29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 ŞUBAT 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Akdeniz Türkiye’ye Kapanıyor mu? Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilanı ile ilgili sorun karşısında Türkiye’nin tezi; sadece petrol çıkarmak için komşu devletler tarafından yapılan uluslararası hukuka aykırı eylem ve gasp suçunu değil, aynı zamanda yetmiş milyonluk bir ülkenin denizlerdeki serveti, ulusunun güvenliği ve bunun korunmasına yönelik alacağı her türlü tedbiri dünya kamuoyuna anlatmak olmalıdır. PENCERE Türkiyemiz Ne Olacak?.. Medyamızın köşelerinde ilginç bir tartışma süregeliyor... Türkiye İran olur mu?.. Olmaaaz... Türkiye Malezya olur mu?.. Olmaaaz... Türkiye Mısır olur mu?.. Olmaaaz... Türkiye Cezayir olur mu?.. Olmaaz... Türkiye Pakistan olur mu?.. Olmaaaz... ‘Olmaaz’ dedikçe yüreğimiz ferahlıyor mu?.. Yanıtı siz verin!.. ? Ünlü tekerleme nedir: “Olmaz olmaz deme.. Olmaz olmaz!..” Eskiden “Dinci rejimle vurgulanan herhangi bir İslam ülkesine benzeyecek mi?” diye Türkiye’de korku yoktu... Kuşku bile yoktu... Kimsenin aklına bu tür sorular gelmezdi... Şimdi medya bu sorularla yatıp bu sorularla kalkıyor... ? Çünkü dünyanın en büyük emperyalist gücü ve güneydoğu komşumuz Amerika Türkiye’ye bir model yakıştırmış... Adını da koymuş: “Ilımlı İslam Devleti...” Ne olursa olsun bu gibi durumlarda tartışma başlar... Ama belki de boşuna bir tartışmadır bu... Türkiye neden İran olsun ki.. Neden Pakistan olsun ki.. Neden Cezayir olsun ki.. Hem bu konuyla çok uğraşmaya değmez, Amerika modeli hazırlamıştır... ? Vaktiyle ağızlarda sakız olan utanç verici bir laf vardı: “ Türkiye küçük Amerika olacak...” Olacak şey miydi?.. Dün dünle birlikte uçup gitti.. Bugün bugünle birlikte yaşanıyor.. Yarın ise kuşku ve korkuyla üstümüze doğru geliyor... Hiç merak etmeyin... Türkiye Atatürk Türkiyesi olarak kalacaktır... Falih Rıfkı Atay’ın anlattığı bir olay vardır... Bir gün zamanın Meclis’inde bugünkü mollalara benzeyen bir molla Mustafa Kemal’e sormuş: Asrî (çağdaş) olmak ne demektir?.. Atatürk yanıtlamış: Adam olmak demektir... Ne İran, ne Pakistan, ne Malezya, ne de bir başkası gibi olacağız... Çağdaş olacağız... Tito ve Sonrası YA DA, daha iyi bir başlık: Kendi düşen ağlamaz. Eski Yugoslavya’da şimdi olanlar, hele Kosova’nın Sırbistan’dan kopması, Sırpların kalkıştıkları aşırı ulusalcılığın bir sonucudur. Tito’nun verdiği dersi iyi öğrenselerdi, bugün olanlar başlarına gelmezdi. Balkan Harpleri’nin ve Cihan Harbi’nin sonrasında AvusturyaMacaristan ve Osmanlı imparatorluklarından kalma Güney Slav topraklarında bağımsız devlet kurmak isteyen değişik etnik yapılı bir yığın toplum ortaya çıkmıştı. Yugoslavya Krallığı, onların yönetilmesi için kuruluveren SırpHırvat ve Sloven Krallığı’nın devamıydı. Ama halklar arasında en büyük oranı oluşturan Sırplar, bütün Yugoslavya’ya tek başına egemen olma hülyasından hiç vazgeçmediler. İkinci Dünya Harbi’nde istilacı Almanlarla işbirliği eden Hırvat Ustaşilerinin ve işgale direnen Sırp Çetniklerinin amacı da hep o karışık etnik yapılı topraklarda kendi egemenliklerini olabildiğince genişletmek oldu. Tito, Yugoslav Komünist Partisi’nce Almanlara karşı başlatılan ayaklanmanın lideri olarak ortaya çıktı. Fakat öbür direnişçilerden farklı bir geleceğin savunucusuydu. O toprakların bütün toplumları için etnik fark gözetmeyen eşitlikçi bir yapı önermekteydi. Başarılı da oldu. Federatif yapılı Yugoslavya, değişik dilli ve kültürlü cumhuriyetleri ve özerk bölgeleriyle, sistemin çimentosunu oluşturan bir parti yapısıyla, onun eseridir. Sovyetler’in baskısına direnen ve yeryüzündeki yansızlık hareketlerinin öncülerinden biri olan bağımsız Yugoslavya da. ito’nun ölümünden sonra liderliğe geçenler iç ve dış politikada aynı başarıyı gösteremediler. Sırpların “Büyük Sırbistan” özlemi de yine depreşti. Avrupa Birliği’ne egemen iki büyük devletin, Fransa ve özellikle Almanya’nın “ultramodern emperyalizm” ekmeğine yağ süren, ABD’nin Doğu Avrupa’da Ruslara karşı ağırlık oluşturma politikasına destek veren de bu oldu. Balkanlar’da on yılı aşkın süredir üzüntüyle izlenen çirkin tablo bu ters gelişmenin sonucudur: Korkunç bir soykırım dalgası, yaşamlarından, yakınlarından, namuslarından, yurtlarından, evlerinden barklarından olan insanlar, kabaran yayılmacılıklar, şu ya da bu devlet ve devletler topluluğunun hükmü altına giren sözde ulusal yönetimler. Daha da önemlisi, dünyanın başka köşelerinde beliren bölücülük, ayrımcılık, ırkçılık ve komşularımız arasında bazı toplumların boylarından büyük yayılmacılık hevesleri. ito’nun Yugoslavya’sı insanların barış içinde yan yana yaşayabilmesi yolunda girişilmiş ilginç bir deneyimdi. Belki daha iyi yönetilebilirdi. Başarıya ulaşmasına fırsat vermeyenlerin şimdi yabancı elçilik binalarını taşlamakla yetinmek zorunda kalmaları ibret verici bir tecelli olmuyor mu? [email protected] Prof. Dr. Bayram ÖZTÜRK İÜ Su Ürünleri Fakültesi Öğretim Üyesi ürkiye ile Yunanistan arasındaki sorunları irdelemek isteyen birisi, karasuları, kıta sahanlığı, hava sahası, silahlandırılmış adalar ile egemenliği tartışmalı ada ve adacıklar gibi konuları sayabilir. Bugüne kadar süregelen bu karmaşık sorunlara ek olarak şimdi de yine Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi yani AB’nin tek devlet olarak tanıdığı Kıbrıs Cumhuriyeti’yle Akdeniz’in paylaşılması konusunda anlaşmazlık içindeyiz. Üstelik bu kez Mısır ve Lübnan’da işin içinde. Söz konusu sorun Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge ilanı sorunudur ve Türkiye’nin Akdeniz’de en hafifinden önünün kapatılmasıyla ilgilidir. Denizlerde Münhasır Ekonomik Bölge, (MEB) kıyıdan itibaren en fazla 200 deniz mili uzaklığa kadar ilan edilebilen ve kıta sahanlığı alanının aksine, hem su tabakasını hem de deniz tabanındaki canlı ve cansız kaynakları içerir. Bu alandaki canlı ve cansız kaynaklar, o ülkenin egemenliği altındadır. Örneğin, bu bölgede petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynak arama ve işletme hakkı sadece kıyı devletine aittir. Yine, izinsiz hiçbir şekilde canlı kaynakların araması ve işletmesi yapılamaz. Türkiye’yi bir çatışma ortamına sürükleyebilecek durum, Yunanistan’ın Meis, Girit, Kerpe’yi birleştiren hattı temel alarak başta Mısır’la olmak üzere Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilan etme çabalarıdır. Yine; Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) de ortak hatları esas alarak başta Türkiye’ye sormadan Lübnan ve Mısır’la MEB sınırlandırmasına yönelik anlaşmalar yapmasıdır. Yapılan bu anlaşmalardan sonra GKRY 13 adet petrol ruhsat sahası ilan etmiş, daha sonra da uluslararası petrol şirketlerini ilan edilen bu alanlara davet ederek işletilmesini istemiştir. Söz konusu deniz alanlarının toplam alanı Kıbrıs adasından daha büyüktür. GKRY aynı zamanda, KKTC’nin de hakkına tecavüz ederek bu alanlarda da ruhsat vermek için ihale açmıştır. Dolayısıyla oyun iki yönlü olup Yunanistan bir taraftan, GKRY diğer taraftan Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki açık deniz alanının büyük bir kısmını bir oldubittiyle yutmayı planlamaktadır. Türkiye ise Münhasır Ekonomik Bölge’yi (MEB) sadece Karadeniz’deki komşularıyla im T zalamış olup, Ege ve Akdeniz’de bu alanların ülkeler arasındaki paylaşımı yapılmamıştır. Her ne kadar GKRY’nin petrol arama ruhsatına büyük petrol şirketleri şimdilik ilgi göstermese bile bunun deniz dibinden çıkarılacak petrolün miktarı ve kalitesine bağlı olduğu da ayrı bir gerçektir. Şimdilik bilinen, Kıbrıs adası çevresinde 400 milyar dolar değerinde ve 8 milyar varillik petrol rezervinin tespit edildiğidir. Burada unutulmaması gereken şey, Rumların ruhsat verme işinde başarılı olması halinde bölgedeki 145.bin km2’lik kıta sahanlığı alanının sadece 41.bin km2’si Türkiye’ye kalacaktır, ki bu da Türkiye denizlerinin üçte birinin bir çırpıda yutulması anlamına gelecektir. Sorunun değişik boyutları Fakat sorun, gerçekte petrol arama ve çıkartma ile de sınırlı değildir. Başka bir ifadeyle petrol aramak için Rumlara başvuran şirketler bundan vazgeçse bu bizi rahatlatır mı? Bu sorunun cevabı da hayır’dır. Çünkü Türkiye, başta bu alanın deniz çevresinin korunması, araştırılması ve en önemlisi canlı kaynaklarının işletilmesi için çaba göstermelidir. Söz konusu olan deniz alanının derinliği yer yer 3000 metreye kadar ulaşmaktadır. 1000 metrelik derinliklerde yoğun olarak bulunan binlerce ton kırmızı karides stokları en bilinenidir. Ama asıl önemlisi; göçmen ve büyük sürü oluşturan balıklardır. Bu deniz alanından gasp edilmeye çalışılan sadece doğalgaz veya petrol değil, aynı zamanda Türk ulusunun gıda güvenliği için önemli olan su ürünleridir, ki bu konu tartışmalar sırasında bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde atlanmaktadır. Oysa, kıyı devleti (Türkiye) Münhasır Ekonomik Bölge’de avlanacak su ürünlerinin miktarını saptamaya ve kaynakları kullanmaya yetkilidir. 2006 yılı Doğu Akdeniz araştırma seferimizde bu bölgenin belli alanlarında elde ettiğimiz sonuçlar, bizlere bu bölgede daha fazla araştırma yapılması gerektiğini göstermiştir. T T Alınması gereken önlemler Öncelikle, canlı kaynakların stokları ve avlarını bu konuda uzman olan uluslararası kurumlara vermek, av istatistiklerini tutmak ve inisiyatifi ele geçirmek konusunda çabuk dav ranmalıyız. Ayrıca, bu bölgenin deniz çevresinin korunması, deniz kirliliği ve önlenmesiyle ilgili ayrıntılı araştırma yapılması da gerekmektedir. Kısaca, Türkiye’nin tezi; sadece petrol çıkarmak için komşu devletler tarafından yapılan uluslararası hukuka aykırı eylem ve gasp suçunu değil, aynı zamanda yetmiş milyonluk bir ülkenin denizlerdeki serveti, ulusunun güvenliği ve bunun korunmasına yönelik alacağı her türlü tedbiri dünya kamuoyuna anlatmak olmalıdır. Yani işin bilimsel tarafını öne çıkarmalıdır. Bunun için ise ülkemizin oturmuş bir deniz araştırmaları stratejisi olmalıdır; fakat bu bizde çok büyük bir eksikliktir. Bunların dışında neler yapmalıyız? Diplomasi, akılcı siyaset ve mutlaka caydırıcı bir deniz kuvvetleri, çözüm aygıtları olarak kullanılmalıdır. Bu anlamda, Türk Deniz Kuvvetleri geçen yıl ilk kez Kıbrıs adasının 1225 mil güneyinde gerçek mermilerle tatbikat yapmıştır. Böylelikle Türkiye, Akdeniz’in açık deniz alanlarındaki canlı ve cansız kaynaklarını dikkate aldığını göstermiştir. Yine, Türkiye 9 Ağustos 2007 tarihli Resmi Gazete’de bu açık deniz alanlarındaki petrol arama ve ruhsat taleplerini ilan ederek bir irade beyanında bulunmuştır. Türkiye konuyu Birleşmiş Milletler’e de bir mektupla bildirmiştir. Zira, GKRY’nin ruhsat verdiği alanlar ile Türkiye’nin vermeyi planladığı alanların 5 adedi örtüşmekte veya çakışmaktadır. Bu ise ayrı bir gerginlik kaynağı olarak bizleri beklemektedir. Politik olarak ise Güney Kıbrıs Yönetimi hem Türkiye’yi, hem AB’yi hem de KKTC’yi sıkıştırma peşindedir ve bu aslında iyi düşünülmüş bir hamledir. Çünkü Türkiye, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni imzalamadığı için mahkemeye gidemez. Mevcut halde Kıbrıs Cumhuriyeti’ni de tanımamaktadır. Bu ülkelerin açık denizlerdeki haklarımıza tecavüze kalkışmalarını ve Akdeniz’i bize adeta kapatmak istemelerini günlük ve taktik bir kurnazlık olarak düşünemeyiz. Burada, Avrupa Birliği’nin bir enerji koridoru olan Doğu Akdeniz’i kontrol altına alma planlarını anlamak lazımdır. Zaten AB’nin haksız bir biçimde GKRY’yi üye olarak kabul etmesi Doğu Akdeniz ve Ege Denizi’ndeki dengeleri değiştirecek niteliktedir. Bu ülke arkasında AB gücü, cesareti ve dayanışmasını bulmaktadır.Sınır anlaşmazlıkları olan ülkelerin AB’ye üyelik için kendi aralarındaki sorunları çözmeleri gerektiği şartını hatırlarsak bizden şimdilik istenen Doğu Akdeniz’de açık deniz alanlarındaki canlı ve cansız kaynaklar, Anadolu’nun denizlere kapanması, ulaşım ve ticaretini sekteye uğratacak yeni tavizlerdir. Bu nedenle aklımızı başımıza almanın zamanıdır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle