Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
17 EKİM 2008 CUMA CUMHURİYET SAYFA
KÜLTÜR 15
KEDİ GÖZÜ
VECDİ SAYAR
‘Para ile Kültür’ün
Kavuşmasına Dair…
Birbirinden nefret eden ama gene de yalnız yapa-
mayan çiftler vardır ya…kültür ile paranın ilişkisi de
onlara benziyor. Tarih, bu ilişkinin farklı boyutlarına ta-
nık olmuş. Sanatçının, bilim insanının parayla ilişkisi
pek parlak olmamış genelde. Yaşamlarını yoksulluk
içinde geçiren sanatçıların yapıtları, ölümlerinden son-
ra büyük meblağlara alıcı bulsa da… Ama, mutlu be-
raberlikler de yok değil. Rönesans’la birlikte zengin
ailelerinin sanata – kültüre “mesen”lik yapması bir ge-
lenek haline geliyor. 20. yüzyılda ise, para iki yoldan
sanat dünyasının kapısını çalıyor, bir yandan “sanat
piyasası” yaratılıp, sanat yapıtı değerli bir “meta”ya
dönüştürülürken, öte yandan kitle iletişim araçlarının
yaygınlaşması ve sinemanın devasa bir endüstri ha-
line gelmesiyle, “yüksek” sanatla fazla bir tanışıklığı
olmayan geniş kitlelerin beğenisine hitap eden “kit-
le kültürü” sanat alanına egemen oluyor.
Paraya sahip olanların, kültür alanında da söz sa-
hibi olmalarının tarihi çok eskilere, Rönesans’ın da öte-
sine, ortaçağa kadar uzanıyor. Kilisenin ve feodal bey-
lerin güçlerini yansıtan bir araç oluyor sanat.
Sanayi devriminden sonra da, büyük sermayenin
etkin bir tanıtım aracı olarak bu işlevini sürdürüyor. El-
bette, siyaset de bu alandan yararlanmakta geri dur-
muyor. Faşizmden komünizme tüm ideolojiler kültür
ve sanat alanını mutlak egemenlikleri altına almak için
çaba sarf ediyor.
Tarihin çeşitli dönemlerinde, siyasi iktidarların ser-
maye ile tehlikeli ilişkilere girdiğini görüyoruz (Nazi dö-
nemi bunun en tipik örneği). Siyasetle sermaye bir-
birinden bağımsız değil anlayacağınız. Gene de, sa-
natçı için sermayenin egemenliğinden daha büyük teh-
likeler içeriyor siyasi iktidarla kurduğu ilişki. Bu yüz-
den de, tarih boyunca siyasi baskılardan kaçmak için
sermayeye sığınan sanatçıların sayısı hiç az değil.
Günümüzde, sanata destek olma işlevini devlet ve
özel sektör paylaşıyor. Kimi ülkelerde biri, kimilerin-
de diğeri önde gidiyor. Bazılarında ise, daha denge-
li bir paylaşım söz konusu. Bizde, ibrenin her gün bi-
raz daha özel sektörden yana kaymakta olduğunu gö-
rüyoruz. Avantajlarıyla, riskleriyle yaşamakta oldu-
ğumuz reel bir süreç bu. Şikâyet etmek yerine, sü-
recin daha sağlıklı, daha adil işlemesi için öneriler ge-
tirmek, “iyi örnekler”i öne çıkarmak en akılcı yol gibi
görünüyor bana.
İyi örneklerden bir bölümüne geçen yazılarımızda
değinmiştik. Sabancı Grubu, Doğuş Grubu, Borusan,
Yapı Kredi, Siemens, ENKA gibi kalıcı kültür kurum-
ları oluşturan sermaye kuruluşlarının, sermayenin sa-
nata ilgisini çekmekte öncülük yapan Eczacıbaşı Gru-
bu’nun yanı sıra, önemli etkinliklere sponsorluk ya-
panlar var. Bu sponsorlukların bir bölümü, tarihi mi-
rasımızın korunmasına yöneliyor. Koç (Akdeniz uy-
garlıkları), Kale Grubu (Troya kazıları), JTI (Hattuşa Re-
konstrüksiyonu) şu an anımsayabildiklerim.
Borusan, Akbank, Doğuş Grubu, Denizbank, Mil-
li Reasürans gibi klasik müziğe ciddi destek veren bir
kuruluş da Tekfen. “Tekfen 3 Deniz Filarmoni Or-
kestrası” ile Akdeniz’den Orta Asya’ya uzanan bir coğ-
rafyadaki müzisyenleri bir araya getiriyor. Önümüz-
deki günlerde, ilginç bir projeye daha imza atacak. Mil-
li Marşımız için yapılmış tüm bestelerin seslendirile-
ceği konserle müzik tarihimize ışık tutacak.
Kültür –sanat alanında çok önemli yatırımlara im-
za atan bir kuruluşumuz da, Suna ve İnan Kıraç Vak-
fı (geçen yazımızda, Pera Müzesi’nde açılan “Doğu’nun
Cazibesi” sergisinden söz ederken yanlışlıkla Sevda-
Cenap And Vakfı diye belirtmişim). Vakıf, Pera Mü-
zesi ve İstanbul Araştırmaları Enstitüsü’nden sonra
şimdi de İstanbul’a büyük bir kültür merkezi kazan-
dırmak için çalışıyor.
Madem para ile sanat ilişkisinden söz açtık, son gün-
lerin çokça tartışılan bir olayına değinmemek olmaz.
Yıl başında tedavüle girecek Türk Lirası’nda kültür ha-
yatımızın çeşitli figürleri yer alıyor. Paraların üstünde
yer alacak portreler, Yunus Emre ve Itri dışında pek
bilinmeyen bilim ve sanat insanlarını kapsıyor. Ta-
rihçiler, bilim ve sanat insanlarımız neden bu isim var
da, şu isim yok gibisinden şikâyetlerini dile getiriyor.
Hatta, “para” ile “kültür”ün yan yana getirilmesine top-
tan karşı çıkanlar da var. İlk bakışta sempatik gelen
bir tepki ama, ben daha gerçekçi olmaktan ve bu iyi
niyetli yaklaşıma olumlu yaklaşmaktan yanayım.
Keşke, Mimar Sinan da, Nâzım da, Halide Edip de,
Yahya Kemal de, Orhan Veli de olsaydı bu listede.
Ama, neden o yok, bu yok demek yerine, daha te-
mel bir şeyi tartışsak daha iyi olmaz mı? Bu isimleri
kim seçti? Devlet memurlarından oluşan bir kurul mu,
yoksa bilim ve sanat dünyamızın seçkin uzmanları mı?
Kendi payıma, bunu bilmek isterim..
Bir başka bilmek istediğim nokta da şu: Madem hü-
kümetimiz bilim ve sanat insanlarımızı paranın üstüne
koyacak kadar kültüre önem veriyor, o zaman neden
bütçede kültüre ayrılan ödenek artacağına azalıyor?
Açıklanan 2009 bütçe taslağında ödeneği azaltılan
üç bakanlıktan biri Kültür ve Turizm. Geçen yıl 826
milyon olan ödeneğin önümüzdeki yıl 725 milyona dü-
şürülmesi öngörülüyor. (Bu arada Diyanet İşleri Baş-
kanlığı’nın bütçesi 1 milyar 998 milyondan 2 milyar 264
milyona çıkarılıyor.)
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu dersek; haksız
mıyız ?
vecdisayar@yahoo.com
kultur@cumhuriyet.com.tr
Frankfurt... Kitap imparatorluğu başkenti...
FRANKFURT - Frankfurt’tayõm... Yeryü-
zünün tüm kitaplarõ, yeryüzünün tüm edebiyatõ
Frankfurt’ta... “Messe” sözcüğüyle yatõp, “Buch
Messe” sözcükleriyle kalkõyoruz... Kentin so-
kaklarõ o rengârenk labirenti andõran Türkiye ya-
zõlõ afişlerle dolu... Fuar alanõ başlõ başõna bir kent!
Edebiyat ve kitap imparatorluğu başkenti.
Kimsenin endişesi olmasõn. Türkiye’nin bu yõl-
ki fuarõn onur konuğu olduğunun herkes fazla-
sõyla farkõnda!
Kimsenin endişesi olmasõn: Sõk rastlanõlan
“kendimizin kendimize propagandası” duru-
mu yok ortada!
Ancak sakõn hayallere kapõlõp, bugünden ya-
rõna bir anda tüm dünya Türk edebiyatõnõn ne
muhteşem olduğunu keşfedecek ve derhal tüm de-
ğerli kitaplar yabancõ dillere çevrilecek sanma-
yõn. Nasõl ki, fuarda onur konuğu olmamõz yõl-
larõn çabasõ sonunda gerçekleş-
tiyse, o hayal de ancak yõllarõn bi-
rikimi sonucunda gerçekleşebilir.
Onun ilk koşulu da açõlõş konuş-
masõnda Orhan Pamuk’un çok
isabetli biçimde vurguladõğõ gibi
edebiyatõn önünden, düşüncenin ve
ifadenin önünden tüm yasaklarõn, baskõlarõn,
engellerin kalkmasõdõr!
Açõlõşta Frankfurt’ta değildim. Ancak açõlõş ko-
nuşmalarõnõ okuyunca, Orhan Pamuk’un ko-
nuşmasõndan sonra Cumhurbaşkanõ’nõn adeta ona
yanõt verircesine söylediklerini (son yõllarda ne
denli geliştiğimiz ve demokratikleştiğimiz vb.)
eşsiz bir ironi ya da mizahi bir kurgu olarak al-
gõlamaktan kendimi alamadõm.
Frankfurt Kitap Fuarõ’nõn ilk günleri sadece
dünya yayõncõlarõna ve yazarlara açõk. Son iki gün
ziyaretçilere açõlacak. Ancak
tüm yan etkinlikler (klasik, caz,
geleneksel müzik konserleri, ti-
yatro, sinema, sergi vb.) her-
kese açõk. Bunlarõn izleyicile-
ri ezici çoğunlukla Almanlar ya
da Almanlaşmõş 3. kuşak Türk ve Kürt kökenli
gençler...
Fuarõn ikinci günü bizim oranõn dağlarõndan kan
kõrmõzõ bir karanfil geldi, “Buch Messe”deki “Bü-
tün Renkleriyle Türkiye”nin orta yerine düştü...
Dağlarca’yõ yitirdik haberi...
KÖKLERİ DERİNDE BİR ÇINAR
Fazõl Hüsnü Dağlarca’yõ “tanıdığımda” ço-
cuktum... Evimizin kitaplõğõnda ben doğmadan
önce yazdõğõ şiir kitaplarõnõ bulup oku-
duğumda, biri bu şiirleri yal-
nõz ama yalnõz benim için yazmõş sanõsõna ka-
põldõm... Sanki yalnõz benimle konuşuyordu o say-
falarda... Sonradan, şiirlerini en az benim kadar
seven başkalarõnõn da olduğunu öğrendikçe, na-
sõl da kõskandõm...
Sonra zamanla öğrendim ki, şairler hepimi-
zindi... Bencilliğe, kõskançlõğa gerek yoktu!
Sonra zamanla “şairler hepimizin”, çaresiz-
lik olmaktan çõktõ, mutluluğa dönüştü...
Dağlarca benim için dev bir çõnar ağacõ! Cüs-
sesiyle, yüreğiyle, sezgileriyle, zekâsõyla, dev bir
çõnar ağacõ.,.
Kökleri ve belleği toprağõn taa en derinlerine
kenetlenmiş... O kökler, hiç ama hiç kurumayan
bir kaynaktõr.. Dallarõ, hep daha uzağa, daha yük-
seğe, daha ileriye, daha, daha, daha uzayõp
gidiyor... Tanrõm o ne üretkenliktir! Yap-
raklarõ, sezgileriyle, düşünceleriyle, duy-
gularõyla beslenir, çoğaldõkça çoğalõr, ha-
şõr haşõr birbiriyle fõsõldaşõr ve yaşamõn her
alanõnõ kaplar...
O dev çõnarõn altõnda asla ezilmezsi-
niz, ancak hayran olursunuz... Onun göl-
gesinde kendinizi güvende hisseder-
siniz, rahatlarsõnõz. Onun gölgesinde
dünyayõ kavramaya çalõşõrsõnõz. Me-
rak etmeye, anlamaya, öğrenmeye, sorularõnõ-
zõ çoğaltmaya, yanõt aramaya ve bütün bunlardan
tat almaya başlarsõnõz...
Dağlarca, Türkçeyle soluk alõp verir, “Türkçem,
benim ses bayrağım” diyen odur... “Türkçem ba-
na şiiri söyler. Türkçeyi dinliyorum o kadar, ben
bir şey katmıyorum, bana yalnızca Türkçemin
söylediğini yazmak kalıyor.. Türkçem söylüyor,
ben yazıyorum” diyen, odur...
“Her şiirden sonra sana yüz sopa deseler va-
rım. Öyle severim şiir yazmayı, bir türlü do-
yamam. İki parmak, bir gözüm kalıncaya dek
her şeyimi vermeye hazırım şiir için... İki par-
mak kalem tutmaya, bir göz okuyup yazmaya”
diyen de o...
“Şiir benim yakamı bırakmaz. Geceleri uyut-
maz. Şiirsiz üşürüm. Ne giysem üzerime şiirsiz
ısınamam...” diyen, yine o.
Şiiri bir bütündür. Tektir. Ona özgüdür. Gürül
gürül akan, çağlayan, çoğalan, coşan bir şiirdir.
En az sözcüğe, en çok anlamõ sõğdõrma ustasõ-
dõr Dağlarca ... Çalõşkan, üretken Dağlarca... Ko-
nuşur gibi şiir besteleyen Dağlarca... Her daim
“âşık” Dağlarca...
Nerden mi çõktõ şimdi “âşık Dağlarca?” “Yaz-
ma Olayı” adlõ şiirini bilmez misiniz?
“Yazarken/ Değdirir gibiyim/ Yüzümü / Se-
nin yüzüne.”
Şiir yazmayõ böylesine aşkla bütünleyen kaç di-
ze biliyorsunuz?
İYİ Kİ VARSINIZ
Benim kuşağõmõn çocuklarõ Dağlarca’nõn şiir-
leriyle büyümüşlerdi. Şimdi onlarõn çocuklarõ, to-
runlarõmõz da onun şiirleriyle büyüyor...
Bütün bu süreçte, onun içindeki çocuk hep diri
kaldõ. Şimdi bize düşen görev, onun eserini gele-
cek kuşaklara her zamankinden daha çok tanõtmak
ve sevdirmek... Son zamanlarda ülkemize yama-
lanmaya çalõşõlan etiketlerle değil, Dağlarca’nõn
sevdiği, yücelttiği Türkiye’nin değerlerine sahip çõ-
karak bu görevi yerine getirmek...
Dağlarca’yla her buluştuğumuzda, her karşõ-
laştõğõmõzda, her konuştuğumuzda, ben bir bayram
havasõ yaşadõm. Ondan hep çok şey öğrendim.
Onunla zenginleştim.
Dünyanõn şanslõ insanlarõndan biriyim. Çünkü...
Şöyle anlatayõm:
Bir kez, Sevgili Fazõl Hüsnü Dağlarca, yazõla-
rõm üzerine cömertçe övgüler sõraladõktan sonra,
“Biliyor musunuz, ben dün akşam ne yaz-
dım?” diye sordu... Bilmeme olanak yoktu...
Kendi yanõtladõ: “Sizin için bir şiir yazdım.”
O sõralarda yitirdiğimiz bir yazar üzerine yaz-
dõklarõmõ okumuş, etkilenmiş, bana şöyle diyordu:
“Ben ölünce benim arkamdan da güzel bir ya-
zı yazacaksınız... Ama ya siz ölünce? Sizi kim
yazacak? Ben de hayatta olmayacağıma göre...
İşte dün gece, eğer o gün hayatta olabilseydim
eğer, yazacağım şiiri şimdiden yazdım... Adı. Sa-
rı Ağıt”
Yaa, işte böyle sevgili okurlar, daha ölmeden, ölü-
mümden sonra yazõlmõş ağõtõm bile var! Üstelik Fa-
zõl Hüsnü Dağlarca tarafõndan yazõlmõş!
Sevgili Dağlarca, hayõr, sizin ardõnõzdan güzel bir
yazõ yazamadõm... Ama şu bulunduğum kentte bü-
tün o renklerin izini sürerken, dünya edebiyatõnõn
orta yerinde durup, her kõvrõmda, her şarkõda, ana-
dilimi ve şiiri bana sevdiren sizin sesinizi duydum.
Ve iyi ki varsõnõz diye Tanrõ’ya şükrettim.
FRANKFURT KİTAP FUARI
Cumhuriyet
Kitaplarõ’na
ilgibüyük...
Kültür Servisi - Bu yõl onur konuğu olan ve
‘Bütün Renkleriyle Türkiye’ söylemiyle
Frankfurt Kitap Fuarõ’na katõlan Türkiye’yi
tanõtõcõ etkinlikler sürüyor. Türk Ulusal
Standõ’nda yer alan Cumhuriyet Kitaplarõ da
okurla buluşuyor. Tüm dünyadan yayõnev-
lerinin ve yazarlarõn katõldõğõ fuarda; yayõ-
nevleri, yazarlarõ, çizerleri, ressamlarõyla ül-
kemiz kültür ve düşünce alanõnda uluslararasõ
boyutta tanõtõlõyor. Yazõnõmõz, ustalarõ okur-
la buluşturan panellerle de çeşitli boyutlarõyla
ele alõnõyor. Panellerde Türkiye’ye ilişkin ko-
nular irdeleniyor, ustalarõmõzõn yapõtlarõ
değerlendiriliyor. Fuarda bugün saat 10.00’da
yapõlacak‘Çocuk Edebiyatında Kültür-
lerarasılık Çerçevesinde Çeviri, İki Dillilik
ve Uygulama Sorunları’ konulu panelin ko-
nuşmacõlarõ Turgay Kurultay, Zehra İp-
şiroğlu, Necdet Neydim. Saat 14.30’da Fe-
ridun Andaç’õn yöneteceği ‘Yaşar Ke-
mal’in Anlatı Dünyası’ konulu panelin ko-
nuşmacõlarõ ise Jean-Pierre Deleage, Barry
Tharaud, Kenan Mortan, Helga Dağye-
li. Aynõ saatte yapõlacak olan, Enver Er-
can’õn yöneteceği ‘Türkçe’nin Ses Bayrağı
Fazıl Hüsnü Dağlarca’ konulu panele
Haydar Ergülen, Arife Kalender, Önay
Sözer konuşmacõ olarak katõlacak. İkna Sa-
rıaslan, Mario Levi, Karin Karakaşlı, Se-
lim Temo’nun konuşmacõ olarak katõlaca-
ğõ ve 18.00’de yapõlacak olan ‘Türkiye’de
Edebiyatın Yolculuğu: Farklı Renkler
Farklı Sesler’ konulu paneli Tarık Gü-
nersel yönetecek.
ELİF BEREKETLİ
‘68 kuşağõnõn en sevilen seslerinden
Yunan folk müzik sanatçõsõ Demis Rous-
sos bu gece Günay Restaoran’da sahneye
çõkõyor. Bu, müzik yaşamõnda 40. yõlõnõ dol-
duran sanatçõnõn Türkiye’ye dördüncü ge-
lişi. Uzun süredir yeni albüm yayõmlama-
sa da toplama albümler çõ-
karmaya devam eden sa-
natçõ, 29 albüme ve “We
Shall Dance” (1971) , “My
Reason” (1972) , “Forever
and Ever” (1973), “Man
Of The World” (1980) gi-
bi müzik dünyasõnda iz bõ-
rakan birçok şarkõya sahip.
Dün Günay Restoran’da
yapõlan basõn toplantõsõnda
konuşan Roussos, “Türk-
ler ve Yunanlar birbirle-
rine o denli benziyor ki,
onları ayıran tek şey Ege
Denizi” dedi. İstanbul’la
ilgili her şeye hayranlõk duyduğunu da vur-
gulayan Roussos, Akdeniz’in dünyanõn
en önemli coğrafyalarõndan biri olduğunu
ve Doğu’nun en iyi müziğinin Türkiye ve
Mõsõr’dan çõktõğõnõ söyledi. Türk ve Yunan
sanatçõlarõn son zamanlarda ilerleme gös-
teren Türk-Yunan ilişkilerine ortam hazõr-
layarak önemli bir siyasi rol oynadõklarõnõ
söyleyen sanatçõ, günümüzde iki ülke ara-
sõndaki ilişkileri ‘mükemmel’ olarak ni-
teledi. Sözlerine “Durum böyle olmasaydı
bile sanatçılar zaten her şeyden önce ‘in-
san’ oldukları için birbirlerini severler-
di” diye devam eden Roussos, çok yetenekli
Türk sanatçõlar olduğunu bildiğini; ne var
ki hiçbirini ismen tanõmadõğõnõ, yalnõzca
Tarkan’õ en beğenilenler listesin-
de üst sõralara çõkan şarkõlarõndan ta-
nõdõğõnõ söyledi. Müzik piyasasõnõ
‘umutsuz’ olarak değerlendiren
sanatçõ, genç sanatçõlarõn işinin
özellikle ekonomik krizden dolayõ
zor olduğunu ve bazõlarõnõn ‘bu dö-
nemde’ yetenekli olduklarõ için
şanssõz olduklarõnõ söyledi. Roussos
ayrõca, müzik piyasasõnõ geliştirmek
için neler yapõlabileceği konusunda
artõk hiçbir fikrinin kalmadõğõnõ,
televizyondaki programlarõn yal-
nõzca ‘parlayıp sönen’ şarkõcõlar ya-
rattõğõnõ, öte yandansa internetin
ve korsancõlõğõn emek sömürüsü
yaptõğõnõ belirtti. 62 yaşõndaki sanatçõ,
Eurovizyon’u çok saçma bulduğunu, Yu-
nan müziği ile Türk müziğinin Batõ pop mü-
ziğini birkaç yõl geriden ‘takip ve taklit’
ettiği için yerinde saydõğõnõ söyledi ve ek-
ledi: “Her şeyden kötüsü, ne yazık ki, bu
şekilde köklerimizden hızla uzaklaşı-
yoruz.”
Demis Roussos Günay Restaoran’da sahneye çõkõyor
‘Köklerimizdenuzaklaşõyoruz’
Kültür Servisi - Şiir, roman, öykü, deneme-
inceleme-araştõrma ve tiyatro dallarõnda
her yõl dönüşümlü olarak verilen Cevdet
Kudret Edebiyat Ödülleri 2008 yõlõnda şiir
dalõnda verildi. Ataol Behramoğlu, Adnan
Binyazar, Cevat Çapan, Alpay Kabaca-
lı ve Hilmi Yavuz’dan oluşan Seçici Kurul,
‘Dilinin yalınlığı, konulara atak yaklaşı-
mı ve şiir emeği’ gerekçesiyle İsmail Uya-
roğlu’nun “Kirli Şiirler” adlõ kitabõnõ oy-
çokluğu ile ödüle değer buldu. Oyuncu Jü-
lide Kural’õn sunacağõ Cevdet Kudret Ede-
biyat Ödülleri Töreni ve Yazarõ Anma
Toplantõsõ, 1 Kasõm Cumartesi günü TÜ-
YAP Kitap Fuarõ, Karadeniz Salonu’nda sa-
at 14.15’te yapõlacak. Törende Mimar Sinan
Güzel Sanatlar Üniversitesi, Türk Dili ve
Edebiyatõ Bölümü öğrencileri Yedi Meşa-
le hareketini anlatacak; Maltepe Üniversi-
tesi, Türk Dili ve Edebiyatõ Bölümü öğ-
rencileri Cevdet Kudret’in şiirini incele-
yecek, Yeditepe Üniversitesi Tiyatro Bölümü
öğrencileri ise Cevdet Kudret’in beğendi-
ği şiirlerden örnekler sunacaklar.
ÖdülUyaroğlu’nun
CEVDET KUDRET EDEBİYAT ÖDÜLÜ
Kültür Servisi - Sabahattin Ali’nin ar-
kadaşõ, tarih öğretmeni Ayşe Sıtkı İlhan
97 yaşõnda yaşamõnõ yitirdi. İlhan’õn ce-
nazesi, bugün Ankara Karşõyaka Mezarlõğõ
Camisi’nde kõlõnacak öğlen namazõnõn
ardõndan Karşõyaka Mezarlõğõ’nda topra-
ğa verilecek. 1912 yõlõnda Kavala’da do-
ğan Ayşe Sõtkõ, ortaöğrenimini Erenköy
Kõz Lisesi’nde yaptõ. Reşat Nuri Günte-
kin’in öğrencisi oldu. Nâzım Hikmet
hayranõ olan Ayşe Sõtkõ, Yüksek Öğretmen
Okulu’ndayken Sabahattin Ali’yle tanõş-
tõ.Sabahattin Ali’nin Ayşe Sõtkõ’ya gön-
derdiği, eski yazõyla yazõlmõş 67 mektup
“İki Gözüm Ayşe” adlõ kitapta yer alõyor.
Kitap, Ayşe Sõtkõ İlhan ve Doğan Akın im-
zasõnõ taşõyor. Ayşe Sõtkõ İlhan’õn Saba-
hattin Ali’ye yazdõğõ mektuplar ise Filiz Ali
ile Atilla Özkırımlı’nõn 1979’da yayõm-
ladõklarõ “Sabahattin Ali” kitabõnda yer
alõyor.90’lõ yõllarda gazetemizde köşe ya-
zõlarõ yayõmlamõştõ.
Dağlarca...dağlardaaçmõşbirçocuk-çiçek
AyşeSõtkõİlhanyaşamõnõyitirdi
ACI KAYBIMIZ
Üniversitemiz Mimarlõk Fakültesi
1980 - 1982 Dönemi Dekanõ
Emekli Öğretim Üyesi
Prof. Dr.
AHMET KESKİN’i
16 Ekim 2008 Perşembe günü kaybetmiş
bulunuyoruz.
Cenazesi 17 Ekim 2008 Cuma günü Üni-
versitemiz Taşkõşla Binasõ’nda 10.30’da
yapõlacak töreni müteakip Teşvikiye Ca-
mii’nde kõlõnacak öğle
namazõndan sonra Beşiktaş Yahya Efendi
Mezarlõğõ’nda toprağa verilecektir.
Ailesine, yakõnlarõna İTÜ camiasõna
başsağlõğõ dileriz.
İTÜ REKTÖRLÜĞÜ