28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
U rbana ve Cham- paign bizim Edir- ne büyüklüğünde bile yok. Kentin nerdey- se üçte biri üniversite kampusu; fakülte binala- rõ, yüksekokullar, loj- manlar, kütüphaneler, öğ- renci evleri, öğrencilerin devam ettiği kafeler... Il- linois Üniversitesi 1867’de kurulmuş, bü- yük bir bilim kurumu. Üniversiteyi kentten ayõ- ran sõnõrlar, yüksek du- varlar, demir parmaklõk- lar, tel örgüler yok. Giriş çõkõşlarda ne bir güvenlik görevlisi ne de sizden kimlik soran bir görevli gözünüze çarpõyor. Bah- çeleri sincaplarõn inip çõk- tõğõ ağaçlar içinde... Son- ra heykeller, bir sürü hey- kel var. Üniversite önünde çõplak bir genç kõz heyke- liyle de karşõlaşõyoruz. Bu gözlemimi özellikle bizde heykellere tüküren yöneti- ciler için yazõyorum. Üni- versite bahçesinde çõplak bõr genç kõz heykeli... Ma- yõs sonunda ve haziran ayõnda öğrenciler tatile çõk- tõklarõ için yalnõz üniversi- te değil kent de boşalmõş gi- bi. Yoksa o güzelim çim sa- halarõn, tenis kortlarõnõn boş kalacağõnõ sanmõyo- rum. Kentte kalanlar daha çok yabancõ öğrenciler, dünyanõn her tarafõndan buraya okumak için gel- miş öğrenciler var. İçini gezdiğim binalar- dan biri Yabancõ Diller Yüksekokulu. Birkaç yõldan beri Türkçe dersleri de ve- riliyormuş... 11 Eylül olay- larõndan sonra Ortadoğu’da konuşulan diller önem ka- zanmõş. Türkçe okutmanõ Ercan Bey’in 10-15 öğ- rencisi varmõş. Amerika’da öğrenciler çok bilinen dil- lerin yanõ sõra az bilinen dil- leri öğrenmeye de zorlanõ- yorlarmõş. Türkçeden, Aze- riceden sonra, Farsçanõn da yakõnda bu az bilinen diller arasõnda öğretileceğini söy- lüyor Ercan Bey. Illinois Üniversitesi İle- tişim Fakültesi’nin ön ve ar- ka kapõsõndaki iki tabela üstündeki yazõlar ilgimi çe- kiyor. Bu tabelalarda fa- kültenin iletişim alanõna önemli katkõsõ olduğuna inandõklarõ iki etkinlik ta- nõtõlõyor. Safranbolu örneği Yõllardõr Ankara Üniver- sitesi İletişim Fakültesi’nde dersler veriyorum. Görev yaptõğõm fakültenin de ta- belalarda yazõlõ etkinlikler gibi önemli sayõlabilecek bazõ etkinlikleri olduğunu biliyorum. Örneğin, Saf- ranbolu belgeseliyle bu kül- tür mirasõmõzõ dünyaya ilkin bizim fakültemiz tanõttõ, ilk üniversite radyosu, ilk üni- versite gazetesi de Ank. Üni. İletişim Fakültesi’nde kuruldu. Ancak fakülte- mizde bu başarõlarõn, bu etkinliklerin yazõldõğõ bir köşe göremezsiniz. Bunu, Amerikalõlar vitrine önem veriyorlar, diye mi açõkla- mak gerekir, bilemiyorum. Illinois Üniversitesi İletişim Fakültesi’ni dolaşõrken, ko- ridorun birinde gördüğüm büyük boy fotoğraflarõn es- ki yöneticilere, dekanlara ait olduğunu düşündüm önce. Çünkü fotoğraftaki insanlar kerliferli, yaşlarõ epeyce var. Sonra alttaki yazõlarõ okuyunca anladõk ki, büyük basõn kuruluşlarõnda önem- li görevlerde bulunmuş es- ki mezunlarõn fotoğraflarõ. Üniversite, mezunlarõnõn başarõsõyla da ilgileniyor, övünüyor. Gene kendi fa- kültemi düşündüm. Ertuğ- rul Özkök, Can Dündar, İkbal Gürpınar, Ahmet Tan bizim mezunlarõmõz- dan hemen hatõrlayõverdik- lerim... Bizde böyle bir kö- şe de yok. Arabayla sõk sõk önünden geçtiğimiz büyük bir köşkü gösteriyor oğlum bize, rek- törün evi olduğunu söylü- yor. Bu köşkün Beyaz Sa- ray’dan tek farkõ, herhalde rengi olsa gerek... Çimler, ağaçlar ortasõnda kocaman bir köşk... Yürüyüp taa içi- ne, odalarõna, mutfağõna, tuvaletine girseniz, önünü- ze çõkacak tek bir engel yok sanki. Göze çarpan bir bahçe duvarõ bile konma- mõş. Şunu da söylemeli- yim ki, rektörün evinin çevresindeki geniş yeşil alanõ burada bir öğrenci evinde de görebilirsiniz. Urbana’da yoksulundan korkmayan bir zenginlik var. Bilgisayar, fotoğraf makinesi gibi çoğu ihti- yaçlarõmõzõ internet sipa- rişleriyle aldõk. Evde ol- madõğõmõz günlerde kapõ- ya bõrakõlan bu kõymetli eşyalarõmõza dokunan ol- madõ. Kimsenin dokun- mayacağõna ilk günler oğ- lum beni inandõrmakta epey zorlandõ... Ameri- ka’yõ daha önce görmüş olan arkadaşlarõmdan öğ- rendiğim ya da bir yerler- de okuduğum bazõ bilgiler var kafamda. Amerika’da her sekiz kişiden birinin suç işlediğini az mõ duy- duk? Korkunç bir rekabet var burada... Bu tür bilgileri doğrulayacak gözlemlerle bu gezim sõrasõnda nere- lerde karşõlaşacağõmõ doğ- rusu merak ediyorum. An- cak şu kesin, Amerika’da suç işlenen yerler çok kes- kin çizgilerle birbirinden ayrõlmõş. ABD’de her yõl in- sanlarõn yüzde 5’i suç kur- banõ oluyorlarmõş. Urbana ise anlattõğõm gibi... Amerikalõlar müzeciliği seviyorlar, ama müzelerine koyacaklarõ tarihleri yok. Urbana’da insanlarõn balõk tuttuklarõ, piknik yaptõkla- rõ küçük bir göl kenarõnda kentin kuruluş yõllarõyla il- gili etnoğrafik müzeyi de gezdik. Müzede kentte ilk alõnan verginin belgesin- den tutun da, kovboy şap- kasõna kadar, iki yüz yõl ön- cesine ait ayna, kitap, der- gi, giysiler, pek çok şey sergilenmiş. En eski eşya 200 yõl öncesine ait iki Kõ- zõlderili oku. Bu oklarõn yanõna asõlmõş, elle çizilmiş bir Kõzõlderili resmi ve res- min altõndaki öykü ilgimi çekti. Beyaz adamõn, top- raklarõnõ ellerinden almak için yerlileri çocuk gibi na- sõl kandõrõp oyuna getir- diklerini anlatan filmlere benzeyen bir öykü. Kim bilir, Kenekuk’un (Kee- necuk) hayatõ da böyle bir filmde anlatõlmõş olabilir. CMYB C M Y B 1 EKİM 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Sincaplar şehri: Urbana Champaign U rbana - Champaign, niye iki ayrõ ad verildiğini anlayamadõğõm, yan yana, kol kola, hatta iç içe girmiş, aslõnda tek bir kent... Evleri, binalarõ; ağaçlar, orman- lar, yemyeşil bahçeler içinde. Nereye gitseniz karşõnõza küçük bir göl çõkõyor. Kent bina, beton değil, ağaç demek, park, bahçe, spor alanlarõ demek... Futbol, beysbol, tenis, golf demek... Belediye herkesi ağaç dikmeye zorlamõş; eviniz varsa bahçeniz de olacak, bahçeniz varsa, ağaçlarõnõz, çimleriniz de olacak… Bunlarõ bakõmsõz bõrakõrsanõz, ağõr ceza- lar ödüyorsunuz. Yağmur bol, kuraklõk korkusu hiç yok. ABD’de gittiğim her yerde yeşil daimi bir renk, Şikago’dan başkent Washington’a kadar uzun süren yolculuğumuzda gördüm ki, yeşil bu- ralarda belli mevsimlerin geçici rengi değil; sol- gun, cõlõz görünen tek bir bitki, çõplak toprak yok. Çalõştõğõ kurum adõna Urbana’da yüksek lisans yapan oğlumun mütevazõ öğrenci evi de böyle yemyeşil ağaçlar, çimler ortasõnda bir yerde. Etra- fõnda sincaplar, tavşanlar koşuşuyor. Bildiğimiz serçeler, kõrlangõçlar dõşõnda, benim ilk kez bura- da gördüğüm “kardinal kuşu” dedikleri kõrmõzõ renkli hoş ötüşlü bir kuş da var. Oğlum evini bize gezdirirken, bu kuşun sesini duyuyorum dõşarõ- dan, kapõ önlerinde bir şeyler arayan sincaplarõ görüyorum. Çok yaklaşsalar bile içeri girmiyor sincaplar, herhalde içeri girerlerse fare muamelesi göreceklerini biliyorlar. Oğlum evinin kültür far- kõndan doğan tek eksiğine dikkatimizi çekiyor: “Tuvaletin taharet musluğu yok” diyor güle- rek. “Önemli değil, bir çaresini buluruz” diye ben de gülüyorum. Eşofmanõmõ, spor ayakkabõlarõmõ alarak bu yemyeşil, sincaplar şehrine hazõrlõklõ gelmiştim, daha ertesi günü koşmaya başladõm. Sincaplar, tavşanlar da eşlik ettiler bana, tenis oynarken se- yircilerim arasõnda bu sevimli yaratõklar da vardõ. Koşarken evlerden biraz uzaklaştõkça ceylanlar da görüyordum. Kardinal kuşunun önce uzun, sonra tabanca atõşlarõ gibi kõsa, art arda patlayan, uzun süren ötüşleri kulağõmda, bazen epey uzak- lara, göl kenarlarõna doğru koşuyorum. Kardinal kuşunun bu uzun ötüşlerine Türkçede “dem çek- mek” denir. Ya İngilizcede? İngilizcede “dem çekmek” yoksa, bu kuşa büyük haksõzlõk. Oğlum ilk gün yolu şaşõrõrõm diye her olasõlõğa karşõ cep telefonunu bana vermiş, arayacağõm numaraya kadar göstermişti. Belli ki benim burada kaybolmamdan korkuyor... Oysa küçükken biz onun kaybolmasõndan korkardõk. Babalarla oğullar arasõnda ileri yaşlarda olmasõ gereken rol değişikliği, yavaş yavaş bizim hayatõ- mõza da giriyor demek ki... I llinois Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin ön ve arka ka- põsõndaki iki tabela üstündeki yazõlar ilgimi çekiyor. Bu ta- belalarda fakültenin iletişim alanõna önemli katkõsõ oldu- ğuna inandõklarõ iki etkinlik tanõtõlõyor. Tabelada yazõlan- lar Türkçeye şöyle çevrilebi- lir: W ilbur Schramm, 1949 yõ- lõnda, Amerika’daki ka- mu yayõncõlõğõnõn felsefi temellerini atan Ulusal Eğiti- ci Yayõncõlar Birliği Konfe- ransõ’nõ düzenlemiştir. Bu dö- nemden itibaren “Ulusal Halk Radyosu - National Public Radio” ve “Kamusal Yayõn Hizmetleri Public Bro- adcasting Service” gelişmiş ve büyümüştür. B asõn Özgürlüğü, Theo- dore B. Peterson, Fred Siebert ve Wilbur W. Schramm ile birlikte “Basõn Teorisiyle İlgili 4 Teori” (1956) adlõ, klasik felsefi prensiplerini modern toplum- larda basõnõn rolünün anlaşõl- masõna uygulayan bir kitap yazmõştõr. Peterson, öğrencile- rine basõn özgürlüğünün felsefi ve tarihi anlamlarõnõ tanõtmõş- tõr. Çalõşmalarõ, gazetecilik ve medya ahlakõyla ilgili çalõş- malarõn şeklini değiştirmiştir. GECELERİ BÜYÜYEN ŞEHİR: Pittsburgh A merika’ya gidip de Washington’õ, Beyaz Saray’õ görmemek olmazdõ. Urbana’dan yaklaşõk 13 sa- atlik bir yolu göze aldõk. Pittsburgh’da konaklarsak daha az yorulacağõmõzõ düşündük. Amerika’da gördüğüm kentlerin çoğu yemyeşil ormanlar, ağaçlar içinde... Pitts- burgh aynõ zamanda nehirler içinde, üç nehrin buluştu- ğu, kesiştiği bir yerde kurulmuş... Amerika’nõn en büyük kanser araştõrma merkezlerinden biri burada. Cep tele- fonlarõmõzõn Rus ruleti olduğu geçen yõl bu merkezin yap- tõğõ önemli bir uyarõydõ. Yaşar Kemal Anadolu’daki ne- hirlerin, sularõn duruluğunu betimlerken; “İçine kitap düş- se okunur” diye anlatõr ya, burada öyle duru sular göre- mezsiniz. Bulanõk, onlarõn içine kitap değil, güneş ya da ay düşse, görmeniz zor. Çünkü sürekli yağmur yağdõğõ için sel sularõyla bulanan nehirler çamur gibi akõyor. Ayrõca toksit kirlenme de var. Pittsburgh’da adõm başõ bir köp- rüyle karşõlaşõyorsunuz. Biz oradayken bir köprü daha ya- põlõyordu. Kaldõğõmõz otel 1800’lü yõllardan kalma tari- hi bir bina... Odalarõ epeyce yüksek, pencereleri güpür tül perdeli, televizyon dõşõnda bütün eşyasõ ahşap, sandal- yelerin oturulan yerleri hasõrdan, masa ve televizyon ör- tüleri bizim Anadolu kadõnlarõnõn elinden çõkmõş dantel- lere benzeyen dantellerle örtülmüş. Bir otel müşterisi de- ğil de, eski zaman evine gelmiş bir konuk gibi hissettik kendimizi. Resepsiyondaki görevli yaşlõca bir adam, otel görevlisinden çok resmi bir kurum görevlisi gibi karşõlõ- yor insanlarõ, sõcak değil ama size güven veriyor. Pittsburgh’da teleferikle çõkõlan yaklaşõk iki yüz met- re yükseklikteki tepeden nehirlerin geçtiği şehre doğru ba- kõnca, görülen manzara (gece manzarasõ) Amerika’da ikin- ci seçilmiş. Şehir, geceleyin nehirlere vuran õşõklarla alt- tan ve üstten aydõnlatõlmõş gibi görünüyor; sulardaki põ- rõltõlarõyla kat kat çoğalõyor; geceleyin büyüyor, gündüz gün õşõğõyla birlikte küçülüyor. Biz tepeden fotoğraf çe- kerken, biraz ötemizde korkuluklarõn üstünde iriyarõ zen- ci bir kõzla sevgilisi kavga ediyordu. Biraz ötelerinde de bir bira şişesi... Böyle kavgalarda tam kafaya vurulacak türden bir şişe... Zenci çocuk yere eğildikçe şişeyi silah gibi düşünmek daha çok tedirgin etti beni. Onlar yüzün- den birkaç fotoğraf eksik çektik. Biraz sonra zenci kõz kor- kuluklarõn arkasõna geçerek kendini 200 metrelik uçuruma atacakmõş gibi çocuğu tehdit etmeye başladõ. “Senin ar- kadaşların fahişe!” diye bağõrõyor kõz, zenci delikanlõ da aynõ sözlerle yanõt veriyor ona. Gürültülü siyahiler İki yüz metrelik uçurumun üstündeki korkuluklarda ge- çen bu kavga, gelip gidenleri tedirgin etse de bana biraz şov gibi de geldi. Çevreyi pek umursamayan zenciler, ge- nellikle gürültücü oluyorlar. Pittsburgh’da çoğu binalar 1800’lü yõllarda yapõlmõş, ama yepyeni duruyor. Bu kentlerde evler yõkõlmak üze- re yapõlmamõş. Oysa bizde binalarõn bir insan ömrü ka- dar bile ömrü yok... Şehrin o gün neden tenha olduğunu çok geçmeden öğreniyoruz... Buz hokeyi takõmlarõnõn bir başka şehirde final maçõ varmõş... Şehirde kalanlar da tel- evizyonlarõnõn başõnda... Sokaklar, dükkânlar bu yüzden boş. Böyle bir saatte sadece bar kõsmõnda birkaç müşte- rinin oturduğu, bütün masalarõ bomboş bir lokantada ye- dik akşam yemeğimizi. Garson kõz arada bir televizyo- na göz atõp takõmlarõnõn durumunu bize de anlatõyordu. Takõmlarõ yenik ama, garson kõz umutlu... Akşam otelimize dönerken bize yol gösteren sesli pu- sulanõn (GPS) azizliğine uğradõk, kendimizi şehrin dõşõnda, bir zenci mahallesinin karanlõk sokaklarõnda bulduk. Ara- bamõza atlayacak gibi bakan kapkara adamlarõn önünden şaşkõnlõkla tekrar tekrar geçmek bizi epey korkuttu. Her sekiz Amerikalõdan birinin suç işlediğini işte en çok bu zenci mahallesinde dolaşõrken hatõrladõm. Bundan son- ra gideceğimiz şehirleri, arabamõzla değil de taksiyle do- laşmanõn daha akõllõca olacağõna karar verdik. R esmini gördüğümüz Kene- kuk, amcasõnõ öldürmüş, beyazlar onu yakalayõp cezalandõrmak istemişler. Araya papaz giriyor, Hõristiyanlõğõ ka- bul eder, bu dinin yayõlmasõ için çalõşõrsa, bağõşlanacağõnõ söylü- yor. Kenekuk hapiste çürümek yerine Hõristiyanlõğõ kabul edi- yor, bu dinin kurallarõnõ kendi gelenekleriyle de birleştirerek kabilesini etkilemeye çalõşõyor. Ancak bu durumdan rahatsõz olan bazõ Kõzõlderililer bölgeyi terk ederek Mississippi taraflarõ- na gidiyorlar. Amerikalõlarõn ku- ruluş yõllarõna ait, beyazlarõ utandõracak böyle pek çok öykü var. Kenekuk’un adõnõ unutma- mak için defterime yazarken oğ- lum takõlõyor bana: “Tonyukuk’tan hatırla baba” diyor. Kenekuk... Tonyukuk... Bu ses benzerliği Kõzõlderililerle akra- balõğõmõzõ da hatõrlatõyor bize, gülüyoruz. Kõzõlderili isimlerine hemen õsõnõvermemiz boşa de- ğil. Buraya yakõn bir yerde, bir de Kankaki diye bir kasaba var. Bu da gene yok edilen bir Kõzõl- derili kabilesinin adõymõş. Kabi- le yok edilmiş ama, adõnõ yaşatõ- yorlar. Amerikalõlar bu tür olay- larõ anlatõrlarken, atalarõndan “Avrupalılar” diye söz ediyor- lar. Montaigne de bu dönemde- ki vahşeti anlatõrken, “biz” der, yani Avrupalõlar. Urbana’da bütün büyük alõşveriş yerleri gibi, büyük kitapçõlar da kentin dõşõnda. Edirne’den daha küçük bu kentte gördüğüm iki büyük kitabevi, Türkiye’de, İs- tanbul’da ya da Ankara’da gör- düğüm en büyük kitabevlerinin (Dost, İmge vb.) en az beş-altõ misli büyüklükte. Kocaman ki- tabevinde ortada dolaşan ya da kitaplarõn başõnda bekleyen tez- gâhtarlar göremiyorsunuz. İn- sanlar bir köşede kahvelerini, çaylarõnõ içerlerken kitap, dergi karõştõrõyorlar. Belki de üniversi- telerin tatil olmasõ nedeniyle bu kocaman kitabevindeki müşteri kalabalõğõnõn, karşõlaştõrmaya çalõştõğõm Türkiye’deki kitabev- leri kadar çok olduğunu söyleye- mem. Kitaplar, tarih, sosyoloji, felsefe, dilbilim, roman, bilim- kurgu gibi türlere göre yerleşti- rilmiş. Türkiye’deki kitapçõlar- dan farklõ olarak “geyler-lezbi- yenler” için de ayrõ bir bölüm var. Seçim öncesinde başkan adaylarõyla ilgili kitaplar ayrõ bir bölümde toplanmõş. Bu bölüm- den “Clinton Fıkraları” adlõ bir kitap ilgimizi çekiyor, kahvemi- zi içerken sayfalarõnõ karõştõrõyo- ruz. Bizdeki “Akbulut fıkrala- rı” gibi, burada da Clinton fõkra- larõ yaygõn. “Clinton pozisyo- nu” bizi de güldürüyor. Bu po- zisyonda erkek üstte, kadõn şehir dõşõnda... Bunlarõn çoğu Türk si- yasetine de uyarlanacak fõkralar ama, mizaha tahammül edecek siyasetçiyi nerede bulacaksõnõz? Evleri, binalarõ; ağaçlar, ormanlar, yemyeşil bahçeler içinde. Nereye gitseniz karşõnõza küçük bir göl çõkõyor. Kent bina, beton değil, ağaç demek, park, bahçe, spor alanlarõ demek... Futbol, beysbol, tenis, golf demek... Eviniz varsa bahçeniz de olacak, ağaçlarõnõz, çimleriniz de Demir parmaklık ve tel örgü yok ‘Kenekuk’u Tonyukuk’tan hatõrla baba’ KENTİN NEREDEYSE ÜÇTE BİRİ ÜNİVERSİTE... FAKÜLTE BİNALARI, YÜKSEKOKULLAR, KÜTÜPHANELER, MÜZELER SÜRECEK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle