24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 24 EKİM 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 Türkiye başõ dik, özgür bir ülke olabilmesi için kalkõnmaya odaklanmalõ Sorun kalkõnmada T ürkiye’nin 1 numaralõ so- runu, “kalkınma”dõr. Bu konuda çok düşünmüş ve yazmõş olan Öztin Akgüç, bir yazõsõnda, konunun özünü bütün açõklõkla belirtirken şöyle di- yor: “Türkiye, kalkınmaya odaklanmalı, kalkınmasını gerçekleştirmelidir. Türki- ye’nin bağımsız, başı dik, öz- gür bir ülke olabilmesi ve ya- şayabilmesi için kalkınmaya odaklanması ve kalkınmaya birinci önceliği vermesi gere- kir. Kalkınmanın temel öğesi de insandır.” (Bkz. “Kalkın- maya Odaklanmak”, Cum- huriyet, 21.3.2008) Hoca, bu bağlamda sõk sõk yinelenen bir Çin atasözünü hatõrlatõyor: “Pla- nın bir yıllık ise pirinç ek, on yıllık ise ağaç dik, yüz yıllık ise insan yetiştir.” Ama bu sorunun ciddiliğini fark etmiş miyiz? Hoca, şöyle diyor: “Biz ne ya- zık ki, dış güçlerin ayartısına, bazı iç güçlerin de kendi ege- men konumlarının bozulma- ması için yaptıkları baskılar sonucu, insan yetiştirme so- rununu çok geri planlara attık; belki de amaçlar arasından çıkardık.” “Dış güçler, iç güçler”: De- mek ki, kalkõnmanõn bağõmsõz- lõkla da ilişkisi var. 1838 yõlõnda İngilizlerle im- zalanan bir Ticaret Anlaşmasõ, Türkiye’ye bol ödün verirken ül- keyi Batõ’nõn açõk pazarõ haline getirecek bir çõğõr açar. Bağõm- sõz Osmanlõ ekonomisinin sö- mürgeleşme süreci başlamõştõr: Türkiye, emperyalizmin boyun- duruğunda sömürge tipi, “yarı feodal-yarı kapitalist” bir eko- nomi olup çõkar. Osmanlõ’nõn borçlarõnõ güvenceye bağlamak için de, “Düyunu Umumiye” kurulur (1881). İmparatorluk, 1. Dünya Savaşõ’nõn sonunda ba- tarken boynunda bu borçlarõn zincirleri de vardõr. 1919-1922 yõllarõ, Anado- lu’da, başta Mustafa Kemal, emperyalizme karşõ bir “Millî Kurtuluş Hareketi” başlar ve zafere ulaşõr. Hareket, sonuç olarak, emperyalizmin Türki- ye’deki nüfuzuna darbe vuran “millici”, “antiemperyalist” bir atõlõm olmuştur. Devrimci milliyetçi kadrolar, bir yandan padişah, saltanat, hilafet gibi, em- peryalizmin bağlaşõğõ kimi si- yasal organ ve kurumlarõ ortadan kaldõrõr ve Cumhuriyeti ilan ederken; öte yandan, emperya- lizme karşõ verilecek asõl müca- delenin “iktisadî bir mücadele” olacağõnõ da biliyorlardõ. An- cak, bu mücadelenin yollarõnõn neler olacağõ konusunda berrak bir düşünceleri yoktu. Daha doğ- rusu, o günkü koşullarda, kapi- talizmden başka bir sistemin uygulanmasõna olanak olmadõ- ğõna göre, soru şöyle ortaya ko- nabilirdi: Nasõl bir kapitalizm uygula- nacaktõ? “Liberal” mi, “devlet mü- dahaleciliği”ne açõk bir kapita- lizm mi? İzmir İktisat Kongresi’nden (1923), “liberalizm”den yana bir karar çõkar. Ne var ki, özel gi- rişim öncülüğünde kalkõnma po- litikasõnõn başarõ sağlamadõğõ ve sağlayamayacağõ çok geç- meden görülür. 1929’da Batõ’da kapitalizmin büyük bunalõmõ da patlak verince, “devletçi” bir po- litikaya gitmek zorunlu olur. 1923-1931 yõllarõ arasõnda giri- şilen “millî müteşebbis” ya- ratma çabasõ, sonuçta, yabancõ iş çevreleriyle uzlaşmaya yatkõn “işbirlikçi bir sınıfın” geliş- mesine yol açmõştõ. 1950’ye de- ğin sürecek olan dönem, artõk “devletçilik yılları” olacaktõr. Ne var ki, hatõrlatmalõyõz, Türkiye’de devletçilik, kapita- lizmin zõddõ olan bir sistem ola- rak düşünülmemiş, tersine, ka- pitalizmi ve kapitalistleri geliş- tirici bir “yedek güç” olarak ele alõnmõştõr. Ancak, öyle de olsa, devletçilik politikasõ, ülke eko- nomisinin temel yapõsõnõn ku- rulmasõ, iktisadî bağõmsõzlõğõn sağlanmasõ yolunda önemli ka- zançlar sağlamõştõr. Bunlarõn başõnda, yabancõ ortaklõklarõn millileştirilmesi ve 5 yõllõk kal- kõnma planlarõ gelir. Ayrõca, özel sermayenin kârlõ bulmadõ- ğõ için kurmaya girişmediği ba- zõ kuruluşlar, fabrikalar -demir- yollarõ gibi- yine devlet eliyle ku- rulmuştur. Bu arada, Osmanlõ- lardan kalma “dış borçlar”õn da ödenmesi sürdürülmüştür. Ancak, söz konusu politika, bütün yanlõş tutumlarõna kar- şõn, dõş yardõm ve borçlanmalar olmaksõzõn bir ülkenin kendi kaynaklarõyla kalkõnabileceği- ni, sanayileşebileceğini ispatla- mõştõr. “Ulusal ekonomi, ulusal sanayi” hedefine - bir ölçüde de olsa - yaklaşõlmõştõr. Böylece, 1931-1945 yõllarõ arasõnda uy- gulanan devletçilik politikasõ, Türkiye’nin son 150 yõllõk yarõ- sömürgeleşme tarihinde, em- peryalizme karşõ yürüttüğü “en ciddi ve tutarlı başkaldırısı” ol- muştur. Ne var ki, İkinci Dünya Savaşõ ve ertesi, dünya tarihinde oldu- ğu gibi, Türkiye tarihinde de bir dönüm olacaktõr. Türkiye, yeniden “bağımlı ekonomi”ye döner. İkinci Dünya Savaşõ ertesinde, Türkiye’nin iktisadi ve sosyal tablosu hayli ilginçtir. Siyasal ik- tidar, Cumhuriyet’in ilk yõlla- rõndan beri “asker-sivil büro- krat kadrolar”õn elindedir. Ne var ki, o yõllardan bu yana -bir öl- çüde- burjuvalaşmõş olan bu kadrolar, toplumda çeşitli sõnõf ve zümrelerin muhalefeti ile karşõ karşõyadõr: Böylece, iç ve dõş zorunlu- luklar, tek partili dönemden çok partili bir döneme geçişi gerek- tirmektedir ve “Kemalizm” de bu geçişe engel değildir. Demokrat Parti, işte böyle bir ortamda doğar (7 Ocak 1946). Ve “ticaret ve maliye burju- vazisinin sözcüsü” olarak, top- lumdaki “en geri ve kapitalizm öncesi kesimlerle”, yani tefeci, ağa, şeyh ve dinci ideolojiyle bağlaşõklõklar kurarak, onlarõn sömürü ağõ içindeki geniş halk yõğõnlarõnõ çevresinde toplar ve iktidara gelir (14 Mayõs 1950). Demokrat Parti’nin iktidar yõllarõ (1950-1960), işte bu sõnõf ve zümrelerin çõkarlarõnõn nasõl korunup geliştirildiğinin örnek- leriyle doludur. - Demokrat Parti, “Toprak ağalığı düzeni”ni korumakla, Çiftçiyi Topraklandõrma Kanu- nu’nu rafa kaldõrmakla büyük toprak mütegallibesinin gönül- lerini hoş etti. Bununla da ye- tinmeyerek, Hazine topraklarõnõ büyük çiftçilere peşkeş çekerek tarõmdaki sömürü düzenini sür- dürdü. Bu yüzdendir ki, top- raklarõn belli ellerde toplanma- sõ olayõ hõzlandõ. Gittikçe yok- sullaşan, köylü yõğõnlarõ da se- lameti “kentlere göç”te buldu. Günümüzdeki kentlerin gece- kondu, sosyal mesken gibi dert- lerinin kaynağõ bu olaydõr. - Demokrat Parti, ticaret ve maliye burjuvazisine ve bunla- rõn da arkasõndaki emperyalizme olan borcunu da, ticarette devlet müdahalesini azaltmak, yaban- cõ sermayeye ayrõcalõklar sağla- yarak özendirmek, onunla tatlõ ortaklõklarõn kurulmasõnõ des- teklemekle yerine getirdi. Bunun sonucu, Türkiye’nin yeniden emperyalizme “bağımlı” bir ül- ke haline gelmesidir. İlerde, bu bağõmlõlõk gitgide artacak; ülke, yeni bir “iflas”õn eşiğine gelecek ve “dış borçlar” kuşaklar boyu sürecektir. - Demokrat Parti, Cumhuri- yet’in en temel ilkesinden, “la- iklik”ten “ödün” vermeyi baş- latõr ve sürdürür. Sõra, demokratik ve anayasal düzendeki ilke ve kurumlarõ çiğ- nemeye gelince, iktidardan 27 Mayõs 1960’ta uzaklaştõrõlõr. Bu devrim, çağdaş bir anayasa ve il- keler getirir. Ekonomi ve sosyal yaşam için de, yeni bir planlama çõğõrõ açar. Ne var ki, bu çõğõrõ he- men uygulamaya geçirmek ye- rine, tartõşmalar “Plan mı, pilav mı?” tartõşmasõna, “Bu anaya- sa ile ülke yönetilemez” reddi- yesine dökülür; daha başka tar- tõşmalar bir boğuşmaya döner ve 12 Eylül 1980 darbesine varõlõr. Türkiye’nin yeni bir dönemi başlar. Cağaloğlu’ndaki Düyunu Umumiye binası bugün İstanbul Erkek Lisesi olarak hizmet vermektedir. 12 Eylül 1980 ile başlayan Türkiye T ürkiye’de kapitalizm, 60’lõ yõllar- la girdiği “içe dönük, dışa bağımlı bir genişleme”yle 70’lerin so- nunda tam bir bunalõma varõr: Devlet, ye- niden örgütlenmeyi istemektedir, ama Ba- tõ’nõn ve yerli özel sermayenin istekleri doğrultusunda bir örgütlenmeyi dayat- maktadõr. 1979’da hükümetin aldõğõ “24 Ocak Kararları” bunu sağlar. Uygulanmasõ da bir zoru gerektir- mektedir. “Siyasal örgütlenmenin en gerekli ol- duğu bir dönemde, demokratik kitle örgütlenmesinin en zorunlu olduğu bir dönemde, Türkiye bundan yoksundur. Kararlardan daha acı olan da budur.” (Yalçõn Doğan, Sevr’e Dönüş, Cum- huriyet, 4- Şubat 1980) Beklenen darbe 12 Eylül 1980’de ge- lir. Sol-sağ çatõşmasõ hemen durur. Ve Türkiye, hõzla bir hapishaneye döner: Şiddetin hedefi, en başta solculardõr. Baş- ta taşõnan ideoloji de, “Türk-İslam Sentezi” adõna, faşizm ve dincilik kar- masõ bir bulamaçtõr. Onun vurduğu ise, sadece solcular değil, topyekûn 1923 Devrimi, onun ilkeleri ve kurumlarõdõr: Olan biten, yeni bir anayasaya, 1982 Anayasasõ’na da yansõr: Devrimci hü- viyetinden soyunan “Kemalizm”, “Ata- türkçülük” adõyla anayasaya serpil- miştir ve resmî söylemde adõm başõn- dadõr; Cumhurbaşkanlõğõ da, anayasada tepededir, bütün anayasal sisteme ege- mendir. İdeolojide bu başkalaşma, siyasal ya- şama ve parlamentoya da yansõr: Genel seçimlerde, ANAP iktidara gelir ve baş- kanõ Turgut Özal da -az sonra- cum- hurbaşkanõ olur. Azõlõ bir işçi sõnõfõ ve sosyalizm düşmanõdõr; 12 Eylül’ün laik ve demokratik Cumhuriyet düşmanlõğõ- nõ sahiplenmiştir; soyut bir Osmanlõ hayranlõğõnda gelip durmuş bir kafa olarak, 1923 Devrimi’ne “Oldu bir ke- re!” diye bakmaktadõr; modernizmi, la- ik boyutunu umursamadan, dinle uzlaş- ma aranõşõ içindedir; din anlayõşõ da, Müs- lüman tarikatlar içinde en tutucu ve ge- rici nitelikteki Nakşibendilik ile iç içe- dir. Öte yandan, Demokrat Parti’nin son- larõndan başlayarak, özellikle de Adalet Partisi ile sanayileşme Türk ekonomisi- nin ana hedefi olmuşken, Özal, üretimi değil bir tüketim ithal toplumuna, para- dan para kazanmayõ esas almaya doğru çevirir gelişmeyi; mağazalar ithal mal- larõyla dolup taşarken, - Deniz Kavuk- çuoğlu’nun deyimiyle - bir “Vitrin li- beralizmi” kurar. Bu arada, her türlü si- yasal, sosyal ve moral kuralõ hiçe sayan bir anlayõşla, toplum ve devlet ahlakõnõn canõna okur. Gelişmelere tuz-biber eken de budur! Bu saptõrõcõ ortamda, sosyal demo- kratlarõn da gözleri dolduran örnek bir et- kileri görülmez; çünkü, aralarõnda bö- lünmüşlerdir. Siyasal bölünmüşlük, istikrarsõzlõk ve banka rezaletleri: 3 Kasõm 2002 se- çimlerinin eşiğinde durum budur. Seçimlerden sonra, Adalet ve Kal- kõnma Partisi (AKP), tek başõna hükümet kurmak da dahil, büyük bir çoğunlukla iktidara geçmiştir. Sonucun bir özelliği de şudur: 1950’den sonra, dinci partiler, laik partilerin kimliği altõnda, onlarõn kol- tuğunda parlamentoya taşõnõrken, bu kez, tek başõna iktidardadõr. AKP, Refah Partisi’nin yetiştirmesidir. Parti, açõk açõk söyleyemeyeceğinden, tõynetini yaptõklarõndan belli eder: Daha ilk günlerden, imam hatiplilerin, türba- nõn ve -yasaklõlarõ da dahil - Kuran kurslarõnõn yanlõsõdõr. Ve devlet örgütünde “kadrolaşma”ya girişir. Çok geçmeden de, TÜBİTAK’õ ele ge- çirmek için saldõrõya geçer. Bellidir ki, yeni parti, Cumhuriyet’in temel ilkelerinin başõnda gelen “laikli- ği”nin düşmanõdõr ve onu yok etmek için bir strateji saptar. Öte yandan, Avrupa Birliği’ne girmeye talip olur: Bu talipliğin baş nedeni, ken- di dinsel kimliğini gözlerden kaçõrmak- tõr. Bir de, ordudan rahatsõzlõğõnõ rahat- ça dile getirebilecektir. AKP’nin kalkõnma yolunda tavrõ ne- dir? Partide yer alanlar, Turgut Özal’õn eği- timinden geçmiştir: Türkiye’yi, devlet- çiliği terk ettirip başta yabancõ sermayeye açmaktõr. IMF’nin emri altõndadõr ve onun koştuğu şartlardan biri de budur. Hemen uygulamaya geçirilir: Ülke, çok geçmeden, üretmeden tüketme cenneti olur. İthalat, ihracatõ gerilerde bõrakõr ve dõş borçlar da alõr başõnõ gider. Geçmiş- ten kalan bütün devlet fabrikalarõ da “ba- balar gibi” satõlõr. Yalnõz onlar değil, bütün kõyõlar, dağ- lar ve tepeler sermayeye açõlõr. Tarõm, ithalatõn olduğuna göre terk edi- lir, o da çöker... AKP o kadar geri ve gericidir ki, İlhan Selçuk’un belirttiği gibi, “Türkiye’de, sermaye -var hızıyla- İslamcılaştırılı- yor” (Bkz. Cumhuriyet, 15.7.2008). Ya hedef alõnan insan örneği nedir? Dindar! “Muhafazakâr” nitelemesi iktidarõn yaftasõ olur; ve çok geçmeden, Birleşik Amerika, Ortadoğu politikasõnda kulla- nõlmak üzere “Ilımlı İslam” etiketine dö- nüşür. Birleşik Amerika, bunu yapmaya cüret eder; çünkü AKP, parti ve iktidar olarak kendi eseridir, kucağõndadõr. AKP’nin iktidarõ boyunca, laikliği çiğneme bir politika olup çõkmõştõr... YARIN: DEMOKRASİNİN NERESİNDEYİZ? 12 Eylül’den sonra yapılan ilk genel seçimlerde, ANAP iktidara gelir ve başkanı Turgut Özal azılı bir işçi sınıfı ve sosyalizm düşmanıdır; 12 Eylül’ün laik ve demokratik Cumhuriyet düşmanlığını sahiplenmiştir. Turgut Özal Nakşibendilik ile iç içedir. Türkiye’de devletçilik, kapitalizmin zõddõ olan bir sistem olarak düşünülmemiş, tersine, kapitalizmi geliştirici bir “yedek güç” olarak ele alõnmõştõr. Devletçilik politikasõ, ekonominin temel yapõsõnõn kurulmasõ yolunda önemli kazançlar sağlamõştõr. Güneydoğu’daki son olaylar gerçek- ten Öcalan’ın tartak- landığı iddiasıyla mı başladı? Şu bir gerçek ki zaman zaman sağlık so- runlarından söz etmesi ve saç kazıt- ma cezası dışında Öcalan 10 yıldır ilk kez hırpalandığından yakındı. İmralı’da kötü muamele söylentisi doğruysa bunun PKK’nin ekmeğine yağ süre- ceğinden kuşku yoktur! Ancak Öca- lan’ın yakınmalarının PKK’nin 21-30 Ağustos tarihleri arasında Kandil’de düzenlediği ve “eylem çağ- rısı” yaptığı 10. kongresinin ardından gelmesi de dikkat çekicidir! Kongrede alınan kararlar ve örgüt yönetici- lerinin açıklamaları ise bunun bir rast- lantı olamayacağını göstermektedir! Örgüt kongrenin sonuç bildirgesini 9 Eylül’de açıkladı. Açıklamanın giri- şinde, “PKK, kongresini ‘Partileşe- lim, Apo’yu ve Kürdistan’ı Özgürleş- tirelim’ şiarıyla gerçekleştirdi” denildi! Bitmedi... PKK’liler bildirgede, “Parti Apo’yu özgür yaşam ortamına kavuş- turma görevini içinde bulunduğumuz süreçte başarmayı bir namus tutumu olarak görmüştür. Bu temelde partimiz, başta kadınlar ve gençler olmak üze- re tüm halkımızı mücadelemizi yük- seltmeye çağırmaktadır” denildi! Örgüt yöneticilerinden Duran Kal- kan kongrenin ardından 14 Eylül’de PKK’nin yayın organlarından ANF’ye, “Kongremizin en temel kararlılığı İm- ralı sistemini reddetmesidir. Halkı bu amaçları gerçekleştirmek için göreve davet ediyoruz” diye konuştu. PKK kurucularından Ali Haydar Kaytan da aynı çağrıyı yaptı. Kaytan, kongreyi değerlendirirken, “İmralı sis- temiyle birlikte yaşamak istemiyoruz. Bu şikâyet değil, İmralı sistemini yerin dibine gömme kararlılığı ve bunun zorunlu kıldığı her türlü yöntemle mü- cadele etme arzusudur. Kongremizin ertelenemez emri halkın top- yekûn direnişine öncülük etmesini sağlamaktır. Kon- gre bütün eylemlerini bu hedefe kilitledi. Artık eylem anıdır” dedi!.. İşte diğer teröristlerin de sürdürdü- ğü bu çağrıların ardından Öcalan, 26 Eylül’de avukatlarına “İdareyle bir tar- tışmam oldu”, 3 Ekim’de ise “Burada sertleşme var” dedi. Ve Güneydoğu ka- rıştı!.. PKK, kuruluşunun 30. yılında Öcalan’ın serbest bırakılmasının siya- sallaşmadan geçtiğine inanıyor. Bu yüzden siyasette güçlenmek için DTP’nin yerel seçimleri kazanmasını is- tiyor. Kitleler bu yüzden harekete ge- çiriliyor! Ve yapılan her hata ne yazık ki DTP’ye de PKK’ye de koz veriyor! “Tehlikeli tırmanış”ın durması ve ülke- nin huzuru için DTP’nin de AKP’nin de çok ama dikkatli çok olması gerekiyor. Fraksiyonlara bölün- müş Nurculuk, hoşgörü cemaa- tinin eğitim, medya ve ticaretteki gücü sayesinde yükselen değer haline geli- yor. Ancak görünen o ki para… para… para... söylemi bu değerdeki manevi endeksi hızla düşürüyor! 1960 öncesi el altından Said Nursi’nin “Risale”leri- ni dağıtan Nurculuk, günümüzde artık Atlantik ötesinden Green Card’la yö- netiliyor!.. Nurculuğun bir kolu olan Fet- hullahçılık cemaat ekonomisiyle hol- dingler yaratıyor, eskiye takılanlar ise 3- 5 bin tirajlı gazetelerinde risalecilik ya- pıyor! Peki gerçek Nurcunun nasıl ol- ması gerekiyor? Milli Gazete’nin katı şe- riatçısı Mehmet Şevket Eygi’nin dün- kü yazısında şu yanıt yer alıyor: “Nurculuk bir mezhep, tarikat değil- dir, cemaat değildir. Nurculuğa bir meşrebdir diyebiliriz. Gerçek Nurcu şeriattan kıl kadar ayrılmamıştır. Gerçek Nurcular şüpheli şeylerden uzak du- rurlar, dünyevî ihtiyaçlarını çoğaltmaz; asla lükse, aşırı tüketime, gösterişe, gu- rura sapmazlar. Gerçek Nurcu, mü’min kardeşlerini bırakıp da kâfirleri dost edinmez. Gerçek Nurcu para toplayıcı değildir. Nurcu, din büyüklerini putlaş- tırmaz.” Nurculuktaki yol ayrımı yoksulluk ve zenginlik ikileminde kimlik de de- ğiştiriyor! İşte bu aşamada birileri ya- lan söylüyor! Kim acaba?.. 4 Kırmızı Çizgi!.. Yozlaştıran Güç!.. Liboşluk tarikatının yeniyetme bir müdavimi, Star gazetesinde Türk-İs- lam sentezcisi babasını bile aratan ya- zılar yazıyor!.. Geçen aylarda Atatürk düşmanlığını “Kemalist terör” cümle- siyle dışa vuran bu delikanlı, önceki günkü yazısında ise Engin Çeber’in iş- kenceyle katledilmesi nedeniyle özür dileyen Adalet Bakanı M. Ali Şahin’i göklere çıkarmak için çırpınmıştı. “Tür- kiye’de neden bugüne kadar böyle bir resmi özür olmadı?” diye sormuştu. Sonra da şeyh postunda derlediği vaazlarla, “Çünkü Türkiye’nin resmi ideolojisinde ‘devletin itibarı’ başka her şeyden kıymetlidir” diye sosyolo- jik bir fetva vermişti! “Vatandaş denen şey, ’varlığım Türk varlığına armağan olsun’ diye bağırta bağırta büyütülen bir ‘aparat’tır!” demişti! “Türkiye’deki kuş- kusuz otoriter bir ideolojiydi, Allah’tan giderek seyreliyor” diye sevinmişti!.. Ona göre bu seyrelmede, “kök salan li- beral felsefenin büyük etkisi var”dı!.. Za- vallılık konusundaki yarışmayı açık ara birinci bitirecek yazısının sonların- da, “AKP’nin Türkiye’ye önemli katkı- da bulunduğunu ve ‘Ulu Önder kül- tü’nden başka her şeye kapatılmış olan ‘kamusal alan’a geleneksel de- ğerleri kattığını düşünüyorum” diyordu!.. Deniz Feneri vurgunu konusunda “Bana ne ya” diye bağıran bir bakanı öveyim derken Cumhuriyetin kurum- ları ve kurucusunu aşağılamaya kalkı- şan bu zat, yazısını “liberal düşünür” di- ye tanımladığı Lord Acton’ın “Güç, yozlaştırır” sözüyle bitirmişti!.. Tek doğru da buydu zaten!.. Baba ismiy- le güce kavuşanların yozlaşması ka- çınılmazdı!.. Devam et akyolun akın- cısı!.. Güç sendeeee!.. “AKP iktidarının ileri gelenleri, anayasal düzenin temel ger- çeklerini anlamakta hâlâ zorlanıyor- lar. Bunu dün de Anayasa Mahke- mesi’nin, türban serbestliği için yap- tıkları anayasa değişikliğini iptal ge- rekçesi açıklanınca ortaya koydular. Ama biz iyimseriz. Refah Partililer gi- bi onlar da öğrenecek. Lakin, inşal- lah Refah Partisi’nin kaderini pay- laşmak zorunda kalmazlar.” Oktay Ekşi, Hürriyet “Pek çok çevre Taraf gazetesi- nin kimler tarafından finanse edildiğini soruyor. Malum Sabah Grubu 1001 Temel Eser diye bir kampanya yapıyor. 59 kupon top- layan herkese bu kitaplardan veri- lecek. İlginç olan dağıtılacak kitap- ların önemli bir bölümünün Alkım Yayınları’na ait olmasıdır. Peki Alkım kimin? Taraf gazetesini çıkaran gru- bun. Peki bu durum Taraf’ı finanse etmek değil de nedir?” Sabahattin Önkibar, Yeniçağ e-posta: mfarac@cumhuriyet.com.tr MED CEZİR MEHMET FARAÇ Güneydoğu Neden Karıştı?.. Salt AKP değil, onu besleyen ta- rikat ve cemaatler de Anayasa Mah- kemesi’nin türban yasağıyla ilgili gerekçeli kararının şokunu yaşıyor. Milli Gazete dün “Milletin iradesini vesayet altına aldı. Anayasak Mah- kemesi” başlığını atmıştı. İrticanın gür sesi ise boyundan büyük bir başlıkla çıkmıştı; “Ya Mahkeme ya Meclis kapatılsın.” Fethul- lahçı Bugün “Başkan Kılıç’ın türban isyanı” demişti. Yoldaşı Zaman, “Bu gerekçe Anayasa Mahkemesi’ni bi- tirir” diye ahkâm kesmişti. Zaman, milletin son günlerdeki derdinin do- lardaki artış olduğunu unutmuş; türban yüzünden “Türkiye ayakta”, “Karara tepki yağıyor” diye başlıklar atmıştı! AKP’ci Yeni Şafak ise “Mah- keme kıyafet dayatamaz” başlığıyla meydan okumuştu!.. Oysa en doğ- ru başlık Hürriyet’teydi. “Mahke- meden 4 kırmızı çizgi” başlığı her şe- yi anlatıyordu. Gazete mahkemenin bu çizgilere, “Din siyasete alet edil- di”, “Laiklik ilkesine aykırıdır”, “He- def, din amaçlı örtünme” ve “Baskı aracı olur” saptamala- rıyla dikkat çektiğini yazmıştı. Anayasa Mahkemesi, son kararıyla, tesettürden ekonomik rant elde eden din tüccarlarına, üniversite- lerden mürit devşiren tarikat ve ce- maatlere, bu kesimden abone üre- ten gerici medyaya ve tüm bu he- deflerin tepesine parti bayrağını dikmeye alışkın siyaset mollalarına ağızlarının payını vermişti! 23Ekim2008(MilliyetGazetesi) Nurculuğun Meşrebi!..
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle