28 Aralık 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
TOPLANTININ adı hiç önemli değil. Yapıldığı yer, ülke ve kent adı da. Herhangi bir yerde, herhangi bir dönemde, Türkiye-Avrupa ilişkile- rinin konuşulduğu herhangi bir top- lantı olabilir bu. Belki, biraz daha be- lirgin kılmak için “AB-Ankara ilişki- leri”nin konuşulduğu bir toplantı da diyebilirsiniz. Tam olması açısından, yalnız şimdi- ki AB üyelerinin değil, aday olanların, hatta Norveç, Ukrayna, Ermenistan gi- bi üyeliğe başvurmamış ülkelerden de ünlü birtakım kişilerin katıldığı bir toplantı olsun. Türkiye’de ya da dışarıda. Yeter ki, bu ilişkinin, yani AB’ye üyelik başvurusunda bulunmuş bir Tür- kiye’nin konuşulduğu, demek ki 1963 Ankara Antlaşması’ndan beri tam 45 yıl- lık bir konunun tartışıldığı böyle bir top- lantıda mutlaka dikkati çeken ve hiç de- ğişmeyen bir görüntü vardır. Seyredene üzüntü veren, düşünüldüğü zaman insanı çıldırtan bir görüntü. Geçen gün Baltık kıyısındaki bir top- lantıda bir kez daha görüldüğü gi- bi, bu çeşit buluşmalara katılan bütün Türkler, en üst politikacısından en alt gö- revlisine kadar, hep bir ağızdan, ne ka- dar eski bir “Avrupa devleti” olduğu- muzu, Türk’ü yok sayan bir Avrupa ta- rihinin ve kültürünün olamayacağını, Mustafa Kemal’in nasıl çağdaş bir Cumhuriyet kurduğunu, yalnız ekono- mi açısından değil, laik hukuk düzeni ba- kımından da AB üyesi bazı Avrupa ül- kelerine göre ileri sayılmamız gerektiğini anlatmak için çırpınırlar. Yalnız bu mu? Bir başka şey yapar- lar ki, o daha da şaşırtıcıdır: Türkiye tam üye olursa en çok yararlanacak olanın AB olduğu, Batı’dan Doğu’ya uzanan Küçük Asya köprüsünün uygarlıklar di- yaloğu, İslam dünyasına uzanış ve Ba- tılı çıkarların savunulması noktasından AB’ye ne büyük yararlar sağlayacağını vurgulamak için öyle diller dökerler ki, hiçbir nazlı güzele dökülmemiştir. Oysa, bütün AB organlarının ra- porlarında Türkiye için AB sürecinin “ucu açık” olduğu, önemli bazı ko- nularda “kalıcı istisnalar” getirileceği, ancak bir-ikisi görüşülen otuz kü- sur başlıklı müzakere konularının her birini açıp kapamak için bütün üye- lerin “evet” demesi gerekeceği her fırsatta vurgulanagelmiştir. Hem de, AB’nin patronu sayılan Fran- sa ve Almanya tarafından. Adaylığının mürekkebi kurumamış bir Hırvatistan ise, tam üye yapılmak üzeredir. Delirtici olan şudur: Böylesine bir haksızlığın üstüne üstlük limanların Rumlara açılması ve Kıbrıs’tan da çıkıl- ması gibi başka bir yığın ödünün de is- tendiğini gören Türkler alınlarında “ena- yi” yazıldığını düşünerek ara sıra ciddi ciddi aynaya bakarlar ve bir şey göre- meyince akıllı olduklarına yeniden kanaat getirip AB kapılarını çalmaya yine devam ederler. Şizofreni denen bilinç bozukluğu ve kimlik dağınıklığı böyle başlar. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 10 ARALIK 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE ‘Bayram Mahrem...’ Bizim kuşağın belleğine Ahmet Muhip’in il- ginç bir bayram şiiri musallat olmuştur, çekiminin sıcaklığıyla söylenişindeki kolaylığa diyecek yoktur... “Bugün bayram.. Bayram bize mahrem.. Sultanım biçarem.. Doldur içelim..” Neden anımsadım bu şiiri?.. Bir çağrışımla: “Bayram bize mahrem..” Yalnız bize mi?.. Bayramın ikinci günü gazeteleri açtım, her yıl yinelenen trajedi yine kaçınılmaz biçimde sahneye konmuş... Koca kent kan revan içinde... Gökdelen, apartman ve bankaların göğe yük- selen kuleleri, ana caddeleri, koskoca alışveriş merkezleri, metro istasyonları... Derken şehir bayramda yine mezbahaya dön- dü... Gazetelerde ve televizyonlarda koca salhane- nin acıklı güldürüsü sergileniyor... Kaç yıldır izlediğimiz kanlı filmin son gösterimi... Evet, “Bayram bize mahrem...” Bizim çocukluğumuzun ve gençliğimizin bay- ramları böyle değildiler... Müslümanlığın gözlerden uzak, alçak gönüllü adabı ve görenekleri kapsamında, kurban alışverişi ve kesimi gerçek dindarları tedirgin edecek, ço- cukları korkutup ürkütecek kabalıkla görgüsüz- lükten soyutlanmış bir sakin saygı ortamında ger- çekleştirilirdi... Peki, ne oldu?.. Ne olduğu gazetelerdeki başlıklardan yansıyor... “Her yerde kan var..” “Eziyet..” “Vahşet..” Vesaire... Ne var ki hiç yakınmayalım; bu tür Kurban Bay- ramı politikada İslamcılığın ve iktidara tırmanan dinciliğin dışavurumunu sergileyen bir “hayat üs- lubu”nu yansıtıyor... Alt katmanların yoksullaşıp “sadaka”ya fit ol- ması, üst katmanlara tırmanmak yolunda hırsla- nanların kutsal Müslümanlığı kullanmasıyla bi- çimlenen Kurban Bayramı’nda koca kentlerin kan revan içinde kalmasına şaşılmaz... Dincilikle parasalcılık ve sadakacılık kutsal bayramlarımızın da içeriğine ve ruhuna işledi... Şiir tekerlemesini yineleyelim: “Bugün bayram.. Bayram bize mahrem.. Sultanım biçarem.. Doldur içelim..” Ya ikinci bölüm nasıldı?.. “Ben aşkınla şad.. Sen sineler kuşat.. Devir cumhuriyet.. Doldur içelim..” Gerçekten devir cumhuriyet mi?.. Eski deyişle ‘sureta’ öyle... İslamcılık hırsıyla hayatımızı çirkinleştirdiğimi- zi anlamaya başladığımızda dilerim iş işten geç- miş olmasın... Bayramı bayramlaştırmak yerine mezbahalaş- tırmak akıl kârı mı?.. İ nsan ilişkilerinde gittikçe şiddet- ten, kabalõktan, hoyratlõktan yana bir toplum olmaya başladõk. Med- yada da tüyler ürpertici cinayetler, linç girişimleri, tecavüz olaylarõ, vahşet dolu haberler büyük yer tu- tuyor. Zaten geleneklerden kaynak- lanan ve şiddeti, kaba gücü kutsayan değerlerimiz, kolektif bilinç altõnda kendisini daha çok dõşarõya vurma- ya başladõ. Adeta toplumsal bir cin- net geçiriyoruz. Artõk hoşgörü, ne- zaket, incelik, karşõlõklõ saygõ gibi kavramlarõn tükenmişliğini yaşõyo- ruz. İşte bu noktada da Türk toplu- munun asõrlardan beri süregelen bir açmazõ karşõmõza çõkõyor; insanlar öf- kelerini sosyal, ekonomik, kültürel sisteme yönelteceklerine birbirlerine yöneltiyorlar. Toplumsal sistemi sorgulamak, aslõnda sistemden kaynaklanan olum- suzluklarõn bilincine varmak eği- timle ve bilinç düzeyiyle yakõn iliş- ki içindedir. İnsan haklarõna saygõlõ, hukuktan, adaletten yana bir toplum yaratmak; hele bizim gibi geri kalmõş ve üzerinde akõl almaz her türlü dõş oyunlarõn oynandõğõ bir ülkede ol- dukça zordur. Tinsel değerler, mad- di koşullarõn ürettiği değerlerdir ve maddi koşullar insanca yaşayabil- meyi sağlayamadõğõ sürece yõpran- maya, aşõnmaya yargõlõdõr. Bireyle- rin; ülkenin ekonomik açõdan dõşa ba- ğõmlõlõğõnõn ve bunun sonuçlarõndan biri olan gelir dağõlõmõnõn adaletsiz- liğinin yanõ sõra, bir parçasõ olduklarõ kültürel altyapõ da sosyolojik olarak böylesine kaotik bir toplum yapõsõ- nõ karşõmõza çõkarmaktadõr. Sosyo- ekonomik ve kültürel nedenlerin her ikisi de bireyin, sistemi sorgulama- sõna değil; “öteki”ni yok etmeye yö- Türk Toplumunun Açmazõ... Yrd. Doç. Dr. Ayşe ATALAY Marmara Üniversitesi mumtazsoysal@gmail.com AÇI MÜMTAZ SOYSAL Acıklı ve Delirtici... Arkası 17. Sayfada
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle