Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
U
rbana ve Cham-
paign bizim Edir-
ne büyüklüğünde
bile yok. Kentin nerdey-
se üçte biri üniversite
kampusu; fakülte binala-
rõ, yüksekokullar, loj-
manlar, kütüphaneler, öğ-
renci evleri, öğrencilerin
devam ettiği kafeler... Il-
linois Üniversitesi
1867’de kurulmuş, bü-
yük bir bilim kurumu.
Üniversiteyi kentten ayõ-
ran sõnõrlar, yüksek du-
varlar, demir parmaklõk-
lar, tel örgüler yok. Giriş
çõkõşlarda ne bir güvenlik
görevlisi ne de sizden
kimlik soran bir görevli
gözünüze çarpõyor. Bah-
çeleri sincaplarõn inip çõk-
tõğõ ağaçlar içinde... Son-
ra heykeller, bir sürü hey-
kel var. Üniversite önünde
çõplak bir genç kõz heyke-
liyle de karşõlaşõyoruz. Bu
gözlemimi özellikle bizde
heykellere tüküren yöneti-
ciler için yazõyorum. Üni-
versite bahçesinde çõplak
bõr genç kõz heykeli... Ma-
yõs sonunda ve haziran
ayõnda öğrenciler tatile çõk-
tõklarõ için yalnõz üniversi-
te değil kent de boşalmõş gi-
bi. Yoksa o güzelim çim sa-
halarõn, tenis kortlarõnõn
boş kalacağõnõ sanmõyo-
rum. Kentte kalanlar daha
çok yabancõ öğrenciler,
dünyanõn her tarafõndan
buraya okumak için gel-
miş öğrenciler var.
İçini gezdiğim binalar-
dan biri Yabancõ Diller
Yüksekokulu. Birkaç yõldan
beri Türkçe dersleri de ve-
riliyormuş... 11 Eylül olay-
larõndan sonra Ortadoğu’da
konuşulan diller önem ka-
zanmõş. Türkçe okutmanõ
Ercan Bey’in 10-15 öğ-
rencisi varmõş. Amerika’da
öğrenciler çok bilinen dil-
lerin yanõ sõra az bilinen dil-
leri öğrenmeye de zorlanõ-
yorlarmõş. Türkçeden, Aze-
riceden sonra, Farsçanõn da
yakõnda bu az bilinen diller
arasõnda öğretileceğini söy-
lüyor Ercan Bey.
Illinois Üniversitesi İle-
tişim Fakültesi’nin ön ve ar-
ka kapõsõndaki iki tabela
üstündeki yazõlar ilgimi çe-
kiyor. Bu tabelalarda fa-
kültenin iletişim alanõna
önemli katkõsõ olduğuna
inandõklarõ iki etkinlik ta-
nõtõlõyor.
Safranbolu örneği
Yõllardõr Ankara Üniver-
sitesi İletişim Fakültesi’nde
dersler veriyorum. Görev
yaptõğõm fakültenin de ta-
belalarda yazõlõ etkinlikler
gibi önemli sayõlabilecek
bazõ etkinlikleri olduğunu
biliyorum. Örneğin, Saf-
ranbolu belgeseliyle bu kül-
tür mirasõmõzõ dünyaya ilkin
bizim fakültemiz tanõttõ, ilk
üniversite radyosu, ilk üni-
versite gazetesi de Ank.
Üni. İletişim Fakültesi’nde
kuruldu. Ancak fakülte-
mizde bu başarõlarõn, bu
etkinliklerin yazõldõğõ bir
köşe göremezsiniz. Bunu,
Amerikalõlar vitrine önem
veriyorlar, diye mi açõkla-
mak gerekir, bilemiyorum.
Illinois Üniversitesi İletişim
Fakültesi’ni dolaşõrken, ko-
ridorun birinde gördüğüm
büyük boy fotoğraflarõn es-
ki yöneticilere, dekanlara ait
olduğunu düşündüm önce.
Çünkü fotoğraftaki insanlar
kerliferli, yaşlarõ epeyce
var. Sonra alttaki yazõlarõ
okuyunca anladõk ki, büyük
basõn kuruluşlarõnda önem-
li görevlerde bulunmuş es-
ki mezunlarõn fotoğraflarõ.
Üniversite, mezunlarõnõn
başarõsõyla da ilgileniyor,
övünüyor. Gene kendi fa-
kültemi düşündüm. Ertuğ-
rul Özkök, Can Dündar,
İkbal Gürpınar, Ahmet
Tan bizim mezunlarõmõz-
dan hemen hatõrlayõverdik-
lerim... Bizde böyle bir kö-
şe de yok.
Arabayla sõk sõk önünden
geçtiğimiz büyük bir köşkü
gösteriyor oğlum bize, rek-
törün evi olduğunu söylü-
yor. Bu köşkün Beyaz Sa-
ray’dan tek farkõ, herhalde
rengi olsa gerek... Çimler,
ağaçlar ortasõnda kocaman
bir köşk... Yürüyüp taa içi-
ne, odalarõna, mutfağõna,
tuvaletine girseniz, önünü-
ze çõkacak tek bir engel
yok sanki. Göze çarpan bir
bahçe duvarõ bile konma-
mõş. Şunu da söylemeli-
yim ki, rektörün evinin
çevresindeki geniş yeşil
alanõ burada bir öğrenci
evinde de görebilirsiniz.
Urbana’da yoksulundan
korkmayan bir zenginlik
var. Bilgisayar, fotoğraf
makinesi gibi çoğu ihti-
yaçlarõmõzõ internet sipa-
rişleriyle aldõk. Evde ol-
madõğõmõz günlerde kapõ-
ya bõrakõlan bu kõymetli
eşyalarõmõza dokunan ol-
madõ. Kimsenin dokun-
mayacağõna ilk günler oğ-
lum beni inandõrmakta
epey zorlandõ... Ameri-
ka’yõ daha önce görmüş
olan arkadaşlarõmdan öğ-
rendiğim ya da bir yerler-
de okuduğum bazõ bilgiler
var kafamda. Amerika’da
her sekiz kişiden birinin
suç işlediğini az mõ duy-
duk? Korkunç bir rekabet
var burada... Bu tür bilgileri
doğrulayacak gözlemlerle
bu gezim sõrasõnda nere-
lerde karşõlaşacağõmõ doğ-
rusu merak ediyorum. An-
cak şu kesin, Amerika’da
suç işlenen yerler çok kes-
kin çizgilerle birbirinden
ayrõlmõş. ABD’de her yõl in-
sanlarõn yüzde 5’i suç kur-
banõ oluyorlarmõş. Urbana
ise anlattõğõm gibi...
Amerikalõlar müzeciliği
seviyorlar, ama müzelerine
koyacaklarõ tarihleri yok.
Urbana’da insanlarõn balõk
tuttuklarõ, piknik yaptõkla-
rõ küçük bir göl kenarõnda
kentin kuruluş yõllarõyla il-
gili etnoğrafik müzeyi de
gezdik. Müzede kentte ilk
alõnan verginin belgesin-
den tutun da, kovboy şap-
kasõna kadar, iki yüz yõl ön-
cesine ait ayna, kitap, der-
gi, giysiler, pek çok şey
sergilenmiş. En eski eşya
200 yõl öncesine ait iki Kõ-
zõlderili oku. Bu oklarõn
yanõna asõlmõş, elle çizilmiş
bir Kõzõlderili resmi ve res-
min altõndaki öykü ilgimi
çekti. Beyaz adamõn, top-
raklarõnõ ellerinden almak
için yerlileri çocuk gibi na-
sõl kandõrõp oyuna getir-
diklerini anlatan filmlere
benzeyen bir öykü. Kim
bilir, Kenekuk’un (Kee-
necuk) hayatõ da böyle bir
filmde anlatõlmõş olabilir.
CMYB
C M Y B
1 EKİM 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
Sincaplar şehri: Urbana Champaign
U
rbana - Champaign, niye iki ayrõ ad
verildiğini anlayamadõğõm, yan yana,
kol kola, hatta iç içe girmiş, aslõnda
tek bir kent... Evleri, binalarõ; ağaçlar, orman-
lar, yemyeşil bahçeler içinde. Nereye gitseniz
karşõnõza küçük bir göl çõkõyor. Kent bina,
beton değil, ağaç demek, park, bahçe, spor
alanlarõ demek... Futbol, beysbol, tenis, golf
demek... Belediye herkesi ağaç dikmeye
zorlamõş; eviniz varsa bahçeniz de olacak,
bahçeniz varsa, ağaçlarõnõz, çimleriniz de
olacak… Bunlarõ bakõmsõz bõrakõrsanõz, ağõr ceza-
lar ödüyorsunuz. Yağmur bol, kuraklõk korkusu
hiç yok. ABD’de gittiğim her yerde yeşil daimi
bir renk, Şikago’dan başkent Washington’a kadar
uzun süren yolculuğumuzda gördüm ki, yeşil bu-
ralarda belli mevsimlerin geçici rengi değil; sol-
gun, cõlõz görünen tek bir bitki, çõplak toprak yok.
Çalõştõğõ kurum adõna Urbana’da yüksek lisans
yapan oğlumun mütevazõ öğrenci evi de böyle
yemyeşil ağaçlar, çimler ortasõnda bir yerde. Etra-
fõnda sincaplar, tavşanlar koşuşuyor. Bildiğimiz
serçeler, kõrlangõçlar dõşõnda, benim ilk kez bura-
da gördüğüm “kardinal kuşu” dedikleri kõrmõzõ
renkli hoş ötüşlü bir kuş da var. Oğlum evini bize
gezdirirken, bu kuşun sesini duyuyorum dõşarõ-
dan, kapõ önlerinde bir şeyler arayan sincaplarõ
görüyorum. Çok yaklaşsalar bile içeri girmiyor
sincaplar, herhalde içeri girerlerse fare muamelesi
göreceklerini biliyorlar. Oğlum evinin kültür far-
kõndan doğan tek eksiğine dikkatimizi çekiyor:
“Tuvaletin taharet musluğu yok” diyor güle-
rek.
“Önemli değil, bir çaresini buluruz” diye ben
de gülüyorum.
Eşofmanõmõ, spor ayakkabõlarõmõ alarak bu
yemyeşil, sincaplar şehrine hazõrlõklõ gelmiştim,
daha ertesi günü koşmaya başladõm. Sincaplar,
tavşanlar da eşlik ettiler bana, tenis oynarken se-
yircilerim arasõnda bu sevimli yaratõklar da vardõ.
Koşarken evlerden biraz uzaklaştõkça ceylanlar
da görüyordum. Kardinal kuşunun önce uzun,
sonra tabanca atõşlarõ gibi kõsa, art arda patlayan,
uzun süren ötüşleri kulağõmda, bazen epey uzak-
lara, göl kenarlarõna doğru koşuyorum. Kardinal
kuşunun bu uzun ötüşlerine Türkçede “dem çek-
mek” denir. Ya İngilizcede? İngilizcede “dem
çekmek” yoksa, bu kuşa büyük haksõzlõk.
Oğlum ilk gün yolu şaşõrõrõm diye her olasõlõğa
karşõ cep telefonunu bana vermiş,
arayacağõm numaraya kadar göstermişti. Belli ki
benim burada kaybolmamdan korkuyor... Oysa
küçükken biz onun kaybolmasõndan korkardõk.
Babalarla oğullar arasõnda ileri yaşlarda olmasõ
gereken rol değişikliği, yavaş yavaş bizim hayatõ-
mõza da giriyor demek ki...
I
llinois Üniversitesi İletişim
Fakültesi’nin ön ve arka ka-
põsõndaki iki tabela üstündeki
yazõlar ilgimi çekiyor. Bu ta-
belalarda fakültenin iletişim
alanõna önemli katkõsõ oldu-
ğuna inandõklarõ iki etkinlik
tanõtõlõyor. Tabelada yazõlan-
lar Türkçeye şöyle çevrilebi-
lir:
W
ilbur Schramm, 1949 yõ-
lõnda, Amerika’daki ka-
mu yayõncõlõğõnõn felsefi
temellerini atan Ulusal Eğiti-
ci Yayõncõlar Birliği Konfe-
ransõ’nõ düzenlemiştir. Bu dö-
nemden itibaren “Ulusal
Halk Radyosu - National
Public Radio” ve “Kamusal
Yayõn Hizmetleri Public Bro-
adcasting Service” gelişmiş
ve büyümüştür.
B
asõn Özgürlüğü, Theo-
dore B. Peterson, Fred
Siebert ve Wilbur W.
Schramm ile birlikte “Basõn
Teorisiyle İlgili 4 Teori”
(1956) adlõ, klasik felsefi
prensiplerini modern toplum-
larda basõnõn rolünün anlaşõl-
masõna uygulayan bir kitap
yazmõştõr. Peterson, öğrencile-
rine basõn özgürlüğünün felsefi
ve tarihi anlamlarõnõ tanõtmõş-
tõr. Çalõşmalarõ, gazetecilik ve
medya ahlakõyla ilgili çalõş-
malarõn şeklini değiştirmiştir.
GECELERİ
BÜYÜYEN ŞEHİR:
Pittsburgh
A
merika’ya gidip de Washington’õ, Beyaz Saray’õ
görmemek olmazdõ. Urbana’dan yaklaşõk 13 sa-
atlik bir yolu göze aldõk. Pittsburgh’da konaklarsak
daha az yorulacağõmõzõ düşündük. Amerika’da gördüğüm
kentlerin çoğu yemyeşil ormanlar, ağaçlar içinde... Pitts-
burgh aynõ zamanda nehirler içinde, üç nehrin buluştu-
ğu, kesiştiği bir yerde kurulmuş... Amerika’nõn en büyük
kanser araştõrma merkezlerinden biri burada. Cep tele-
fonlarõmõzõn Rus ruleti olduğu geçen yõl bu merkezin yap-
tõğõ önemli bir uyarõydõ. Yaşar Kemal Anadolu’daki ne-
hirlerin, sularõn duruluğunu betimlerken; “İçine kitap düş-
se okunur” diye anlatõr ya, burada öyle duru sular göre-
mezsiniz. Bulanõk, onlarõn içine kitap değil, güneş ya da
ay düşse, görmeniz zor. Çünkü sürekli yağmur yağdõğõ için
sel sularõyla bulanan nehirler çamur gibi akõyor. Ayrõca
toksit kirlenme de var. Pittsburgh’da adõm başõ bir köp-
rüyle karşõlaşõyorsunuz. Biz oradayken bir köprü daha ya-
põlõyordu. Kaldõğõmõz otel 1800’lü yõllardan kalma tari-
hi bir bina... Odalarõ epeyce yüksek, pencereleri güpür tül
perdeli, televizyon dõşõnda bütün eşyasõ ahşap, sandal-
yelerin oturulan yerleri hasõrdan, masa ve televizyon ör-
tüleri bizim Anadolu kadõnlarõnõn elinden çõkmõş dantel-
lere benzeyen dantellerle örtülmüş. Bir otel müşterisi de-
ğil de, eski zaman evine gelmiş bir konuk gibi hissettik
kendimizi. Resepsiyondaki görevli yaşlõca bir adam, otel
görevlisinden çok resmi bir kurum görevlisi gibi karşõlõ-
yor insanlarõ, sõcak değil ama size güven veriyor.
Pittsburgh’da teleferikle çõkõlan yaklaşõk iki yüz met-
re yükseklikteki tepeden nehirlerin geçtiği şehre doğru ba-
kõnca, görülen manzara (gece manzarasõ) Amerika’da ikin-
ci seçilmiş. Şehir, geceleyin nehirlere vuran õşõklarla alt-
tan ve üstten aydõnlatõlmõş gibi görünüyor; sulardaki põ-
rõltõlarõyla kat kat çoğalõyor; geceleyin büyüyor, gündüz
gün õşõğõyla birlikte küçülüyor. Biz tepeden fotoğraf çe-
kerken, biraz ötemizde korkuluklarõn üstünde iriyarõ zen-
ci bir kõzla sevgilisi kavga ediyordu. Biraz ötelerinde de
bir bira şişesi... Böyle kavgalarda tam kafaya vurulacak
türden bir şişe... Zenci çocuk yere eğildikçe şişeyi silah
gibi düşünmek daha çok tedirgin etti beni. Onlar yüzün-
den birkaç fotoğraf eksik çektik. Biraz sonra zenci kõz kor-
kuluklarõn arkasõna geçerek kendini 200 metrelik uçuruma
atacakmõş gibi çocuğu tehdit etmeye başladõ. “Senin ar-
kadaşların fahişe!” diye bağõrõyor kõz, zenci delikanlõ da
aynõ sözlerle yanõt veriyor ona.
Gürültülü siyahiler
İki yüz metrelik uçurumun üstündeki korkuluklarda ge-
çen bu kavga, gelip gidenleri tedirgin etse de bana biraz
şov gibi de geldi. Çevreyi pek umursamayan zenciler, ge-
nellikle gürültücü oluyorlar.
Pittsburgh’da çoğu binalar 1800’lü yõllarda yapõlmõş,
ama yepyeni duruyor. Bu kentlerde evler yõkõlmak üze-
re yapõlmamõş. Oysa bizde binalarõn bir insan ömrü ka-
dar bile ömrü yok... Şehrin o gün neden tenha olduğunu
çok geçmeden öğreniyoruz... Buz hokeyi takõmlarõnõn bir
başka şehirde final maçõ varmõş... Şehirde kalanlar da tel-
evizyonlarõnõn başõnda... Sokaklar, dükkânlar bu yüzden
boş. Böyle bir saatte sadece bar kõsmõnda birkaç müşte-
rinin oturduğu, bütün masalarõ bomboş bir lokantada ye-
dik akşam yemeğimizi. Garson kõz arada bir televizyo-
na göz atõp takõmlarõnõn durumunu bize de anlatõyordu.
Takõmlarõ yenik ama, garson kõz umutlu...
Akşam otelimize dönerken bize yol gösteren sesli pu-
sulanõn (GPS) azizliğine uğradõk, kendimizi şehrin dõşõnda,
bir zenci mahallesinin karanlõk sokaklarõnda bulduk. Ara-
bamõza atlayacak gibi bakan kapkara adamlarõn önünden
şaşkõnlõkla tekrar tekrar geçmek bizi epey korkuttu. Her
sekiz Amerikalõdan birinin suç işlediğini işte en çok bu
zenci mahallesinde dolaşõrken hatõrladõm. Bundan son-
ra gideceğimiz şehirleri, arabamõzla değil de taksiyle do-
laşmanõn daha akõllõca olacağõna karar verdik.
R
esmini gördüğümüz Kene-
kuk, amcasõnõ öldürmüş,
beyazlar onu yakalayõp
cezalandõrmak istemişler. Araya
papaz giriyor, Hõristiyanlõğõ ka-
bul eder, bu dinin yayõlmasõ için
çalõşõrsa, bağõşlanacağõnõ söylü-
yor. Kenekuk hapiste çürümek
yerine Hõristiyanlõğõ kabul edi-
yor, bu dinin kurallarõnõ kendi
gelenekleriyle de birleştirerek
kabilesini etkilemeye çalõşõyor.
Ancak bu durumdan rahatsõz
olan bazõ Kõzõlderililer bölgeyi
terk ederek Mississippi taraflarõ-
na gidiyorlar. Amerikalõlarõn ku-
ruluş yõllarõna ait, beyazlarõ
utandõracak böyle pek çok öykü
var. Kenekuk’un adõnõ unutma-
mak için defterime yazarken oğ-
lum takõlõyor bana:
“Tonyukuk’tan hatırla baba”
diyor.
Kenekuk... Tonyukuk... Bu ses
benzerliği Kõzõlderililerle akra-
balõğõmõzõ da hatõrlatõyor bize,
gülüyoruz. Kõzõlderili isimlerine
hemen õsõnõvermemiz boşa de-
ğil. Buraya yakõn bir yerde, bir
de Kankaki diye bir kasaba var.
Bu da gene yok edilen bir Kõzõl-
derili kabilesinin adõymõş. Kabi-
le yok edilmiş ama, adõnõ yaşatõ-
yorlar. Amerikalõlar bu tür olay-
larõ anlatõrlarken, atalarõndan
“Avrupalılar” diye söz ediyor-
lar. Montaigne de bu dönemde-
ki vahşeti anlatõrken, “biz” der,
yani Avrupalõlar.
Urbana’da bütün büyük alõşveriş
yerleri gibi, büyük kitapçõlar da
kentin dõşõnda. Edirne’den daha
küçük bu kentte gördüğüm iki
büyük kitabevi, Türkiye’de, İs-
tanbul’da ya da Ankara’da gör-
düğüm en büyük kitabevlerinin
(Dost, İmge vb.) en az beş-altõ
misli büyüklükte. Kocaman ki-
tabevinde ortada dolaşan ya da
kitaplarõn başõnda bekleyen tez-
gâhtarlar göremiyorsunuz. İn-
sanlar bir köşede kahvelerini,
çaylarõnõ içerlerken kitap, dergi
karõştõrõyorlar. Belki de üniversi-
telerin tatil olmasõ nedeniyle bu
kocaman kitabevindeki müşteri
kalabalõğõnõn, karşõlaştõrmaya
çalõştõğõm Türkiye’deki kitabev-
leri kadar çok olduğunu söyleye-
mem. Kitaplar, tarih, sosyoloji,
felsefe, dilbilim, roman, bilim-
kurgu gibi türlere göre yerleşti-
rilmiş. Türkiye’deki kitapçõlar-
dan farklõ olarak “geyler-lezbi-
yenler” için de ayrõ bir bölüm
var. Seçim öncesinde başkan
adaylarõyla ilgili kitaplar ayrõ bir
bölümde toplanmõş. Bu bölüm-
den “Clinton Fıkraları” adlõ bir
kitap ilgimizi çekiyor, kahvemi-
zi içerken sayfalarõnõ karõştõrõyo-
ruz. Bizdeki “Akbulut fıkrala-
rı” gibi, burada da Clinton fõkra-
larõ yaygõn. “Clinton pozisyo-
nu” bizi de güldürüyor. Bu po-
zisyonda erkek üstte, kadõn şehir
dõşõnda... Bunlarõn çoğu Türk si-
yasetine de uyarlanacak fõkralar
ama, mizaha tahammül edecek
siyasetçiyi nerede bulacaksõnõz?
Evleri, binalarõ; ağaçlar, ormanlar, yemyeşil bahçeler içinde. Nereye gitseniz karşõnõza küçük bir göl çõkõyor. Kent bina, beton değil, ağaç
demek, park, bahçe, spor alanlarõ demek... Futbol, beysbol, tenis, golf demek... Eviniz varsa bahçeniz de olacak, ağaçlarõnõz, çimleriniz de
Demir parmaklık ve tel örgü yok
‘Kenekuk’u Tonyukuk’tan hatõrla baba’
KENTİN NEREDEYSE ÜÇTE BİRİ ÜNİVERSİTE... FAKÜLTE BİNALARI, YÜKSEKOKULLAR, KÜTÜPHANELER, MÜZELER
SÜRECEK