22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
24 ŞUBAT 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Yıldız Necati Yıldırım: “Gazeteci Nazlı Ilıcak, filmde oynayacakmış! AKP’nin yıldızı olamadı, en iyisi film yıldızı olmak!” Ya ğ m u r E k i m Cumhurbaşkanı kızına iş arıyormuş... “Başbakan’dan torpil istesin!” YARATICILIĞIN merakla, engellenemeyen bir öğrenme isteğiyle başladığını anlatıyor Mehmet Sağlam ve “Bu istek sorularla, gözlemlerle ve sınama yanılmayla harekete geçer. Sonunda icatlara, yani bilim, teknoloji, sanat, felsefe gibi yepyeni varlıklara dönüşür” diyor ve sözü Türkiye’ye getiriyor: “Bir bebeğin doğduğu anda eyleme geçen merakının gelişerek uygarlık meyvelerine dönüşmesinde, o bebeğin üzerinde yetiştiği ‘toprak ve iklim’ kalitesi büyük rol oynar. Bir ülkedeki yaratıcılık meyvelerinin uygarlığa katkı oranı ile o ülkedeki ‘toprak ve iklim kalitesi’ arasında orantılı bir ilişki vardır. Toprak ve iklim benzetmesinin gerçek hayattaki karşılığının neler olduğunu yüzyıllar önce keşfeden ve hayata geçiren ülkeler, bugünkü dünyada bilim ve sanat üreten, refah içinde yaşayan ve geleceğe güvenle PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU En yüksek uçan havayolu şirketi: Rüşvetair! Çekici Gülhan Elmas: “Sinan Çetin, AKP’ye verdiği desteği geri çekecekmiş. Verdiği oyu çekemeyeceğine göre hep birlikte çekmeye devam edeceğiz!” bakan ülkelerdir. Yaratıcılık iklimini oluşturamayan ülkeler de bugünkü dünyada bilim, teknoloji ve sanat tüketen bağımlı ülkelerdir. Halkın ortalama okumuşluk yaşı ilkokul 4.5 düzeyinde olduğu için Türkiye üreten değil, tüketen ülkeler sınıfındadır! O yüzden ithalatı ihracatından fazladır, çok borçlu bir ülkedir, ortalama milli geliri çok düşüktür, bölücü terörle mücadeleye mecbur kalmaktadır, toplumsal sinerjisi düşüktür, yetişmiş beyinleri göç etmektedir, kör yumak olmuş sorunlarla mücadele etmekten başka bir hedefi yoktur, ileriye dönük geniş bir vizyon geliştirememektedir, küresel senaristlerin figüranlığına mecbur kalmaktadır. Çünkü asıl sebep, ‘toprak ve iklim sorunu’dur. Harran Yaratıcılık topraklarının yanlış sulanması yüzünden tuzlanması ve bereketsiz duruma düşürülmesi gibi, çocuklarımızın ilkel, teorik eğitim yüzünden yaratıcılıklarının kısırlaştırılması sorunudur. Sorun ‘telezoflar’ın yani televizyonlarda birer filozof edasıyla saatlerce konuşan baylar ve bayanların ülkedeki toplumsal iklimi bozmaları sorunudur. Yani, kendi yaratıcılığına güvenerek, ‘Bu dünyada ne kadar kıyma üretirsen, o kadar köfte yersin’ prensibi ile davrananlar karşısında, ‘Allah kerim’ yaklaşımıyla her insanlık görevini bir başka güce havale eden bir düşünce ve davranış sorunudur. Arife daha fazla tarif gerekmez. Toprak ve iklim koşullarının düzelmesi için, bu ülkenin daha parlak bir geleceğe sahip olması için ve torunlarınızın refahı için, ‘Yaratıcılığımız neden gelişmiyor’ sorusu üzerinde kafa yoralım, belki talih ancak o zaman bize güler!” Olmayanı Düşlemek Umut (23) Yaşanmış olan düşlenir mi? Doğal ki düşlenir, fakat bu duygu daha çok “nostalji” dediğimiz geçmişe olan özlemin hayalleştirilmesidir. Kişi, güncel yaşamındaki olumsuzluklar arttığı ölçüde daha önce bizzat yaşamış olduğu görece dingin, huzurlu hayatını, o hayatı hazırlayan koşulları özlemeye başlar. Ne var ki yaşadığı olumsuzluklar, içinde bulunduğu zor koşullar insanı bizzat yaşamadığı, kendinden önce yaşanmış olduğunu varsaydığı “senaryolaştırılmış” bir geçmişi özlemeye de yönlendirir. İnsanlar kendilerinin bizzat yaşamadıkları bir geçmişi özlemeye başlarlar. Sıkça duyduğumuz “İstanbul nostaljisi”, “köy nostaljisi” gibi. Bu örneklerden yola çıkacak olursak, “Beyoğlu’na, İstiklal Caddesi’ne çıkarken saygın beyefendilerin giydiği takımlar, başlarındaki fötr şapkalar ya da tayyörlü zarif hanımefendiler” öne çıkarken o zamanlar aynı caddeye çıkan sokakların başında nöbet bekleyen üniformalı görevlilerin kentin yoksullarını “hırpani kılıklarına” bakıp geri çevirdikleri unutulur. Senaryolaştırılmış geçmiş, kötülükleri gizler; sözgelimi, “hep iyi, erdemli, çalışkan insanların yaşadığı cennet parçası köylerde” ne tahsildar, ne jandarma, ne de ağa baskısı vardır. ??? Geçmişe özlem kuşkusuz insani bir duygudur, ne var ki geleceğin düşlerine kaynak oluşturamaz. Çünkü geleceğe ilişkin tasarılar henüz var olmayanı, yaşanmamış olanı düşlemekle oluşmaya başlar. Sanırım, bugünlerde en büyük gereksinimimiz yaşanacak bir geleceği tasavvur etmektir. Yaşadıklarımızı, bize yaşatılanları hak etmediğimize, daha güzel, daha aydınlık, daha huzurlu bir hayata layık olduğumuza inanıyoruz. Fakat unutmamalıyız ki hak etmediğimiz hayat koşullarıyla karşı karşıya kalmamızda az ya da çok, ama mutlaka kendimizin de bir payı vardır. Bugün bizi ürküten, korkutan, endişelendiren koşullar bir gecede oluşmamıştır. Bugün en büyük korkumuz Türkiye’nin bir din devletine dönüştürülmesidir. Ne var ki bu tehlike bir anda, birdenbire ortaya çıkmamıştır, tam tersine çok uzun bir siyasal sürecin sonucudur. Dolayısıyla bu sürecin işlemesinde, bu noktaya gelinmesinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın, Serbest Fırka’nın kapatılmalarını bir “demokrasi ayıbı olarak vazedenlerin”, Demokrat Parti’nin iktidara geçmesini “beyaz devrim” olarak görenlerin, Adalet Partisi’ni, Anavatan Partisi’ni oylarıyla destekleyenlerin, Adalet ve Kalkınma Partisi’ni “Müslümandemokrat/muhafazakârdemokrat” bir siyasal yapı olarak değerlendirenlerin payları vardır. Fakat olan olmuştur, tarihin tekerleklerini geri çevirme olanağımız yoktur, buna karşın geçmişe nesnel bir pencereden bakmayı başarabilirsek farklı bir gelecek tasarlarken geçmişten çıkaracağımız önemli dersler vardır. Son zamanlarda kimi okurlarımdan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üzerlerinde hayal kırıklığı yarattığına değinen mektuplar alıyorum. Parlamenter demokrasiden umudunu keşmiş bir kesim, TSK’nin “kurtarıcılık görevini” anımsamasını, “bizi” içinde bulunduğumuz durumdan çekip çıkarmak yolunda “bir şeyler” yapmasını istiyor. Bu “yanlış özlemler” toplumumuzun içinde evrensel demokrasiyi özümseyememiş insanların hâlâ varolduğunu gösterdiği gibi çoğumuzun siyasal davranışlarına egemen olan “kolaycılığı” da ortaya koyuyor. ??? Özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi çağdaş hayatın olmazsa olmazı değerlerinin uzun erimli savaşımlarla kazanıldığını tarih bize öğretiyor. Kabul edelim ki bugün sahip olduğumuz bu evrensel değerler topluma, uğrunda savaşım vermeksizin günün iktidar sahipleri tarafından altın tepsiler içinde sunulmuştur. İnsanlar, uğrunda savaşım vermedikleri değerler başka iktidar sahipleri tarafından geri alınırken karşı koymazlar; çünkü bu doğrultuda bilinçlenme süreci yaşamamışlardır. Örneğin, 27 Mayıs 1960 Darbesi’nin 1961 Anayasası ile topluma kazandırdığı özgürlükler, demokratik ve sosyal haklar, otuz yıl sonra başka bir darbenin, 12 Eylül 1980 Darbesi’nin uygulayıcıları tarafından 1982 Anayasası ile geri alınırken toplum karşı koymak bir yana, bu anayasaya yüzde 92’lik ezici bir çoğunlukla kabul oyu vermiştir. Bugün, Cumhuriyetin en temel taşlarından biri olan laiklik yerinden oynatılmaya çalışılıyor. Yaklaşık 25 milyon olan yetişkin nüfusumuzun yüzde 3’ü bile bulmayan kesimi alanlara çıkarak bu gerici gidişe “Dur!” demeye çalışıyor. Yeter mi? Sanmıyorum. Örgütsüz savaşım sabun köpüğü gibidir. O halde? Olmayanı düşlemenin önünü açabilmek için başka şeyler yapmak gerekmiyor mu? eposta: dkavukcuoglu@superonline.com SESSİZ SEDASIZ (!) Atatürk Cumhuriyeti hangi durumda? BU işte ve gidişte bir terslik olduğunu söylüyor Hilmi Kayıhan; siz ne diyorsunuz: “Seçimle şeriatı getirenleri seçimle mi götüreceğinizi sanıyorsunuz? Kömür ve yiyecek dağıtarak seçmene rüşvet veren siyasi partilerin, satın alma komisyonunu satın alarak ihaleyi kazanan müteahhitten ne farkı var? Bu mu demokrasi? Kefen giyenler, ‘Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir’ diyen Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti kurtarmak için giymediler. Mandacı ve karşı darbecilerin korkusu, vatan savunması yapanların korkusu olamaz; acıları bir olmayanın Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Sadaka Ersoy Öngün: “Dilenciye para verirseniz hayır işlersiniz, vatandaşa para yerine kömür verirseniz hem hayır işler hem de iktidar olursunuz!” Burun Akif Kökçe: “ABD burnunu soktuğu her ülkeyi önce aşure gibi karıştırıyor, sonra salam gibi bölüyor!” sevinçleri nasıl bir olabilir? Bir yangın çıksa mahallemizde, bir evin çatısında duman tütmeye başlasa önce itfaiyeyi aramaz mıyız? Tandoğan’da, Çağlayan’da, Gündoğdu’da bağırmadık mı yangın var diye? Yanıyor işte! Yangın var dedik, duymadınız; boğuyorlar dedik görmediniz; işte kolonlardan biri, laiklik kolonu üstümüze yıkılmak üzere. Bu kolon yıkılırsa eğer; özde değil sözde bir Cumhuriyet kalır geriye! Ama Türk milleti bu yıkıntıların altından da çıkmayı bilir; kanıtı genlerimizde yazılı. Atatürk Cumhuriyeti meşru müdafaa durumuna düşürülmüştür.” Tuzla’ya tersaneleri için uyarı levhası: Kefensiz girilmez! ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr İnsanlığın ‘Emek’lisi... “Gidişinden memnunum; siyasi sahnede onu özlemeyeceğim” Bu açıklama Anders Fogh Rasmussen’e ait... Tanıyor musunuz? Danimarka Başbakanı’ymış... “Devlet Başkanlığı’ndan vazgeçmesi, ülkesinin çoğulcu demokrasiye kavuşmasının da önünü açmalı...” Bu dilek de İngiltere Başbakanı Gordon Brown’un... Yakın geçmişe kadar kim tanıyordu? “Emekliye ayrılmasının, Küba’da demokratik dönüşümün başlangıcı olacağını umuyorum..” Bu “lâf” ise George Bush’un... Herkes tanıyor ama kaç yıldır ve nasıl? ABD’nin başına geçer geçmez estirdiği “küresel terör” sayesinde adını bilir olduk... şısında haddinizi biliniz...” Çünkü “bağımsızlık bizim karakterimiz”di... ‘Ürküten’ anılar Küba’da “onurlu ve özgür yaşam” devrimini gerçekleştirdikten bu yana tam 10 ABD Başkanı’nın “emel”lerini boşa çıkartan; sayısız dünya liderinin kıskançlık ve hınç dolu bakışlarını tarihe gömen; bütün çağların en acımasız ambargosuna rağmen halkıyla birlikte ayakta durabilen Fidel, yeryüzünün en “emektar emekli”si olarak artık “anı”larını yazacak... Yorgun ama huzurlu kaleminin anımsayacakları bile daha şimdiden şu pek “sevinçli liderler”in uykularını kaçırmayı başlamış olmalı... Nitekim yeni yaşamını, “fikirler savaşında bir asker” olarak tanımlayan 81 yaşındaki genç devrimci diyor ki; “..böylece insanlığa karşı görevimi son nefesime kadar sürdürmüş olacağım..” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com ‘Kim’ yanıt vermeli? Sadece Küba’nın değil, insanlığın efsanevi lideri Castro, geçenlerde “artık emekli”yim der demez, sevinç çığlıkları yükseliverdi!.. Aynı sırayla gidersek; ‘Bayrak’lar tanıktır Fidel Alejandro Castro Ruz, emperyalizmin diktatörlerinden Bautista’yı, baş himayecisi ABD’nin burnunun dibinde 1959’da devirdiğinde 33 yaşındaydı... Mustafa Kemal de emperyalizmin tutsağı Osmanlı Sultanlığını işgalcilerle birlikte Anadolu’dan temizlemek üzere 1919’da Samsun’a çıktığında 38 yaşındaydı.... Sömürgeciliğe, işte o destansı 30’lu yaşlarıyla kafa tutan bu iki dünya liderinin saygınlıkları neden giderek artıyor? Birçoklarının heykelleri bile devrilirken, Atatürk ve Fidel neden sonsuzlaşıyor? Sorunun yanıtı, gerçek ve içten “vatansever” olmalarıdır... 20. yy’daki onca devrimden, şimdi tarihe gömülenlere bir bakın. Rejimleriyle birlikte “bayrak”larını da değiştirdiler. Ülkelerinin ulusal onur simgeleri yerine siyasal işaretlerini bayraklaştırdılar.. Buna karşın “sadece Türkiye ile Küba” devrimcileri bayraklarını da “esaret”ten kurtardılar. Ulusal geçmişlerinin onur simgelerini çok daha büyük bir gururla dalgalandırmaya devam ettiler. Cumhuriyet mitinglerimizde de meydanlarımıza sığmayan “gelincik tarlaları”, işte bu tarihsel bilincin ürünü değil midir? Tıpkı Havana’da da devrimi kutsayan yüz binlerin, yüz binlerce Küba bayrağıyla haykırdıkları gibi; “Viva Fidel… Venceremos” ekinci?cumhuriyet.com.tr (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN acaba kim Danimarka Başbakanı’na şunu söyleyecek: “Her tarafın memnun olsa ne yazar; O tarihle bütünleşti, sen sermayeyle”… Acaba kim İngiltere Başbakanı’na şunu söyleyecek: “Sen şu çoğulcu demokrasinle insanlığa ne yaptın; ABD’nin her saldırısına en etkin desteği vermekten başka?” Acaba kim, kendi ülkesinde bile en sevilmeyenler arasına giren Bush’un, dünyanın sevgilisi Fidel’le ilgili yorumuna şunu söyleyecek: “Sözde demokrasi getirmek adına Irak’ı kana bulayarak paramparça eden; yeryüzünün en belalı saldırganı sen değil misin?” Keşke bütün bu yanıtları, aynı emperyalistleri dize getirerek bağımsızlığına kavuşmuş benim ülkemin şimdiki Başbakanı ya da Cumhurbaşkanı’ndan duyabilseydik. Atatürk yaşasaydı, tümünün ağzının payını şöyle vermez miydi; “Susunuz! Ve sizin asla kavrayamayacağınız onurlu bir duruşla ülkesini sömürgeniz olmaktan kurtaran insan kar TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 24 Şubat www.mumtazarikan.com ESAS NO: 2008/24 Esas KAMULAŞTIRILAN TAŞINMAZIN BULUNDUĞU YER: GİRESUN MERKEZ MEVKİİ: ÇAYKARA KÖYÜ PAFTA NO: ADA NO: 101 PARSEL NO: 106 VASFI: YÜZÖLÇÜMÜ: 481,32 M2 MALİKNİN ADI VE SOYADI: Dursun Arslan, Hüseyin Avni Arslan, Sezai Arslan, Ali Arslan, Hasan Arslan, Şükriye Arslan, Arife Ergen, Aziz Arslan, Salihe Arslan. KAMULAŞTIRMAYI YAPAN İDARENİN ADI: TEDAŞ Genel Müdürlüğü KAMULAŞTIRMANIN VE BELGELERİN ÖZETİ: Giresun Merkez, Çaykar Köyü, 101 Ada, 106 parselde kayıtlı taşınmazın, davacı adına tesciline ve bedelinin tespitine karar verilmesi, talep ve dava edilmiştir. Kamulaştırmayı yapan davacı idare, malikleriyle cinsi ve niteliği yukarıda yazılı taşınmazın, kamulaştırma bedelinin tespiti ve tescili için davacı idare tarafından mahkememizin 2008/24 Esas sayısında dava açılmış olup, duruşması 13.03.2008 günü, saat: 09.00’a bırakılmıştır. 2942 Sayılı Kamulaştırma Yasası’nın 10. maddesinin 4. bendi uyarınca ilan olunur. 08/02/2008. (Basın: 8869) GİRESUN 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN KAMULAŞTIRMA İLANI 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Eskiden Di1 yarbakır’da dokunan, yarı 2 ipekli bir ku 3 maş türü. 2/ Çıkar yol, ça 4 re... Asya’da 5 bir göl. 3/ İz 6 mir’in Men7 deres ilçesinde, içme su 8 yuyla tanın 9 mış bir köy... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Küçük erkek kardeş. 4/ Bilgili, haberli... 1 B E D E S T E N T ON Yemek. 5/ Japonya’ya 2 İ M A L E 3 J A K U Z İ E L özgü bir tür güreş... L O K A L Evcil. 6/ Bir renk... 4 U R H Türk müziğinde bir 5 T E T A N O S A Ğ N UG A makam. 7/ Parlak kır 6 E A N mızı renkte bir süs ta 7 R A B I T A şı... Arttırma ile satış. 8 İ D A O E B E 8/ Elemeye yarayan 9 A N A L İ T İ K araç... Çanakkale Boğazı’nda, pek çok deniz kazasının meydana geldiği bir burun. 9/ Camilerin girişinde ayakkabı konulan yer. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Altı düz, küçük gezinti vapuru... Sıcak bir içecek. 2/ Eski dilde bağırsaklar... Bilgiçlik taslayan kimse. 3/ Hayat... Kokmuş hayvan ölüsü. 4/ Yelkenli bir yarış teknesi... Bin metrenin kısa yazılışı. 5/ Bir nota... İlaç. 6/ Olumsuzluk belirten bir önek... Bir ipe geçirilmiş ya da birbirine bağlanmış yemiş ya da sebze bağı. 7/ Oylumlu... Ali Özgentürk’ün yönettiği bir film. 8/ Alaca, iki renkli... Katışıksız, saf. 9/ Okullarda kâğıt, mukavva, tahta gibi şeylerle yaptırılan çalışmalar... Şenliklerde caddelere kurulan süslü kemer. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle