03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 OCAK 2008 CUMA 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN Türbanın anayasa girmesiyle mahkemelerin ve TSK’nin dini simgelerin yayılma hedefi olacağını vurguladı Erdoğan O Yemeği Çoktan Yedi Bile... Başbakan Erdoğan, İspanya’da, basın mensuplarının AB ile ilgili sorularını yanıtlarken Sarkozy ile Merkel’in önerdikleri özel statüyü kabul etmeyeceğini açıkladı. Başbakan TV’den izlediğimiz açıklamasında, haklı olarak AB müktesebatı içinde üye olmak ve olmamak diye iki çözüm olduğunu ve Türkiye’nin 1963’te süreci başlattığını belirtti ve dedi ki: Türkiye kabul edilecekse edilir, edilmeyecekse edilmez. Her ikisinin ortasında bir yeri biz kabul etmeye mecbur değiliz. Bu görüşünü Başbakan Merkel’e de Sarkozy’ye de söylediğini vurgulamayı ihmal etmeyen Tayyip Erdoğan, Merkel ve Sarkozy ile görüşmesinde önümüze ne konacağını göreceğini, ona göre hareket edeceğini belirtmeyi de ihmal etmedi. Gecikmiş olan bu tavır yerindedir ve kamuoyu bunu desteklemelidir. Kıbrıs’ı o zamanki Türk yöneticilerinin de aymazlığından yararlanarak kendi bünyesi içine alırken de, AB kendi koyduğu ölçütlere uymamıştır. Çünkü bir ülkenin AB’ye tam üye olabilmesi için içindeki bütün siyasi sorunları, krizleri çözmüş olması koşulu aranmaktaydı. Ama Brüksel, Kıbrıs için bu ölçütü işletmemiştir. ??? Şimdi aynı AB, Türkiye’nin üyeliği için artık kuruluşun üyesi haline gelmiş olan “Kıbrıs Cumhuriyeti” ile sorunlarını çözmesini, onu tanımak anlamına gelecek olan adımı atarak, deniz ve havalimanlarını Kıbrıs bandıralı taşıtlara açmasını Ankara’dan isteyebilmektedir. Buradaki tutarsızlığı birçok kişi pek çok kez dile getirdi. Başbakan’ın bunu nihayet anlamış olması sevindiricidir. Başbakan konuşması sırasında, Önümüze konan ne olacak görelim, beğendiklerimizi biz de yiyeceğiz tabii, beğenmediklerimizi de zorla yiyecek halimiz yok, dedi. Yanıt doğru, açık ve net. Ama ne yazık ki, o kadar güçlü değil. Çünkü Başbakan 17 Aralık 2004 Brüksel Zirvesi’nde, kendi önüne konan “özel statü” mönüsünü afiyetle yemiş bulunmaktadır. Hem de ekim ayında hazırlanan ilerleme raporu açıklandığında, “Bunu yeme! Bu tam üyelik anlamına gelmiyor, teşekkür ederek sofradan kalk! Hepimiz sizi destekleriz” diye uyarılmış olmasına karşın. Kimilerinin çokça eleştirdiği, ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı açık uyarı ve desteğini net bir biçimde ortaya koymuştu. ??? O günleri ve kulislerde geçenleri anımsayanlar, devletin bürokratlarının da sunulan statünün tam üyeliğe giden yolu açmayacağını söylemiş olduklarını, “Efendim en iyisi bunu kabul edemeyeceğimizi söyleyelim” dediklerini bilirler. Yine o günleri anımsayanlar, İsveç Başbakanı’nın şu sözlerini de unutmamışlardır: Bu durum bizim de içimize sinmedi, ama Türkiye ısrar etmeyince, bizim de yapacak bir şeyimiz yoktu. Tayyip Bey o sırada, yalnızca müzakere sürecinin başladığı izlenimini iç kamuoyunda yaratıp, pekiştirecek bir gelişmeye ihtiyaç duymaktaydı. Bunun için de, 17 Aralık 2004 tarihli katılım ortaklığı belgesini imzalamakta tereddüt etmedi. O günden bu yana ne değişti de, Başbakan tavır değiştirmek gereğini duydu? Değişikliklerden birincisi, AKP’nin müzakere süreci bahanesiyle, iç politikada istediği gelişmeleri sağlamış olmasıdır. İkinci değişiklik ise, Sarkozy ve Merkel gibi kimi AB üyesi ülke politikacılarının iç kamuoylarının da etkisiyle, o çözümü bile fazla görmeleridir. Vaziyet bu. Ve ne yazık ki, Başbakan Madrid’de yemem dediği yemeği, üç yıl önce Brüksel’de yemiş bulunuyor. Bu durumda “afiyet olsun” mu, “geçmiş olsun” mu demek gerekir bilmiyorum. Baykal: Derin kırılma olur ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın türbanla ilgili son açıklamalarına “Başbakan Larousse’a bakacağına, anayasanın 24. maddesine baksın” diyerek tepki gösterirken; “Bu düzenlemeden sonra okulların, hastanelerin, mahkemelerin, güvenlik güçlerinin ve giderek TSK’nin dini, siyasi simgelerin yayılma hedefi haline dönüşmesi kaçınılmazdır. Böyle bir düzenleme Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasal tarihinde bir derin kırılmayı ortaya koyacaktır” uyarısında bulundu. Baykal, dün bir grup gazeteciyle sohbet ederek son gelişmeleri değerlendirdi. Erdoğan’ın türbanın siyasi simge olduğunu itiraf ettiğini kaydeden CHP lideri, “Başbakan, bir dini ve siyasi simge olarak türbana bir anayasal zemin oluşturmaya çalışıyor. Bu, hem var olan anayasanın 24. madde ? Erdoğan’ın, Larousse’a bakacağına anayasanın 24. maddesine bakmasını söyleyen CHP lideri, “Türbana bir siyasi ve dini simge olarak anayasal dayatma gücü, hukuki meşruiyet sağlanmak istenmesi çok ağır bir kırılmadır. Bu sadece üniversite öğrencileri ile sınırlıdır, mantığı geçerli değildir. Bir süreci başlatacaktır, nerede duracağını kimse bilemez” diye konuştu. sine, hem değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddelerine hem de başlangıcına aykırıdır. Bu açmaz karşısında AKP’nin anayasacılarının yapılacak anayasa değişikliğinin Anayasa Mahkemesi tarafından esastan değil, ancak usul açısından incelenebileceği görüşü de değişikliğin esas itibarıyla anayasaya aykırı olabileceğini kabul etmek anlamına geliyor” görüşünü dile getirdi. Siyasi ve dini simgelerin anayasal dayanağa kavuşturularak kamusal yayılmaya açılmasının sakıncalı olduğunu vurgulayan Baykal, “Anayasamızın, hukukumuzun ve Cumhuriyetimizin kendini savunma mekanizmalarının böyle bir tehlikeli açılım karşısında görevlerini yapabileceklerini ummak istiyorum. Türbana bir siyasi ve dini simge olarak anayasal bir dayatma gücü, hukuki meşruiyet sağlanmak istenmesi çok ağır bir kırılmadır. Bu sadece üniversite öğrencileri ile sınırlıdır, mantığı geçerli değildir. Bir süreci başlatacaktır, nerede duracağını kimse bilemez.” Baykal, “kendini savunma mekanizmalarının” kimler olduğu sorusuna “Anayasa Mahkemesi, medya, sivil toplum kuruluşları, partiler, üniversiteler, sendikalar, gençler, kadınlar, tüm yurttaşlar” yanıtını verdi. Baykal, “türban” ve “başörtüsü” ayrımına dikkat çekerken “Köyde türban var mı” diye sordu. Anadol: Ne o cümle? CHP Grup Başkanvekili Kemal Anadol da Erdoğan’ın İspanya’dan döndükten sonra yaptığı “Türbanı bir cümleyle çözeriz, CHP yoksa yok” açıklamasıyla ilgili olarak “Ne o cümle, onu söyle? İspanya’da başka, Ankara’da başka konuşuyor, önce netleşsin’’ görüşünü dile getirdi. Erdoğan’ın “kafasının karışık olduğunu” vurgulayan Anadol, “Şifreli konuşmaktan vazgeçsin. Karnından da konuşmasın” dedi. ERDOĞAN YİNE ÇATTI ‘Sobayı televizyonda gördüler’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Benim valim kamyonla fakire kömür dağıttığı gün bu ülke uçar” sözlerini eleştiren muhalefete tepki gösterdi. Erdoğan, “Bunlar hayatlarında, belki Geçmiş Zaman Olur ki diye televizyon programları var, onu bir kenara koyacak olursak soba bile görmemişlerdir” dedi. Erdoğan, İçişleri Bakanlığı’nda düzenlenen valiler toplantısına katıldı. Erdoğan, törenin ardından yapılan toplantıdaki konuşmasında Türkiye’nin hızlı bir değişim sürecinden geçtiğini iddia etti. Bu dönüşümün her il, ilçe ve köye eşit ve adil şekilde dağıtmak zorunda olduklarını vurgulayan Başbakan Erdoğan, bu noktada valilere önemli görevler düştüğünü söyledi. Valilere tuvalet talimatı Valilerden okul ve hastanelerle daha yakından ilgilenmelerini de isteyen Erdoğan, “Biz öğrencilerimizin okullarda tuvalete gittiği zaman pisuvarlardan suyun akıp gittiğini, pisliklerin duvardan aktığını görmek istemiyoruz. Bunları görmüş bir başbakan olarak bunları söylüyorum. Benim huyumdur. Gittiğim zaman ben buraları özellikle kontrol ederim. Bunu valilerimizin biraz yakın markaja alarak devam ettirmelerini faydalı adımlar olarak görüyorum” diye konuştu. ‘Bu yöntemle anayasa yapılmaz’ Prof. Dr. Süheyl Batum, sosyal hakları, katılımı, eşitliği, dengeler ve frenler sistemini, geniş yargı denetimini içermeyen hiçbir anayasanın kabul edilemeyeceğini vurguladı GÜRSU KUNT ANTALYA Anayasa taslağı ile ilgili türban tartışmalarının teferruat olduğunu, asıl amacın yargı denetimini azaltmak, iktidarın ve işverenin önündeki engelleri kaldırmak, katılımı, özerk kurumları yok etmek olduğunu söyleyen Bahçeşehir Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Süheyl Batum, “İktidarın istediği çöpsüz üzüm. Onu yapmaya çalışıyor” diye konuştu. Petrolİş Sendikası Başkanlar Kurulu toplantısının açılışına katılan Prof. Batum, anayasa denince sadece türban konusunun tartışıldığını, ancak türban konusunun bütün içinde bir teferruat olduğunu söyledi. Batum, “Konuyu bizzat Başbakan tartışıyor. Türbanı getireceklerini de sanmıyorum. Konuyu bu kadar çok tartıştıracaklar ki, sonunda ‘En önem verdiğimizi bile yapmadık. Türbanı kabul ettirmediniz, bari diğerlerini yapalım’ diyecekler” diye konuştu. ‘Duyarlı olmak şart’ İktidarın, bir nebze bile olsa sivil toplum örgütlerinden ve basından çektiğini söyleyen Batum, “Böyle olmasaydı, bu anayasa şimdiye kadar çoktan geçmişti. Hatta, ‘Henüz tamamlayamadık, siz kabul edin, sonra bitiririz’ bile diyebilirlerdi. Sonuçta bu anayasayı geçirecekler” dedi. Batum, başta Türkİş olmak üzere tüm sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin duyarlı olması gerektiğini söyledi. Batum, “Böyle bir yöntemle anayasa yapılmaz. Sosyal hakları, katılımı, eşitliği, dengeler ve frenler sistemini, geniş yargı denetimini içermeyen hiçbir anayasa kabul edilemez. Bu özellikleri taşıyan ve içinde çatışma normlarını da barındıran anayasa kabul edilir. Duyarlı olmazsak, bu anayasa geçer gider, biz de arkasından bakarız” ifadesini kullandı. Dünyada son 2530 yılda yapılan tüm anayasaların “ben yap tım” düşüncesinden uzaklaştığını, Avrupa ülkelerinin, Güney Afrika’nın bile böyle bir tutum izlemediğini belirten Batum, anayasaların artık sivil toplum örgütleri, siyasi partilerin katılımıyla, taleplerini dile getirmeleriyle, ortak iradeyle yapıldığını söyledi. Batum, böylesi anayasaların hem toplumsal sözleşme özelliği taşıdığını hem de uzun ömürlü olduğunu anlattı. Bir anayasanın içinde değişmez ilke ve kurallarının olması gerektiğini, ayrıca çatışma alanlarından doğan, çatışma normlarının yerleştirilmesi gerektiğini söyleyen Batum, sözlerine şöyle devam etti: “Anayasa yapılırken, siyasal katılıma norm konulacak, eşitlik, temel hak ve özgürlükler güvence altına alınacak. Hukukun üstünlüğü yer alacak. İktidarı denetleyecek ve dengeleyecek sistemlere yer verilecek. Bu durum dünyada son 2530 yılda yapılan tüm anayasalarda var. Ama bizdeki anayasa taslağında önemli olan, katılımı, özerk kurumları kaldırmak, yargı denetimini kaldırmak. Türban bile teferruat.” TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Zafer Üskül başkanlığında toplandı. Komisyon, “yeni rant alanı yaratmak amacıyla hazırlandığı” eleştirilerine yol açan Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi ile ilgili şikâyetleri karara bağladı. (Fotoğraf: AA) CHP VE DSP DAVA AÇTI Hâkim ve Savcılar Yasası yargıda ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP ve DSP, 5720 sayılı Hâkimler ve Savcılar Yasası’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Yasa’nın bazı hükümlerinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. CHP Afyonkarahisar Milletvekili Halil Ünlütepe ile Mersin Milletvekili İsa Gök, dün Anayasa Mahkemesi’ne gelerek yasa hakkında dava dilekçesini sundu. Dilekçede, avukatlıktan hâkim adaylığına geçiş, yazılı yarışma ve mülakatın yapılış şekli, suç teşkil etmese bile disiplin cezasını gerektiren eylemden dolayı meslekten çıkarmaya imkân veren düzenlemelerle 15 Ekim 2006 tarihinde idari yargı hâkim adaylığı yazılı sınavında belirlenen kadrodan bir katı fazla sayının içinde olup mülakatta başarısız olanların yeniden mülakata alınmasına dair geçici 1. maddesinin iptali ve yürürlüğünün durdurulması talep edildi. İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, şikâyetleri karara bağladı asirmen?cumhuriyet.com.tr DTP’Lİ HASİP KAPLAN: Sulukule’de ‘insan hakkı ihlali’ yokmuş ANKARA/ İSTANBUL (Cumhuriyet) TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu, Fatih Belediyesi’nin “Kentsel Dönüşüm Projesi” çerçevesinde, Sulukule sakinlerinin evlerinin boşaltılmasında “insan hakkı ihlali” olmadığına karar verdi. Komisyon dünkü toplantısında, “yeni rant alanı yaratmak amacıyla hazırlandığı” eleştirilerine yol açan ve “Romanlara zorunlu göç yolunu açacağı” belirtilen Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi ile ilgili yapılan şikâyet başvurularını karara bağladı. Önceki toplantıda, İstanbul Fatih Belediye Başkanı Mustafa Demir, Sulukule sakinleri ve bazı sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerini dinleyen komisyon, dünkü toplantıda “Sulukule sakinlerinin evlerinden çıkarılmalarında insan hakkı ihlali olmadığına’’ oyçokluğuyla karar verdi. Komisyonun CHP’li üyesi Malik Ecder Özdemir, İstanbul Esenler’deki Ali Kul Çok Programlı Lise’sinde görevli öğretmen Z.Y’nin, Alevi bir öğrenci üzerinde baskı kurduğu yönündeki iddiayla ilgili hazırlanan komisyon raporunu gündeme getirerek öğretmenin hâlâ görevine devam edebilmesini eleştirdi. Özdemir, komisyonu olaya sessiz kalmakla eleştirdi. Yıkım sürüyor Bu arada, Kentsel Dönüşüm Projesi kapsamında, Sulukule’de bir ev daha yıkıldı. Yıkılan iki katlı evin korunması gereken yapılardan olduğunu söyleyen Sulukule Platformu Üyesi Mimar Aslı Kıyak İngin, “Bu evin en az 200 yıllık olduğu söyleniyor” dedi. Teklifi bu haliyle desteklemeyiz ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, MHP’nin başörtüsü konusundaki teklifinin her alanda sınırsız özgürlük getirdiğini belirterek bu haliyle öneriye destek vermelerinin söz konusu olmadığını söyledi. Hasip Kaplan, TBMM’de gazetecilere yaptığı açıklamada, türban sorununun, Türkiye’de anayasal yargı ve AİHM sürecinden geçmiş bir konu olduğunu söyledi. Türban konusunda çıkış yapan Başbakan Tayyip Erdoğan’ın, 6 yıldır iktidarda olduğunu, bu tür konulara çözümü Meclis zemininde araması gerektiğini anlatan Kaplan, parti olarak yıllardır dini inanç ve özgürlükleri savunduklarını, bu tür yasakların doğru olmadığını söylediklerini belirtti. Kaplan, “Ancak AKP ve MHP, türban konusunda sonuç alıcı bir düzenleme yerine işi zorlaştırma ve yokuşa sürme çabası içindeler. Başörtüsü anayasa konusu değildir” değerlendirmesini yaptı. Türbanın yasal düzenleme konusu olabileceğini kaydeden Kaplan, “YÖK Kanunu’nda yapılacak bir değişiklikle yasak konusu kaldırılabilir’’ diye konuştu. MHP’nin teklifinin, her türlü kamu hizmetinin alımı ve sunumunda sınırsız özgürlük getirdiğini belirten Kaplan, şunları söyledi: “Sınırsız özgürlük hiçbir ülkede yoktur. Örneğin başörtülü bir general göremezsiniz. Asker, hâkim, polis, öğretmen gibi meslek gruplarının kendine özel kuralları vardır. Bu kuralları benimseyen, gider oraya kaydolur. Bu teklife göre türbanlı bir milletvekili de Meclis’e girebilir. Dolayısıyla MHP’nin bu önerisi, dini inanç ve özgürlüklerin sağlanmasını hedefleyen bir öneri değil. Toplumda daha çok tartışma yaratır. Bu haliyle teklifi desteklemeyiz.” Yarın 19 Ocak. Kardeşim Hrant Dink’i yitirmemizin üzerinden tam bir yıl geçti. Türkiye’de vicdanı olan insanların en acı günlerinden birisi 19 Ocak. Artık bir tarih bu… Her yıl hatırlayacağımız, 100 yıl geçse de unutulmayacak bir tarih… 19 Ocak benim için kardeşimin yok oluşu. Onsuzluğa hiç alışamadım ve alışabileceğimi de sanmıyorum. Ölümün acısı bir süre sonra geçer derler... Geçmiyor. Dün Rakel’le konuşurken onun benden daha dayanıklı olduğunu fark ettim… ??? Hrant hepimizindi. Bu ülke topraklarının yetiştirdiği özel bir insandı. Tanıyan, dinleyen herkesi etkileyen, insanlığımızı hatırlatan bir devrimciydi. Devrimci sözcüğünü en kolay kullanabileceğim kişilerden birisiydi. Çünkü o, kurulu düzeni yerinden oynatacak kadar yürekli ve haklı bir sesti… Hrant’ın yüzünü görmesem bile her sabah duyduğum sesi benim için bugündü, gelecekti ve yarındı. Hrant, yalnızca doğruları söyleyen değil, bunu Benim Hrantım… inandırıcı bir şekilde söyleyebilen, en karşı olanı bile ikna edecek duygusal bir etkiye, bir karizmaya sahipti. ??? Onu severdim. Zor zamanlarda birbirimize sarılırdık. İnsanı içten kucaklardı, güven verirdi. Onu kaybettikten sonra sandığımdan da fazla sevdiğimi anlıyorum. Neden bu kadar çok seviyorum, neden bu kadar çok acı duyuyorum?.. Hrant, haksızlığa başkaldıran, doğruya doğru, yanlışa yanlış demekten çekinmeyen “eşitlik” isteyen muhalif ailemizin etkili bir üyesiydi. Onsuz her zaman bir eksik olduğumuzu bilirdik. Bu nedenle beni bir yere çağırdıklarında, bir yerde konuşmamı istediklerinde Hrant’la birlikte gitmeyi isterdim. Malatya’nın Arguvan ilçesinden çağırdıklarında, Hrant’la giderim dedim. Bu sayede Hrant’la doğduğu kent Malatya’nın sokaklarında dolaşacak, geçmiş günleri anacaktık. O, yok olup giden bir tarihi, Anadolu’yu renkleriyle temsil ediyordu. Trabzon çevresindeki Ermeni manastırlarını birlikte keşfe çıkmıştık. Ahır olarak kullanılan manastırın önünde fotoğraflarını çekmiştim. Sonra toplantıya gittik. Dinleyenler her zaman olduğu gibi onu önce yadırgadılar. Sonra, anlattıkları onları etkiledi. Sonunda ikna olmuşlardı, bu adam onlardan birisiydi. Dosttu, kardeşti, açık sözlü bir öykü anlatıcısıydı. ??? Hrant, açık sözlü bir Ermeniydi. Suskun bir toplumun konuşan çocuğuydu. O yitip giden bir cemaatin seslendiremediklerini bize anlatıyordu. Uzun yıllar sonra Ermenilerin varlığını yeniden fark etmemizi sağladı. Tarihimizle yüzleşmek için içimizden biri olarak bize el uzattı. O bizden bir parçaydı. “Kaç kişi kaldık ki” derken bile, hepimizden bir parçayı o temsil ediyordu. ??? Hrant, çok yakın bir dostumdu, birçok özel derdimi paylaştığım, birçok özel derdini dinlediğim kardeşimdi. Onun alçakça, göz göre göre öldürülmesi tabii ki yüreğimi yaktı. Ancak, artık onun yok olması ailesinin, arkadaşlarının, benim, duygularımızın çok ötesinde bir anlam taşıyor. O yaşarken düşünmediğimiz özellikleriyle de tarihteki yerinde oturuyor. O ülkemizin son yıllarda yetiştirdiği en etkili aydınlardan birisiydi. O ülkemizin dünya çapındaki seslerinden birisiydi. O Türk’üyle, Kürt’üyle, Ermenisiyle, Rumuyla, Alevisiyle, Arap’ıyla, Süryanisiyle, Çerkeziyle, Lazıyla bütün bir ülkeyi temsil ediyordu. Hepimizin ortak sesini, duygularını dünyaya duyuruyordu. ??? Hrant Dink, bildiğimiz klasik bir siyasi cinayetle öldürüldü. Tarihimizde bu türden cinayetlere çokça tanık olduk. Ölümünden sonra ortaya çıkan belgeler, bilgiler de geçmiş cinayetlere benziyordu. Bir gazeteci, “Hrant Dink cinayeti, arkasındaki güçlerle birlikte ortaya çıkarılabilir mi” diye sordu. Acı acı gülümsedim. “Bu cinayeti bütünüyle çözmek demek, devlet içinde yuvalanmış çeteleri temizlemek demektir. ‘Derin devlet’i tasfiye etmek demektir. Demokratikleşmenin önündeki engelleri aşabilmek demektir” cevabını verdim. ??? Hrant, bize çoksesli, çokkültürlü bir ülke ideali bıraktı. Hiçbir zaman kurmayı başaramadığımız farklılıklarıyla zenginleşen bir Türkiye ütopyası bıraktı… Onun gür sesini, kendine güvenen açık sözlülüğünü, dertlerimizle dertlenen içten dostluğunu unutmak mümkün değil… Onsuz hep bir eksik olacağız… Onsuz çok eksik olacağız… Yarın saat 15.00’te vurulduğu yerdeyiz… Agos’un önündeyiz… CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle