Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
24 EKİM 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA
HABERLER 9
Türkiye başõ dik, özgür bir ülke olabilmesi için kalkõnmaya odaklanmalõ
Sorun kalkõnmada
T
ürkiye’nin 1 numaralõ so-
runu, “kalkınma”dõr. Bu
konuda çok düşünmüş ve
yazmõş olan Öztin Akgüç, bir
yazõsõnda, konunun özünü bütün
açõklõkla belirtirken şöyle di-
yor: “Türkiye, kalkınmaya
odaklanmalı, kalkınmasını
gerçekleştirmelidir. Türki-
ye’nin bağımsız, başı dik, öz-
gür bir ülke olabilmesi ve ya-
şayabilmesi için kalkınmaya
odaklanması ve kalkınmaya
birinci önceliği vermesi gere-
kir. Kalkınmanın temel öğesi
de insandır.” (Bkz. “Kalkın-
maya Odaklanmak”, Cum-
huriyet, 21.3.2008) Hoca, bu
bağlamda sõk sõk yinelenen bir
Çin atasözünü hatõrlatõyor: “Pla-
nın bir yıllık ise pirinç ek, on
yıllık ise ağaç dik, yüz yıllık ise
insan yetiştir.”
Ama bu sorunun ciddiliğini
fark etmiş miyiz?
Hoca, şöyle diyor: “Biz ne ya-
zık ki, dış güçlerin ayartısına,
bazı iç güçlerin de kendi ege-
men konumlarının bozulma-
ması için yaptıkları baskılar
sonucu, insan yetiştirme so-
rununu çok geri planlara attık;
belki de amaçlar arasından
çıkardık.”
“Dış güçler, iç güçler”: De-
mek ki, kalkõnmanõn bağõmsõz-
lõkla da ilişkisi var.
1838 yõlõnda İngilizlerle im-
zalanan bir Ticaret Anlaşmasõ,
Türkiye’ye bol ödün verirken ül-
keyi Batõ’nõn açõk pazarõ haline
getirecek bir çõğõr açar. Bağõm-
sõz Osmanlõ ekonomisinin sö-
mürgeleşme süreci başlamõştõr:
Türkiye, emperyalizmin boyun-
duruğunda sömürge tipi, “yarı
feodal-yarı kapitalist” bir eko-
nomi olup çõkar. Osmanlõ’nõn
borçlarõnõ güvenceye bağlamak
için de, “Düyunu Umumiye”
kurulur (1881). İmparatorluk,
1. Dünya Savaşõ’nõn sonunda ba-
tarken boynunda bu borçlarõn
zincirleri de vardõr.
1919-1922 yõllarõ, Anado-
lu’da, başta Mustafa Kemal,
emperyalizme karşõ bir “Millî
Kurtuluş Hareketi” başlar ve
zafere ulaşõr. Hareket, sonuç
olarak, emperyalizmin Türki-
ye’deki nüfuzuna darbe vuran
“millici”, “antiemperyalist”
bir atõlõm olmuştur. Devrimci
milliyetçi kadrolar, bir yandan
padişah, saltanat, hilafet gibi, em-
peryalizmin bağlaşõğõ kimi si-
yasal organ ve kurumlarõ ortadan
kaldõrõr ve Cumhuriyeti ilan
ederken; öte yandan, emperya-
lizme karşõ verilecek asõl müca-
delenin “iktisadî bir mücadele”
olacağõnõ da biliyorlardõ. An-
cak, bu mücadelenin yollarõnõn
neler olacağõ konusunda berrak
bir düşünceleri yoktu. Daha doğ-
rusu, o günkü koşullarda, kapi-
talizmden başka bir sistemin
uygulanmasõna olanak olmadõ-
ğõna göre, soru şöyle ortaya ko-
nabilirdi:
Nasõl bir kapitalizm uygula-
nacaktõ?
“Liberal” mi, “devlet mü-
dahaleciliği”ne açõk bir kapita-
lizm mi?
İzmir İktisat Kongresi’nden
(1923), “liberalizm”den yana
bir karar çõkar. Ne var ki, özel gi-
rişim öncülüğünde kalkõnma po-
litikasõnõn başarõ sağlamadõğõ
ve sağlayamayacağõ çok geç-
meden görülür. 1929’da Batõ’da
kapitalizmin büyük bunalõmõ da
patlak verince, “devletçi” bir po-
litikaya gitmek zorunlu olur.
1923-1931 yõllarõ arasõnda giri-
şilen “millî müteşebbis” ya-
ratma çabasõ, sonuçta, yabancõ iş
çevreleriyle uzlaşmaya yatkõn
“işbirlikçi bir sınıfın” geliş-
mesine yol açmõştõ. 1950’ye de-
ğin sürecek olan dönem, artõk
“devletçilik yılları” olacaktõr.
Ne var ki, hatõrlatmalõyõz,
Türkiye’de devletçilik, kapita-
lizmin zõddõ olan bir sistem ola-
rak düşünülmemiş, tersine, ka-
pitalizmi ve kapitalistleri geliş-
tirici bir “yedek güç” olarak ele
alõnmõştõr. Ancak, öyle de olsa,
devletçilik politikasõ, ülke eko-
nomisinin temel yapõsõnõn ku-
rulmasõ, iktisadî bağõmsõzlõğõn
sağlanmasõ yolunda önemli ka-
zançlar sağlamõştõr. Bunlarõn
başõnda, yabancõ ortaklõklarõn
millileştirilmesi ve 5 yõllõk kal-
kõnma planlarõ gelir. Ayrõca,
özel sermayenin kârlõ bulmadõ-
ğõ için kurmaya girişmediği ba-
zõ kuruluşlar, fabrikalar -demir-
yollarõ gibi- yine devlet eliyle ku-
rulmuştur. Bu arada, Osmanlõ-
lardan kalma “dış borçlar”õn da
ödenmesi sürdürülmüştür.
Ancak, söz konusu politika,
bütün yanlõş tutumlarõna kar-
şõn, dõş yardõm ve borçlanmalar
olmaksõzõn bir ülkenin kendi
kaynaklarõyla kalkõnabileceği-
ni, sanayileşebileceğini ispatla-
mõştõr. “Ulusal ekonomi, ulusal
sanayi” hedefine - bir ölçüde de
olsa - yaklaşõlmõştõr. Böylece,
1931-1945 yõllarõ arasõnda uy-
gulanan devletçilik politikasõ,
Türkiye’nin son 150 yõllõk yarõ-
sömürgeleşme tarihinde, em-
peryalizme karşõ yürüttüğü “en
ciddi ve tutarlı başkaldırısı” ol-
muştur.
Ne var ki, İkinci Dünya Savaşõ
ve ertesi, dünya tarihinde oldu-
ğu gibi, Türkiye tarihinde de bir
dönüm olacaktõr.
Türkiye, yeniden “bağımlı
ekonomi”ye döner.
İkinci Dünya Savaşõ ertesinde,
Türkiye’nin iktisadi ve sosyal
tablosu hayli ilginçtir. Siyasal ik-
tidar, Cumhuriyet’in ilk yõlla-
rõndan beri “asker-sivil büro-
krat kadrolar”õn elindedir. Ne
var ki, o yõllardan bu yana -bir öl-
çüde- burjuvalaşmõş olan bu
kadrolar, toplumda çeşitli sõnõf ve
zümrelerin muhalefeti ile karşõ
karşõyadõr:
Böylece, iç ve dõş zorunlu-
luklar, tek partili dönemden çok
partili bir döneme geçişi gerek-
tirmektedir ve “Kemalizm” de
bu geçişe engel değildir.
Demokrat Parti, işte böyle bir
ortamda doğar (7 Ocak 1946).
Ve “ticaret ve maliye burju-
vazisinin sözcüsü” olarak, top-
lumdaki “en geri ve kapitalizm
öncesi kesimlerle”, yani tefeci,
ağa, şeyh ve dinci ideolojiyle
bağlaşõklõklar kurarak, onlarõn
sömürü ağõ içindeki geniş halk
yõğõnlarõnõ çevresinde toplar ve
iktidara gelir (14 Mayõs 1950).
Demokrat Parti’nin iktidar
yõllarõ (1950-1960), işte bu sõnõf
ve zümrelerin çõkarlarõnõn nasõl
korunup geliştirildiğinin örnek-
leriyle doludur.
- Demokrat Parti, “Toprak
ağalığı düzeni”ni korumakla,
Çiftçiyi Topraklandõrma Kanu-
nu’nu rafa kaldõrmakla büyük
toprak mütegallibesinin gönül-
lerini hoş etti. Bununla da ye-
tinmeyerek, Hazine topraklarõnõ
büyük çiftçilere peşkeş çekerek
tarõmdaki sömürü düzenini sür-
dürdü. Bu yüzdendir ki, top-
raklarõn belli ellerde toplanma-
sõ olayõ hõzlandõ. Gittikçe yok-
sullaşan, köylü yõğõnlarõ da se-
lameti “kentlere göç”te buldu.
Günümüzdeki kentlerin gece-
kondu, sosyal mesken gibi dert-
lerinin kaynağõ bu olaydõr.
- Demokrat Parti, ticaret ve
maliye burjuvazisine ve bunla-
rõn da arkasõndaki emperyalizme
olan borcunu da, ticarette devlet
müdahalesini azaltmak, yaban-
cõ sermayeye ayrõcalõklar sağla-
yarak özendirmek, onunla tatlõ
ortaklõklarõn kurulmasõnõ des-
teklemekle yerine getirdi. Bunun
sonucu, Türkiye’nin yeniden
emperyalizme “bağımlı” bir ül-
ke haline gelmesidir. İlerde, bu
bağõmlõlõk gitgide artacak; ülke,
yeni bir “iflas”õn eşiğine gelecek
ve “dış borçlar” kuşaklar boyu
sürecektir.
- Demokrat Parti, Cumhuri-
yet’in en temel ilkesinden, “la-
iklik”ten “ödün” vermeyi baş-
latõr ve sürdürür.
Sõra, demokratik ve anayasal
düzendeki ilke ve kurumlarõ çiğ-
nemeye gelince, iktidardan 27
Mayõs 1960’ta uzaklaştõrõlõr. Bu
devrim, çağdaş bir anayasa ve il-
keler getirir. Ekonomi ve sosyal
yaşam için de, yeni bir planlama
çõğõrõ açar. Ne var ki, bu çõğõrõ he-
men uygulamaya geçirmek ye-
rine, tartõşmalar “Plan mı, pilav
mı?” tartõşmasõna, “Bu anaya-
sa ile ülke yönetilemez” reddi-
yesine dökülür; daha başka tar-
tõşmalar bir boğuşmaya döner ve
12 Eylül 1980 darbesine varõlõr.
Türkiye’nin yeni bir dönemi
başlar.
Cağaloğlu’ndaki Düyunu Umumiye binası bugün İstanbul Erkek Lisesi olarak hizmet vermektedir.
12 Eylül 1980 ile başlayan Türkiye
T
ürkiye’de kapitalizm, 60’lõ yõllar-
la girdiği “içe dönük, dışa bağımlı
bir genişleme”yle 70’lerin so-
nunda tam bir bunalõma varõr: Devlet, ye-
niden örgütlenmeyi istemektedir, ama Ba-
tõ’nõn ve yerli özel sermayenin istekleri
doğrultusunda bir örgütlenmeyi dayat-
maktadõr. 1979’da hükümetin aldõğõ “24
Ocak Kararları” bunu sağlar.
Uygulanmasõ da bir zoru gerektir-
mektedir.
“Siyasal örgütlenmenin en gerekli ol-
duğu bir dönemde, demokratik kitle
örgütlenmesinin en zorunlu olduğu bir
dönemde, Türkiye bundan yoksundur.
Kararlardan daha acı olan da budur.”
(Yalçõn Doğan, Sevr’e Dönüş, Cum-
huriyet, 4- Şubat 1980)
Beklenen darbe 12 Eylül 1980’de ge-
lir. Sol-sağ çatõşmasõ hemen durur. Ve
Türkiye, hõzla bir hapishaneye döner:
Şiddetin hedefi, en başta solculardõr. Baş-
ta taşõnan ideoloji de, “Türk-İslam
Sentezi” adõna, faşizm ve dincilik kar-
masõ bir bulamaçtõr. Onun vurduğu ise,
sadece solcular değil, topyekûn 1923
Devrimi, onun ilkeleri ve kurumlarõdõr:
Olan biten, yeni bir anayasaya, 1982
Anayasasõ’na da yansõr: Devrimci hü-
viyetinden soyunan “Kemalizm”, “Ata-
türkçülük” adõyla anayasaya serpil-
miştir ve resmî söylemde adõm başõn-
dadõr; Cumhurbaşkanlõğõ da, anayasada
tepededir, bütün anayasal sisteme ege-
mendir.
İdeolojide bu başkalaşma, siyasal ya-
şama ve parlamentoya da yansõr: Genel
seçimlerde, ANAP iktidara gelir ve baş-
kanõ Turgut Özal da -az sonra- cum-
hurbaşkanõ olur. Azõlõ bir işçi sõnõfõ ve
sosyalizm düşmanõdõr; 12 Eylül’ün laik
ve demokratik Cumhuriyet düşmanlõğõ-
nõ sahiplenmiştir; soyut bir Osmanlõ
hayranlõğõnda gelip durmuş bir kafa
olarak, 1923 Devrimi’ne “Oldu bir ke-
re!” diye bakmaktadõr; modernizmi, la-
ik boyutunu umursamadan, dinle uzlaş-
ma aranõşõ içindedir; din anlayõşõ da, Müs-
lüman tarikatlar içinde en tutucu ve ge-
rici nitelikteki Nakşibendilik ile iç içe-
dir.
Öte yandan, Demokrat Parti’nin son-
larõndan başlayarak, özellikle de Adalet
Partisi ile sanayileşme Türk ekonomisi-
nin ana hedefi olmuşken, Özal, üretimi
değil bir tüketim ithal toplumuna, para-
dan para kazanmayõ esas almaya doğru
çevirir gelişmeyi; mağazalar ithal mal-
larõyla dolup taşarken, - Deniz Kavuk-
çuoğlu’nun deyimiyle - bir “Vitrin li-
beralizmi” kurar. Bu arada, her türlü si-
yasal, sosyal ve moral kuralõ hiçe sayan
bir anlayõşla, toplum ve devlet ahlakõnõn
canõna okur. Gelişmelere tuz-biber eken
de budur!
Bu saptõrõcõ ortamda, sosyal demo-
kratlarõn da gözleri dolduran örnek bir et-
kileri görülmez; çünkü, aralarõnda bö-
lünmüşlerdir.
Siyasal bölünmüşlük, istikrarsõzlõk ve
banka rezaletleri: 3 Kasõm 2002 se-
çimlerinin eşiğinde durum budur.
Seçimlerden sonra, Adalet ve Kal-
kõnma Partisi (AKP), tek başõna hükümet
kurmak da dahil, büyük bir çoğunlukla
iktidara geçmiştir. Sonucun bir özelliği
de şudur: 1950’den sonra, dinci partiler,
laik partilerin kimliği altõnda, onlarõn kol-
tuğunda parlamentoya taşõnõrken, bu
kez, tek başõna iktidardadõr.
AKP, Refah Partisi’nin yetiştirmesidir.
Parti, açõk açõk söyleyemeyeceğinden,
tõynetini yaptõklarõndan belli eder: Daha
ilk günlerden, imam hatiplilerin, türba-
nõn ve -yasaklõlarõ da dahil - Kuran
kurslarõnõn yanlõsõdõr.
Ve devlet örgütünde “kadrolaşma”ya
girişir.
Çok geçmeden de, TÜBİTAK’õ ele ge-
çirmek için saldõrõya geçer.
Bellidir ki, yeni parti, Cumhuriyet’in
temel ilkelerinin başõnda gelen “laikli-
ği”nin düşmanõdõr ve onu yok etmek için
bir strateji saptar.
Öte yandan, Avrupa Birliği’ne girmeye
talip olur: Bu talipliğin baş nedeni, ken-
di dinsel kimliğini gözlerden kaçõrmak-
tõr. Bir de, ordudan rahatsõzlõğõnõ rahat-
ça dile getirebilecektir.
AKP’nin kalkõnma yolunda tavrõ ne-
dir?
Partide yer alanlar, Turgut Özal’õn eği-
timinden geçmiştir: Türkiye’yi, devlet-
çiliği terk ettirip başta yabancõ sermayeye
açmaktõr. IMF’nin emri altõndadõr ve
onun koştuğu şartlardan biri de budur.
Hemen uygulamaya geçirilir: Ülke, çok
geçmeden, üretmeden tüketme cenneti
olur. İthalat, ihracatõ gerilerde bõrakõr ve
dõş borçlar da alõr başõnõ gider. Geçmiş-
ten kalan bütün devlet fabrikalarõ da “ba-
balar gibi” satõlõr.
Yalnõz onlar değil, bütün kõyõlar, dağ-
lar ve tepeler sermayeye açõlõr.
Tarõm, ithalatõn olduğuna göre terk edi-
lir, o da çöker...
AKP o kadar geri ve gericidir ki, İlhan
Selçuk’un belirttiği gibi, “Türkiye’de,
sermaye -var hızıyla- İslamcılaştırılı-
yor” (Bkz. Cumhuriyet, 15.7.2008).
Ya hedef alõnan insan örneği nedir?
Dindar!
“Muhafazakâr” nitelemesi iktidarõn
yaftasõ olur; ve çok geçmeden, Birleşik
Amerika, Ortadoğu politikasõnda kulla-
nõlmak üzere “Ilımlı İslam” etiketine dö-
nüşür. Birleşik Amerika, bunu yapmaya
cüret eder; çünkü AKP, parti ve iktidar
olarak kendi eseridir, kucağõndadõr.
AKP’nin iktidarõ boyunca, laikliği
çiğneme bir politika olup çõkmõştõr...
YARIN: DEMOKRASİNİN
NERESİNDEYİZ?
12 Eylül’den sonra yapılan
ilk genel seçimlerde,
ANAP iktidara gelir ve
başkanı Turgut Özal
azılı bir işçi sınıfı ve
sosyalizm düşmanıdır;
12 Eylül’ün laik ve
demokratik Cumhuriyet
düşmanlığını
sahiplenmiştir. Turgut
Özal Nakşibendilik
ile iç içedir.
Türkiye’de devletçilik,
kapitalizmin zõddõ olan bir sistem
olarak düşünülmemiş, tersine,
kapitalizmi geliştirici bir “yedek
güç” olarak ele alõnmõştõr.
Devletçilik politikasõ, ekonominin
temel yapõsõnõn kurulmasõ yolunda
önemli kazançlar sağlamõştõr.
Güneydoğu’daki
son olaylar gerçek-
ten Öcalan’ın tartak-
landığı iddiasıyla mı başladı? Şu bir
gerçek ki zaman zaman sağlık so-
runlarından söz etmesi ve saç kazıt-
ma cezası dışında Öcalan 10 yıldır ilk
kez hırpalandığından yakındı. İmralı’da
kötü muamele söylentisi doğruysa
bunun PKK’nin ekmeğine yağ süre-
ceğinden kuşku yoktur! Ancak Öca-
lan’ın yakınmalarının PKK’nin 21-30
Ağustos tarihleri arasında Kandil’de
düzenlediği ve “eylem çağ-
rısı” yaptığı 10. kongresinin
ardından gelmesi de dikkat
çekicidir! Kongrede alınan
kararlar ve örgüt yönetici-
lerinin açıklamaları ise bunun bir rast-
lantı olamayacağını göstermektedir!
Örgüt kongrenin sonuç bildirgesini
9 Eylül’de açıkladı. Açıklamanın giri-
şinde, “PKK, kongresini ‘Partileşe-
lim, Apo’yu ve Kürdistan’ı Özgürleş-
tirelim’ şiarıyla gerçekleştirdi” denildi!
Bitmedi... PKK’liler bildirgede, “Parti
Apo’yu özgür yaşam ortamına kavuş-
turma görevini içinde bulunduğumuz
süreçte başarmayı bir namus tutumu
olarak görmüştür. Bu temelde partimiz,
başta kadınlar ve gençler olmak üze-
re tüm halkımızı mücadelemizi yük-
seltmeye çağırmaktadır” denildi!
Örgüt yöneticilerinden Duran Kal-
kan kongrenin ardından 14 Eylül’de
PKK’nin yayın organlarından ANF’ye,
“Kongremizin en temel kararlılığı İm-
ralı sistemini reddetmesidir. Halkı bu
amaçları gerçekleştirmek için göreve
davet ediyoruz” diye konuştu.
PKK kurucularından Ali Haydar
Kaytan da aynı çağrıyı yaptı. Kaytan,
kongreyi değerlendirirken, “İmralı sis-
temiyle birlikte yaşamak istemiyoruz.
Bu şikâyet değil, İmralı sistemini yerin
dibine gömme kararlılığı ve bunun
zorunlu kıldığı her türlü yöntemle mü-
cadele etme arzusudur. Kongremizin
ertelenemez emri halkın top-
yekûn direnişine öncülük
etmesini sağlamaktır. Kon-
gre bütün eylemlerini bu
hedefe kilitledi. Artık eylem
anıdır” dedi!..
İşte diğer teröristlerin de sürdürdü-
ğü bu çağrıların ardından Öcalan, 26
Eylül’de avukatlarına “İdareyle bir tar-
tışmam oldu”, 3 Ekim’de ise “Burada
sertleşme var” dedi. Ve Güneydoğu ka-
rıştı!.. PKK, kuruluşunun 30. yılında
Öcalan’ın serbest bırakılmasının siya-
sallaşmadan geçtiğine inanıyor. Bu
yüzden siyasette güçlenmek için
DTP’nin yerel seçimleri kazanmasını is-
tiyor. Kitleler bu yüzden harekete ge-
çiriliyor! Ve yapılan her hata ne yazık ki
DTP’ye de PKK’ye de koz veriyor!
“Tehlikeli tırmanış”ın durması ve ülke-
nin huzuru için DTP’nin de AKP’nin de
çok ama dikkatli çok olması gerekiyor.
Fraksiyonlara bölün-
müş Nurculuk, hoşgörü cemaa-
tinin eğitim, medya ve ticaretteki gücü
sayesinde yükselen değer haline geli-
yor. Ancak görünen o ki para… para…
para... söylemi bu değerdeki manevi
endeksi hızla düşürüyor! 1960 öncesi
el altından Said Nursi’nin “Risale”leri-
ni dağıtan Nurculuk, günümüzde artık
Atlantik ötesinden Green Card’la yö-
netiliyor!.. Nurculuğun bir kolu olan Fet-
hullahçılık cemaat ekonomisiyle hol-
dingler yaratıyor, eskiye takılanlar ise 3-
5 bin tirajlı gazetelerinde risalecilik ya-
pıyor! Peki gerçek Nurcunun nasıl ol-
ması gerekiyor? Milli Gazete’nin katı şe-
riatçısı Mehmet Şevket Eygi’nin dün-
kü yazısında şu yanıt yer alıyor:
“Nurculuk bir mezhep, tarikat değil-
dir, cemaat değildir. Nurculuğa bir
meşrebdir diyebiliriz. Gerçek Nurcu
şeriattan kıl kadar ayrılmamıştır. Gerçek
Nurcular şüpheli şeylerden uzak du-
rurlar, dünyevî ihtiyaçlarını çoğaltmaz;
asla lükse, aşırı tüketime, gösterişe, gu-
rura sapmazlar. Gerçek Nurcu, mü’min
kardeşlerini bırakıp da kâfirleri dost
edinmez. Gerçek Nurcu para toplayıcı
değildir. Nurcu, din büyüklerini putlaş-
tırmaz.”
Nurculuktaki yol ayrımı yoksulluk
ve zenginlik ikileminde kimlik de de-
ğiştiriyor! İşte bu aşamada birileri ya-
lan söylüyor! Kim acaba?..
4 Kırmızı Çizgi!..
Yozlaştıran Güç!..
Liboşluk tarikatının yeniyetme bir
müdavimi, Star gazetesinde Türk-İs-
lam sentezcisi babasını bile aratan ya-
zılar yazıyor!.. Geçen aylarda Atatürk
düşmanlığını “Kemalist terör” cümle-
siyle dışa vuran bu delikanlı, önceki
günkü yazısında ise Engin Çeber’in iş-
kenceyle katledilmesi nedeniyle özür
dileyen Adalet Bakanı M. Ali Şahin’i
göklere çıkarmak için çırpınmıştı. “Tür-
kiye’de neden bugüne kadar böyle bir
resmi özür olmadı?” diye sormuştu.
Sonra da şeyh postunda derlediği
vaazlarla, “Çünkü Türkiye’nin resmi
ideolojisinde ‘devletin itibarı’ başka
her şeyden kıymetlidir” diye sosyolo-
jik bir fetva vermişti! “Vatandaş denen
şey, ’varlığım Türk varlığına armağan
olsun’ diye bağırta bağırta büyütülen bir
‘aparat’tır!” demişti! “Türkiye’deki kuş-
kusuz otoriter bir ideolojiydi, Allah’tan
giderek seyreliyor” diye sevinmişti!..
Ona göre bu seyrelmede, “kök salan li-
beral felsefenin büyük etkisi var”dı!.. Za-
vallılık konusundaki yarışmayı açık
ara birinci bitirecek yazısının sonların-
da, “AKP’nin Türkiye’ye önemli katkı-
da bulunduğunu ve ‘Ulu Önder kül-
tü’nden başka her şeye kapatılmış
olan ‘kamusal alan’a geleneksel de-
ğerleri kattığını düşünüyorum” diyordu!..
Deniz Feneri vurgunu konusunda
“Bana ne ya” diye bağıran bir bakanı
öveyim derken Cumhuriyetin kurum-
ları ve kurucusunu aşağılamaya kalkı-
şan bu zat, yazısını “liberal düşünür” di-
ye tanımladığı Lord Acton’ın “Güç,
yozlaştırır” sözüyle bitirmişti!.. Tek
doğru da buydu zaten!.. Baba ismiy-
le güce kavuşanların yozlaşması ka-
çınılmazdı!.. Devam et akyolun akın-
cısı!.. Güç sendeeee!..
“AKP iktidarının ileri gelenleri,
anayasal düzenin temel ger-
çeklerini anlamakta hâlâ zorlanıyor-
lar. Bunu dün de Anayasa Mahke-
mesi’nin, türban serbestliği için yap-
tıkları anayasa değişikliğini iptal ge-
rekçesi açıklanınca ortaya koydular.
Ama biz iyimseriz. Refah Partililer gi-
bi onlar da öğrenecek. Lakin, inşal-
lah Refah Partisi’nin kaderini pay-
laşmak zorunda kalmazlar.”
Oktay Ekşi, Hürriyet
“Pek çok çevre Taraf gazetesi-
nin kimler tarafından finanse
edildiğini soruyor. Malum Sabah
Grubu 1001 Temel Eser diye bir
kampanya yapıyor. 59 kupon top-
layan herkese bu kitaplardan veri-
lecek. İlginç olan dağıtılacak kitap-
ların önemli bir bölümünün Alkım
Yayınları’na ait olmasıdır. Peki Alkım
kimin? Taraf gazetesini çıkaran gru-
bun. Peki bu durum Taraf’ı finanse
etmek değil de nedir?”
Sabahattin Önkibar, Yeniçağ
e-posta: mfarac@cumhuriyet.com.tr
MED CEZİR
MEHMET FARAÇ
Güneydoğu Neden Karıştı?..
Salt AKP değil, onu besleyen ta-
rikat ve cemaatler de Anayasa Mah-
kemesi’nin türban yasağıyla ilgili
gerekçeli kararının şokunu yaşıyor.
Milli Gazete dün “Milletin iradesini
vesayet altına aldı. Anayasak Mah-
kemesi” başlığını atmıştı. İrticanın gür
sesi ise boyundan büyük bir
başlıkla çıkmıştı; “Ya Mahkeme
ya Meclis kapatılsın.” Fethul-
lahçı Bugün “Başkan Kılıç’ın türban
isyanı” demişti. Yoldaşı Zaman, “Bu
gerekçe Anayasa Mahkemesi’ni bi-
tirir” diye ahkâm kesmişti. Zaman,
milletin son günlerdeki derdinin do-
lardaki artış olduğunu unutmuş;
türban yüzünden “Türkiye ayakta”,
“Karara tepki yağıyor” diye başlıklar
atmıştı! AKP’ci Yeni Şafak ise “Mah-
keme kıyafet dayatamaz” başlığıyla
meydan okumuştu!.. Oysa en doğ-
ru başlık Hürriyet’teydi. “Mahke-
meden 4 kırmızı çizgi” başlığı her şe-
yi anlatıyordu. Gazete mahkemenin
bu çizgilere, “Din siyasete alet edil-
di”, “Laiklik ilkesine aykırıdır”, “He-
def, din amaçlı örtünme” ve
“Baskı aracı olur” saptamala-
rıyla dikkat çektiğini yazmıştı.
Anayasa Mahkemesi, son kararıyla,
tesettürden ekonomik rant elde
eden din tüccarlarına, üniversite-
lerden mürit devşiren tarikat ve ce-
maatlere, bu kesimden abone üre-
ten gerici medyaya ve tüm bu he-
deflerin tepesine parti bayrağını
dikmeye alışkın siyaset mollalarına
ağızlarının payını vermişti!
23Ekim2008(MilliyetGazetesi)
Nurculuğun Meşrebi!..