aynı değil. Bugün, herhalde biraz da hükümetin baskısıyla Merkez Bankası Para Politikası Kurulu her ay toplanıyor. ABD Merkez Bankası’nı takip edercesine yüzde 0.25 oranında indirimler yapıyor. Dünyada bugün finans piyasalarında olan kriz ortamında siz faizleri düşürmeye devam ederseniz bu, ne olacağını bilmediğiniz bir konuda, stratejinizin olmadığının tezahürü anlamına gelir. Sanal reklamlar Yani, daha açık konuşmak gerekirse bu cehaletten mi kaynaklanıyor? Bu cehalettir. Bu iş yeni de değil. Ben taa 2002’deki uygulamalarından söz ediyorum. Ben gelinen bu noktayı üzücü buluyorum. Dünyadaki bu küresel dalgalanmanın dev boyutlarda Türkiye’nin üzerine gelmekte olduğu açık. Oysa Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “ABD nasılsa önlemini alır. Dolayısıyla da bize bir şey olmaz” dedi. Bu nasıl bir mantık? Sayın Maliye Bakanı’nın söylediği husus doğru. ABD’deki kriz Amerikalılar tarafından çözülür. Türkiye de bundan etkilenmez. Çünkü Türkiye ekonomisi artık tamamıyla dışa açılmış durumda. Artık Türk ekonomisi, Türkiye ekonomi yönetimi ve hükümetinin aldığı kararlarla yönetilir olmaktan çıktı. Bir kere, borsada yabancıların elindeki hisse senedinin oranı yüzde 72. Tahviller ve bonolara bakalım. 38 milyar dolar yani yaklaşık yüzde 17’si yabancılarda. Dış borç 237 milyar dolar olmuş. Bunun 66 milyarı kamu, 148 milyarı özel sektöre ait olmak üzere... Kısa vadeli dış borçların miktarı 40 milyar dolar dolayında. Bunun 36 milyar doları özel sektöre ait. Ya cari açıklara ne demeli? Hükümet, cari açıklardan bir şey olmaz, diyor. Daha yeni ilan edildi. Yaklaşık 38 milyar dolar. 2008 içinde bunun 40 milyar doları aşacağı belli. Bu son yılların en büyük açığı. Enflasyon hâlâ kur gelişmelerine duyarlı. Tamamıyla dışa açık bir ekonomide dış dünyadaki gelişmelerden etkilenmemeniz mümkün değildir. Öncelikle de, ekonominin böylesi bir yapıya neden getirildiğinin sorgulanması lazımdır. İkinci olarak da, dış dünyada oluşan bu tür dalgalanmalar mutlaka bizimki gibi ülkeleri de etkileyecektir. Türkiye’nin bugünkü konumu itibarıyla çok daha kırılgan bir durumda olduğumuz ortada. Biz son beş yıl içinde küresel piyasaların bir parçası olduk. O dönemdeki nakit bolluğundan da yararlandık. Ama bu sonsuza kadar devam edecek bir süreç değil ki. Hükümetinki gibi bir düz mantığı kabul etmem mümkün değil. Bir kere bu açığın finansmanı sağlandığı sürece bir şey olmaz, demek çok yanlış. Son beş yıllık cari işlemler açığı toplamına bakıyoruz. 118 milyar doları bulmuş. Bunu neyle kapatabilirsiniz? Sürekli borçlanma döneminde cari işlemler açığı bu kadar yüksek olursa ekonominizi dışarıya karşı da hassas hale getirirsiniz. Bu yabancı yatırımcıyı korkutmaz mı? Milli gelirin yüzde beşini aşan bir cari işlemler dengesi açığı dış yatırımcı açısından alarm işaretleri verir. Böyle bir yapıda hesaplamaları yaparken de çok ilginç şeyler oluyor. Türkiye’nin rakamları gerçek rakamlar değil. Bir çeşit sanal rakamlar. Siz dövizin baskılandığı ortamlarda milli geliri dolar cinsinden hesap ederseniz yüksek çıkar. Cari işlemler dengesinin milli gelire oranlamasına baktığınızda yüksek milli gelir rakamı içinde daha düşük görünür. Aynı şey kişi başına milli gelir hesabında da olur. Türk parası değerli olduğu için dolar cinsinden yüksek çıkıyor. Kişi başına 6 bin 5007 bin dolar gibi bir rakam ortaya çıkıyor. Şimdi bir de adrese dayalı nüfus sayımı çerçevesinde nüfus azaldı. 73 milyondan 70 milyona indi. Kişi başına gelir otomatik olarak 300 dolar dolayında arttı. Bir de bu rakamlar doğruyu yansıtmıyor. Ayrıca şubat ayında milli gelir hesapları değiştiriliyor. Orada da bir artış söz konusu olarak kişi başına gelir 8 bin doları geçecek. Bize bir şey olmaz edebiyatı Ama günde bir doların altında gelirle yaşamak zorunda olan 12 milyon kişi ne olacak? Bu yalanı nasıl gizleyecekler? Çok doğru. Onun için her şey sanal rakamlara dayanıyor, dedim. İyi de, o dönemde hükümet, “Bu ekonomik başarı bize aittir” diyordu. Ama şimdi baş gösteren sıkıntıları da küresel dalgalanmaya bağlamıyor mu? O dönem siyasi istikrara, hükümetin uyguladığı ekonomik politikalara bağlandı ve bugünlere geldik. Bugün küreselleşmenin olumlu tarafı bitti. Şimdi olumsuz taraflarıyla karşı karşıya geliyoruz. Şu anda Türkiye küreselleşmenin negatif yüzüyle karşılaşıyor. Türkiye bu kadar dışa açılma nedeniyle öbür ülkelerden çok daha hassas, kırılgan bir konumda. O yüzden, “Bize bir şey olmaz” edebiyatı resmen aldatmacadır. Tedbirler zamanında alınmış olsaydı bu kadar kırılgan bir konumda olmazdık. Bir şer dalgası geliyor. Önüne kimi katarsa alıp götürüyor. Siz de büyülenmiş gibi hareketsiz izliyorsunuz. Ben burada felaket tellallığı yapmak istemiyorum ama dürüstçe, “Dünyadaki bu ekonomik dalgalanmalar bizim ekonomiyi de etkileyebilir. Onun için de biz hükümet olarak şu tedbirleri alıyoruz” denilir. Açıklanan acil eylem planlarına bakın. Dört beş kurumdan toplanan vaatler dizisinden başka bir şey değil. Ama öbür yanda da borçlar çığ gibi artmadı mı? Bu dönemi bu şekilde geçirdiler. Küresel konjonktür de onlara yardımcı oldu. Bugün büyüme rakamlarına bakalım. “Son dört yılda ortalama yüzde 7 büyüdük” dediler. Ama 2006’dan itibaren işler tersine dönmeye başladı. Son büyüme rakamlarına bakın. Son üçüncü çeyrekte yüzde 2. Hedef yüzde 5’ti. Ama bu hedefin tutturulması da artık hayal oldu. İvme yavaş yavaş aşağı döndü. İşte, bu dönemde hükümetin uygulayacağı ekonomi politikaları çok önemli olacak. Evet de, geçenlerde borçlanmayla ilgili Ege Cansen’in yazdığı bir yazı vardı. Siz sık sık ona atıf yapıyorsunuz... Toplam borçlara baktığımızda yaklaşık 400 milyar dolarlık bir borç yükü var. Kamunun borçlarının azaltıldığını söylüyorlar. Orada azalma yok, artış var ama en çok da özel sektörün borçları artmış. Ekonomide özel sektör, kamu sektörü ayrımı yapılmaz. Borç borçtur. Ege Cansen’in yazısında okudum. Bu hükümet de, geçmişte olduğu gibi, “Borç yiğidin kamçısıdır” diyor. Ege Cansen çok güzel biçimde şöyle ifade ediyor: “Kamçı güzel de kamçı fazlalaşırsa sonra dayak arsızı oluruz.” Bugün galiba dayak arsızı olduk. Artık borçlar bizi etkilemiyor. Her şeyimizi satıp savdık Siz yabancı sermayeye karşı mısınız? CANSIZ Sakın yanlış anlaşılmasın. Ben burada yabancı sermaye düşmanlığı filan yapıyor değilim. Ama her ülkede olduğu gibi bir ekonomi stratejimizin olması gerekir. Bir kere önümüze gelen her şeyi herkese satmaya çalışıyoruz. Bankalarımız da öyle. Bugün cebinize parayı koyun, gidip Yunanistan’dan, İtalya’dan banka satın almaya çalışın. Alabilir misiniz? Böyle ilkesi olmayan bir ekonomi politikasının sonuçlarıdır bunlar. Bugüne kadar sürekli yurtdışına kaynak transferi yapıldığını bilmeyen kalmadı. Doğrudan yabancı yatırımcı geliyor, deniyor. Ama 2007 itibarıyla rakamlara baktığımızda 6.8 milyar dolar yurtdışına kâr transferi yapıldığını görüyoruz. Gelen doğrudan yabancı sermayenin kalitesine bakalım. Sıfırdan yatırım için gelmiyor. Mevcut bankaları ve işletmeleri satın alıyorlar. Bir yabancı sermaye stratejimiz olmadığı ve her önüme geleni satarım mantığıyla işe girdiğimiz için sonuç da böyle oluyor. Oysa yabancı sermaye ülkeye sıfırdan gelip yatırım yapmalıdır. Sıfırdan yatırım yaparlarsa ne olur? Hem milli gelire katkı sağlanır hem de işsizlik sorununu çözecek istihdam alanları açılır. Yoksa her önüne gelene, verelim satalım, demek bana göre ilkeli bir yaklaşım değildir. Gelinen bu noktada artık gelişmeleri beklemekten başka çaremiz kalmadı gibi görünüyor. Gelmekte olan bu dalgadan Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değil. Hükümetin ilginç politikası da, gelmekte olan bir tehditten dikkatleri çevirmek için mutlaka gündem değiştirip kafaları karıştırma yoluna gitmek. Son örneğini türban tartışmalarının aniden gündeme sokulmasıyla gördük. Ama bu dikkatleri nereye kadar esas gelmekte olan tehlikeden uzaklaştırabilirler? O dalga Türkiye’yi vurduğu zaman neyi gizleyebilirler? Finans kesiminde ortaya çıkan kriz ister istemez reel sektörü de etkiler. Bugün dünyadaki bu dalgada bugüne kadar yaklaşık 400 milyar dolarlık bir hasar olduğu söyleniyor. Ama hasar tespiti daha tamamlanmadı. ABD, Avrupa ve Uzakdoğu’daki bankalar nakit vermeye başladılar. Olmayınca faiz indirimine gittiler. ABD’de faizler yüzde 5.25’ten yüzde 3’e kadar indi. P O R T R E Prof. Dr. DOĞAN CANSIZLAR 1954, AnkaraŞereflikoçhisar doğumlu. AÜ siyasal bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü mezunu. ABD’nin Boston kentinde Northern University’de ekonomi politikası ve planlama konusunda master, İÜ İktisat Fakültesi’nde maliye konusunda doktora yaptı. Dil eğitim için iki yıl Almanya’da, finansal kiralama konusunda araştırma için bir yıl İngiltere’de ve yüksek lisans eğitimi için iki yıl yüksek lisans eğitimi için iki yıl ABD’de bulundu. Kamu sektöründe çeşitli kademelerde görev yaptı. Kasım 2000’den beri Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) Başkanı Finansal kiralama, kamu harcamaları, bütçe sistemleri konusunda yayımlanmış eserleri var. Kriz faturası 2001’ den ağır olacak Bizim halimiz Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetme hazırlıkları yaptığı sırada Bizanslı papazların meleklerin cinsiyetlerini tartışmalarına benzemiyor mu? Aynen öyle. Bence, “Türkiye’ye bir şey olmaz” sözleriyle şu kastediliyor: Tabii ki Türkiye çok güçlü bir ülke. Ondan hiç kimsenin kuşkusu yok. Ama hasar çok fazla olur. Biz bu hasarı en az nasıl atlatırız? Ona bakmalıyız. Yani bu, 2001 krizinden daha mı ağır vurur? 2001 krizi kadar olmasa da hasar mutlaka olacaktır. Bütün çabanın hasarı en aza indirgemenin yollarını bulmaya odaklı olması lazımdır. Ama ne yazık ki ben öyle bir duyarlılık göremiyorum. Mutlaka bildikleri bir şey vardır. İnşallah da doğru biliyorlardır. Tayyip Erdoğan’ın ilginç bir politikası var. Birkaç ay önce İstanbul’a Acil Eylem Planı’nı açıklamaya geldi. Ama planda hiç olmadığı halde Merkez Bankası’nın İstanbul’a taşınmasını gündemin orta yerine attı. Sizce bunu neden yapıyor? İstanbul’u bir finans merkezi haline getirmek istiyorlar. Ama bankaları, bağımsız kurumları bir bölgeye taşımakla orası finans merkezi olmaz. Siz bir alışveriş merkezi kurar, belli bazı markaları oraya getirirsiniz. Orası alışveriş merkezi olur. Bunlar finans merkeziyle alışveriş merkezini birbirine karıştırıyorlar. Finans merkezi olmak demek önce altyapının hazır olması demektir. Bu da yetmez. Bu işi ekonominin doğal akışına bırakmak lazımdır. Yoksa alışveriş merkezi mantığıyla finans merkezi kurulmaz. Bir de Merkez Bankası’nın İstanbul, Levent’te 400 milyon dolar dolayında değeri olan güzel bir arsası var. Sanıyorum 18 bin metrekare genişliğinde. Galiba bütün mesele Merkez Bankası’nın bu arsadan vazgeçirilmesi ve bankanın Ataşehir taraflarında bir yere taşınması. Herhalde o arsa birilerine satılmak isteniyor. Geçenlerde bir konuşmada şunu söyledim: “Merkez Bankası’nın Ankara’dan İstanbul’a taşınmasını gündemden çıkarmak istiyorsanız Merkez Bankası’nın o arsasını TOKİ’ye devredin.” Bir de milleti sadakaya muhtaç hale getirmelerine ne diyorsunuz? Ne yazık ki milletin gündemi çok değişik. Bu uygulamalar tamamıyla sosyal devlet anlayışından çıkarıldı. Sanki sosyal devletin yapacağı harcamalar da özelleştirilmiş gibi bir durum söz konusu. Cemaatler, dernekler ve bazı gruplara bu iş havale edildi. Devletin asli görevi tabii ki yoksul vatandaşlarına yardımcı olmaktır. Bunu da sosyal yardımlaşma ve dayanışma fonundan yapar. Kaynağı bütçe gelirleridir. Ayrıca bu fon yoksul ve işsiz insanımıza iş öğretmek ve geliştirmek, iş kurmalarına imkân sağlamak amacıyla kurulmuştur. Ama siz meslek edindirme ve işyeri açmayı bir kenara bırakıp sürekli olarak devlet kaynaklarından kömür ve gıda maddeleri dağıtırsanız vatandaşı bağımlı hale getirmişsiniz demektir. Bir yandan bu yapılırken bir yandan da sosyal devlet olmanın gerektirdiği konular özel derneklere devredildi. Bunun için kanun değişikliği de yapıldı. Biliyorsunuz vergi mevzuatına göre elde ettiğiniz kazancın istediğiniz kadarını bir dernek ya da vakfa bağışlayabiliyorsunuz. Ama bu bağışın yüzde beşini vergi matrahından indirebilirsiniz. Orada son bir değişiklik yapıldı. Sosyal yardımlar tarikatlara teslim Nedir o değişiklik? Yüzde beşi korudular. Ancak o dernek ya da vakıf gıda bankacılığı, gıda dağıtımı yapıyorsa buraya yapılan bağışların tamamı vergi matrahından indirilir, hükmü getirildi. Gıda bankacılığı yapan hangi dernek ve vakıflar var, diye baktığınızda karşınıza Deniz Feneri ve benzeri dernekler çıkıyor. Vergi olarak alma durumunda olduğunuz gelirlerin neredeyse büyük bölümünü bu derneklere aktararak dernekler marifetiyle, sosyal devletin yerine getirmek zorunda olduğu hizmetleri özelleştirmiş oluyorsunuz. Ama bunu da yine devlet parasıyla yapıyorsunuz. Böyle bir ortamda diyelim ki Mehmetçik Vakfı’na 100 lira bağış yapıyorsunuz. Ama bunun yüzde beşini vergiden düşüyorsunuz. Geri kalanı vergilendiriliyor. Bu l00 liranızın tamamını gıda bankacılığı yapan derneğe verdiğiniz zaman vergi sıfır. Yani devlet kaynakları tarikatlar ve cemaatlere transfer mi ediliyor? Bu anlamda öyle... CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle