29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 24 ŞUBAT 2008 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Türban Düzenlemesi 42’nci maddede öngörülen yöntem düzenleme tekniğine de uygun değildir. Bu maddeye eklenen yedinci fıkradaki “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez...” ifadesi karşısında, yasanın yükseköğrenimi sınırlayan sebepleri tek tek belirleyip sayması gerekir. Yasada unutulan ya da akla gelmeyen, ancak örneğin kamu düzenine, genel ahlaka, laiklik ilkesine aykırı olan giysilerle yükseköğretim kurumlarında eğitim görmek imkân dahiline girer. leri gösterildi; böylece genel sınırlandırma sebeplerinin kaldırılması ile ortaya çıkan boşluk giderildi ve 13’üncü maddenin yeni metnine uyum sağlandı. Ancak 42’nci maddede herhangi bir değişiklik yapılmadı; yani eğitim ve öğrenim hakkı için özel bir sınırlama sebebi gösterilmedi. Her ne kadar 42’nci madde, ikinci fıkrasında öğrenim hakkının kapsamının kanunla tespit edileceğini ve düzenleneceğini belirtmiş; takip eden fıkralarda da eğitimin esasları, amacı, dili, ilköğretimin zorunluluğu ve benzer konularda kurallar getirmiş ise de bunlar ağırlıklı olarak eğitimin niteliği ile ilgilidir; kanun koyucunun öğrenim hakkının kapsamını tespit ederken dikkate alması gereken ilkelerdir. Kapsamı belirleme yetkisinin, sınırlama yetkisini de içerdiği tartışmasızdır. 42’nci maddede açık kalan husus, sınırlamanın hangi sebeplerle yapılacağıdır. Eğer anayasanın 42’nci maddesinde bir değişiklik yapılması gerekli idiyse bu noktada yapılmalıydı. Yani değişik 13’üncü maddede belirtilen ilkelerin ışığında eğitim ve öğrenim hakkını sınırlama sebeplerinin çerçevesi anayasada gösterilmeli, bu sebeplerin içi yasa ile doldurulmalı, ayrıntılar yine yasa ile belirlenmeliydi. 5735 sayılı kanunla bunun tamamen tersi yapıldı. Daha önce (05.02.2008 günlü Cumhuriyet) ayrıntılı olarak açıkladığım gibi eğitim ve öğrenim hakkını sınırlama sebepleri kanuna bırakılarak yasama organına bu konuda geniş bir takdir alanı tanındı. Bunun, anayasanın değişik 13’üncü maddesinde benimsenen özgürlüklerin sınırlandırılması yöntemine aykırılığı bir yana, Meclis’te çoğunluğu bulunan siyasi partinin keyfine göre sınırlama sebepleri belirlemesine veya hareketsiz kalarak hiç belirlememesine imkân tanıdığı da açıktır. Bunların ötesinde, 42’nci maddeye eklenen fıkra kanunda sınırlama sebeplerinin gösterilmesini isterken, ek 17’nci maddede sadece belli bir biçimde başını örtenlere yükseköğrenim yolunu açacak bir düzenleme yapıldı. Böylece eşitlik ilkesiyle ilgili 10’uncu maddeye eklenen ibarenin aslında belli bir inanç grubuna imtiyaz tanımak amacıyla getirildiği ortaya çıktı. Ek 17’nci maddede önerilen düzenleme bu nedenle anayasanın 10’uncu maddesine de aykırılık taşımaktadır. PENCERE Şeyhten Geçilmiyor... Ortalıkta tarikattan ve cemaatten geçilmiyor; şeyhlerin bini bir para... Demokrasinin altyapısını ve ‘olmazsa olmaz’ını oluşturan işçi sendikalarından ve köylü kooperatiflerinden artık hayır yok!.. Tarikat ve cemaat şeyhleri iktidar partisinde karar kıldıkça sandıktan çıkacak olanlar da belli... Nakşiler başta Fethullah yaman örgütlendiler, Amerika’ya sırtlarını dayadılar, paraya para demiyorlar... ? Peki, Aleviler ne yapıyorlar?.. Bugün ne yaptıklarını pek bilemiyorum; ama dünkü AleviBektaşi mizahında aydınlatıcı fıkralardan geçilmez... ? Sıvas dolaylarında bir Alevi dedesi kendi halinde yaşayıp gidermiş... Çevredeki aşiret beyinin çok sevdiği çoban köpeği bir gün hastalanmış; iyileştirmeye çalışmışlar; ama nafile... İlaç milaç para etmemiş... Bey sonunda buyurmuş: Köpeği Alevi dedesine gösterelim; kurtarırsa o kurtarır... Hasta hayvanı bir semiz koyunla birlikte arabaya yüklemişler, ağanın selamıyla birlikte Alevi dedesine iletmişler: Dede koyunu afiyetle yesin, köpeğe de bir muska yazsın... ? Köpeğe muska yazılır mı?.. Sözüm ona günah... Ama baba hiç umursamamış, muskayı yazıp köpeğin boynuna asmış, koyunu da kesip mideye indirmiş... Aradan bir hafta geçmeden köpek iyileşmesin mi... Olay, çevrede duyulmuş... Kadı Efendi olan bitenleri öğrenince köpürmüş: Vay Kızılbaş herif!.. diye bağırmaya başlamış, köpeğin boynuna muska asmış, öyle mi!.. Ben ona gösteririm... Kadı, olayı İstanbul’daki şeyhülislama bildirmiş... Şeyhülislam, Alevi dedesi için “katli vaciptir” fetvasını verip, iradesini almak için padişaha arz etmiş. ? Olay padişahın garibine gitmiş... İnceleme için olay mahalline bir yetkili kurul göndermişler; köpeği yakalayıp boynundaki muskayı alıp açmışlar; görmüşler ki kâğıtta edepsizce üç dize okunuyor: “Tamah ettim etine... Muska yazdım itine.. Tutsa da tutmasa da ..kime..” Durumu öğrenen padişah, Alevi dedesini İstanbul’a getirtmiş... ? Alevi dedesi huzura çıkınca demiş ki: Padişahım, ben yoksulum, ömrümde devlet olarak yalnız zaptiye ile tahsildarı gördüm; şimdi bir padişah görüyorum... Padişah Alevi’den hoşlanıp sormuş: Dünyada en büyük mutluluk nedir?.. Dede hiç düşünmemiş: Padişahım, iştahla yemek yiyebiliyor musun, yediğini rahatça def edebiliyor musun?.. O zaman mutlusun demektir... Padişah bu kez gülüp sormuş: Dile benden ne dilersen?.. Kızılbaş klasik yanıtı yinelemiş: Gölge etme, başka ihsan istemem... ? Alevi dedesi böyleyken bugünkü iktidarın tarikat ve cemaat şeyhleri devleti yemeye doyamıyorlar... Bakalım Türkiye Cumhuriyeti, bu şeyhlerin elinden nasıl kurtulacak?.. Gazetecilik ve Yazarlık... Gazetecilik.. Yazarlık... Aynı şey mi? Değil!.. Her gazeteci yazar olmaz, her yazar da gazeteci sayılmaz!... Günü yaşar gazeteci, an an.. Toplumun gözlemleyicisidir. Dünyanın, ülkenin, zamanın, insanın yaşamına ayna tutandır. Bakar, görür, gösterir. En kısa sürede, en az sözcükle!.. Yazar günün içinde olduğu kadar, zamanın da derinliğindedir. Yalnız bugünü, bu dakikayı, bu anı değil, geçmişten gelen, kalan kalmayan, yaşanmış yaşanmamış zaman parçalarını, anlamı, etkinliği ve kalıcılığıyla duyurur. Bugün de yarın da okunacak, bir anlam, bir değer kazanacak bir tutumla, bir özenle... Gazeteci aydınlığı, karanlığı haber verendir. Yazar o aydınlığın, karanlığın gizlerini çözmeye çalışandır. Hem kendi kendine, hem de onu izleyen okurlarıyla... ??? “Cumhuriyet”in eski Genel Yayın Yönetmeni Ecvet Güresin’in 1943 yılında söylediklerini anımsayıverdim: “Edebiyatçılık karın doyurmaz, gazeteci olmaya bak. İşte sana bir iş, ben Yeni Sabah’tan Tanin’e geçiyorum, yerime seni söyledim. Kırk lira verecekler!” Ben de çaresiz bu işi kabul edip göreve başlamıştım... Ne var ki, “Yeni Sabah”taki polis muhabirliğim çok kısa sürdü. Daha ilk gün Emniyet’in gazeteciler odasındaki konuşmalar, polislerin tutumları benim için alışılmadık şeylerdi. Tek bir haber yazmadan gazeteyi bıraktım. Bu kez Ecvet’in, “Senden gazeteci olmaz, sen uğraş dur edebiyatınla...” demesini unutamıyorum! ??? Şimdilerde anı anına haberleri duyuran tv’ler, bilgisayarlar, radyolar var. Gazetelerden haber okuyanlar, çok azaldı. Ama bu kez muhabirlik, köşe yazarlığına dönüştü. Haber peşinde koşanlar artık “gazeteciyazar” oldular... Haberi anında öğrenip veren muhabir, alelacele yorumunu yazmaya başladı. Çoğunlukla bir kez okunup ya da okunmadan geçilen yazılar gazete sütunlarını doldurdu... Geçenlerde saydım, her gazetede en az on beş, yirmi köşe yazısı var.. hepsi günün haberleriyle dolu. Daha önce tv’lerden, radyolardan duyup öğrendiklerimizi bir daha köşe yazısı olarak okumak hiç de hoş olmuyor!.. ??? Bir gün yazılı basın da ortadan kalkacakmış! Bir açıdan doğru; ama yalnız haber okumak değil, o haberin derinliğine girmek, yorumunu yapabilmek, gerçek yüzleri görebilmek, anlamını duyabilmek, okurlarıyla paylaşmak isteyenlere, bu çizgideki gazetelere her zaman yer olacak!.. Nuri ALAN Emekli Danıştay Başkanı nayasanın 10’uncu ve 42’nci maddeleri ile Yükseköğretim Kanunu’nun (YÖK) ek 17’nci maddesinde değişiklik yapılmasına ilişkin teklifler, bir paket olarak TBMM’ye sunulmuş ve anayasa değişiklikleri kabul edilmiş olmasına karşın, ek 17’nci maddenin değiştirilme zamanı ve içeriği konusunda teklif sahipleri uzlaşmaya varamadılar. Sorun, hem anayasanın 42’nci maddesine eklenen fıkranın, temel hak ve özgürlüklerin sınırlanmasını düzenleyen anayasanın değişik 13’üncü maddesinin benimsediği temel ilkeye aykırı olmasından; hem de 42’nci maddede yapılan değişiklik ile ek 17’nci maddede yapılan düzenlemenin kendi aralarında uyumlu olmasından kaynaklanıyor. 1982 Anayasası’nın 13’üncü maddesi, değiştirilmeden önceki ilk metninde, temel hak ve özgürlüklerin sınırlandırılmasını iki nedene bağlamıştı. Bunlardan birincisi devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün, milli egemenliğin, cumhuriyetin, milli güvenliğin, kamu düzeninin, genel asayişin, kamu yararının, genel ahlakın ve genel sağlığın korunması amacına yönelen “genel” nitelikteki sınırlama sebepleri; ikincisi her hak ve özgürlüğün niteliğine göre anayasanın ilgili maddelerinde öngörülen “özel” sınırlama sebepleriydi. Genel sınırlama sebepleri temel hak ve özgürlüklerin tümü için geçerli oldu A ğundan, herhangi bir özgürlük hakkında ilgili olduğu maddede özel bir sınırlama sebebi gösterilmemiş olsa dahi, 13’üncü maddede gösterilen genel sınırlandırma sebeplerine dayanılarak ve anayasanın sözüne ve ruhuna uygun olarak o hak ve özgürlük hakkında yasa ile sınırlamalar yapmak mümkündü. Örneğin “Eğitim ve öğrenim hakkı ve ödevi”ni düzenleyen 42’nci madde bu hakkın sınırlandırılması ile ilgili herhangi bir özel sebep göstermemiştir. Ancak bu durum, kanun koyucunun genel sınırlama sebeplerine dayanarak eğitim ve öğrenim hakkına sınırlama getirmesine engel değildi. 13. maddenin önemi Anayasanın 13’üncü maddesi 3.10.2001 günlü, 4709 sayılı yasa ile değiştirildi; genel sınırlama sebepleri kaldırıldı ve temel hak ve özgürlüklerin, özlerine dokunulmaksızın, anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplerle ve ancak kanunla sınırlanabileceği ilkesi kabul edildi. Bu değişiklikte, sınırlamaların anayasanın sözüne ve özüne, demokratik toplum düzeninin ve laik cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamayacağı açıklanarak kanunla yapılacak olan sınırlamaların sınırı da belirtilmiş oldu. Aynı kanunla, anayasanın hak ve özgürlüklerle ilgili birçok maddesinde de değişiklik yapılarak özel sınırlama sebep Düzenleme tekniğine aykırı Bundan başka 42’nci maddede öngörülen yöntem düzenleme tekniğine de uygun değildir. Bu maddeye eklenen yedinci fıkradaki “Kanunda açıkça yazılı olmayan herhangi bir sebeple kimse yükseköğrenim hakkını kullanmaktan mahrum edilemez...” ifadesi karşısında, yasanın yükseköğrenimi sınırlayan sebepleri tek tek belirleyip sayması gerekir. Yasada unutulan ya da akla gelmeyen, ancak örneğin kamu düzenine, genel ahlaka, laiklik ilkesine aykırı olan giysilerle yükseköğretim kurumlarında eğitim görmek imkân dahiline girer. Ülkemizi huzursuzluğa götüren, tatsız tartışmalara ve karşılıklı suçlamalara neden olan 5735 sayılı kanunla yapılan değişiklikten vazgeçilerek anayasanın 42’nci maddesi yeniden düzenlenmeli; bu düzenlemede eğitim ve öğrenim hakkını sınırlama sebeplerinin çerçevesi çizilmelidir. Tüm siyasi partilerin katılımı ile, Anayasa Mahkemesi’nin özgürlüklere ve bunların sınırlandırılmasına ilişkin içtihatları göz önünde bulundurularak ve 4709 sayılı kanunla hak ve özgürlüklere getirilen özel sınırlama sebepleri değerlendirilerek bu maddede yeni bir düzenleme yapılması; bundan sonra 42’nci maddede gösterilecek çerçeve içinde ve değişik 13’üncü maddedeki ilkelere uygun bir kanunun yürürlüğe konulması en uygun çözüm olacaktır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle