14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 EYLÜL 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Birleşik Metalİş’in araştırmasına göre son 6 yılda konut fiyatları karşısında yüzde 28 geriledi 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Tazminatla ev almak hayal ANKARA (AA) DİSK’e bağlı Birleşik Metalİş Sendikası tarafından yapılan araştırmada, kıdem tazminatlarının son 6 yılda konut fiyatları karşısında yaklaşık yüzde 28’lik değer kaybına uğradığı savunularak, kıdem tazminatıyla ev sahibi olmanın hayal olduğu ifade edildi. Türkiye İstatistik Kurumu madde fiyatları, ortalama TÜFE verileri, Merkez Bankası Beklenti Anketi Temmuz 2007 değerleri ve İstanbul Emlak Komisyoncuları Odası “İstanbul Konut Sektörü Raporu’’ Ocak 2007 verileri üzerinden indeksleme ve tahminleme yöntemi ile yapılan araştırmada, Sağcı Çağdaşlaşma! (II) Sağcılar Cumhuriyetçileri “vurmak” için tek parti dönemini, özellikle de savaş yıllarını, 1950 sonrası ile karşılaştırıyorlar. Cumhuriyet çağdaşlaşmasının gerçek değeri Osmanlı ile karşılaştırılınca anlaşılır: Egemenliğin kaynağının “halka” indirilmesi; kadınerkek eşitliğinin; “bilimin öncülüğünün” ilke edinilmesi; eğitimin birliği; yargı reformu; harf devrimi; bağımsız ve barışçı dış politika; devletçi sanayileşme; kültür ve sanat atılımları; gelişmenin bütünlüğü… Bunlar, yabancı bilim insanlarının da vurguladığı gibi, Türkiye’yi 1930’ların sonunda “kalkış”, İngilizcesiyle “take off” düzeyine taşımıştı. Çok partili siyasal yaşamın altyapısı Cumhuriyet değerleriyle oluşmuştu. Ancak, 1950 sonrasında Türkiye sağı, Cumhuriyet çağdaşlaşmasını aşındırmayı iş edinmiş; hukukun ve ahlakın bozulmasına yol açmış; gelişmenin eğitim, bilim ve kültür yönünü ihmal etmiş ve demokrasiyi “feodalleştirmiş”tir. ??? Demokrat Parti 1950’de iktidara geldiğinde yaptığı ilk işlerden biri “düşünce özgürlüğünü” kısıtlamak, ikincisi de Türkçenin yerine Osmanlıcayı kullanmak oldu. Hükümet, 67 Eylül İstanbul yağmasının (1955) sonrasında da bir taraftan üniversiteyi, basını ve muhalefeti baskı altına almaya çalıştı, diğer taraftan da “parti içi” muhalefeti yok etti. (Parti içi muhalefeti yok etme anlayışı günümüzde de yaşıyor; parti genel başkanları milletvekili aday listesini kendisi yazıyor.) Türkiye’deki ilk askeri darbenin ana nedeni, kendisini eleştirenleri “tenkil”e (topluca yok etmeye) yönelen bu baskıcı iktidar anlayışıdır. İlk askeri darbeye neden olanların izleyicileri, 1961 sonrasında askeri darbelerle “birlikte yaşama” yolunu seçti. Özgürlükçü 1961 Anayasası sağcı siyasete kendi deyimleriyle “bol” geldi; 12 Mart 1971 askeri hareketi sağın alkışları arasında hak ve özgürlükleri iyice budadı. “Netekim” 12 Eylül faşizan yönetimiyle “uyum içinde” çalışan sağ iktidarlardır. Burada özellikle İspanya ve Yunanistan’da sağın demokratikleşme sürecinde verdiği o büyük uğraşı anımsatmakta yarar var. 12 Eylül faşizminin hesabını, çeyrek yüzyıldır soramayan sağ mı modernleşmenin ve demokratikleşmenin öncüsüdür? Şimdilerde de hak ve özgürlükler, “türban”a sarılarak topluma sunuluyor. “Satın alır mısınız” diye sorulmuyor! Almak “zorundasınız”! Yoksa “ülkeyi terk edin” diyorlar. Günümüz merkez sağının anladığı demokrasi budur! ??? Bu ülkede, siyaseti, “basın”, “iş dünyası” ya da “aileden” birilerini zengin etmek için kullanmayı sanat haline getiren, sağ iktidarlardır. Sağ iktidarlar dönemi, esas olarak, iktidarların koruyup kolladığı kişilerin zenginleştiği dönemdir. “Besleme basın” Demokrat Parti’nin eseriydi; sonraki sağ iktidarlar daha da kalitesizdi; öncelikle “aile yakınlarını zengin etmeyi” iş edindiler. Hukuk, yozlaştırıldı. Ahlak, kadınların kapanması olarak algılanır oldu. Doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi ahlak değerleri iyice aşındırıldı; ülke geriye götürüldü! Ünlü “Benim memurum işini bilir” sözü hangi ahlak kuralına dayanıyor? İlkokul öğretmenlerinin birikim sandığının (İLKSAN) varlığını birilerine peşkeş çekip, sonra da “Verdimse ben verdim” diyen anlayış, “tepeden inmeci” birine mi aittir, yoksa? ??? Kalkınmayı “betonlaşma” sayan sağcı hükümetler, toplumun “kültür ve sanat” gereksinmelerini hiçe saymış, tiyatro, sinema, müzik vb. alanlar ihmal edilmiştir. Eğitimin birliğini bozmayı iş edinen sağcı hükümetler, zorunlu temel eğitimin sekiz yıla çıkarılmasını ısrarla, on yıllarca uygulamaya koymamıştır. Okullaşmada, işe almalarda olduğu gibi, kadınerkek eşitliğine gerekli önem verilmemiştir. Eğitimi, “imam hatip” sorununa indirgeyen sağ iktidarlar mı çağdaşlaşma sağlayacaktır? Eğitimde “kalite” unutulmuştur. 60 yıllık sağ iktidarların eğitimdeki büyük başarısı, ülke ortalaması olarak alınan eğitimin 3.54 yıl olmasıdır. ??? Merkeze geldiği “anons edilen” ılımlı İslam sağı bundan sonra ne yapar? Türkiye, dinin etkisinin giderek “eleştirel aklı esir aldığı” bir sürece sokulmamalıdır; demokrasi adına AKP’ye destek olanların ilk işi budur; çünkü o tünelden geçilerek modernleşmeye gidilemez. Kimse kimseyi kandırmaya kalkmasın, Türkiye sağı, şimdiye dek modernleşmenin öncüsü olmamıştır; niteliği gereği, bundan sonra da olamaz! ? Kıdem tazminatları, en büyük değer kaybını konut fiyatları karşısında yaşadı. 2002’de Türkiye ortalamasına göre ev almak mümkünken artık bu bir hayal. kıdem tazminatlarının kira ve konut fiyatları karşısında önemli oranda değer kaybettiği tespitine yer verildi. Araştırmaya göre 2000 yılında 524 YTL olan ortalama kıdem tazminatı tavanı, 2001 yılında 763, 2002 yılında 1146, 2003 yılında 1356, 2004 yılında 1530, 2005 yılında 1688, 2006 yılında 1814, 2007 yılında ise 1995 YTL olarak belirlendi. Kıdem tazminatının en büyük değer kaybını konut fiyatları karşısında yaşadığı belirtilen araştırmaya göre TÜFE Gerçek Kira Fiyatları üzerinden oluşturulan seriye göre satılık konut fiyatı ortalama olarak 2000 yılında 13 bin 923 YTL iken, 2001 yılında 21 bin 531, 2002 yılında 29 bin 86, 2003 yılında 36 bin 214, 2004 yılında 43 bin 848, 2005 yılında 52 bin 78, 2006 yılında 63 bin 78 düzeyinde gerçekleşti. 2007 yılında ise bu değerin tahmini olarak 77 bin YTL olması bekleniyor. İstanbul’da ise bu miktarın 102 bin YTL olacağı tahmin ediliyor. Kıdem tazminatı 20002006 yılları arasında 3.45 kat artarken konut fiyatları 5.53 kat arttı. Bu dönemde yüzde 28’i bulan konut fiyatları karşısındaki erimenin, 2007 için yüzde 35 düzeyine ulaşması bekleniyor. Kıdem tazminatı tavanı ile 2002 yılında Türkiye ortalamasına göre ev almak mümkün olduğuna dikkat çekilen araştırmada, 2003 yılında kıdem tazminatı ile ortalama bir evin yüzde 93’ünün, 2004 yılında yüzde 87’sinin, 2005 yılında yüzde 81’inin, 2006 yılında yüzde 71’inin alınabildiği ifade edildi. Araştırmada, 2007 yılında bu oranın yüzde 64 olmasının beklendi ği kaydedildi. İstanbul’da bu oranın daha da düştüğü vurgulanan araştırmada, İstanbul için 2002 yılında yüzde 69 olan oranın, yüzde 49’a kadar düştüğü kaydedildi. Birleşik Metalİş Sendikası Yönetim Kurulu’nun araştırmayla ilgili değerlendirmesinde, kıdem tazminatlarının sistematik bir biçimde aşağıya çekildiği savunuldu. Değerlendirmede, kıdem tazminatlarının erimesinin ve alım gücünü kaybetmesinin arkasında, sermaye çevrelerinin kıdem tazminatlarını ortadan kaldırılmaya yönelik girişimlerinin olduğu iddia edildi. Türkiye 3G’ye hazır, peki vergisine? ? GSM operatörleri 7 Eylül’de yapılacak 3G ihalesini beklerken, iletişim üzerindeki vergilerin abonelerin faturalarını daha da kabartması bekleniyor. ŞEHRİBAN KIRAÇ Türkiye KamuSen ve MemurSen bugün başvuru yapacak Söz uzlaştırma kurulunda ? Memur zammında Uzlaştırma Kurulu devrede. Yine uzlaşmaya varılamazsa son kararı Bakanlar Kurulu verecek. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Hükümetle memur sendikaları arasındaki toplu görüşmelerde masadan sonuç çıkmayınca, adres yine Uzlaştırma Kurulu oldu. Türkiye KamuSen ve MemurSen, bugün kurula başvuru yapacak. Memur sendikaları, Kamu İşveren Kurulu ile 2008 yılı memur maaş zamlarına ilişkin yapılan görüşmelerde uzlaşmaya varılamaması nedeniyle 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Yasası gereğince, Uzlaştırma Kurulu’na gidiyor. Türkiye KamuSen, saat 11.00’de başvuru yapacak. MemurSen de bugün kurula başvurusunu iletecek. Turkcell Genel Müdür Yardımcısı İlter Terzioğlu, Türkiye’nin üçüncü nesile (3G) hazır olduğunu belirterek, Turkcell’in bu alana 3 yıldır yatırım yaptığını söyledi. 3G’yi hem teknik hem ekipman olarak analiz ettiklerini, bu alanda eksiklerinin bulunmadığını anlatan Terzioğlu, 7 Eylül’de yapılacak 3G ihalesinden sonra yatırımları daha da arttıracaklarını dile getirdi. 3G ile birlikte sağlık, eğitim, eğlence ve oyun alanlarında hizmetlerin artacağını ancak bu hizmetlerden alınacak özel iletişim vergisinin yüksekliği nedeniyle aboneleri zorlayacağını ifade eden Terzioğlu, 3G ile cep telefonundan pizza siparişi dahi verilebileceğini ancak abonenin faturada pizzaya bile özel iletişim vergisi ödemek durumunda kalacağını söyledi. 3G’nin her alanda yenilikler getireceğini aktaran Terzioğlu, “Bunların birçoğu yerli yazılım şirketleri aracılığıyla yapılacak. Bu da yerli ArGe yapan firmalara katkı sağlayacak. Böylece firmalarımızın bu ürünlerini yurtdışında satma imkânı doğacak. 3G’ye bağlı olarak Türkiye’de istihdam da artacak” dedi. Ayrıca numara taşınabilirliği ile ilgili yönetmelik hazırlıklarının devam ettiğini hatırlatan Bayraktar, “Dünya geneline bakıldığında numara taşınabilirliğinin devreye girdiği yerlerde operatörlerin abonelerinde yüzde 58’lik değişimler olmuş. Biz Turkcell olarak abone kaybedeceğimizi düşünmüyoruz. Şu anda pazarda zaten bir rekabet var. Bunun ayrıca büyük bir farklılık yaratacağını öngörmüyoruz” diye konuştu. Rapor hazırlanacak Yasaya göre, toplu görüşmelerin anlaşmazlıkla sonuçlanması halinde, taraflardan herhangi birinin 3 gün içinde Uzlaştırma Kurulu’na gitme hakkı bulunuyor. Yüksek Hakem Kurulu Başkanı ve 4 üniversite öğretim üyesinden oluşan kurul, başvurudan sonra yapacağı 5 günlük çalışma sonunda rapor hazırlayarak taraflara Memur sendikalarıyla hükümet arasında uzlaşma sağlanamadı. sunacak. Kurul kararlarını değerlendirmek üzere bir araya gelecek tarafların anlaşmaya varması halinde, mutabakat metni imzalanacak. Aksi durumda, memur maaşlarına yapılacak zamma ilişkin son kararı Bakanlar Kurulu verecek. Kamu İşveren Kurulu ile yetkili sendikalar, toplu görüşmelerde uzlaşmaya varamayınca, uyuşmazlık tutanağı imzalanmıştı. [email protected] DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA ABD medyasında, laik seçkinler/askerler ve demokratik/ılımlı İslamcı AKP olarak tanımlanan kamplaşmanın içinde seçimleri AKP’nin kazanması, Cumhurbaşkanlığını da alması, ABD’de sevinçle karşılandı. Jackson Diehl’in Washington Post’ta “Müslüman Demokrasi” başlıklı yorumunda, “ABD karşıtı olan laik Türk politikacılarının ve Türklerin çoğunluğundan farklı olarak, ABD dostu bir siyasetçinin devlet başkanı olması neden iyi karşılanmayacaktı ki” diyordu. Gelin bu “dostluğu”, geçen hafta yayımlanan dört ilginç yazıyı kullanarak irdelemeye çalışalım. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com yor”. Yazar, Bush yönetiminin Türkiye’nin Kuzey Irak’taki askeri kaygılarına, PKK ile ilgili taleplerine cevap veremediğine, buna karşılık PKK’ye ve PJAK’a karşı Ankara ve Tahran arasında yaşanan askeri işbirliğine, dolayısıyla Türkiye’deki yürütmenin askeri ve siyasi kanatlarının farklı eğilimlerine dikkat çekiyor. CIA ilişkili, analiz sitesi Stratfor’un 29/08 tarihli yorumunda da, yeni AKP hükümetinin dış politika seçenekleri, oluşmaya başlayan Suudi önderliğinde Sünni ve İran önderliğinde Şii kamplaşması bağlamında irdeleniyordu. Stratfor’a göre en önemli sorun şuydu: AKP hükümeti hangi kampta yer alacak? Yoksa, ulusal çıkarına indeksli nötr bir tutumu mu benimseyecek? Bu kamplaşmanın Sünni tarafının ABD inisiyatifiyle şekillendiğini düşünürsek, Stratfor’un aslında, yeni AKP hükümeti döneminde Türkiye’nin ABD’ye bağımlı kalma derecesini irdelediğini görebiliriz. Stratfor, AKP’nin devlet üzerindeki kontrolünü daha da arttıracağını, bu etkiyi, ülkenin laik karakterini yeniden yorumlamakta kullanacağını, ama bir aşamada, ister istemez İslamcı önceliklerle, ulusalcı öncelikler arasında tercih yapmaya zorlanacağını düşünüyor. Stratfor’a göre ulusalcı öncelikler Kuzey Irak’a müdahaleyi, gerektiğinde İran’la işbirliğini içerirken, İslamcı öncelikler Sünnilerle birlikte İran’a karşı konuşlanmayı (yani ABD tarafında kalmak) gerektiriyor. Zaten birçok Arap yorumcu da, örneğin Al Hayat’tan Zouheir Kseibati, “ABD’nin Mezopotamya’dan çekilmesiyle oluşacak boşluğu, İran’ın doldurma çabasının karşısına dikilmeye en büyük adayın Gül’ün Türkiye’si olduğu öyle büyük bir sır değil” diye düşünüyorlar. Türkiye’de siyaseti, LaikAskerseçkinlerle, demokratikılımlıİslamcılar parantezine alma çabasına dönersek: Bu, ABD’nin, bölgesel, küresel politikalarıyla çelişebilecek, çok geniş bir siyasi yelpazenin (“ulusal proje” yanlısı seçkinler, antiemperyalist, demokratik, halkçı, sosyalist akımlar) direniş olasılıklarını, yakın tarihi darbelerle kirlenmiş, Kuzey Irak’ı işgale “pek hevesli” bir askeri seçkinler grubuyla özdeşleştirerek zayıflatırken, Türkiye’nin “emporiumun” içinde kalmasını garantiye alacak bir siyasi bloku (sağsol liberaller, artı siyasal İslam) yaratmakla ilgiliydi... Başarılı da oldu! TürkiyeABD İlişkisinin “Yeni” Jeopolitiği geçme çabasına ilişkin: İmparatorluk modeli kabule değil, ABD’nin çıkarlarını dayatma kapasitesinin, dünyada askeri alanda “ful spektrum” bir üstünlükle, diğer ülkeleri, ulusal bağımsızlıklarını zayıflatarak, yönetimlerini kendine tabi, askeri yapılarını kendi ordu ABD, sunun uzantısı Abdullah haline getirerek Gül’den küresel çapta ge memnun. nişletilmesine dayanıyor. Ancak, “Tek kutuplu dünya”, “terorizme karşı savaş”, “demokratikleştirme” gibi isimlerle tanımlanan bu süreç dünyada tepki çekiyor.. özellikle, ABD’nin Irak fiyaskosundan sonra. sızlık getirmiyor (kapitalist dünya ekonomisi içinde bu olanaklı değil) ama, bağımlılık biçimlerini ve düzeyini denetlemeye olanak sağlıyor. Bir diğer direnç de, bu “ulusal projeyle”, ABD etkilerine karşı Latin Amerika’da yükselen halkçı/bağımsızlıkçı (Bolivarcı) rejimlerle ilgili. Üstelik, burada da, hem ŞİÖ üyelerinden Rusya ve Çin’in, hem de ŞİÖ’ye girmeye çalışan İran’ın, başta Venezüella olmak üzere Latin Amerika ülkeleriyle gittikçe gelişen ilişkileri, ABD’nin bölgesel etkisini erozyona uğratıyor. Özetle dünyada, ABD’nin imparatorluk projesine direnen, ulusal egemenliğe/projeye öncelik veren güçler var. Türkiye, bu güçlerin ABD’yle hem küresel çapta, hem de yerel olarak karşılaştığı coğrafyada yer alıyor. IV. Dünya savaşı ve Türkiye… Finansal konularda uzman Frederic Kempe’nin, finansal analiz sitesi Bloomberg’de (ilginç değil mi?) yayımlanan “Türkiye IV. Dünya Savaşı’nın ön safının merkezinde” başlıklı yazısı, neocon çevrelerin, 11 Eylül’den sonra bir IV. Dünya Savaşı’nın başladığına ilişkin savlarıyla, Richard Holbrooke’un “Dün soğuk savaşı içinde Almanya’nın ulusal güvenliğimiz açısından konumu ne idiyse, bu gün Türkiye’nin konumu da o”… “O, ön saftaki yeni ülkemizdir” saptamasıyla başlıyor; Afganistan Maliye Bakanı’nın “Türkiye, zamanımızın üç kritik fay hattının kesiştiği yerde” sözleriyle devam ediyor. Kempe’ye göre Irak bir iç savaşa sürüklenirken, nükleer silahlı Pakistan giderek istikrarsızlaşırken, İran nükleer bomba yapmaya çalışır, Hamas Gazze’yi alır, Hizbullah Lübnan’ı tehdit ederken, bu fay hatları daha da kırılganlaşıyormuş. Diğer bir deyişle, Holbrooke’un, bir sahiplenme vurgusuyla, “ülkemiz” diye tanımladığı Türkiye, dünyanın en büyük enerji kaynaklarının ve yollarının bulunduğu Orta Asya ve Ortadoğu coğrafyasının kıyısında. Bu coğrafyadaysa, hem bölgesel hem de küresel çapta çok boyutlu bir devletler arası rekabet yaşanıyor.. Küresel boyuttan başlarsak, I. ve II. Dünya savaşlarında, İngiltere, hegemonyasını korumaya çalışmış, koruyamayınca da ABD’ye transfer etmişti. “Soğuk Savaş” ise iki blokun genişletme çabaları üzerinde kurulmuş bir hegemonya dengesine ilişkindi. Peki, IV. Dünya Savaşı neyin nesi? IV. D.S, ABD’nin üstünlüğünü, hegemonya (liderliğini, diğer devletlere, salt askeri değil, daha çok siyasi, kültürel, mali araçlarla kabul ettirmeye dayalı ) modeliyle koruyamayacağını gördükçe, imparatorluk modeline Büyük rekabet Örneğin, yükselen iki büyük güç, Rusya ve Çin, Şanghay İşbirliği Örgütü (SİÖ) aracılığıyla siyasi, ekonomik ve askeri boyutlu bir bölgesel ittifak inşa etmeye çabalıyorlar. Andrew Kuchins’in National Interest’te yayımlanan “Etat terrible” başlıklı yorumu, Pekin Mutabakatı (PM) modelinin, ABD’nin uluslararası modeline (neoliberal demokrasi Washington mutabakatı) karşı yükselen muhalefetin, saflarında bir karşıt seçenek olarak belirmeye başlamasına dikkat çekiyordu. PM, ulusal devletler arası eşitliğe dayanan bir ekonomik ilişkiler modeli öneriyor; küreselleşmeye değil, ekonomik büyümeye, refah düzeyine vurgu yapıyor. Siyasi olarak bağımsız devletler arası ilişkilere dayalı, “ulusal projeyi”, dünya devlet sistemi içinde var olmaya olanak sağlayan göreli bir bağımsızlığı öngören bu yaklaşım, gelişmekte olan ülkelerde giderek taraftar buluyor. Çünkü, “ulusal proje” tam bağım Seçenek sorunu ABD Ortadoğu’daki enerji kaynaklarını ele geçirmek, Orta Asya’dakileri de Rusya’nın etki alanı dışına çıkarmak istiyor. Bu bağlamda, en kritik ülke, ABD’nin Irak fiyaskosu sayesinde bölgesel etkinliği artan İran. Lenore G. Martin, Boston Globe’daki “Körfez güvenliğindeki eksik oyuncu” başlıklı yorumunda, ABD’nin İran’ı dengelemek için Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerine 20 milyarlık silah satmayı kabul ettiğine, halbuki bölgede NATO üyesi stratejik bir müttefikinin, Türkiye’nin varlığına işaret ediyor, “Ne yazık ki” diyor, “yönetimin politikaları Türkiye’yi, ABD’nin güvenli ağının içine sağlam bir biçimde yerleştirmek yerine, İran’a doğru iti CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle