05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 ŞUBAT 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Dansın ve müziğin gücü... Zeynep Tanbay ile Fazıl Say’ın muhteşem buluşması yaratıcılığı, yeteneği, çağdaşlığı, niteliği, duyarlığı ve “insan olmayı” harmanlıyor ençtiler. Güzeldiler. Aydınlıktılar. Gözleri ışıl ışıldı, bedenleri sıcak ve saydam… Akarsuların devinimini, rüzgârın ritmini taşıyorlardı bedenlerinde. Dudaklarında dostluğun, sevginin coşkusunu… Arkadaştılar. Dosttular. Kardeştiler. Sevgiliydiler… Bir bakışla güneşi doğduruyor, bir dokunuşla sevinci, neşeyi çoğaltıyorlardı. Aralarında müthiş bir dayanışma vardı. Sevgi vardı, uyum vardı. Anlayış vardı, şefkat vardı… Çocuktular, oyun oynuyorlardı. İnsandılar, birbirlerini dinliyorlardı. Gönül gözüyle bakıp birbirlerini kucaklıyorlardı… Vivaldi, tüm bu müzikleri, çalgılar için, ses için bestelediği bu parçaları sanki onlar için bestelemişti. Onlar bu müzikle dans edebilsinler diye bestelemişti. Onları izliyordum. Onları izlerken yeryüzünün harikalığıyla, insanın muhteşemliğiyle kanatlanıyordum. Dünya güzeldi. İnsanlar iyiydi. Haksızlık yoktu. Şiddet yoktu. Çok renkli, çok sesli bu dünyada sevgi, uyum, dayanışma vardı. En çok, en çok umut vardı. Sonra… Sonra… Sonra savaşı gördüm. Öldürmeleri, katliamları, bombaları ve mayınları gördüm. Her patlamada düşen çocukları… İşte bir çocuk daha öldü. Bir çocuk daha, bir çocuk daha… Irak’ı gördüm. Bosna’yı gördüm. Lübnan’ı, Afganistan’ı, Gazze’yi gördüm. Kenya’yı gördüm. Yurdumu gördüm. Yurtlarından, evlerinden sürülenleri gördüm. Terk edişleri, yok edilişleri gördüm. En çok şiddetin doğurduğu şiddeti gördüm. Her savaşın en mağduru kadınların debelenişini gördüm. Kadınlara tacizi, kadınlara tecavüzü gördüm. Kadınların bağışlayıcılığını gördüm… En çok işkenceyi gördüm. Guantanamo’daki ya da dünyanın her yerin KEDİ GÖZÜ VECDİ SAYAR Devlet, Hayırseverler ve Sanat Gündemin gözde başlıklarından söz açmak istemiyorum bugün. Ne, “Ergenekon”dan ne de “Türban”dan... Bir parça nefes almak sağlığa iyi gelir deyip sanat gündemimizde olup bitenlere değinmek niyetim. Tabii, siyasetten bütün bütüne uzak kalmak ne mümkün? Hele, sanatsiyaset ilişkisi bu hafta da sanat gündeminin baş sıralarındaki yerini korurken... Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü, Bilgi Üniversitesi ve Pera Müzesi işbirliği ile düzenlenen “Hayırseverler ve Mesenler; Çağdaş Bir Kent ve Kültür Politikası” başlıklı uluslararası sempozyum, sanat dünyamız için hayati bir sorunu yeniden tartışmaya açtı. Sempozyumun ilk gününde kültür dünyasının aktörleri söz aldı; ikinci gün ise kültür politikasına ilişkin genel sorunlar tartışıldı. “Kentlerin yenilenmesinde en önemli araç kültürdür” saptamasını yapan küratör Nora Şeni’yi çabalarından ötürü kutladıktan sonra, sempozyumun gündeme getirdiği güncel birkaç başlığa değinmek istiyorum. Paris Siyasal Bilimler Enstitüsü Profesörü Frederic Martel’in, kültür politikaları bağlamında Amerikan ve Avrupa modellerini karşılaştıran konuşması ufuk açıcıydı. Amerika’da vergi muafiyetleri sağlanan vakıflar eliyle desteklenen sanat alanı, Avrupa’da kamu kurumlarınca (merkezi, bölgesel ve yerel idareler tarafından) destekleniyor. Kültürsanat, kamunun sorumluluğu içinde görülüyor. Ülkemizde ise karma bir sistemden, giderek özel sektörün ağırlıkta olduğu bir sisteme geçiş yapmakta olduğumuz anlaşılıyor. AKP hükümetlerinin ‘en’ sosyal demokrat Bakanı Ertuğrul Günay, kamu kültür kurumlarında bir yeniden yapılanma ihtiyacından söz ediyor ve her fırsatta kültürsanat alanına yatırım yapan özel sektöre teşekkür ediyor. Bu köşeyi izleyen okurlarımız iyi bilir, köktenci yaklaşımlardan yana değilim. İktidar partisinden gelen her önerinin yanlış olduğu varsayımı ile yola çıkmam hiçbir zaman. Günay, son günlerdeki bir demecinde, “Devlet korolarının ve dans topluluklarının sivil toplum örgütleri ile yerel yönetimlere aktarılabileceğini düşünüyorum” demiş. Devletin sanat kurumlarında pek çok eksikliğin var olduğunu yazıp çiziyoruz. Getirilen bu öneriye hemen karşı çıkmadan, artılarını eksilerini tartışmakta yarar var. Yeterli bir dinamizm içinde oldukları pek söylenemeyecek bu kuruluşlar için bir çözüm arayışının gerekli olduğunu düşünüyorum. Ama, Devlet Tiyatroları gibi bir kurumun, kültürsanat alanında bütüncül bir yeniden yapılanmaya gidilmeden, yerel yönetimlere devrinin bu kurumu yok etmek olacağı kanısındayım. Bütüncül bir reformdan ne kastediyorum? Merkezde (bazı dostları kızdıracak ama sanat dünyasının merkezinde, yani İstanbul’da) ‘sahiden’ özerk bir “Türkiye Sanat Kurumu” oluşturulmadan, DT’yi parçalayıp yerel yönetimlere bağlamanın felaket olacağı kanısındayım. Ama, eğer böyle bir kurum kurulur, yerel kamu tiyatrolarının yöneticileri bu kurumca atanırsa farklı bir dinamizm gelebilir Devlet Tiyatroları’na. Devlet koroları ve dans toplulukları için de aynı formül geçerli olabilir pekâlâ. Neden mi? Sanatçıları, kültürsanat birikimi tartışmalı yerel yöneticilerin gazabından, politik tasarruflarından korumak için… Sayın Günay’a bir küçük hatırlatma yapmayı da gerekli görüyorum. Bakanımız, sermaye kuruluşlarının hizmetlerinden söz ediyor sürekli olarak. Pera Müzesi’ndeki sempozyumu izleseydi, bizimkilerin anlayışının dünyadaki hatta Amerika’daki anlayıştan ne kadar uzak kaldığını görebilirdi. Bizim sermayemiz, “1’e 10 bekler”miş sanata yaptığı yatırımdan… Batı’nın mesen anlayışı ile pek örtüştüğünü sanmıyorum! Bu konuya devam edeceğiz. [email protected] G dan, sevgiden, Stravinski’deki düşmanlığa, kine, öfkeye dönüşebilmesiydi. Mucize, topu topuna iki yıl önce kurulmuş bu topluluğun, bu 14 genç insanın “mükemmele” ulaşan ritminde, hızındaydı. Eşsiz duyarlığındaydı. Bugüne dek sahnelerimizde hiç mi hiç görmeye alışık olmadığım disiplinindeydi. İlk bölümde Vivaldi ile barış içindeki insan halleri sonsuz bir yumuşaklık, duyarlık, sevinç “gençlik”, “dinamizm” içinde ilerlerken ansızın içime işleyen müthiş etkileyici bir an: İnsan sesinin araya girdiği “Sit nomen domini” vokal müzikle (Zeynep Tanbay’ın kendi dans ettiği bölümle) “ötekini”, “farklı olanı” da kucakladığımız bir geçiş… Belki de ikinci bölüme bir işaret… Derken ikinci bölümde, şeytan mı melek mi olduğuna bir türlü karar veremediğim Fazıl Say’ın “Bahar Ayini” yorumu… Sahnede onun varlığı ve çalış biçimi de performansın bir parçasına dönüşüyordu. Bu bölüm ilerledikçe, gerilim arttı, tehdit arttı, ritim hızlandı, baskı ve şiddet, çılgınlık boyutlarına çıktı ve o gençler bütün bunları bedenlerinin, soluklarının bir parçası kıldı. Ne çok, ne çok çalışmış olmalılar! Hepsini kucaklamak geçiyordu içimden. Her geçen an, soluğumu tutmuş, gözümün gördüğünü, kulaklarımın duyduğunu, yüreğim çağrışımlarla donatıyor, beynim anlamları çoğaltıyordu. İzlediklerim, insan olduğumu bana yeniden yeniden anımsatıyordu! Akbank Sanat’a teşekkür eder, bu projeye emeği geçen herkesi kutlarken içimden geçen tek düşünce şuydu: Böyle yaratıcı sanatçıları olan bir ülkeden, kolay kolay vazgeçilmez! Öyleyse çalışmaya devam! Umutsuzluğa geçit yok! [email protected] İNSAN OLMAYI ANIMSAMAK deki… Korkuyu, baskıyı gördüm. İnsanın insana uyguladığı vahşeti, zulmü gördüm. İnsanoğlunun çılgınlığını gördüm. Stravinsky’nin “Bahar Ayini”nde tek kurban olabilirdi baharın gelebilmesi için… Ancak bu “şeytansı” yorumda kurban bendim, sizdiniz, hepimizdik! Ah, daha sayfalar boyu paylaşabilirim sizlerle, dün akşam sahnede gör GERÇEKLEŞEN MUCİZE düklerimi, sahnedekilerle birlikte yaşadıklarımı. Ancak artık toparlamam gerek: Zeynep Tanbay Dans Projesi’nin CRR salonundaki “Vivaldi Stravinsky” adlı gösterisi bir mucizeydi. Zeynep Tanbay’ın, bir anı bile boş ya da sıradan olmayan koreografisiyle mucizeydi. Bu koreografi düşünce ürünüydü. Düşüncenin devinime dönüşmesi, kişiliğe bürünmesi, ilişkilerle köprüler, ağlar kurması, çoğalması, yayılması, zenginleşmesiyle sürüyordu. Mucize, Fazıl Say’ın Stravinsky’nin “Bahar Ayini”ni kendisi için üretilen “bilgisayar endeksli” konser piyanosuyla tek başına dört elle yorumlarken koreografiyle, dansla, dansçılarla böylesine bütünleşmesindeydi. Mucize, aynı devinimlerin bunca farklı anlamlar taşıyabilmesindeydi. Vivaldi’deki bir uzanışın dayanışma TEŞEKKÜR ANNEM GÜLEY CANPOLAT’ın Malatya Turgut Özal Tıp Merkezi’ndeki tedavisi sırasında emeği geçen İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı ve Genel Cerrahi Anabilim Dalı öğretim üyesi ve ekibine, İnönü Üniversitesi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Başkanı ve ekibine, Anesteziyoloji ve Reanimasyon Anabilim Dalı Yoğun Bakım Bilim Dalından, yoğun bakım hemşireleri ve diğer çalışanlarına, Radyodiynostik Anabilim Dalından ve ekibine ve emeği geçen bütün çalışanlarına ANNEMİN CENAZESİNE KATILAN, TAZİYELERİNİ BİLDİREN Özellikle Prof. Dr. İzzetin Doğan’a Turizm ve Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a Eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay’a, Sayın Erdal Kalkan’a, Sayın Reha Çamuroğlu’na, Sayın Ankara Milletvekili Yılmaz Ateş’e, Sayın İbrahim Cevahir, Mersin ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlarına, Kahramanmaraş Milletvekili Durdu Özpolat’a, Malatya Milletvekili Mevlüt Aslanoğlu’na, Adalet Bakanı eski müsteşarı Yusuf Kenan Sönmez’e, Caferi Cemaati lideri Selahattin Özgündüz’e, Emek Partisi Genel Başkanı Levent Tüzel’e, DİSK ve KESK Eğitim Sendikası yöneticilerine, Kars Ardahan Dernekler Platformu’na, Atatürkçü Düşünce Derneklerine, Sayın Ali Kılıç’a, İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı Hasan Adak’a, İstanbul Cumhuriyet Savcısı Ali Özgündüz ve diğer hâkim savcı dostlarıma, Doğanşehir Müftüsüne, Doğanşehir İmamına, Doğanşehir Belediye Başkanı Hanifi Bayram’a, Doğanşehir AKP ilçe yönetim kurulu üyesi Ali Zelyurt’a, Malatya Cem Vakfı yöneticisi Eşref Doğan ve Mazlum Doğan’a, Malatya CHP İl Başkanına, Adıyaman Cem Vakfı Başkanına, Kahramanmaraş Pazarcık Hacı Bektaş Dernek Başkanı ve yöneticilerine, başta Mehmet Başpınar, İbrahim Fesli, Pazarcık ve Elbistan’ın bütün köylerinden taziyeye gelen tüm dostlarıma Adıyaman ve Gölbaşı ayrıca Alğaslar’a, Malatya ve bütün Balyan Köyleri’nden başta Muhtar olmak üzere bütün katılan dostlara, Doğanşehir Kevan ve Bulan, ayrıca Doğanşehir Hacı Bektaş Dernek Başkanı Mahmut Nedim Yılmaz’a, AKEL Vakfı eski ve yeni başkanlarına, Sayın Bektaş Özbek ve diğer yöneticilerine, Tokat Dernek Başkanlarına, Sinop Dernek Başkanı ve yöneticilerine, Rumeli Derneklerine, Cem Medya Grubuna, Gerçek TV sahibi Ali Tarakçı’ya, Su TV sahibi ve Genel Müdürüne, Alevi Din Hizmetleri Başkanı Ali Rıza Uğurlu ve tüm dedelere, Metiner Orhan, Muharrem Naci Orhan’a İstanbul’dan arayan Belediye Başkanları, Milletvekilleri, İstanbul Müftü Yardımcısı Yusuf Kavak’a Sayın Özcan Çağlar’a, İlyas Salman, Aynur Haşhaş, Ferhat Tunç, Emre Saltık, Zeynel Aba, Yavuz Top, Musa Eroğlu, Aykut Oray, Berhan Şimşek, Mustafa Kul, Sevilay Yükselir, Yalçın Bayer, İdris Akyüz, İlhami Binici’ye, Yurtiçi ve Yurtdışı Alevi dernek vakıf ve federasyon başkan ve üyelerine yöneticilerine, Türk Alman Dostluk Derneği yöneticilerine, İnsan Hakları Derneği eski başkanı Kiraz Biçici’ye, ayrıca taziyelerini mesaj ve faks yoluyla gönderen ve bizzat katılan ismini sayamadığımız tüm dostlarımıza teşekkürlerimizi sunarız. CANPOLAT AİLESİ CEMAL CANPOLAT, MEHMET CANPOLAT, GÜL ÖZEN, FATMA CANPOLAT, ÇİÇEK CANPOLAT, İNCİ CANPOLAT, GÜL CANPOLAT CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle