05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 2008 PAZARTESİ 2 BÜYÜK Nutkun bitiş tümcelerinde, vatan, kale, ordu gibi kutsal ve yarıkutsal sözcüklerin yanında “tersane” sözcüğü de geçer: “bütün tersanelerine girilmiş...” Öbür yerler gibi tersaneler de düşerse üzülmemiz gerektiği, bilinçaltımıza yerleşmiş bir duygudur. Nedense, öyle bir yanı var o sözcüğün. Zaten, gemi yapım sanayiindeki gelişmeyle de övünmekten gurur duyarız: Yabancı ülkelerden, üstelik Avrupa’nın denizci toplumlarından gelen şilep, tanker, dökmeci siparişleri, lüks yat yapımında öne çıkış sevindirir çoğumuzu. Ama, tersanelere düşman girmese de “ölüm” girmişse, sözcüğün tılsımı bozulmuş, zevki kaçmış, verdiği gurur kırılmış olmuyor mu? Geçen iki yıl boyunca gündeme gelen on beş ölümcül kaza haberinin ardından son bir ay içinde üç işçinin daha yaşamını yitirmiş olması, yalnız dikkatlerin değil, kırılan gönüllerin de bu sorun üzerine eğilmesini zorunlu kılıyor, “Turkish Daily News” muhabiri Şafak Timur’un geçenlerde tersane işçileriyle konuşarak ortaya koyduğu trajik durumlar iç OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL burkucudur: Katmerli taşeronluklar yüzünden iş güvenliğinin alabildiğine ihmal edilmesi, düşük ücretler, sigorta boşlukları, eksik ödenen ya da hiç ödenmeyen primler, ambara düşme, elektrik çarpması, yük altında ezilme, kaynak patlamaları... Böyle bir “gelişme”yle övünmenin tadı kaçmış olmuyor mu? amu işletmesi olmanın da ötesinde en önemli ve duyarlı kamu hizmetlerinden birini yerine getirmekte olan Türk Telekom yüzde 55 hissesini yabancıya sattıktan sonra “Türkiye’nin devi” diye övünebilir misiniz onunla? Hele hayli tartışmalı bir satışın ardından işsizlikler de yaşanmışsa. Satıştan önce her yıl kamuya gelir olarak, akan iki milyar dolarlık kârın yerine “Ama Hazine’ye de şu kadar vergi geliri sağlanıyor” avuntusu ka Övüncü Zayıflatmak K mu girişimciliğinin başarısıyla duyulacak ulusal övüncün yerini tutar mı? Aynı iç burkuluşunu Migros’taki çoğunluk payının bir Yunan şirketine satışını “başarı” diye sunan haberi okuyunca duymaz mısınız? Yabancı sermayenin ortaklığıyla başlamış girişimleri yerlileştirmek ve o niteliğiyle başarısını sürdürmek varken ilk fırsatta tekrar yabancılara satmak da bizim yeni burjuvazimize özgü bir özellik, galiba. Marka sahipliğinin de gururu olmaz mı? ynı gurur eksikliği dış ilişkilerde de yaşanmaya başlandı. Sayın Başbakan AB’nin kodamanları olan Merkel ve Sarkozy’yle baş başa konuşup Türkiye’yi dışlayışlarının hesabını soracaktı. İnsanlarımız bu efelenişten hafifçe gurur duyar olmuşlardı. Şimdi, “İçte başka, dışta başka konuşuyorlar” diyerek bu övünüşünden çark etti. Şimdi vatandaşlar “Çark etti ama, ederken de ağızlarının payını verdi” diye övünebilirler mi? Genlerimizde kendi övüncümüzü tatsızlaştıncı bir şeyler var galiba. İnakçılık ve Özgürlük İnakçılık (dogmacılık), emeğin yaratıcılığının yadsınmasına, mezhepçiliğe, bireyciliğe ve kılgılı (pratik) yaşam ile bağların koparılmasına yol açar. Örneğin, türban takan kızımız, aşkı besleyen deli çağın coşkusunu gösteriş de olsa içe teper, türlü ruhsal sarsıntılarla savaşır. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Medyada Yeni Durum Medya oldum olası iktidarları ürkütmüş, rahatsız etmiştir. Yalnız Türkiye’de mi? Dünyanın birçok ülkesinde de durum bizden farksız. İktidarlar, medyanın eleştirilerini kimi zaman ağır bulur, içlerine sindiremezler. Bu nedenle yazarlar, çizerler sıkça mahkeme koridorlarında savcıların karşısında ter dökerler. Özgürlüklerin kısıtlandığı durumlarda bile gazeteciler görevlerini yapmak için mücadele etmişlerdir. Medya da gücünü, bağımsızlığından ve objektifliğinden alır. Ne var ki son günlerde Başbakan Erdoğan medyanın tutumunu beğenmemektedir. Bunu yaptığı konuşmalarında dile getirmekte, hatta işi daha da ileri götürerek “Gazetelerinizin tepelerine çıplak kadın resimlerini koydunuz, bir şey mi yaptık..’’ demiştir. Başbakan Erdoğan, türban eleştirileri nedeniyle medyanın büyük bölümünü sert ifadelerle hedef haline getirmiştir. Önümüzdeki günlerde medyada taşların yerinden oynayacağı görülmektedir. Şimdiden bazı yazarlar, yorumcular gazete değiştirmeye başladı bile.. Bir süre sonra yeni gazetelerin çıkacağı bilinmektedir. Medya sektöründe çok sayıda kişinin yeni mekânlarda, yeni patronlarla çalışacağı, sektörün hareketleneceği beklenmektedir. ??? Sermayenin medya sevgisi her dönemde olmuştur. Son günlerde yabancı sermayenin de medya sektöründe söz sahibi olma çabasını görüyoruz.Ülkemizde çok sayıda radyo, televizyon, gazete ve dergi bölgesel olarak ya da uydudan yayın yapmaktadır. Ulusal yayın yapan medya sahipliğini bir kez daha birlikte inceleyelim. ALBAYRAK GRUBU: 1997 yılında sektöre girdi. Yeni Şafak gazetesi, Yeni Şafak Online ve TVnet. AVRUPA AMERİKA HOLDİNG: Erol Aksoy’un sahip olduğu şirketler; Cine 5, Gala TV, Viva TV, Sper Sport, Radyo 5, Radyo Viva, Radyo Nostalji ve Show Radyo. BAĞIMSIZ GAZETECİLER YAYINCILIK: Sabah gazetesinden ekibiyle ayrılan Zafer Mutlu’nun kurduğu grup. Vatan gazetesi ve Vatan Dergi Grubu’ndaki Madam Figaro, Boxer, Tek Borsa, Fortune, Instyle’ı yayımlıyor. BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ: Prof. Mehmet Haberal sahipliğinde Kanal B televizyonu. CANWEST: Leonard Asper başkanlığındaki CanWest grubu Kanada başta olmak üzere dünyanın birçok yerinde gazete, dergi ve televizyon kanalına sahip. Türkiye’de ise Süper FM, Metro FM, Joy FM ve Joy Türk olmak üzere altı radyo istasyonu bulunuyor. CİNER GRUBU: TMSF’nin Sabah ve ATV’ye el koymasından sonra Turgay Ciner başkanlığındaki grup, Kanal 1, Habertürk ve 12 derginin sahibi. ÇALIK HOLDİNG: Sabah ve ATV’yi TMSF’den satın alan Ahmet Çalık medyanın yeni patronu oldu. Grubun elinde ATV, Radyo City, Sabah, Takvim, Günaydın, Yeni Asır, Pas, Fotomaç gazeteleri, Merkez Dağıtım ve 12 dergi bulunuyor. ÇUKUROVA HOLDİNG: Mehmet Emin Karamehmet’in şirketi; Akşam, Güneş, Tercüman gazeteleri, Show TV, Lig TV, Sky TV, Digitürk dışında çok sayıda dergi, radyo ve medya pazarlama şirketinin sahibi. DOĞAN HOLDİNG: Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı Aydın Doğan’ın yaptığı grup; Hürriyet, Milliyet, Radikal, Posta, Fanatik, Fanatik Basket, Referans, Turkish Daily News gazeteleri dışında 27 dergi, Kanal D, CNN Türk, Star başta olmak üzere D Smart Yayıncılık ve 3 radyoları bulunmakta. DÜNYA GRUBU: Nezih Demirkent’in kurduğu şirket; Dünya gazetesi, Dünya Dağıtım ve Dünya Web Ofset’i bünyesinde bulunduruyor. FEZA GAZETECİLİK: İmtiyaz sahibi Ali Akbulut olan şirket Fethullah Gülen’e yakınlığıyla biliniyor. Zaman gazetesi dışında Aksiyon, Today’s Zaman, Cihan Haber Ajansı, Sızıntı dergisinin yönetimi bu grupta. DOĞUŞ GRUP: Yönetim kurulu başkanlığını Ferit Şahenk’in yaptığı, finans ve otomotiv alanında bilinen şirketin elinde NTV, CNBCe televizyonları dışında radyo ve dergileri bulunuyor. GÖKTUĞ YAYINCILIK: Ömer Ziya Göktuğ’un sahibi olduğu şirket Flash TV ile medya sektöründe faaliyet gösteriyor. İHLAS HOLDİNG: TGRT’yi News Corporation’a satan grup, TGRT Haber, Türkiye gazetesi, İhlas Haber Ajansı dışında çeşitli dergi ve radyolara sahip. KOZA İPEK HOLDİNG: Ali İpek tarafından kurulan ve Koza Davetiyeleri ile tanınan şirket Bugün gazetesini yayımlıyor. MNG ŞİRKETLER GRUBU: İnşaatçı ve turizmci Mehmet Nazif Günal’ın kurduğu şirket TV8 ve MNG haber ajansının sahibi. NEWS CORPORATION: Dünya medya devi Rupert Murdoch’un sahibi olduğu şirket Türkiye’de Fox TV ve Fox Live’la medyaya girdi. PROPERTY INTERNATIONAL: Ali Özmen Safa Kıbrıslı işadamı. Türkiye’de Star gazetesi ve Kanal 24 televizyonları Safa’nın üzerinde gözükmesine rağmen Başbakan Erdoğan’ın yakınlarınca yönetiliyor. SAMANYOLU YAYINCILIK: Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Samanyolu TV ayrıca Mehtap TV, Yumurcak TV, Burç Radyo, Dünya Radyo, S Haber Radyo, Samanyolu Haber.com şirketlerini bünyesinde barındırıyor. TERMİKEL GRUP: Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in kurduğu şirket Kanal A’nın yayıncısı. YAŞAM TELEVİZYON: Tuncay Özkan’ın başında bulunduğu şirket Kanaltürk ve Euro Türk’ü yayımlıyor. YENİ DÜNYA İLETİŞİM: Zekeriya Karaman’ın yönetim kurulu başkanlığını yaptığı şirket; Kanal 7, Kanal 7 İnt, Haber 7, Radyo 7, İstanbul’un Sesi ve TVT yayınlarını çatısı altında bulunduruyor. Vecihi TİMUROĞLU nakçılık (dogmacılık, dogmatisme, nassiye), felsefede ve bilimde, zamanla uzamın (mekân) özel koşullarını, yani gerçekliğin somutluğu ilkesini hesaba katmadan, değişmez kavramlara, değişmez biçimlere dayanan düşünme yordamını (tarz) belirten bir kavramdır. İnakçılığın kaynağı, “tartışılmaz doğrular”, “yadsınamaz gerçekler” olarak kabul edilmesi istenen dinsel kutsallara inanış zorunluğunda aranmalıdır. Felsefe tarihinde, klasik kuşkucuları destekleyenler, dünya ve evren ile ilgili tüm olgucu (pozitivist) öğretileri, “inakçılık” olarak sınıflamışlardır. Kant (17241804), Descartes’tan (15961650) Christian von Wolff’a (16791754) değin oluşan toplumsalcı felsefeyi, “inakçılık” olarak tanımlamış ve kendi eleştiricilik (kritizismus, criticisme) felsefesini ortaya koymuştur. A İ ruk sahibinin buyurduğuna uyulmasını, Kuran’da buyurmuştur. İnakçılık yasa karşıtlığıdır Sermayenin ücret değerlendirmesine, çalışma saatini belirlemesine karşı çıkamazsınız. Sol inakçılar da, Marx’tan, Engels’ten, Lenin’den ve Mustafa Kemal’den alıntılar yaparak, toplumsalcı öğretiyi, canlı ve yaratıcı niteliğinden uzaklaştırıp değişmez kurallar yığını olarak yansıtıyorlar. Oysa, bilimsel diyalektik düşünce yöntemi, değişen ve dönüşen yaşamın yasalarını sürekli araştırır. İnakçılık, doğanın ve toplumun nesnel gelişme yasalarını tanımaz. Çünkü, Tanrısal buyruğun değişmezliğine, doğruluğuna, tartışılmazlığına ve sorgulanamazlığına kesinlikle inanır. İnaklara inanan kişi, özgür değildir. Özgürlük, insanın doğadaki ve toplumdaki gelişim yasalarıyla “zorunluk”la olan ilişkisidir. Özgür kişi, bu zorunluğu bilir, kılgılı yaşamda ona egemen olur. Özgürlük, her şeyden önce, özgün bir toplumsal ulamdır, başka alanlara uzanamaz. Özgürlük, nesnel zorunluğu kavrama, bu kavramaya dayanan gelişme yasalarını tanıyarak bilinçle uygulama ve kullanma yeteneğidir. Türbanı savunanlar, kadının saçının görünmesini yasaklayan “vahy”i araştırmamışlar. Özgürlükleri savunduğunu söyleyen anayasa profesörü Dr. Burhan Kuzu, çok açık ki, türbanla ilgili nesnel zorunluğu kavramamış, gelişme yasalarını tanıyarak bilinçle uygulama yeteneği gösterememiştir. Çünkü, türban toplumsal gelişme yasalarının oluşturduğu bir zorunluk değil, tartışılmamış, sorgulanmamış tarikat zorlamasıdır. Tarikatlar, türbanı “vahy”e dayıyorlar. Böyle bir vahy de yoktur. Kaldı ki her “vahy”, tartışmayı engellediği için, bir tutsaklıktır. Vahyi desteklemek, tutsaklığı desteklemektir. Nesnel gerçeğin bilgisi olmayan hiçbir edim, özgürlük olarak tanımlanamaz. [email protected] İnakçılık boyun eğmektir İnakçılık, çağdaş felsefede, doğada değişimi ve dönüşümü yadsıyan karşıdiyalektik görüşlere yer veren, gerçekliğin devrimci dönüştürümüne, Marksçılığın toplumsalcı gelişme kuramına karşı çıkan burjuva toplumbilim görüşüyle beslenir. İnakçılık, emeğin yaratıcılığının yadsınmasına, mezhepçiliğe, bireyciliğe ve kılgılı (pratik) yaşam ile bağların koparılmasına yol açar. Örneğin, türban takan kızımız, aşkı besleyen deli çağın coşkusunu gösteriş de olsa içe teper, türlü ruhsal sarsıntılarla savaşır. Çünkü sergilenmesi, engellenmiş güzelliğin verdiği acıyı yaşar. Güzellik, bir kadının doğal zenginliğidir. Kör bir inançla, kadına sunulmuş doğa armağanının sergilenmesi, kılgılı yaşamda engellenirse, kadının sevgiyle bağı koparılır, dişilik duyarlığı zedelenir. İnakçılık, özellikle işçi sınıfı için bir tehlikedir. Çünkü, egemene ve düzene boyun eğmek, Tanrı’nın buyruğudur. Tanrı, buy Baş Örtmenin Yasallaştırılması mı? Dinsel, simgesel yaklaşıma inanç özgürlüğü kapsamında hukuki hüviyet aramak ve onu laik tutumun bir öğesi gibi göstermek demagojidir, bilim ve düşünden kaçmadır. Prof. Dr. Kemal ÖNEN anlış olarak türban diye isimlendirilen başörtüsünü (fakat aslında baş örtmeyi) savunanlar, bunun dinsel(Kur’ani) bir emir/öğüt ve dolayısıyla gerekli olduğunu ileri sürerler. Bu bakış açısının tartışma yönleri ilahiyatçılarca vurgulanıyor. Ülkemizde günlük mutat yaşamda kadınlar tercihlerini yaparlar ve fakat bir simge gibi kullanmazlar. Dinsel, siyasal/sosyal bir yapının yerleşik ve geçerli olduğu, seküler olmayan bir düzende bunu yasalaştırma anlaşılabilir. Örtünmenin ve de özellikle baş örtmenin şekli, hudutları çeşitli İslam ülke ve toplumlarında farklılıklar gösteriyor. Bu toplumlar laiklik aşamasına geçememiş ve dolayısıyla aydınlanma, rasyonel düşün bilincine yönelememişlerdir. Y sakları (haramları) mübah kılar” şeklinde yaklaşım ve savların bulunduğu bilinir. Çağdaş düşün ve din dünyasında dogmatik yaklaşımlar, bağnazlığı çağrıştırabilir. Açık, demokratik ve seküler toplumlarda ise bağnazlığa yer yoktur. Hele hele dinsel, simgesel yaklaşıma inanç özgürlüğü kapsamında hukuki hüviyet aramak ve onu laik tutumun bir öğesi gibi göstermek demagojidir, bilim ve düşünden kaçmadır. İnanç ve toplum İnançlar dinsel olabileceği gibi bir başka ideale bağlılık, bir ahlaki tercih, bir din dışı konuya yönelme şeklinde de olabilir. Dolayısıyla içerikleri objektif hukuk kural ve kaidelerinin oluşturulmasında tutarlı dayanaklar olmayabilirler. Siyasetçiler ve siyasetteki hukukçuları bir yana bırakıyorum fakat akademik yaşamdakilerin, bir kısım düşünürün, bazı sosyete ve iş dünyası ünlülerinin ve de ilgisiz kalan kesimin sergiledikleri tutum ve ülke gerçeklerini göz ardı ederek verdikleri sözde bilimsel(!) düşünsel fetvalar ve demokrasi havarisi şeklindeki yaklaşımlarını biraz hayret ve ibretle izliyoruz. Günün birinde bu kesimlerin de gerçeği göreceklerini umuyorum. Laiklik kavramı; hem içeriği, hem ilkeleri ve hem de hukuksal bakımdan farklı şekillerde uygulanamaz niteliktedir. Yalnızca yükseköğretimi kapsar görülen ve fakat laik düşünle uyuşmayan dinsel simgeye yer vererek onu zedeleyen girişimler ile bunu diğer kamusal alanlara yayma arasında sadece bir aşama ve zamanlama farkı vardır. Açılan yarık veya delik genişleyip büyüme ve yayılma istidadındadır. Nitekim yayılmaya yönelik olarak daha şimdiden yapılan çeşitli beyanlar, grup gösterileri, bildirileri, bir kısım medyanın yönlendirme gayretleri geleceğin habercileri değil mi? “Bu kadarla sınırlandırıyoruz, başka alanlara yaymak bahis konusu değildir!” demek aslında üstü kapalı olarak, yapılanın bir yanlış yönü bulunduğunu itiraftır. Esasen Öğretim Birliği Yasası’nın bozulmasıyla ve medrese/okul düalizmine benzer eğitim uygulamasıyla bu süreç daha önce masumane başlatılmıştı. Son girişim ise bunun bir başka şekilde uzantısı sayılabilir. Özellikle, dinseli sürekli olarak gündemde tutan bir iktidar döneminde. Başörtüsünü veya baş örtmeyi anayasallaştırma(!), yasallaştırma, ne çağdaşlık, ne rasyonel düşün, ne ahlaki, ne toplumsal gelişme vb. bakımlarından getirisi olan fakat çeşitli problemlere ve toplumsal huzursuzluğa gebe, duygu sömürüsüne dayalı girişimden öte bir şey değildir. Hatta ahlakı sadece “cinsel ahlak”tan ibaret sayan çevreler için bile. Düşün ve toplum Çağdaşlaşmanın gerek teknolojik ve gerekse diğer uygulamaya ilişkin birçok getirilerini, ürünlerini alırlarken çağdaş düşünü topluma sindirememişlerdir. Bunun tek istisnası laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti ve toplumudur. Cumhuriyetimiz bile bu bakımdan hedefine tam varmış sayılamaz ama bu yolda çok ciddi mesafeler aldığı ve de aşamalara ulaştığı açıktır. Çağdaş dünya siyasal/sosyal/bilimsel yapıları ve davranışlarıyla, sistemler olarak rasyonel düşüne dayalı evrim ve değişim süreçlerini yaşamaktadır. Bu evrimsel süreçten dinler de birer sistem olarak, değişik yoğunlukta da olsa etkilenmektedirler. İrrasyonel/mistik taraflarına rağmen olabildiğince rasyonellikle bağdaştırılmak için çaba harcıyorlar. İslam dini, belki de buna daha müsait bir dindir (İslam Düşüncesine Giriş, Hilmi Ziya Ülken, 1954). Dinlerdeki bu değişimin yürütücüleri; bilimlerdeki büyük ve köklü gelişmeler, değişimler ve de buna bağlı olarak oluşan “evrene ilişkin anlayışın” büyük ölçüde “dinsel evren anlayışının” yerini alması olup bu ise çağdaşlaşmanın ve bilimlerdeki gelişmenin kaçınılmaz sonucudur. Türban konusunda temel yaklaşım, nerdeyse 1400 yıl önceki dönemin koşulları ve zorunlulukları içinde oluşan ve oluşturulan belirlemelerin (dinsel öğüt veya emirlerin) günümüzde de geçerliliğini aynen koruması şeklindeki kalıplaşmış bakış açılarında ısrar ile yasallaştırma gayreti ve bunu “dinin kapalı devresi içindeki tutarlılık anlayışına” dayandırmak olup bu dirençte ısrar sosyal değişim ve çağdaş düşüne uymadığı gibi esasen yüzyıllar boyunca içtihatlar veya toplumsal endogen gelişme ve değişimlerle terk edilmiş veya değiştirilmiş onca dinsel veya geleneksel uygulamaların varlığı ile de bağdaşmamaktadır. İslam fıkhında; “Zamanın değişmesi ile hükümlerin de değişebileceğini, keza zorunluluklar ya CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle