02 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 14 ARALIK 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Nice’ten Sevgiler [email protected] Fransa’nın Akdeniz kıyıları yaz kış eğlence, kumar, sefahat merkezi olarak algılanmaktan çok sıkılmış an- laşılan. Şimdi varsa yoksa kültürle anılmak istiyor. Kül- tür simgeleriyle ve kültür imgeleriyle ön plana çıkmaya çalışan kentlerin başında Nice geliyor. Son Nobel Ede- biyat Ödülü sahibi Le Clezio’nun Nice doğumlu ol- ması, tüm vitrinlerden onun gülümsemesi, Matisse Müzesi, Chagall Vakfı ve kültür merkezleri sadece bir- kaç örnek... Üç gündür Avrupa Tiyatro Forumu Nice’te topla- nıyor. Dışarısı günlük güneşlik, ilkbahardan ödünç alın- mış günler... Ama biz, dünyanın her yanından gelmiş tiyatro insanları sabahtan akşama kapalı salonlarda “Tiyatro ve iktidarlar”, “Tiyatro ve güç”, “Tiyatronun gücü” temalarını tartışıp, Avrupa dışından gelmiş oyun- ları izliyoruz. Toplantıya İspanyol yazar Jorge Semprun baş- kanlık ediyor. Faşizme karşı mücadelesiyle, birbirin- den değerli romanları ve yazılarıyla, Franco diktatör- lüğüne karşı direnişiyle tanınan ve İspanya’nın de- mokrasiye geçişinden sonra devletinin büyük elçisi ve kültür bakanı olarak da hizmet veren Jorge Sem- prum yıllara meydan okuyan bir kişiliğe sahip. Tür- kiye’den geldiğimi öğrenince, soruları Türkiye’nin bu- gününe yoğunlaşıyor. Sonra eskilere dönüyoruz. “Büyük şairimiz Nâzım Hikmet’i tanımak, ve onunla dostluk etmek şansına sahip oldum” diyor. Nâzım Hik- met’in ve şiirinin gücünü anlatıyor bana. Anlatırken gözleri parlıyor... Ülkemde kitaplarını çok sevdiğimi- zi söylememle, ilk çevirmeni Nedim Gürsel’i soruyor. Bir ara sohbet sırasında bugün neden ülkesi İspan- ya’da değil de Fransa’da Paris’te yaşadığını sordu- ğumda şu ilginç yanıtı veriyor: “Benim ülkem İspanya’da, komşuluk ilişkileri çok güçlü. Tıpkı sizdeki gibi... Barcelona ya da Madrid’de beni yalnız bırakmazlar. Sevgiyle, ilgiyle bunaltırlar in- sanı! Fransızların bu soğuk uzaklığı çalışmam için da- ha elverişli bir ortam sunuyor. Burada daha rahat ça- lışabiliyor, daha üretken olabiliyorum.” Toplantının açılışını günümüz yazarlarından ünlü dü- şünür Bernard Henri Levy yaptı. Önümüzdeki gün- lerde onun günümüz tiyatrosuna ilişkin ilginç sen- tezlerini sizlerle paylaşacağım. Açılıştan sonraki gün- ler, onu ortalarda pek göremedik. Bu tür toplantılarda çok konuşup çok az şey söy- lemek gibi bir durum da olmuyor değil.. Tiyatroda güç kimde? Gücü nasıl tanımlıyoruz? Pa- rayla mı? İktidarla mı? Baskıyla mı? Yoksa demok- rasi ve özgürlüklerle mi? Bütün bu tanımlar, İkinci Dün- ya Savaşı’ndan bu yana nasıl değişti? Ya “demir- perde”nin çöküşünden sonra? Hele hele vahşi kapi- talizmin kuralları iflas ettikten sonra nasıl değişti? Ger- çekten değişti mi? Tiyatro ile politikanın buluştuğu ve ayrıldığı yerler nelerdi? Birbirlerini nasıl etkiliyorlardı? Hele hele politikacılarla tiyatrocuların kesiştikleri ve çalıştıkları alanlar nelerdi? İkisi arasında seyircinin ye- ri nasıl belirleniyordu? Yoksa beklenen Godot seyir- ci miydi? Sorular başka sorulara gebeydi... Ama ben bir kez daha tiyatro neye yarar sorusuna yanıt bulabiliyordum: Tiyatro başka hiçbir şeye yaramasa bile, bilinçli bi- reyler, bilinçli toplumlar yetiştirmeye yarıyordu! Hepinize Nice’ten sevgiler. [email protected] Faks 0 212 257 16 50 Shaw: Dõşarõdaki duvarlarõ yõkmak kolay, önemli olan içerideki duvarlarõ yõkabilmektir SonAdaveIssõzAdam Berlin Duvarõ, tarihi kenti ‘Do- ğu ve Batı’ olarak ikiye bölmü- yordu! Duvarla çevrili ‘Batı Al- manya’ Doğu’nun içinde bir ada gibi kalmaktaydõ. Batõ Berlin’in bir kordon gibi uzanan otoyol ve havaalanõndan başka dõş dün- yayla bağlantõsõ yoktu… Uçak daha Yeşilköy’deyken okumaya başladõm ‘Son Ada’yõ… İstanbul’u bulutlarõn ardõnda bõraktõğõmõzda, avuçlarõ- mõn içindeki Zülfü Livaneli’nin yeni kitabõnõn sayfalarõ arasõnda bir martõ heyecanõyla uçuyor, ye- ni kõyõlar keşfediyordum. Kitaba konu olan ada, üstünde uçtuğum dünyanõn herhangi bir yerinde olabilirdi!Kõrkevdeinsanlarõnhu- zur içinde yaşadõğõ bir adaya, bir gün, o ülkenin darbeci başkanõ yerleşirse neler değişir? Livane- li bu sorunun yanõtõnõ veriyor, ‘Son Ada’nõn ağaçlarõ, martõlarõ, yõlanlarõ ve leyleklerinin diliyle… Akşit Göktürk’ün ‘Edebi- yatta Ada’ adlõ kitabõ araştõrma, inceleme alanõnda harika bir eser- dir.Bukitapta,biradadageçenro- manlarõn değerlendirilmesi büyük bir ustalõkla yapõlmaktadõr. Liva- neli’nin son kitabõnõ okurken, Göktürk’ün kitabõ da belleğimde çevirdi durdu sayfalarõnõ. Son Ada, yakõn tarihimizin bir he- saplaşmasõ; bir darbeci başkanõn insanlarõ ve doğayõ nasõl kirletti- ğinin anlatõmõ. O hayali ülkede, üstüne başkanõn gölgesinin düş- mediği tek yer, insanlarõn Barõş içinde yaşadõğõ küçük bir ada kalmõştõ… Bu özelliğiyle Liva- neli’nin son kitabõ bir ‘Robinso- nat’ özelliği taşõyor. Thomas More, Ütopya adlõ kitabõnda, Avrupa’nõn kokuşmuş yönetim anlayõşõna Kõzõlderililer’in ya- şam tarzõnõ karşõ tez olarak sunar. Ne yazõk ki, Ütopya, gerçekte var olmayan bir yer olarak algõlan- maktadõr. Daniel Defoe da, Ro- binson Crusoe’da, insan öldür- meye yarayan bir kõlõcõ, kahra- manõna,ekinibiçecekbirorakola- rak kullandõrõr. Livaneli’de ise başkana karşõ martõ yumurtalarõ- nõn direnişini görüyoruz! Yazar, son derece akõcõ bir dille sundu- ğu Son Ada’da Hitchcock’un ünlü gerilim filmi Kuşlar’õ arat- mayacak ustalõkta sahneler kur- muş. Evet, “sahneler” diyorum, çünkü, Livaneli’nin Mutluluk ro- manõnõn sinemaya uyarlanma- sõndan dolayõ olsa gerek, Son Ada’yõ okurken “Bu romandan çok güzel bir film çıkar” de- mekten alõkoyamadõm kendimi. Uçağõmõz Berlin’e inişe geçti- ğinde,kitabõnyarõsõnõokumuştum. Geri kalan kõsmõnõ da, dönüş yol- culuğunda okumaya karar ver- dim…AmaBerlin’eLivaneliiçin gelmiştik!..Konserlerinitelevizyon ekranõnda izlerken “Ben de ora- daolmalıyım”diyehayallerkur- duğum Berlin Filarmoni Orkes- trasõ’ndaLivaneli’nineserleriyo- rumlanacaktõ!.. Ve ben, bu harika konseri dinlemeye davetliydim!.. Konser muhteşem olmasõna muhteşemdi de, benim kulakla- rõmda sürekli olarak Zülfü Liva- neli’nin, o müzik mabedine git- meden önce katõldõğõ söyleşideki sözleri çõnlõyordu: New York’ta, Yaşar Kemal ile 1980’li yõllar- da katõldõğõ bir etkinliği anlattõ Li- vaneli… Yaşar Kemal, Türki- ye’de yazarlarõn, sanatçõlarõn na- sõl baskõ altõnda olduğunu, yargõ- landõğõnõ anlatmõş uzun uzun… Kendisinden sonra söz alan bir Avrupalõ yazar şunlarõ söylemiş: “Sizi tebrik ediyorum. Çünkü, ülkenizde sizi ciddiye alıyorlar. Benim ülkemde bunlar olmu- yor, çünkü söylediklerimizi, yazdıklarımızı ciddiye alan yok!”… Livaneli, bu öyküyü an- lattõktan sonra sözlerini şöyle ta- mamladõ: “Toplumun sanatla il- gilenmediği bir ortamda yaşa- mak da ayrı bir hapishane- dir!..” Livaneli’nin şu sözleri de da- kikalarca alkõşlandõ: “Almanya ve Türkiye tarihte savaş or- taklığında birleşiyorlardı. Böy- lesi etkinlikler sayesinde onun yerini kültür ortaklığı aldı. Bu daha güzel…” Türkiye’ye döndüğümde Ça- ğan Irmak’õn ‘Ada’sõ beni bek- liyordu!.. Ada, Issõz Adam adlõ son filminde Çağan Irmak’õn ka- dõn oyuncusunun adõ… Erkek oyuncu Alper, son derece lezzet- li yemeklerin yapõldõğõ bir lo- kantayõ işleten ama özel ilişkile- rinde ‘fastfood’ tatlar arayan bir aşçõ… Ada ise, Güzel Sanatlar’õn sahne tasarõmõndan mezun, ço- cuklarõn doğum günleri için ha- zõrladõğõkostümleri‘KüçükKah- ramanlar’ adlõ dükkânõnda satan bir genç kõz… Çağan Irmak, bu iki insanõn birlikteliğini harika bir sinemadiliyleanlatõyor.Öncelikle şunu söylemeliyim ki, Beyoğlu Çağan Irmak’a büyük bir teşek- kür borçlu. Yönetmen, bozuk yollarõ, kapkaççõlarõ, yõlbaşõ par- tilerindeki tacizcileri ve 1 Mayõs günü polisin akõl almaz saldõr- ganlõğõyla anõlan Beyoğlu’nu sa- haflarõ, küçük ayrõntõlarõn buluş- tuğu dükkânlarõ ve lezzet me- kânlarõyla taçlandõrmõş. Filmi iz- ledikten sonra sevmediğim, kaç- tõğõm Beyoğlu’na gitme özlemi duydum!.. Issõz Adam’da sadece Alper’in yaptõğõ yemekler değil, semtin sokaklarõ, eski binalarõ, renkleri, yüzleri de iştah açõcõ. Aşk üzerine... Çağan Irmak, 1980 darbesi- ninmirasõolan2000’liyõllarõniliş- kilerini, darbe öncesinin 45’lik- lerindeki aşk şarkõlarõyla sorgu- luyor ve bunu ‘nostalji’ tuzağõna düşmeden ustalõkla yapõyor. Fil- minoyuncularõdaenazyönetmen kadar başarõlõ. Onlarõn perfor- mansõnda Çağan Irmak’õn emeği de öne çõkõyor. Aşk üzerine en beylik sözlerin, bizim eskiden ‘meymenetsiz’ dediğimiz ‘Cool’ bir tavõrla paketlendiği günü- müzde, Çağan Irmak bu konuda söylenmesi gerekenleri sanatõyla haykõrõyor. Bunu da o kadar gü- zel, o kadar zengin ve o kadar akõ- cõ bir sinema diliyle yapõyor ki, al- kõşlarõ fazlasõyla hak ediyor… ‘Issız Adam’õ mutlaka görün ve evinize geri dönerken elinizde, kitapçõdanaldõğõnõz‘SonAda’ol- sun!.. Duvardan söz ederek baş- ladõğõmõz yazõmõzõn son sözü Bernard Shaw’õn olsun: “Dışa- rıdaki duvarları yıkmak ko- lay, önemli olan içerideki du- varları yıkabilmektir.” Shakespeare’in Otello’su, İzmir Devlet Opera ve Balesi’nce operatik dans gösterisi olarak sahneleniyor Operadanslayükseliyor!KEMAL KÜÇÜK Opera, tiyatro ve sinemaya sayõsõz uyar- lamasõ yapõlan Shakespeare’in ünlü traje- disi Otello, İzmir Devlet Opera ve Bale- si’nce bu kez bir operatik dans gösterisi ola- rak sahneleniyor. Işık Noyan’õn özgün metne bağlõ bir lib- rettoyla kurguladõğõ gösteride Otello, gü- nümüzün yaşamõ içine yerleştirilmiş. Yapõtõ sahneye koyan Uğur Seyrek, sürekli de- vinim ve plastisiteyi öne çõkaran bir ko- reografi ortaya koymuş. Modern dansõn ço- ğu örneğinde gördüğümüz zoraki soyutla- malardan kaçõnmõş. Sõnõrlarõ çok geniş vücut dilinin, kõsõtlõ bir dans dili dağarõna hapsolmasõnõn getirdiği bõktõrõcõ yinelemeler ve konu-hareket bağ- lamõnda anlam sorunlarõ görülmüyor. Bir opera başyapõtõ eşliğinde, çok daha rahat ve doğal anlatõm olanağõ ve sim- geleri bulan dans sanatõ, bu bir- liktelikten çok şey kazanmõş. Büyük opera yapõtlarõnõ gü- nümüze taşõmak adõna yapõlan öz–biçim ilişkisini koparan de- nemeler yerine, bu tür çalõşmalar, operanõn günümüzdeki sahneleme sorunlarõnõ aşarak, müziğin gerçek gücünü yakõndan izleme olanağõ veriyor. Sanatlar bileşimi olarak sunulmasõna karşõn, bestecilerin operada müziği önde tut- malarõnõn getirdiği dramaturgi ve sahneleme sorunlarõyla, operatik şan tekniği- nin neden olduğu teatral anlatõm so- runu ortadan kalkmõş. Gör- kemli Verdi müziğinin or- kestra, koro ve aryalarõyla yarattõğõ dra- matik yapõ içinde, tra- jedinin özü olan insan; kõskançlõk, hõrs, in- tikam, düşmanlõk gibi temel duygularõyla, anlatõm gücünün sonsuz olanak- larõna kavuştu- rulmuş. Ses, melodi, armoni, dram, müzikal karakterizasyo- nun tüm ayrõntõ- larõ dinleyicinin yakõnõnda tõnlõyor! Yapõtta H. Von Karajan yönetiminde ünlü solistlerin seslen- dirdiği kayõt kullanõlmõş. Uğur Seyrek, koreografi ve sahnelemede, dansla eşleşmede estetik ve sağ- lam bir birliktelik kur- muş. Kıvanç Ekin, As- lı Çilek, Banu Çelengil, Zeynep Bengier, Özgür Tuncay, Timur Varlıklı, Tolga Duyulur, Ba- rış Türksever ve Cengiz Kılınç bu açõdan çok başarõlõ. Otello’yu oynayan Kıvanç Ekin, müziğin dramatik patlama- larõyla son derece iyi bir bedensel senkron tutturuyor. Desdemona rolünde Aslõ Çilek, soprano Mirella Freni’nin seslendirdiği, de- rin ve güçlü duygularla yüklü aryalardan “Mia Madre aveva una povea Ancella”yõ devinen bir bedende sanki yeniden konuş- turuyor. Doğal ve güçlü 16. yüzyõlda yazõlmõş yapõtõn, günümüz yaşamõnõn önemli parçasõ akan bir duş ve banyo küveti çevresinde gelişen dramatik finalindeki oyunculuk ve koreografi, teat- ral etki açõsõndan modern dansta Türkiye’de alõşõk olmadõğõmõz kadar doğal ve güçlü. Adnan Öngün’ün minimal dekor anlayõşõ ve Oktay Kanca’nõn õşõk çalõşmasõ, ya- paylõktan uzak, işlevsel bir sahne oluştur- muş. Elhamra’nõn 10 metre derinliğindeki sahnesinde mucizeler yaratan buluş ve çö- zümler etkileyici. İzmir’de dünya ilkgösterimi yapõlan bu “Otello”, opera ve balemiz için bir kilo- metre taşõ sayõlmalõ. Kültür Servisi - Paris-Match dergisinin 11 Aralõk 2008 tarihli sayõsõnda ünlü fotoğrafçõ Gerard Rancinan, Temmuz 1830 ayaklanma- sõnõn anlatõldõğõ, Delacroix’ya ait ünlü ‘Halka Yol Gösteren Özgürlük’ eserini, tablodaki özgürlüğü simgeleyen kadõnõn çeşitli ülkelerde sansürlenmesi sebebiyle protesto amaçlõ yorumladõ. Fotoğraf- ta göğüsleri görünen kadõnõn yüzü peçelendi, gö- ğüsleri de büyük ölçüde örtüldü. Türk gazetele- rine geçen gün yansõyan bu haberi 2006 yõlõnda sanatçõ Bedri Baykam, 5 yõl süreyle ilköğretim kitaplarõnda yer alan fakat AKP yönetimiyle için- de göğüsleri görünen çõplak bir kadõnõn görünmesi nedeniyle kitaptan çõkarõlan bu ünlü yapõta konan sansürü, düzenlediği bir “happening” ile protesto etmişti. İstanbul Contemporary Sanat Fuarõ’nõn 2006 açõlõşõnda organize edilen 90 dakikalõk bu performansa 10 tiyatro oyuncusu, Delacroix’nõn tarihi yapõtõnõ fuardaki sergi alanõnda canlandõ- rarak destek vermiş; bayrak simgesini taşõyan kõz figürü canlõ bir çõplak modelle sunulmuştu. Ey- lem, fuarõ gezen sanatseverler tarafõndan yoğun ilgi görmüş, Türkiye çapõnda tüm televizyon ka- nallarõ ve gazetelerde yayõmlanmõştõ. Baykam, Rancinan’õn gazetelere yansõyan bu yeni düzen- lemesi hakkõnda ise şunlarõ söyledi: “Fransız meslektaşımın içinden geçtiğimiz karanlık dönem hakkında, benim perfor- mansımın üzerinden yalnız iki yıl geçtikten sonra malum baskılara karşı yaptığı çıkışı, sa- natçıların evrensel alanda özgürlük adına yap- tıkları düşünsel ve sanatsal dayanışmanın bir parçası olarak görüyorum. Yapıt yorum pa- ralellikleri ve yakın eşzamanlılığı, çağın nab- zını benzer şekillerde hissettiğimizi gösteriyor. İlginç olan, bu nedeni belli tepkiye karşı Rancinan’ın kadına ‘Bari toptan kapatõn’ di- ye yaklaşması, benim ise ‘kapattõrmayõz’ ka- rarlılığı ile konuya eğilmem. Sonuç aynı ye- re çıkıyor. Ama bir espriyi yapmadan geçe- meyeceğim: Birileri Rancinan’a gidip ‘Aman dikkat et.. senin çarşaflõ kadõnõnõ ilerici bir CHP’li sanabilirler, sen başka bir simge kullan da, mesajõnõ õskalama.. Türkiye’de durumlar bil- diğin gibi değil!’ diye uyarmalı...” ‘Issız Adam’ BERLİNKENTKÜTÜPHANESİ’NDE ‘Nasrettin Hoca Berlin’de’ Kültür Servisi - Türkiye’nin Frankfurt Kitap Fua- rõ 2008 konuk ülkesi olmasõ Türk yazarlara ve ya- yõnevlerine ilginin artmasõna neden oldu. 2008’in ilk aylarõnda başlayõp Eylül-Ekim 2008’de yoğun- laşan etkinlikler hâlâ sürüyor. Bunlardan biri de Ber- lin Kent Kütüphanesi’nde gerçekleştiriliyor. Berlin Kent Kütüphanesi’nde 1 Kasõm’da başlayan Mor- pa Kültür Yayõnlarõ’nõn kitap sergisi 31 Aralõk’ta so- na erecek. Simgesi bu yõl 800. yaşõ kutlanan Nas- rettin Hoca olan sergi kapsamõnda düzenlenecek etkinlikler de “Nasrettin Hoca Berlin’de” başlõ- ğõ altõnda gerçekleştiriliyor. Sergiyi düzenleyen kü- tüphanenin sorumlusu Katrin Rosemann, etkinlikle ilgili olarak bir Türk yayõnevi ile ilk kez çalõştõklarõnõ, Berlin şehir merkezinin Türk kökenli vatandaşlarõn en yoğun yaşadõğõ bölge olduğu da göz önüne alõn- dõğõnda bu çalõşmanõn çok yerinde olduğunu söy- ledi. Rosemann Luisenbad’daki kütüphanede 1500 roman, 1000 eğitim öğretim kitabõ, 1000’den faz- la CD, 1500 film, gazete ve dergiden oluşan Türkçe ki- taplar bölümü bu- lunduğunu da belirtti. Morpa Kül- tür Yayõnlarõ, sergilenecek ki- taplarõ gönder- mesinin yanõ sõra, kendi olanaklarõy- la üç gün sürecek bir de etkinlik dü- zenledi. Yarõn başlayacak olan etkinliklere Türki- ye’den Gülsüm Cengiz ve Almanya’da yaşayan yazar, bilim in- sanõ ve yayõncõ- lar katõlacak. Özgürlüğe yeni açılımlar Laure Favre-Kahn İstanbul’da Kültür Servisi - Kişiliği ve müzisyenliği “Chopin görse âşõk olurdu” sözcükleri ile tanõmlanmaya çalõşõlan, “piyano’nun akşam rüzgârõ” Laure Favre-Kahn, 18 Aralõk Perşembe akşamõ İstanbul resitalleri kapsamõnda gerçekleşecek olan resitali için Japonya turnesinin ardõndan Türkiye’ye geliyor. Saat 20.00’de Mustafa Kemal Kültür Merkezi’nde yapõlacak olan “Bach’tan Şostakoviç’e Prelüdler” başlõklõ konserde sanatçõ, Bach, Debbussy, Scriabine, Prokofiev, Gershwin, Beethoven, Rahmaninov, Messian, Albeniz, Ravel, Şostakoviç ve Chopin’den prelüdleri seslendirecek. ‘Bossert’in İzinde Karatepe’ Kültür Servisi - Osmanlõ Bankasõ Müzesi Sinemasõ’nda “Toplumsal Hafõza” temasõ altõnda, yönetmenliğini Müjgan Taner’in üstlendiği, Bossert’in İzinde Karatepe adlõ belgesel gösterilecek. 18 Aralõk Perşembe günü saat 17.30 ve 19.00’da yapõlacak gösterimlerin ardõndan, Gazeteci ve Sinema Yazarõ Burçak Evren, “Bossert Filminin Ortaya Çõkõş Nedenleri” konulu bir söyleşi yapacak. Filmde her şey, küçük bir ücret karşõlõğõnda bitpazarõndan satõn alõnan albümlerle başlõyor. Bir arkeolojik kazõya ait olan bu sararmõş eski fotoğraflardan yola çõkarak 1945-1951 yõllarõ arasõnda Anadolu’da yapõlmõş bir kazõ ortaya çõkõyor filmin ilerleyen dakikalarõnda. Hemen her karede göze çarpan kolonyal şapkalõ adamõn da Türk Arkeoloji Enstitüsü’nün kurucusu, Alman Hititolog Prof. Dr. Helmuth Theodor Bossert olduğu ortaya çõkar. (0 212 334 22 70) A.R.O.G. rekor kırdı Kültür Servisi - Cem Yõlmaz’õn yazdõğõ, yönettiği ve de başrolünde oynadõğõ filmi A.R.O.G. ilk haftasõnda 2.050.000 izleyici tarafõndan seyredilerek “Tüm Zamanlar İlk Hafta İzleyici Rekoru”na sahip oldu. 5 Aralõk Cuma günü 406 sinemada 685 salonda vizyona giren; ilk 3 günde 816.304 tarafõndan izlenen film, bayram boyunca seyircilerin yoğun ilgisi sonucu ilk haftasõnda 2.000.0000 izleyiciyi geçen ilk film oldu. ‘Kayıp Otobüs’ New York’ta Kültür Servisi - Yönetmenliğini Fevzi Tanpõnar’õn, senaristliğini Raşid Pertev’in yaptõğõ 1964 yõlõnda 11 Kõbrõslõ Türk’ün Larnaka’daki evlerinden servis otobüsüne binerek çalõştõklarõ İngiliz üssü Dikelya’ya giderken kaçõrõlõşlarõnõn hüzünlü ve tarihi hikâyesini anlatan “Kayõp Otobüs” belgeseli New York’taki Türkevi’nde gösterildi. Belgesel, New York’taki gösterimin ardõndan 13. Boston Türk Kültür ve Sanat Festivali kapsamõnda düzenlenen Belgesel ve Kõsa Film Yarõşmasõ’nda “En İyi Belgesel Seyirci Ödülü’nü kazandõ.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle