05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 OCAK 2008 ÇARŞAMBA 6 AVRUPA GÜRAY ÖZ Kadın ve özgürlük Gelecek bizim olacak 923 Aydınlanma Devrimi ile Türkiye Cumhuriyeti her türlü inanca ve ibadete eşitlik ve güvence sağlarken, çağdaşlaşma hedefinde dinsel dogmaları değil, özgür düşünceyi, bilimi ve aklı rehber edinmiştir. Ancak, 1945 yılından itibaren, emperyalizmin desteğinde ve denetiminde, bir elinde iktidar diğer elinde Kuran olanların izledikleri teslimiyetçi ve dinci politikalarla ülkemizin ulusal eğitimi, kültürü, bilinci yerle bir edilmişir. Devletin en üst kadroları gericilerle donatılırken, tarikatların denetiminde siyasal İslama şeriat fidanlıkları yetiştiren imam Büyük Makinenin Dişlileri ABD, çıkarları için elini kolunu her yere uzatan emperyalist bir devlettir. Cumhurbaşkanı Gül de ABD’ye giderken vurguladı. “ABD büyük bir makine gibi, dünyanın her yeriyle uğraşıyor, ama ilgisini çekmeyi başardık.” Son dönemde bu Büyük Makine’nin ilgisinin her zamankinden daha fazla ülkemiz üzerinde olduğu doğrudur. ABD Başkanı Bush, yerini terk etmeden önce Ortadoğu’da bir geziye çıkıyor. Gezinin amacı “İran ve Suriye konusunda bölge ülkelerinin pek hoşa gitmeyen tutumlarını değiştirmelerini sağlamak” olarak belirlenmiş. Büyük Ortadoğu Projesi’nin sağlıklı bir şekilde yürüyebilmesi için hayal ya da gerçek düşmanlara, emirlere itiraz etmeyen “stratejik ortaklara” gereksinim vardır. Cumhurbaşkanı Gül ABD’ye gitmeseydi, Bush Türkiye’ye mi gelecekti? Hayır gelmeyecekti. Türkiye son gelişmelerin de gösterdiği gibi “sorunlu bir ortak” değildir. Sorunsuzdur. ??? Cumhurbaşkanı Gül de ABD’ye giderken bu ortaklığın gücünü sağlam kelimelerle ifade etti: Enis Berberoğlu’nun haberinden aynen aktarıyorum: ABD “Türkiye’nin herhangi bir müttefiki değil, en önemli müttefiki. İki ülke ilişkilerinin ikili neticeleri; bölgeye, çevreye neticeleri var.” Bizim de hep söylediğimiz budur. Bölge ABD için, ABD Türkiye için çok önemlidir. Bu nedenledir ki, Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanıdır. Bu görevi Tayyip Erdoğan layıkıyla yürütmektedir. Kuşkusuz Sayın Gül görevin yerine getirilmesine katkıda bulunmaktadır. ABD gezisinde bu yüzden yalnızca Bush’la yetinilmemiş, önemli başka şahsiyetlerle de görüşülmüştür. Sayın Gül açıkladı: “İş yapmaya gidiyoruz, ne kadar çok kişiyle görüşürsek o kadar iyi. Cheney kuvvetli bir siyasetçi, enerjide sözü geçiyor. Rice ile birlikte çalıştık, kahvaltıya gelmek istedi, uygun gördüm. Savunma Bakanı da gelecek.” Sayın Cumhurbaşkanı Condoleezza Rice’ın kahvaltıya katılmasını “uygun gördü”, ama Hürriyet’ten Enis Berberoğlu’nun bildirdiğine göre, aynen aktarıyorum, “temaslarında CIA ajanları tarafından korunan Cumhurbaşkanı Gül’ün Cumhurbaşkanlığı protokolü gereği arabada bulunması gereken yaveri Kurmay Albay Metin Özbek, Beyaz Saray protokolü nedeniyle makam aracına alınmadı.” Uygun görmediler herhalde! ??? Kolay değil kuşkusuz. Büyük Makine’nin ilgisini çekmişsiniz, Rice’ın kahvaltıya katılmasını uygun görmüşsünüz, CIA ajanlarının, Beyaz Saray protokolünün de sizin protokolünüzden küçücük bir farklılığı olsun artık. Hem zaten bu protokol işlerini de fazla ciddiye almaya gerek yoktur. Önemli olan nezakettir. Devletler arası ilişkilerde nezaketten çok egemenlik, egemenlikten kaynaklanan etkinlik önemlidir mi diyorsunuz, siz hangi dünyada yaşıyorsunuz kuzum. Küreselleşmeden ve Büyük Makine’den haberiniz yok mu sizin? ??? Haberimiz var kuşkusuz. “Çuvalı” ve “istihbaratı” birlikte kullanan Büyük Makine’nin bölgenin başına bela olduğunu, bu nedenle bölge ülkelerinin elbirliği edip belayı defetmeleri gerektiğini biliyoruz. Ne yazık ki pek çok ülkenin yönetimi, Büyük Makine’nin işbirlikçisidir. Bu yüzden de tarih boyu, halkları yoksul, yönetenleri zengin olan bölgenin, büyük makinelerin elinden kurtarılması mümkün olmamıştır. Peki Türkiye, gibi emperyalistlerle savaşarak kurulmuş bir devletin, makinenin dişlisi olmaktan artık vazgeçmesi gerekmiyor mu? Emperyalistin bölgeyle ilgili planlarına “evet” demesi, boyun eğmesi, dahası ortak olması hoş bir şey midir? Yakışıyor mu? Kaza ya da değil, Amerikan askerlerinin ülkemiz üzerinden Irak’a girmesini önleyen Türkiye, şimdi de kendine yakışan politikalar uygulayamaz mı? Değerli okurlarım kızıyorlar bu boş laflara; BOP’un, ılımlı İslam politikasının mühendisleri işbaşındayken, hayal kurmanın âlemi var mı? Peki hayalin önündeki engelleri kaldırmanın başka yolu var mı? Varsa neden söylemiyorsunuz? eposta: [email protected] Ü lkemizin “ılımlı İslam” adı altında “siyasal İslam”a daha da yakınlaştığı bir dönemde, erkekler acaba kendilerini türban takmak durumunda kalan kadınlarımızın yerine koyduklarında neler düşünürler? Kendilerinin şansının, aldıkları laik eğitimin sonucunda özgür iradeye sahip olmalarında yattığını, ancak türban takmaya zorlanan kadınlarımızın çoğunun özgür iradelerinin babaları, eşleri, yakın çevreleri ve almak durumunda bırakıldıkları dini eğitimin sonucunda baltalandığını hiç mi göremezler? Onlar için kadınlar üzerinden konuşmak ve yazmak kolaydır. Çünkü onlar hiçbir zaman babalarından, ağabeylerinden veya eşlerinden dışarıya çıkarken izin almak durumunda kalmamışlardır. Erkek egemen feodal kültürün simgesi olarak gördüğüm türban, kadınlarımızı hiçbir zaman özgürleştiremez, olsa olsa erkek egemen sistemin devamını meşrulaştırır. Canan Aratemur Çimen 1 hatiplerde, Kuran kurslarında, dershanelerde, ışık evlerinde Atatürk ve Cumhuriyet düşmanı kara bir nesil yetiştirilmektedir. Büyük önder Atatürk’ün “Şimdiye kadar ulusun beynini paslandıran, uyuşturanlar olmuştur. Herhalde düşüncelerde yer alan boş inançlar tamamen atılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyne gerçeğin ışıklarını yerleştirmek olanaksızdır...” uyarısındaki gibi bugün hâlâ hurafelerle toplumun beynini uyuşturanlar ve dönüştürenler vardır. Başbakanlık konutundan sonra, Çankaya’ya çıkan siyasal İslamın simgesi türban, kamu alanlarında kullanılır hale getirilmiştir. Sivil darbede son aşama ise yine sivil anayasadır. BOP’çular, dinciler ve Soros çocuklarınca hazırlanan bu anayasacık ile Türkiye Cumhuriyeti’nin, laiklik gibi yaşamsal önemdeki anayasal nitelikleri değiştirilecektir. Türkiye, ABD markalı İslam devleti gömleğine sokulacak ve tamamen Araplaştırılacaktır. “Gelecek bizim olacak; çağdaş, laik ve üniter Cumhuriyetimize kasteden karanlık güçlere asla teslim olmayacağız.” Tıpkı, Atatürkçü düşüncenin ödünsüz ve korkusuz öncülerinden Kubilay’lar, Aksoy’lar, Mumcu’lar, Kışlalı’lar gibi. Uğur SETEN Din adamları... İstanbul’un parlayan ilçesi Avcılar 1 7 Ağustos 1999 Büyük Marmara Depremi’nde İstanbul’un en çok zarar gören ilçesi Avcılar, eski günlerine geri dündü. Bir çok ailenin deprem korkusuyla terk ettiği Avcılar, konut fiyatlarının düşmesine bağlı olarak nüfusunu ikiye katladı. Avcılar Belediye Başkanı Mustafa Değirmenci, “Avcılar’ın özelliği bambaşka, burası modern bir şehir. Sahili, geniş caddeleri, alışveriş merkezleri, kültürel ve sosyal etkinlikler ile çağdaş bir kent. Avcılar’ın bu havasını soluyan yurttaşlarımız, bu hazzı başka ilçelerde bulamadılar” dedi. Ü lkemizde Müslümanlık dışındaki dinlerin mensuplarına ve ruhban temsilcilerine karşı girişilen saldırılar bir yurttaş olarak hepimizi derin bir utanca ve üzüntüye sevk ediyor. Bu ülkede Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşayan insanların böyle bir ayrımcılığa tabi tutularak canlarına kastedilmeleri; içinde bulunduğumuz çağda insanlığın yüzkarasıdır. Yüzyıllardır birlikte yaşadığımız bu insanlara karşı ne oldu da onlara yaşamı fazla gördük? Avni Dinçtürk Geleceği görmek G eçenlerde gelen bir postada şunları okudum: 16 Şubat 1997 günü Cumhuriyet gazetesinde bir röportaj yayımlanır. Leyla Tavşanoğlu’nun konuğu İP lideri Doğu Perinçek’tir. O röportajın bir yerinde Perinçek “ABD Tayyip Erdoğan’ı Başbakan, Abdullah Gül’ü Dışişleri Bakanı yapacak. CIA’nın yan kuruluşlarından Rand Corporation’ın yayın organında da bu yazıldı” demektedir... Bu yazının doğruluğunu araştırdım, fakat arşivlerde 1998 yılı ve sonrası bulunmakta, o yüzden bizzat yazının sahibine sormak istedim yazılanlar doğru mu? Doğruysa bunu bilen sayın büyüklerimiz önüne neden geçemedi. Engellemek isteyip de başarılı olunamadıysa, ki öyle, buna engel olan unsurları biz gençlerle paylaşmanızı ve bizlere destek olmanızı dilerim. Mehmet Onur YÜZGENÇ Bize ne oldu? “Devleti küçülteceğiz” dediler. “Devlet düzenleyici olsun” dediler. Biz de inandık! Devlet şunla bunla uğraşmaz dediler. Ne varsa devletin elinde satıp savdılar. Gerçekten küçüldü devlet. Küresel sermaye karşısında güçsüzleştirildi. Ekonomiyi IMF teslim aldı. Artık her şeye o yön veriyor. Biz de niyet (diyet) mektupları veriyoruz. Üretimden uzaklaştırıldık. Çiftçi ekemez oldu, sanayici üretemez! Rant ekonomisi yaratıldı. Borçfaiz sarmalına sürüklendik. Hayvancılık bitti, Tarım bitti, Sanayi ele güne gitti. Orta sınıf yok edildi. Toplum aşağıdakiler ve yukarıdakiler olarak ikiye ayrıldı. Mutlu bir azınlık ve mutsuz bir çoğunluk yaratıldı. Gelir dağılımındaki adaletsizlik diz boyu. Altta kalanın canı çıkıyor. Üsttekilerin bir eli yağda, bir eli balda... Hilmi TAŞKIN Kitap kampanyası Bulancak Sanat Tiyatrosu 21. yılında kendi ilçesinde bulunan “Yunus Emre İlköğretim Okulu”nu pilot okul olarak belirledi ve okulun tiyatro salonunun düzenlenmesi ile kütüphanesinin yapımı için karar alarak yola çıktı. Önümüzdeki hafta salonun koltukları yapılmaya başlanıyor. Bu arada okul kütüphanesinin oluşturulması için ulaştırabileceğiniz roman, öykü, şiir vb. kitaplarınızı aşağıdaki adreslere göndermeniz bizi mutlu edeceği gibi, küçük çocuklarımızın da eğitimine verilecek bir katkı olacaktır. İlginize şimdiden teşekkürler. İletişim için tiyatro Tel: 0 454 318 13 71 Sosyal bilgiler B en bir sosyal bilgiler öğretmeniyim. Bu yıl ilköğretim müfredatı çok büyük bir darbe aldı, gerçi geçen yıl da 6. sınıf müfredatında bulunan milli ve Atatürkçü konular boşaltılmıştı ama bu yıl daha tehlikeli bir şey oldu ve 7. sınıflarda sosyal bilgiler ders sayısı 4 saatten 3 saate düşürüldü. Bu konu hakkında gereken duyarlılığı gösterip ilgilenirseniz, bir Atatürk öğretmeni olan beni çok mutlu edeceksiniz. Ali Nihat DİŞCİL Ulus olma bilinci Tarih ve insanlar B C avlı Çulfaz’ın 27 Aralık tarihli yazısına eklenecek tek kelime yok. İkinci cumhuriyetçiler, postmodern yeni dünya özlemcileri, globaller ve de paradan başka tanrı tanımayan dünyanın tüm sermayedarları Çulfaz’ın yazısından hiçbir şey anlamazlar!. Bu topraklarda yüzyıllardır birlikte yaşamışız kardeşçesine. Sonra dışarıdan birileri (hümanist Batı!) bizi ayırmaya çalışmış. Yetmedi, içeriden de oy uğruna sömürüldük. Şimdi ülkenin nesi var nesi yok satılmaktadır. Hangimiz Tekel’e, Petkim’e, Telekom’a ortak değiliz?.. Bu toprakların insanlarının kendi yanlarında olmaları zorunluluğunu tarih emrediyor. Mustafa AKSOY ugün Türk ulusunun ekenomik tam bağımsızlığına kavuşabilmesi için, borcu borçla ödeme temelli, IMF modeli yerine, kendi özdeğerlerimize, doğal ve insan kaynaklarımıza sahip çıkan ulusalcı bir politika uygulamamız gerekmektedir. Gün, ulusalcıların dayanışma ve birleşme günüdür. Ancak o zaman düştüğümüz bu darboğazı aşarak, aydınlık ve mutlu günlere kavuşacağız. Saim CANATAN ELEŞTİRİLER Gazetenizin KOBİ sayfasında Muş’ta bir lisede bisiklet üretildiği ile ilgili haberinizde yayımladığınız bisiklet fotoğrafı ve haber çok ilgisizdir. Fotoğraftaki Corratec marka bisikletlerin teknolojisini ve seviyesini bilmeden böyle rahatlıkla haberinize eklemeniz yanıltıcıdır ve doğru değildir. İlgili bisikletin fotoğrafını yayımlamanız gerekirdi. Benim uzman olduğum bir konuda, yıllardır okuyucusu olduğum Cumhuriyet gazetesinin bu yaklaşımı benim gazeteme güvenimi gözden geçirmeme neden oluyor, zira bilmediğim konularda sizin haberleriniz bana bilgiler aktarmaktadır. O. Kemal SEKMEN Bahadır Selim Dilek’in Pakistan’la ilgili yazı dizisinde yanlışlar var. Ali Butto, Benazir Butto’nun kardeşi değildir. Ayrıca Urdu dilinde “Butto” ve “Bhutto” çok farklı kelimelerdir. Prof. Michael ÖZPOLAT Dağlarca: ‘Dilimize yeterli önem verilmiyor’ İstanbul Haber Servisi Kadıköy’de yaşamını sürdüren, 94 yaşına karşın üretmeye, sanat ve kültür hayatımıza katkı sunmaya devam eden büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, Türkiye’deki siyasi gelişmeleri Cumhuriyet gazetesini okuyarak takip ettiğini belirterek, Türk eğitim sisteminin ve okullarda dil eğitiminin yetersiz olduğunu söyledi. Kadıköy’de kendi adını taşıyan sokakta mütevazı bir yaşam süren usta şair Fazıl Hüsnü Dağlarca, anılarıyla ve kitaplarıyla dolu evini sanata açılması için Kadıköy Belediyesi’ne bağışladı. Dağlarca, Türk dilinin yabancı birçok kelime ile kirletilip yozlaştırıldığını, anımsatarak, “Dili unutulan bir millet, kaybolmaya mahkumdur” dedi. Kadıköy Belediyesi Fen İşleri Gönüllüleri’nin organize ettiği 2. Kadıköy Kitap Günleri’nin “onur konuğu” seçilen ve kitap günlerine mesajını ancak çekilen video filmiyle ulaştıran Dağlarca, ilerleyen yaşına ? Kadıköy eskiden bir başka güzeldi. Güzellik sergisiydi; çirkin kadın, çirkin adam, çirkin çocuk yoktu. Ya da biz göremezdik. Şimdi Kadıköy’ün o zaman ki resmini çiz deseler çizemem. Çünkü düşlerin resmi olmaz. karşın Türkiye’nin siyasi gündemini takip ettiğini, endişe duyduğunu belirtti. Güne sabah saatlerinde gazete okuyarak başladığını kaydeden Dağlarca, yıllardır okuduğu tek gazetenin Cumhuriyet gazetesi olduğunu belirterek, şöyle devam etti: “Eskiden evimden çıkar, Kadıköy’de gezer dolaşırdım. Ancak şimdi sokağa çıkamıyorum. Ama gündemi yine takip ediyorum. Sabah ilk işim kahvaltıdan sonra Cumhuriyet gazetesinden haberleri almaktır. Gözlerimin birini bir ameliyat sırasında doktor hatası ile kaybettim. Diğeri de çok iyi görmüyor ama gazetem Cumhuriyet’i her gün mutlaka tüm sayfalarıyla yardımcıma okutuyorum. Mutlaka köşe yazarlarının yazılarını takip ediyorum. Öğleden sonra da şiir yazıyor, dinleniyorum. Gündemi çok iyi biliyorum ve ne yazık ki bu yaşıma karşın endişe içindeyim. Gidiş hiç iyi değil. En başta eğitimde. Özellikle okullarda dilimize yeterli önem ve destek verilmiyor.” Kadıköy’ün hayatında çok büyük bir önemi olduğunu ifade eden Dağlarca, Kadıköy’ü şöyle anlattı: “Kadıköy eskiden bir başka güzeldi. Güzellik sergisiydi; çirkin kadın, çirkin adam, çirkin çocuk yoktu. Ya da biz göremezdik. Şimdi Kadıköy’ün o zaman ki resmini çiz deseler çizemem. Çünkü düşlerin resmi olmaz. Gelelim bugüne, bugün Kadıköy arazi olmaktan çıkmış, büyük bir kalabalığın yeri olmuş. Ben Kadıköy’ün kucağında yaşayan biri olarak Kadıköy’ü seviyorum. Tabii Kadıköy’de bir şansımızda Kadıköy Belediye Başkanımız Selami Öztürk’ün uzun süre bu işi yapmasındandır, sanıyorum. Artık bu şehir bir saz olmuş, belediye başkanımız konser vermekte. Bir de Kadıköy’ü böylesine güzel yapan buradaki yaşamın çeşitliliğidir, renkliliğidir. Yıllarca Kadıköy’ü evim, yuvam bildim. Şu anda oturduğum evimin de Kadıköy Belediyesi tarafından ölümümden sonra müze olarak değerlendirilmesini istiyorum. Daha İstanbul’da kimse kitap almazken, Kadıköy’de ki tap okunuyordu. Geçenlerde Belediye Başkanımız Selami bey beni ziyarete geldi. Kendisinden bu konuda ricada bulundum. Ben İstanbul’un birçok yerinde ikamet ettim. Gezdim, gördüm, yaşadım. Ama en çok Kadıköy’ü sevdim. Kadıköy’e Moda’ya çıktığımız zaman üstümüze başımıza ayrı bir özenirdik. Kadıköy’ün kadınları hep güzel kokardı. Moda’da şık hanımlar gezerken yanlarına yanaşır koklardım. Gerçekten diğer semtlerdeki hanımlara göre daha bir başka kokarlardı. Kadıköy benim için hep farklı bir yer oldu. Rahmetli Barış Manço’nun evinin belediye tarafından müze olarak düzenleneceğini öğrenip memnun oldum. Bende yıllardır içinde yaşadığım, şiirlerimi yazdığım bu evimin, ölümümden sonra yaşamaya devam etmesini istiyorum. Belediye Başkanımıza rica ettim, evimi alıp müze olarak düzenlesinler. Ama yaşayan bir müze olmasını istiyorum. Bir bölümünde kitaplarım, eşyalarım sergilensin bir kısmı da kafeterya gibi olsun. Buraya gelip gençler, kadınlar kızlar, çocuklar otursun, kitap okusun bir şeyler içsinler. Tabii burayı belediye işletsin, korusun.” Öztürk: ‘Dağlarca’nın evi müze olacak’ Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın halen yaşadığı evi belediyeye bağışlamak istemesinden son derece mutlu olduğunu belirterek şöyle konuştu: “Büyük üstadımızın bu dileğini yerine getireceğiz. Arkadaşlarımız yasal işlemleri yapıyor. Burayı Sayın Dağlarca’nın talebi doğrultusunda bir kısmı müze bir kısmı kafeterya şeklinde düzenleyip İstanbullulara kazandıracağız. Sayın Dağlarca’nın Kadıköy’e kattığı değer zaten ortada. Ayrıca teveccüh gösterip bize güvenerek yaşadığı evini de bize bırakmak istemesinden son derece onur duydum. Allah kendisine uzun ömürler versin. Birkaç kez de ziyaret ettim ve çok keyif aldım. Onun güvenine layık olacağımızdan kimsenin kuşkusu olmasın. Evi müze olacak.” CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle