24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 Eylül 1980 gecesi gözaltõna alõnanlar arasõnda TÖB-DER yöneticileri de vardõ. TÖB- DER 220 bin üyesi 670 şube- siyle ülkemizin büyük kitle örgütlerinden biriydi. TÖS’ten aldõğõ birikimle öğretmenlerin demokratik muhalefet hareke- tinde hakkõyla yerini almasõnõ sağlayan bir örgütlenmeydi. İki yõldan fazla süren tutuklu- luktan sonra, sõkõyönetim ko- şullarõnda, cezaevine kitabõn gi- remediği bir ortamda hukuk hi- çe sayõlarak ve Mamak’taki askeri birliğin içinde kurulan mahkeme salonunda, savunma olanaklarõndan yoksun bir bi- çimde yargõlandõk. Tüm TÖB- DER yöneticilerine hapis cezalarõ yağdõrõldõ. Daha ön- ceki mahkeme kararlarõ yok sayõlarak emirle karar veril- di. İnsanõn, insan onurunun ve vicdanõnõn amansõz yara- landõğõ bu davanõn 54 sanõ- ğõ mesleklerinden oldu, işsiz kaldõ. Hepsinin yaşamlarõ zehir edildi, gelecekleri ka- rartõldõ. TÖB-DER mah- kûmlarõnõn 7’si (Abdullah Gülbudak, İbrahim İşyar, İbrahim Çerçi, Haşim Çi- çek, Selahattin Yetkin, Ke- nan Aras, Metin Erdemir- ci) geçen yõllar içinde tek tek aramõzdan ayrõlõrken hâlâ içlerinde bu korkunç adalet- sizliğin verdiği burukluk vardõ. O dönemde yakala- namayan yöneticilerin yar- gõlandõğõ sivil mahkemede beraat etmeleri de 12 Eylül döneminde hukukun nasõl yok edilmiş olduğunun ka- nõtõydõ. Yõllar geçti. Tarih “tekerrür” ediyor şimdi. 21 Ekim 2008 günü, bu kez bir cezaevi yerleşkesinin içinde resmi olarak başlayan “Ergenekon” davasõ tari- hin ve adaletsizliğin tekrar et- tiğini gösteriyor. Yargõlama, bin yõllar ön- cesinin “Agarta” efsane- siyle “Ergenekon” destanõ müthiş bir kurnazlõkla bir- leştirilerek, korku toplumu yaratma yolunda atõlan bir adõma dö-nüştürülüyor. “Dalga dalga” sürdürülen operasyonlarõn doğurduğu iddianame asõl olmaktan çõ- kõyor ve aslolanõn siyasal sonuçlara ulaşmak olduğu açõkça görülüyor. Aylarca süren tutukluluğun cezaya dönüşmesi bir yana, huku- kun siyasal intikama araç edildiği duygusu insanõ in- citiyor. Dalgalarõn devam edeceği tehdidiyle adaletin yerini korku salan bir bar- barlõk alõyor. Bu dava nede- niyle BOP’un gerçekleşme- sine ve Cumhuriyet’in yok edilmesine yönelik çeşitli yönlerden gelen saldõrõlar gözlerden õrak tutuluyor. Anayasa Mahkemesi kara- rõyla “laikliğe karşı odak” olduğu belirlenen bir siyasal iktidarõn bu hukuksuzluğu gerçekleştirmesi tehlikeli bir durumdur. Daha tehlikeli olansa, düşünmesini bilen birtakõm insanlarõn tuzağa düşmesi ve bu yargõlamanõn ülkemize demokrasi ve insan haklarõ getireceği gibi bir yanõlsamayla davayõ alkõş- lamasõdõr. Cumhuriyet’in değerleri- ni savunanlar, Cumhuriyet’i yok etmeyi temel amaç bel- leyenlerin politikalarõnõ doğ- ru anlamak durumundadõrlar. Savcõya “Nedir çağlar üz- re/Beni senden güçlü kı- lan” diyen Dağlarca’mõz hâlâ uyarmõyor mu? İ zmir’in, İstanbul’un işgalden kur- tuluş yõldönümlerini yaşayõp ge- ride bõraktõk. Şimdi Anadolu’nun yarõsõnõ işgal etmiş düşmanõ silip süpürdükten ve onlarõn “geldik- leri gibi gittikleri”nden sonra kurulan ve bir ulusu arkasõna alarak laik, de- mokratik ve üniter bir devleti dünyaya ilan eden o “Mucize Adam”õn unut- turulmak, dahasõ tarih kitaplarõmõz- dan silinmesi girişimlerine tanõk oldu- ğumuz günlerde Cumhuriyetimizin seksen beşinci yõlõnõ kutlamaya doğru gidiyoruz. Ben de bir İstanbul akşamõnõn kala- balõğõna karõşmõş, Dolmabahçe’den Ortaköy’e doğru giden caddenin so- lundaki kaldõrõmda yürüyorum. Yol bo- yunca duvarlara yerleştirilmiş her biri bir kitap olacak düşünce zincirleri oluşturan o kocaman siyah beyaz fo- toğraflardan her akşam olduğu gibi gö- zümü ayõramõyorum. Onlarõ oraya koy- duran anlayõşõ büyük bir saygõ ile can- dan kutluyorum, Kurtuluş Savaşõmõzõn ve kahramanlarõnõn zihnimde çağrõş- tõrdõğõ coşku, gurur ve hayranlõk veri- ci daha yüzlerce tablonun akõşõ içinde bugünlerimize geliyorum. Derin bir acõ ve hüzünler içinde. Yolunuz düşerse siz de insan zihni denilen yeteneğin duyarlõ bir kişiliği nerelere götürdüğünü ya- şayabilirsiniz. Soluk siyah beyaz fo- toğraflarda yoktan yoksulluktan yara- tõlmõş, Anadolu insanõnõn içinden çõk- mõş “düzenli ordu”nun Kurtuluş Sa- vaşõ arşiv filmlerinden bildiğiniz üni- formalarõ içindeki her yaştan askerle- ri, sade yalõn çizgileriyle aynõ renk giy- siler, uzun kalõn kaputlarõ ile kalpaklõ, kendilerini “kurtuluş”a adamõş paşa- lar, türlü gruplarõn merkezinde gözünün içine bakõlan o zor günlerin zorluğa, im- kânsõzlõğa inanmayan “Ulusun istik- balini yine kendisi tayin edecektir” di- yen başkomutanõn değişik fotoğrafla- rõ. Silah arkadaşlarõ, gözleri õşõl õşõl, bel- li belirsiz o zeki gülümsemesi ile ken- dini aynõ davaya adamõş Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa, o heybetli du- ruşu ile Karabekir Paşa ve kurtuluşun diğer kahramanlarõ her rütbeden za- bitler, Memedler. Kolağasõ (yüzbaşõ) Mustafa Kemal’den Cumhurbaşkanõ Atatürk’e annesinin elini öpen, kapu- tunu sõrtõna çekmiş cephenin bir yerinde karlara uzanmõş bir nefes dinlenen, Ko- catepe’de Nâzım’õn “...Ve mavi göz- leri çakmak çakmaktı./Yürüdü uçu- rumun başına kadar,/eğildi, durdu. /Bıraksalar/ İnce, uzun bacakları üstünde yaylanarak/ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak/Koca- tepe’den Afyon ovasına atlayacaktı” dizesinde dile getirdiği o unutulmaz re- sim. Yol boyu duvardaki o büyük bo- yutlu siyah beyaz fotoğraflar devam ediyor. Büyük Taarruz’da Batõ’yõ işa- ret ederek “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri” diyen kalpaklõ pa- şadan, TBMM kürsüsünden yoksul ve savaş yoksulu bir ülkeye “Ne mutlu Türküm diyene” sloganõ ile devrim- lerin hiç sönmeyecek ateşlemesini, di- namizmini tüm ulusa bir gurur ve di- namizm unsuru olarak yerleştiren bir Atatürk. Yenilgiye uğramõş ülkeler dahil dünyanõn kendisine takdir ve saygõsõnõ dile getirdiği ülkelerin devlet başkanlarõnõn bizzat makamõna gelerek de bunlarõ ifade ettiği bir Atatürk. Halkõ ile kaynaşmõş bir önder. TBMM kürsüsünden “Yarın cum- huriyeti ilan ediyoruz efendiler” di- yen ve hemen ardõndan bilime, uygar- lõğa yönelmiş bir õşõk, yani devrimle- re başlayan Türkiye’nin ilk cumhur- başkanõ Atatürk. “Efendiler. Bu şer- pusun adı şapkadır” diyen, modern merasim giysileri içinde resmi geçit- lerde yerini alan Atatürk. Bir ilkokul- da karatahta başõnda elinde tebeşir harf devriminin ilk sahnesine çõkan, ba- lolarda modern kõyafetlerle ve zarafetle dans eden bir Atatürk, cumhuriyeti- mizin temeline laiklik, demokrasi ve ka- dõn erkek eşitliğini koyan bir Atatürk. Denizin, ticaret filosunun ülke eko- nomisindeki yerini kavramõş “Deniz- ciliği Türkün büyük ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda ba- şarmalıyız” diyen, o harp yorgunu ve yoksulu Türkiye’ye derhal ve peşin pa- ra ile gemiler alan vizyon sahibi bir Ata- türk. Yaşadõğõmõz günlerin konjonktürü içinde duvardaki fotoğraflara bakarak yolda Ortaköy’e doğru yürürken bu fo- toğraflar onun ve cumhuriyetimizin ölümsüzlüğü ile zihnimde oluşan ge- leceğe ait daha yüzlerce tablolarla sü- rüp gidiyor. O tablolarõ bu sayfalara sõğ- dõramam. Ama ben devrimlerin ve cumhuriyetimizin her şeye karşõn, her şeye üstün gelerek süreceğine kesinlikle inanõyorum. CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ergenekon da Ergenekon! PENCERE Üç Bombacıyı Nereden Bulayım?.. Ergenekon iddianamesine göre terör örgütü li- derlerinden biriyim... Ne yapmışım?.. Çok şey yapmışım, üstelik Cumhuriyet gaze- tesini de bizzat bombalatmışım... Gazetemiz üç kez bombalanmıştı ya... Evet... Suçlu benim... İlhan Selçuk kendi gazetesini üç kez bomba- latmış... Peki, delil?.. Kanıt?.. Tanık?.. Sıkı durun, bu köşede yazdığım 13 Mayıs 2006 tarihli yazının ta kendisi delil olarak mahkemeye sunuluyor... Konuyu açayım... Savcı Zekeriya Öz diyor ki: “İlhan Selçuk 13 Mayıs 2006 tarihinde yazmış olduğu ‘Medyamızın Hali?’ başlıklı yazıda söz ko- nusu bomba atılma olayının medyada yeterince yer verilmediğinden serzenişte bulunduktan son- ra yazısını şu şekilde tamamlamıştır: ‘... Kim olduğu bilinmeyen (ya da bilinen) iki te- rörist Cumhuriyet’e ikinci bombayı da attı... .......... Medyada tıssss... Ne güzel memleket.. Ne güzel medya.. .......... Ne diyeyim?.. İnşallah üçüncü bombadan sonra medyamız da, devletimiz de, hükümetimiz de uyanır...’ .......... Ertesi günkü gazetelere baktım, içlerinde yal- nız Hürriyet uyanmış; bir gazeteye altı gün için- de üç el bombasının atılmasını, gazeteci mantı- ğıyla değerlendirip manşet yapmış... Kimi gazete ilk iki bomba gibi üçüncüyü de gör- mezlikten gelmiş... Oysa eskiden ‘Babıâli’ böyle değildi... Ne oldu bu ‘medya’ya?.. Türkiye’de çoğu kurum, kesim, insan bozuldu; bunların başında medya geliyor... .......... Teröre karşı o gazete bu gazete demeden el- birliğiyle karşı çıkmak gerekmez mi?.. .......... Cumhuriyet’e saldırıyı basın sonunda yazıp görevini yerine getirdi; ama, tek bomba yetme- di, biz her zaman üç bombacıyı nereden bula- cağız...” Şimdi sıkı durun... Savcı Zekeriya Öz, Cumhuriyet gazetesinde çı- kan ve medyadan şikâyet eden yukarıdaki yazı- mı suç delili sayarak şu iddiayı ileri sürüyor: “Bu yazıdan da anlaşılacağı üzere şüpheli İlhan Selçuk gündemi belirlemek ve yönetimi dize getir- mek amacıyla ve fazla bir zarar vermeyecek şekil- de el bombalarını çalıştığı gazetenin bahçesine at- tırdıktan sonra beklediği tepki ve sonuçlara ulaşa- mayınca köşesinde bu şekilde bir yazı kaleme al- mış ve bombayı atanlardan bahsederken ‘kim ol- duğu bilinmeyen (ya da bilinen) iki terörist Cum- huriyet’e ikinci bombayı da attı’ derken parantez için- de ‘bilinen’ demesi, iki kişi olduklarını söylemesi ve yazısının sonunu da ‘biz her zaman üç bombacıyı nereden bulacağız’ diyerek bitirmesi şüphelinin (İl- han Selçuk’un) eylemden bilgi ve haberinin oldu- ğu yönünde kanaat vermiştir.” (İddianame sh.1791) Peki, şimdi bu suçlamaya ne demeli?.. Hey Allahım... Sen cümlemize akıl fikir ihsan eyle... Ben hem kendi gazetemi -hem de üç kez- bom- balatacağım... Hem de bunu kendi köşemde vurgulayacağım... Kim bilir, bombacıları Ankara’ya gönderip Da- nıştay saldırısını düzenleyen de benim... Yazımda terör örgütünün lideri olduğumu açık seçik anlatmışım... Ne demişim: “... biz her zaman üç bombacıyı nereden bu- lacağız?..” Yazı sanatında çeşitli yöntemler kullanılır, oku- duğunu anlayan kişi bunların ayırdına varır; Sav- cı Öz “biz her zaman üç bombacıyı nereden bu- lacağız” tümcesinin yazının üslubu ve bütünlüğü içinde ne anlama geldiğini bilmiyor mu?.. “Bilmiyor” desem savcımı geri zekâlılıkla itham etmiş olurum... “Biliyor” desem kasıtlı olduğunu söylemiş olu- rum ki böyle bir kişinin savcılık makamında oturması mümkün değildir... Bu nedenle hiçbir şey söylemiyorum... Ama, Ergenekon iddianamesinin hangi kafay- la düzenlendiği açık seçik ortada değil mi?.. SAYFA CUMHURİYET 23 EKİM 2008 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 29 Ekim’e Doğru... Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar İlk dalgalanmayla tutuklanan- lar 17 ay sonra yargıç önüne çı- kabilecekler!.. Neden, niçin gözaltına alın- dıklarını, hangi suçtan tutuklan- dıklarını bilmeden, öğreneme- den, koğuşlarda, hücrelerde yatanlar artık kendilerini savun- ma olanağını bulacaklar... İlk günkü duruşmayı dışardan izleyenler gibi, ben de, TV ba- şında izlemeye kalkıştım... Yüz- lerce, belki binlerce yurttaş kilo- metreleri aşıp gelmişti. Ama bir türlü duruşmaya başlanılmadı, salon küçüktü, kalabalık büyük- tü, şuydu buydu! Derken bir ça- re buldular, önce tutukluları, son- ra da tutuksuzları yargılama ka- rarı aldılar... Günlerce, haftalarca, aylarca, belki de yıllarca sürecek bir da- va!.. Yakınlardaki oteller, evler tu- tuldu. Gazeteciler, TV’ciler bu uzun maratonu yakından izlemek için hazırlıklarını yaptı. Ulusun, daha doğrusu tüm tünyanın gö- zü bizde, bizim kutsal saydığımız bir efsanenin adını taşıyan Erge- nekon’da! Önce yadırgadığım bir şey var, o da Silivri Cezaevi’nin bir mah- keme salonu olması!.. Şimdiye dek tüm ulusu ilgilendiren böyle önemli davaların cezaevlerinde, sımsıkı kapalı demir kapılar ar- dında, halktan, basından uzak- larda gerçekleştirildiği olmamış- tı. Ben 1960’larda Yassıada du- ruşmalarını izledim. Açık açık her şeyi gördüm. Yassıada du- ruşmaları radyolarda her gün yayımlandı. 12 Eylül’den sonra- ki DİSK ve Barış Derneği dava- ları da büyük salonlarda, herke- sin gözü önünde yapıldı. İlk kez bir cezaevi, önemli bir davanın gerçekleştirildiği bir mahkeme oluyor. Bunu anlamak olanaksız. İlk günkü duruşmada Erge- nekon’un ünlü savcısı Zekeriya Bey yoktu. “Ben Ergenekon’un savcısıyım” diyen Tayyip Bey de yoktu. Hükümetten bir tek ba- kan, belki milletvekili de yoktu! Bu denli yaşamsal bir davaya neden bu kadar ilgisiz görünmek ça- bası? Bir zamanlar gazetelerde peh- livan tefrikaları vardı. En meşhu- runu beden eğitim hocam Sami Karayel yazardı. Bir türlü bit- mezdi anlattıkları, Aliço’dan baş- lar Kurtdereli’ye geçer, derken Koca Yusuf’a!.. Günler haftalar geçer bir türlü bitmezdi güreşle- rin anlatımı?.. Görünen o ki, Si- livri’de başlayan Ergenekon da- vası da ona benzeyecek! Uzun sürmemeli böyle siyasal nitelikli davalar. Kısa sürede so- nuçlanmalı. Cumhurbaşkanının, Başbakanın, yüzlerce milletve- kilinin yargılandığı Yassıada du- ruşmaları çok kısa sürede so- nuçlanmıştı. Asker rejimlerinde- ki öteki davalar da öyle... Binler- ce sayfalık iddianameler yoktu hiçbirinde!.. Gözaltına alınanlar da, niçin alındıklarını bilirdi! Sivil rejimdeyiz diyoruz, ama askeri re- jimlerdeki davranışları aramak zorunda kalıyoruz... Hem de ne o korkutucu suç- lamalar! İlhan Selçuk’a, Doğu Perinçek’e, Kemal Alemda- roğlu’na müebbet hapis istekle- ri!.. Bir anlatsalar, bu kişiler hangi korkunç cinayetleri işlemişler!.. Her şeyden önce ayıp, hatta ayıptan da öte!.. Tarih ve ‘Tekerrür’ Öner YAĞCI * Vergiler ve hizmet ?creti dahildir. 13 Ekim 2008 tarihli TC Merkez BankasY efektif d?viz satYß kuru baz alYnmYßtYr. Londra Stansted HavalimanYÕndan Pegasus misafirlerine ?zel 30 PoundÕdan baßlayan fiyatlarla ara kiralama fYrsatY.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle