23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 EYLÜL 2007 CUMARTESİ 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Sarıhan: 21 Ekim karşıdevrimin merhalelerindendir ‘Türkiye Malezya Olur mu?’ Son günlerde kamuoyunun mercek altına aldığı (şu anda üç büyük gazetede Malezya ile ilgili diziler, röportajlar yayımlanıyor) Malezya ile ilgili şu soru soruluyor: Acaba, biz de bir Malezya olur muyuz? Hemen belirtelim. Sorunun bu biçimde dile getirilmesine verilecek yanıt açıktır: Hayır, Türkiye Malezya olmaz. Aynı soruyu öznesini değiştirerek de sorsanız, yanıt değişmeyecektir. Türkiye İran olmaz. Türkiye Fransa olmaz. Türkiye Suudi Arabistan olmaz. Bu yanıt çok doğaldır. Çünkü her ülkenin kendine özgü koşulları, kendine özgü nitelikleri vardır ve hiçbir ülke bir diğerinin tıpkısıyla aynısı olamaz. Toplumsal ve siyasal yaşantımız, çarpık sorular, sloganlar ve hazır reçete yanıtlarla dolu olduğu için, tartışmalarımızı da doğru biçimde sürdüremiyoruz. Bilindiği gibi, eski ABD dışişleri bakanlarından Richard Holbrooke, Türkiye’yi Malezya ile birlikte Made in USA “Ilımlı İslam”ın iki örneğinden biri olarak gösterince, Malezya’ya olan merakımız arttı ve AKP’nin 22 Temmuz seçimlerinden sonra, “mahalle baskısının” da yardımıyla yeni bir Malezya olup olamayacağımız konusu biraz da son günlerdeki uygulamalardan duyulan korkunun etkisiyle gündeme giriverdi. ??? Yukarıda da belirttiğim gibi, hiçbir ülke bir diğerinin aynısı olamaz. O zaman soruyu içeriğini değiştirip, doğru biçimde sormalıyız: Acaba Malezya’daki koşullar bir araya gelirse, Türkiye’de de Malezya’daki gibi dinci bir rejim egemen olur mu? Son günlerde Türk kamuoyu bu ülke hakkında daha çok bilgi sahibi olduğu için, orada kimi hallerde tesettürün zorunlu olduğu, din – ahlak polisinin bulunduğu, şeriat mahkemelerinin egemen konuma yerleştiğini bildiğine göre, burada Ilımlı İslam diye sunulan modelin ne kadar ılımlı olduğu da, artık fark edilmiş olduğundan modelin ne denli ılımlığı da kendiliğinden çıkıyor ortaya. Soru, benzer koşullar bir araya geldiğinde, benzer sorunun doğup, doğmayacağıdır. Soruyu doğru biçimde ortaya koyunca, verilecek yanıt da değişiyor. Neden sonuç ilişkisi, benzer koşulların bir araya gelmesi halinde benzer sonuçların da doğacağını söyler. Durum böyle olunca, dini siyasetin merkezine yerleştirdiğiniz takdirde, Malezya’dakinin tıpkısının aynısı olmasa bile ona benzer bir dini rejimin burada da egemen olacağını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur. ??? Türkiye’de uzun süre şu slogan, hiç düşünülmeden papağan gibi tekrarlanıp duruldu: Merak etmeyin, Türkiye Latin Amerika olmaz. Evet Türkiye bir Şili, bir Brezilya, bir Arjantin olmadı tıpkısıyla. Ama orada egemen olan istikrarsızlık, ekonomik, sosyal ve siyasal koşullar, dış destekler bir araya gelince Türkiye’nin de benzeri bir rejime sürüklenebileceğini, 12 Mart 1971’de görece ılımlı, 12 Eylül 1980’de ise daha katı bir şekilde yaşayarak gördük. Malezya ile ilgili röportajlarda, İran ile ilgili olarak yazılan kitaplarda hep oradaki insanların da vardıkları sonucu önceden kestiremediklerini görürüz. Hele İran’daki despot baskıcı rejimin, başlarda özgürlük getirme vaadiyle geniş kitleleri uyuttuğu gerçeğini artık hepimiz biliyoruz. Malezyalı aydınlar da, on yıl önce bugün vasıl oldukları yere gelebileceklerini hiç düşünmediklerini açıkça söylüyorlar. Ama hem İran hem de Malezya örnekleri, dini siyasal bir referans haline getirdiğiniz zaman, rejimin dinsel bir baskı rejimine dönüşeceğini açıklıkla gözler önüne seriyorlar. Ayrıca özellikle Malezya örneği, “ılımlı siyasal İslam” modelinin ancak ve ancak geçici olduğunu, zaman içinde daha katı bir baskıya dönüştüğünü kanıtlıyor. Sanırım tartışmayı ve düşünmeyi bu gerçeklerin ışığında geliştirmekte yarar var. Yoksa “Türkiye Malezya olmaz” diye kestirip atmanın bir anlamı yok. Böyle bir davranış, sebepsonuç ilişkisini reddetmek olur ki, o da pek akıllı bir davranış olmaz. ‘Referandum karmaşa yaratır’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Şenal Sarıhan, “21 Ekim’de oylanacak olan ‘Yetkiyi halka verelim mi’ sorusu değil; ‘Türkiye’nin hükümet sistemini, devlet başkanlığına çevirelim mi’ sorusudur. 21 Ekim’de ortaya konulacak sandık, ülkemizin en yüce kurumlarını yıpratarak yürüyen demokrasi kılıklı karşıdevrimin merhalelerinden biridir” dedi. Sarıhan dün Yüksel Caddesi’nde, 14 Nisan Çalışma Grubu adına, 21 Ekim’de yapılacak referanduma ilişkin basın açıklaması yaptı. Sarıhan açıklamasında, AKP iktidarının, geçen dönemde, kendi adayının cumhurbaşkanı seçilmesini başaramayınSarıhandünYükselCadde ca, bu sorunu aşmak amacı ile bir si’nde,14NisanÇalışmaGru anayasa değişikliği hazırladığını bu adına, basın açıklaması belirtti. Bu anayasaya göre, 11’inyaptı. (NECATİ SAVAŞ) cisinden başlayarak cumhurbaş ? Referanduma verilecek “evet” oyları ile ülkenin en önemli kurumları olan Cumhurbaşkanlığı ve TBMM sisteminde değişikliklere gidileceğini belirten Sarıhan, bu durumda mevcut cumhurbaşkanının makamda anayasal olarak “işgalci” konumuna düşeceğini ve ülkede yeni bir siyasi karmaşa doğacağını dile getirdi. kanlarının halk tarafından seçileceğini ancak referandum sandığı ortaya çıkıncaya kadar genel seçimin yapıldığını ve yeni Meclis’in 11. cumhurbaşkanı seçtiğini vurgulayan Sarıhan, “Değişen koşullara, 11. cumhurbaşkanının seçilmiş olmasına ve yeni bir anayasa hazırlığına karşın bugün, 1982 Anayasası’nda kısmi bir değişiklik için milyonlarca seçmen, 21 Ekim’de halkoylamasına sürükleniyor” dedi. Referanduma verilecek “evet” oyları ile ülkenin en önemli kurumları olan cumhurbaşkanlığı ve TBMM sisteminde değişikliklere gidileceğini belirten Sarıhan, bu durumda mevcut cumhurbaşkanının makamda anayasal olarak “işgalci” konumuna düşeceğini ve ülkede yeni bir siyasi karmaşa doğacağını dile getirdi. Ülkenin en yüce makamlarının, AKP’nin panik içinde yapılan siyasi manevralarına kurban edilemeyeceğinin altını çizen Sarıhan, böyle bir duruma hiçbir kişi, kurum ve partinini hakkı olmadığına dikkat çekti. Sarıhan, şunları söyledi: “21 Ekim sandığına getirilen sorulardan en can alıcı olanı, ‘Cumhurbaşkanını nasıl seçmeli’ so rusudur. Bu basit bir soru değildir. Bu soruya verilecek yanıt, cumhurbaşkanı, başbakan, hükümet gibi en temel kurumların yapısını ve birbirleriyle ilişkilerini doğrudan değiştirir. Biz biliyoruz ki, bu soru gerçekte, ‘Hükümet sistemimiz nasıl olsun’ sorusudur. Sorulan şey, gerçekte parlamenter hükümet sistemini bırakıp başkanlık ya da yarı başkanlık sistemini geçelim mi sorusudur. Devlet başkanlığı sistemi ülkemizin koşullarına uygun değildir. 21 Ekim’de oylanacak olan ‘Yetkiyi halka verelim mi’ sorusu değil; ‘Türkiye’nin hükümet sistemini, devlet başkanlığına çevirelim mi’ sorusudur. 21 Ekim’de ortaya konulacak sandık, ülkemizin en yüce kurumlarını yıpratarak yürüyen demokrasi kılıklı karşıdevrimin merhalelerinden biridir.” asirmen?cumhuriyet.com.tr CHP bir iktidar seçeneği haline gelemiyor. Deniz Baykal’ın liderliğindeki CHP iktidar olamadığı gibi bir iktidar umudu da yaratamıyor. Baykal ve ekibinin bir iktidar iddiası içinde bulunduğu da söylenemez. 22 Temmuz seçimlerinde AKP’ye karşı canını dişine takan kitle “Baykal’a rağmen” sandık başına gitti. Sonuç onca çabaya, bunca mitinge rağmen olumlu olmadı. CHP, AKP’ye karşı bir seçenek değil. Daha doğrusu Deniz Baykal ve ekibi partinin başında olduğu sürece bir iktidar umudu görünmüyor. Bu gerçeğin herkes gibi CHP’liler de farkında. Farkında olanların bir kesimi yüzde 20’ler civarındaki oyun rantıyla idare ediyorlar. Milletvekillikleri, belediye başkanlıkları, belediye meclis üyelikleri, İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği gibi olanakları kullanıyorlar. Mutlu mesut yaşamlarını sürdürüyorlar. Ancak bu olanaklar sınırlı. Ayrıca küçük bir itiraz halinde Bay CHP’den Ne Olur? kal tasfiye planlarını işletiyor. En yakın arkadaşını bile gözünü kırpmadan partinin dışına atıyor. Adnan Keskin’i unutmayın… Zaten böyle bir partinin bir hizip tarafından yönetilebilmesinin tek yolu ihraç ve yok etmedir. Baykal ve ekibi bu işi iyi yapıyor. Kafasını kaldıranı ezerek iktidarlarını sürdürüyorlar. ??? CHP’ye oy veren kitle ise iktidar olacak bir seçenek arıyor. Bunun birinci adresinin CHP olduğunu düşünüyorlar. Hâlâ CHP bu alandaki tek seçenek olmaktan çıkmış değil. Geçmişte sosyal demokrat hareketin liderliğini yapmış değişik isimler de CHP’den bir şeyler olabilir beklentisini sürdürüyorlar. Benim CHP çevresini sosyal demokrat diye tanımlamam da doğru bulunmuyor. Haklı olarak CHP’nin sosyal demokrat değil devletçi milliyetçi bir parti olduğunu söylüyorlar. Buna benim de bir itirazımın olması mümkün değil. Ancak CHP’liler kendilerini sosyal demokrat olarak niteliyorlar. Ben de bu nitelemeden yola çıkarak böyle bir ifade kullanıyorum. ??? CHP’de muhalefet bir şekilde bir çıkış yolu arıyor. Mustafa Sarıgül’ün girişimleri bir şekilde Baykal ve ekibi tarafından engellenmeye çalışıldı. Ancak bu kez bir süre öncesine kadar Baykalcı ekibin etkin isimlerinden olan Profesör Dr. Haluk Koç’un aday olarak ortaya çıkması, bu denemenin sona ermeyeceğini gösteriyor. Haluk Koç ne yapabilir? Bir başarı sağlayabilir mi? Bundan çok emin değilim. Genel seçimlerde pek başarılı olamayan Deniz Baykal’ın parti için iktidar kavgasında son dönemde önemli başarılar kazandığını kabul etmeliyiz. Altan Öymen genel başkanken kendi hizbini ayakta tutan Baykal, ağır seçim yenilgisine rağmen yönetimi ele geçirebilmişti. Bugün koşullar daha elverişli. Bir anda bütün parti teşkilatını temizleyip, kendisine bağlı delegelerle kurultay yapma olanağına sahip. Bu nedenle devrilmesi çok zor. ??? CHP konusunda çok umutlu olduğumu söyleyemem. Sorun CHP ile sınırlı olmayan bir sorun. Ülkemizin sol hareketi ciddi bir kafa karışıklığı içinde. Bu kafa karışıklığı solu tutuculaştırıyor. Sosyal demokrasinin temel ilkeleriyle ülkemiz solu arasında derin bir uçurum oluşmuş durumda. Dünyada sol gelenek, emeği, demokrasiyi, özgürlükleri, sendikal hakları, örgütlenme hakkını savunur. Milliyetçiliğe karşı dün ya emekçilerinin dayanışmasını öne çıkarır. Halkların, milletlerin kardeşliğini, barışçı siyasetleri kendisine rehber edinir. Ülkemiz sol hareketi bu açıdan çok gerilerde kaldı. Milliyetçiliğin ve militarizmin sol üzerindeki etkisi çok arttı. Bu siyasi gelişme ise solu özgürlükçü ve halkçı çizgiden uzaklaştırdı. ??? CHP içindeki mücadele umarım bir ilke mücadelesi olur. Türkiye’nin önünün nasıl açılacağı konusunda sosyal demokrat bir seçenek yaratılır. Yoksa, “Ben daha milliyetçiyim, ben daha özgürlük karşıtıyım, ben daha yasakçıyım” diye ortaya çıkılacaksa koyver gitsin. Türkiye’nin böyle bir sola ihtiyacı yok. CHP’den bir şey olur mu? Ben o kadar umutlu değilim. Ama olmasından yanayım. AKP’nin sağında değil solunda bir muhalefet partisine her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle