22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 EYLÜL 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Toplu pazarlıklarda sonuç alamayan KamuSen, 10 YTL ’lik fark için Uzlaştırma Kurulu’na başvurdu 13 İŞÇİNİN EVRENİNDEN ŞÜKRAN SONER Memur umduğunu bulamadı ? Seçimlerden sonra Erdoğan’ın yaptığı açıklamanın masada bir yansımasını görmeyi umduklarını belirten Güzel, “Biz Sayın Başbakan’ın, kamu görevlilerinin içinde bulunduğu durumu dikkate alarak bir talimat vereceğini ve masadan mutabakatla kalkacağımızı umut etmiştik” dedi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) KamuSen Toplu Görüşme Genel Sekreteri Güzel ve beraberindeki heyet, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na gelerek başvuru dilekçesini iletti. Güzel, bakanlığa gelişinde gazetecilere yaptığı açıklamada, toplu görüşmelerin geçmiş yıllarda olduğu gibi yine “uzlaşmazlık’’ ile soEkonomi Servisi Bağımsız Eğitimciler Sendikası, öğretmenlere yeni eğitim yılında ödenecek tutarın sadece 25 YTL artırılarak 450 YTL olarak belirlenmesine tepki gösterdi. Bağımsız Eğitimciler Sendikası Genel Başkanı Gürkan Avcı yaptığı yazılı açıklamada, “25 YTL zam yapmak öğretmenlerle dalga geçmektir. nuçlandığını anımsattı. Seçimlerinin ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığı açıklamanın masada bir yansımasını görmeyi umduklarını belirten Güzel “Biz sayın Başbakan’ın, kamu görevlilerinin içinde bulunduğu durumu dikkate alarak bir talimat ve Sivil Anayasa(!) Yenice Belediyesi’nin kültür festivali etkinliği kapsamında, “önce insan” eksenli savaş ve barışı sorgulamıştık. Yaşamı çok boyutlu sorgulayan Yenicelilerden bir dinleyici, toplantı dağılırken üzerinde hep birlikte düşünmemiz gereken bir soru yöneltti: “Sivil anayasa ne demek?” Hani sabahtan akşama medya korosu desteğinde AKP’nin iktidar kadroları, “İlk sivil anayasayı hazırlıyoruz” diye bize yutturmaya çalışıyorlar ya... Yenicelili yutmamış, “Bunun nesi sivil anayasa, 12 Eylül Anayasası’ndan daha darbeci, dayatmacı değil mi?” diye sorgulamasını sürdürüyor. Aydın insan sorgulaması ile de bugünkü yazımın konusu ve başlığını benim yerime düşünüp bulduğu için kendisine teşekkürlerimle birlikte saygılarımı sunuyorum.. Evet, “sivil anayasa” pazarlamasını yutacak, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin rotasını değiştirmek üzere, emperyalizmin Türkiye için biçmiş olduğu ılımlı İslam çizgisine sapmaya ortam hazırlamak amacıyla dayatılan AKP iktidarının patentini taşıyan anayasa taslağını kabullenecek miyiz? Sahi “sivil anayasa” ne demek? Çok doğru 12 Eylül Anayasası, 12 Eylül askeri darbe yönetiminin ürünü. Gerçi bu ülkenin vatandaşları olarak çok büyük bir çoğunlukla bu anayasaya “evet” demekle, siviller olarak darbe anayasasını aklamış, bir anlamda sivilleştirmiş olduk. Ama biz kendine özgü demokrasi kültürü olan bireyleriz. Bizim adımıza birilerinin karar vermesini, ülkemizi kurtarmasını pek severiz. 12 Eylül askeri darbesine Evren’in mitinglerindeki yüksek katılım ve alkışlarla verdiğimiz desteğe, demokrasi kültürü içinde yetişmiş yabancılar, çok fazla şaşırdıklarında biraz buruk gerekçemiz, savunmamız hazırdı: “Halkımız askerleri kızdırmamak, çabuk gitmelerini ve bize yeniden demokrasi sunmalarını sağlamak için alkışlayıp destek veriyor. Ne de olsa başta terör yaşadığımız sorunlara çözüm üretmeyen siyasetin sorumluluğu, suçu büyük. Asker de kalmak değil, gitmek üzere geliyor. İşleri düzeltip yoluna koyup gidecek. Bir an önce, sağlıklı gitmesi için de tabii anayasaya evet demekte yarar var...” O tarihlerde onbinlercesi cezaevlerinde, üzerlerinden silindir geçmiş solun zaten örgütlü, ses verecek gücü kalmamıştı. Sermaye, sağın, dincilerin içten olmasa da görünen tam desteği gündemdeydi. Yine de itiraf etmeliyim ki, 12 Eylül darbe yönetimi anayasa hazırlığında AKP iktidarından daha demokratik bir ön çalışmayı öngörmüştü. Hazırlayan geniş cepheli bilim insanları kadrosu vardı. Elbette kırmızı çizgileri çizilmiş 12 Eylül Anayasası ile emperyalizmin Türkiye’ye biçtiği elbise uydurulmak istenmişti. Yine bir askeri darbe ürünü olan ama gerçekten Türkiye’yi çağdaş demokrasi, insan hakları, sosyal devlete, sendikal haklara kavuşturmayı amaç edinmiş 1961 Anayasası’nın temel ilkelerinin değiştirilmesi öngörülmüştü. ??? 12 Eylül darbecileri özden değil, biçimden kendilerini Atatürkçü, Cumhuriyetçi, laikçi saydıklarından Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine ilişkin söylemde değişiklik öngörmemişlerdi. Ancak 1960 sonrası sağ iktidarların tümünün, Demirel hükümetleri, sonrasında Özalizmin.. yani kürselleşme ideolojisi, emperyalizmin istediklerinin tümünü anayasa metninde sağlam kazığa bağlamışlardı. Ilımlı İslamlaşmaya kapıyı açan elbette 12 Eylül Anayasası’dır. Çok daha belirleyici olarak insan hakları, demokrasi, sendikal haklar, sosyal devlette istenen budamayı sağlayacak, örgütlülüğü yıkacak hükümler iğne oyası gibi anayasa metninin içine yerleştirilmiştir. Anayasa çalışmaları sürecinde yine de biçimsel demokratik davranan 12 Eylül darbe yönetimi, anayasa metnini oylatmadan, son şeklini vermeden önce başta üniversiteler, sendikalar demokratik örgütlerin görüşlerine ve kamuoyu tartışmasına açmıştı. Kendi uzmanlık alanımız olan sendikal haklar, insan hakları ağırlıklı yapılan tüm tartışmalı toplantılara katılmış, madde madde yazı dizileri hazırlamış biri olarak, işin vahametini, derdimi anlatabilmek üzere; “haklar varmış gibi düzenlenmiş, hakların adı ile yazılmış başlıklar altında, hakların içinin boşaltılması, kullanılamaması öylesine ustaca düzenlenmiş gibi, iğne oyası gibi işlenmiş metnin bütününde hakkın kendisi ortadan kalkıyor..” türünden cümleleri sık sık kullandığımı anımsıyorum. Tabii ki geniş katılımlı hazırlık metni, ilk taslağın sonradan geniş tartışmaya açılmış olması, sınırlı birkaç düzeltme dışında her alanda yasakçı bir anayasanın ortaya çıkması gerçeğini değiştirmedi. Hakların özünü tangur tungur eden 12 Eylül Anayasası ile bugünlere gelindi. Arada aralıklarla kimi önemli düzeltmelerin yapıldığını atlamak elbette haksızlık olur.. Gelin görün ki, AKP’nin sivil darbe kültürü ile, anayasa değişikliği girişimi ile bu sorunlar ortadan kalkmayacak; ülkemiz için çok daha boyutlu olabilecek yeni sorunlar ortaya çıkacak. İşin başından AKP, 12 Eylül darbecilerinden bile daha art niyetli bir yöntemle, kamuoyundan saklayarak, isimleri bile şaibeli daha dar bir kadro ile kendi gönlündeki metni hazırlamış bulunuyor. Devleti ele geçirme projesinin bir aracı olarak gündeme getiriyor... Sonrasını daha çok tartışacağız... soner@cumhuriyet.com.tr ‘Öğretmenle dalga geçiliyor’ Eğitimöğretim hazırlık ödeneğinin enflasyonun altında bir rakamla zamlanarak ‘bayram müjdesi’ gibi kamuoyuna yansıtılmasını doğru bulmuyoruz. Yılda iki kez olmak üzere tüm eğitim çalışanlarına 500+500 YTL olarak ödenmesi yönündeki talebimiz oldukça mütevazı bir taleptir” dedi. sayın Bakan ve Kamu İşveren Kurulu’nun geçmiş yıllardaki tutumuyla benzerlik gösteren bir anlayışla karşı karşıya kaldık’’ diye konuştu Güzel, sürecin henüz tamamlanmadığını belirterek “Ancak bugüne kadar Uzlaştırma Kurulu’nun verdi receğini ve masadan mutabakatla kalkacağımızı umut etmiştik. Yüzde 27’si açlık sınırı altında maaş alan kamu görevlilerimizin hiç olmazsa açlıktan kurtarılarak yoksulluk sınırı üzerinde bir maaş almasını talep olarak masaya getirdik. Ancak yine karşımızda başta ği hiçbir kararı, iki madde dışında, hükümet maalesef keyfiyet olarak algıladığı için uygulamadı. Türkiye KamuSen olarak bu konuyu ILO’ya taşıdık’’ dedi. Uyuşmazlık tutanağında hükümetin teklifi, “Gelecek yıl memur maaşlarına altı aylık iki dönemde yüzde 2+2 zam yapılması, ek ödeme almayanlara 20+20 YTL denge tazminatı verilmesi, taban aylığına 10+10 YTL ilave yapılması, sendika üyelik aidatının 10 YTL’ye çıkarılması, zammın enflasyonun gerisinde kalması halinde farkının ödenmesi ve ücret adaletsizliğinin giderilmesi için 2008 Temmuz ayından itibaren geçerli olmak üzere mali ve sosyal hakların 3 yıla yayılacak biçimde yeniden düzenlemesi’’ şeklinde yer almıştı. Buğdayda 1 milyon ton açık KONYA (AA) ABD Tarım Bakanlığı Dış Tarım Servisi’nin açıkladığı rapora göre şiddetli kuraklık nedeniyle Türkiye’nin buğday üretimi 15.5 milyon tona düşecek. Bu yıl yurtiçi buğday tüketiminin 16.4 milyon ton olması bekleniyor. Raporda, sıcak ve kuru hava koşulları nedeniyle buğday kalitesi düşen Türkiye’nin, 2 milyon ton kaliteli buğday ithalatına ihtiyaç duyacağı ve dönem sonu stoklarının 996 bin ton olmasının beklendiği belirtiliyor. Kuraklığın, hububat dahil birçok ürünü etkilediğinin belirtildiği raporda, Ege, Marmara ve özellikle normalde diğer bölgelerden daha fazla üretimin olduğu Orta Anadolu bölgesinde hububat üretiminin önemli düzeyde azaldığı, Ankara ile Konya arasındaki “buğday kuşağı’’ alanının oldukça fazla etkilendiği kaydediliyor. İhracat 100 milyar dolara yaklaştı İhracat ağustosta 8.6 milyar dolar olarak gerçekleşti. Yıllık ihracat 98.9 milyar dolara çıktı. Türkiye, Cumhuriyet tarihinde ilk kez 100 milyar dolarlık ihracat barajını aşmak üzere. Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, ağustos ayı itibarıyla yıllık ihracat yüzde 22.6’lık artışla 98.9 milyar dolara ulaştı. İhracat ağustos ayında yüzde 23.4 artışla 8.6 milyar dolar olurken, 8 aylık ihracat da yüzde 24.4 artarak 66.8 milyar dolara yükseldi. Ağustosta geçen yılın aynı dönemine göre en fazla ihracat artışı olan sektörler arasında yüzde 61.32 artış ile fındık ve mamulleri, yüzde 56.82 ile yaş sebze ve meyve, yüzde 46.79 ile kuru meyve ve mamulleri, yüzde 44.73 ile halı, yüzde 44.71’lik artışla meyve sebze mamulleri dikkati çekti. Geçen ay Türkiye ihracatında ilk 10 ülke ise Almanya, İngiltere, Rusya, Fransa, İtalya, İspanya, ABD, Romanya, Irak ve Hollanda olarak sıralandı. (MURAT GÜLDEREN) İthal girdi cari açığı patlattı A B N A M R O : S İ PA R İ Ş L E R D U R M A N O K TA S I N D A ABN AMRO, imalat sanayiinde yeni siparişlerin durma noktasına geldiğini açıkladı. ABN AMRO ve ekonomik araştırma şirketlerinden NTC Research’ün yayımladıkları, Türkiye imalat sektörünün durumu hakkında bilgi vermek üzere tasarlanmış bir bileşik gösterge olan ABN AMRO Türkiye Satın Alma Yöneticisi Endeksi’nin (PMI) en son verileri yayımlandı. Rapora göre, yurtdışı kaynaklı talepteki somut iyileşmeye karşın, Türk imalat sanayi şirketlerinin aldıkları yeni işlerdeki büyüme ağustos ayında durma noktasına geldi. Raporda, yeni siparişlerin büyüme oranının, araştırmaların başladığı Haziran 2005’ten bu yana en düşük seviyesine gerilediği bildirildi. Temmuz ayında yüzde 51.4 düzeyinde olan PMI bu ay yüzde 50.9’a gerileyerek, Ocak 2006’dan bu yana en düşük seviyesine indi. ANKARA (ANKA) Sanayicilerin üretimde neredeyse tamamen ithal girdiye bağımlı hale gelmesi nedeniyle, Türkiye’nin üretim ve ihracatındaki artışların, ithalatta daha büyük bir ivmeye yol açtığı, bunun da dış açıkları büyüttüğü belirlendi. Türkiye’nin son bir yıldaki 154 milyar dolarlık ithalat faturasının yüzde 73 oranındaki 112.5 milyar doları hammaddeye ödendi. Aynı dönemde yapılan toplam ihracat ise bu faturanın ancak yüzde 86.2’sini karşılayabildi. Özellikle son beş yıldır uygulanan düşük kur politikası nedeniyle sanayi sektörünün neredeyse Mısır, narenciye pazarını kaptı ADANA (AA) Mısır, ucuz girdi maliyetleri ve pazara yakınlığıyla Ortadoğu narenciye sektörüne egemen oldu. Akdeniz Yaş Meyve Sebze İhracatçıları Birliği (AKİB) Yönetim Kurulu Başkanı Ali Kavak, Mısır’ın son yıllarda önemli atılımlar yaparak, büyük bir rakip olarak Türkiye’nin karşısına geldiğini belirtti. Mısır’da, hem üreticinin hem de ihracatçının Türkiye’dekine oranla yüksek destekler aldığını vurgulayan Kavak, bunun da Türk üreticisinin fiyat bazındaki rekabet şansını düşürdüğünü ifade etti. 7 AYLIK DIŞ AÇIK 34 MİLYAR DOLAR Türkiye’nin dış ticaret açığı büyüyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre ihracat temmuz ayında yüzde 26 artarak 8.9 milyar dolar, ithalat da yüzde 28.5 artışla 15 milyar dolar olarak gerçekleşti. Aynı dönemde dış ticaret açığı yüzde 23.1 artarak 6.1 milyar dolara yükseldi. CNBCe anketinde dış açığın 5.1 milyar dolar olması bekleniyordu. İhracatın ithalatı karşılama oranı temmuzda yüzde 60.4’ten yüzde 59.2’ye indi. Ocaktemmuz döneminde ihracat yüzde 24.3 artarak 58.4 milyar dolar, ithalat yüzde 18.6 artarak 92.5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Dış ticaret açığı yılın 7 aylık döneminde yüzde 9.9 artarak 34.1 milyar dolara ulaştı. Geçen yılın aynı döneminde sadece 89 milyon dolarlık hububat ithalatı yapılırken, bu yıl yüzde 608’lik artışla 634 milyon dolarlık ithalat gerçekleştirildi. tamamen ithal girdiye bağımlı hale geldiği dikkati çekiyor. İthal hammaddenin bir bölümü ihracata, önemli bir bölümü ise iç tüketime yönelik üretimde kullanılıyor. Sanayicilerin; hammadde gereksinimini ithalatla karşılarken bunun az bir bölümünü ihracata dönüştürmesi, büyük bölümünü iç tüketime yönelik üretimde kullanması, Türkiye’nin dış ticaret açığı ve buna bağlı olarak cari işlemler açığının sürekli büyümesinde etkili oluyor. EGO’nun yetkileri devredildi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) EGO’nun özelleştirilmesi çerçevesinde, Ankara’da doğalgaz faaliyetlerinin EGO’dan alınarak, yeni kurulan Başkent Doğalgaz AŞ’ye devredilmesiyle ilk adım atıldı. EGO, yalnızca otobüs ve raylı sistem hizmetlerini verecek. AA’nın haberine göre Ankara Anakent Belediyesi bundan sonra doğalgaz konusundaki tüm faaliyetleri ve faturalandırma işlemlerini “Başkent Doğalgaz AŞ” adlı şirket ile gerçekleştirecek. BOTAŞ’ın EGO’dan olan alacaklarının tahsil edilebilmesi amacıyla Doğalgaz Piyasası Yasası’nda değişiklik yapılmış, söz konusu değişiklikle Anakent Belediyesi’ne doğalgaz dağıtımına ilişkin yeni bir şirket kurma yetkisi verilmişti. Ayrıca söz konusu şirketin 2 yıl içinde asgari yüzde 80 özelleştirilmesi şart koşulmuştu. EPDK Başkanı Yusuf Günay, Başkent Doğalgaz Dağıtım AŞ’ye, 30 yıllığına doğalgaz dağıtım lisansı verilmesini kararlaştırdıklarını kaydetti. M A L İ Y E Y A Ş A M I N D A N / M U S T A F A P A M U K O Ğ L U pamukm?superonline.com ABD son zamanlarda ülkemiz üzerinde çok hesap yapıyor. Ekonomimiz tamamen kuşatılmış durumda. Bu nedenle gelin bu ülkenin İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya üzerinde oynadığı ekonomik role bakalım. Buradan çıkaracağım sonuçlara göre umutlanalım veya karamsarlığa düşelim. 1946 yılında yapılan Bretton Woods anlaşması ABD’yi yeniden dünyanın bir tür merkez bankacısı durumuna getirdi. Çünkü ABD ekonomisi o yıllarda diğer ülkelere göre rekabet edilmeyecek kadar üstün bir durumda idi. Zaten İkinci Dünya Savaşı’ndan da güçlenerek çıkmıştı. IMF ve Dünya Bankası bu anlaşma ile kuruldu. IMF’ye üye olan her ülke parasını sabit kurdan dolara bağlamış ve dolar da bir “değer standardı” olmuştu.. ABD de doları altına, 1onz altın=35 dolar biçiminde sabitlemişti. Bunun anlamı, FED (Federal Reserve Bank), yabancı merkez bankalarına arzedecekleri dolarlar karşısında 35 dolardan altın satmayı taahhüt ediyordu. Ancak bu sistemde parasını dolara bağlayan ülkelerin döviz rezervi biriktirebilmeleri için ABD’nin ödemeler bilançosunun açık vermesi gerekirdi ki bu da sistemin en zayıf yönü idi. Bu sistem başlarda iyi işledi. Fakat 1960’larda ABD’nin dış ödeme açıkları bü yüyünce dolara olan güven azaldı ve spekülatörler, dışarıdaki dolar rezervlerinin altın stoklarını aştığını görünce dolardan kaçıp altına hücüm ettiler. Aşırı değerlenmiş dolar nedeniyle kurtuluş dolara parasını bağlayan ülkelerin kurtuluş için revalüasyon (dolar paritesini düşürme) yapmaları gerekiyordu. 1971’de Başkan Nixon, başta Almanya ve Japonya olmak üzere birçok ülkeye revalüasyon yapmaları konusunda baskı yaptı. Bunun sonucunda 18 Aralık 1971 tarihinde dolar revalüasyon yoluyla yüzde 9 devalüe edildi. Altının resmi fiyatı da 35 dolardan 38 dolara çıktı. Bu ayarlamalar dolardan kaçışı engellemediğinden 1973’te dolar bir daha devalüe edildi ve bu durum Bretton Woods, yani sabit kur sisteminin yıkılışına sebep oldu. 1973 yılında şu anda geçerli olan “dalgalı kur sistemi”ne geçildi. Ancak IMF’nin istediği kurallara uymak şartı ile her ülke serbest kur sistemini benimseyebiliyordu. Fakat bu sistemin de sakıncaları vardı. Sürekli dalgalanan para iyi bir değer standardı olamazdı. Ülkeler rezervlerini dolar cinsinden tuttuklarından dolardaki düşme, rezervlerinin de azalması demekti. 1980’le IMF’den Kurtulmak rin başında ABD’nin başına Reagan gelince, “arzyanlı ekonomik politikalar” yürütmeye başladılar. Talep yerine arzı teşvik eden bir sistemi uygulayarak, üretimde özel girişimi özendiren ve teşvik eden tedbirler uygulandı. (Bu politikalar biliyorsunuz Friedmann politikaları idi ve bizde Özal bunun en hararetli savunucusu ve uygulayıcısı olmuştu.) Vergiler indirildi, kamu harcamaları kısıldı. Bu doğaldır ki bütçe açıkları yarattı. Bu açıklar yüksek faizli borçlanma politikası ile finanse edildi. Avrupa ve Uzakdoğu’dan yabancı sermaye ABD’ye akın etti. Bu sermaye fonları cari açığa rağmen doların değerini yapay olarak yükseltiyordu. Bu sistem 1985 yılına kadar devam etti. Sermayenin geldiği ülkeler sermayenin kaçışından ABD’yi, ABD de cari açığın bu ülkelerin dış ödeme fazlalarından kaynaklandığından sorumlu tutuyordu. 1985 Eylül ayında Japonya başta olmak üzere, New York Plaza anlaşması ile bu ülkeler daha liberal bir dış ticaret rejimi ve harcamaları arttırıcı politika izlemek, ABD de yüksek faiz politikasından vazgeçmek üzere mutabakat yaptılar. ABD’nin bu dünya ekonomisini belirleme gücü, Avrupa ülkelerini Avrupa Parasal Birliği’ne dönüştürdü ve 1999 tarihinden itibaren de tek para (Euro) birimine geçmeye zorladı. Dünya konjonktüründeki bu gelişimden Türkiye’nin etkilenmemesi olanaksızdı. 24 Ocak 1980 Kararları ile Türkiye daha liberal bir dış ticaret rejimine geçti. 1984’te kambiyo rejimi serbestleştirildi. 22.3.1990 tarihinde IMF’ye başvurularak TL’nin kovertibl para olarak tescili sağlandı. Bundan sonra ülkemizde uygulanan kur sistemi dalgalı kur rejimi (yönetimli dalgalanma) olmuştur. Bu, Türkiye’nin sıcak para ile tanışmasının başlangıcı oldu. Ve yılllar ilerledikçe bu, kartopu gibi büyüdü, büyüdü. Düşük kur ve yüksek faiz politikası yüzünden 4 Nisan 1994 Ekonomik İstikrar Önlemleri uygulamaya sokuldu ve bilinen büyük devalüasyon yapıldı. Fakat bu, enflasyonun düşürülmesini sağlayamadı. Bütçe açıkları iç borçlanma ile finanse edildi. 2000 yılında hükümet yüksek faizi kontrol altına almak için IMF ile yeni bir destek (standby) anlaşması yaptı. Fakat bu anlaşma şartları, dövizin öngörülen seviyede sürdürüleceği güvenini sağlamadı. Yabancılar yatıımlardan çıkıp kendi ülkelerine paralarını transfer etmeye başladı. Dövize karşı spekülasyon durmayınca Şubat 2001 krizi patlak verdi. Bundan sonra şu anda uygulanmakta olan IMF politikası izlenmeye başlandı. Bu krizle de erken seçim sürecine girildi ve AKP iktidara getirildi. Türkiye’deki krizleri incelersek IMF politikalarının yani ABD’nin en önemli faktör olduğunu görürüz. Hepsinde cari açık, sıcak para, düşük kur ve yüksek faiz politikası vardır. Cari açık borçla finanse edilmiştir. AKP iktidarında ne oldu? Düşük kur, yüksek faiz ve borçlanma politikası devam ediyor. Cari açık özelleştirme gelirlerine güvenilerek tehlikeli bulunmuyor. Sıcak para 100 milyar dolarları buldu. Bu dönemin geçmiş dönemlerden farkı, ABD’nin, hükümeti tam anlamıyla desteklemesi. Ama yine de ekonomi tarihi, bunun böyle devam edemeyeceğini gösteriyor. ABD’nin hesapları değişirse halimiz yine acıklı. O zaman tek çare var: ABD’nin hesaplarını ülke olarak altüst etmemiz. Bağımsız milli bir ekonomik modeli ortaya koymamız. ve muazzam kalabalıkları farkına vardırmamız. Bunu hangi siyasi oluşum yapacak? İşte en can alıcı nokta da bu... CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle