22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 EYLÜL 2007 CUMARTESİ Sivil (!) Anayasa 1961 ve 1982 anayasaları askerî anayasalar değil, askerî darbeler sonrasında, asker olmayan (sivil!) kişilerden oluşan kurumlarca hazırlanmış anayasalardır. Yenisini (sivilini) yapacaklar da yine asker olmayan (sivil) görevlilerden oluşan kurumlardır. Öyleyse, biz eski askeri anayasayı değiştirip sivilini yapacağız demek saçma bir laftan ibarettir. dığı terim ve kavramlara bakarsanız, anayasanın sivili demek olsa olsa askeri olmayanı demektir. Türkçede kullanılan sivil sözcüğünün bu bağlamda “askeri olmayandan” başkaca bir anlamı yoktur. Böyle olunca sivil anayasa girişiminde görev alanların da, önceki askeri olanı değiştirerek sivilini yapmanın peşinde oldukları kabul edilecektir. Bundan ne çıkar? İlk önce şu çıkar: 1961 ve 1982 anayasaları askeri anayasalar değil, askeri darbeler sonrasında, asker olmayan (sivil!) kişilerden oluşan kurumlarca hazırlanmış anayasalardır. Yenisini (sivilini) yapacaklar da yine asker olmayan (sivil) görevlilerden oluşan kurumlardır. Öyleyse, biz eski askeri anayasayı değiştirip sivilini yapacağız demek saçma bir laftan ibarettir. Doğru bir laf edilecekse şöyle denmesi gerekir: “1961 ve 1982 anayasaları askeri kesimin baskısı ile hazırlanmış düzenlemelerdir; bunların ‘halkoylaması’ (referandum) ile yürürlük kazanmış olmasının bir anlamı yoktur.” Şimdi, bütün bunları bir yana koyup içinde “asker etkisi olmayan” ya da askerlerin baskısı ile hazırlanmamış “sivil” bir anayasa yapılacaktır! Buraya kadar açıklananlardan ortaya çıkan tablo şudur: 1961 Anayasası ile onun kötü bir versiyonu olan 1982 metni, askeri anayasalar değildir. Bunların hükümleri içinde 1982 Anayasası’nın halihazır metnine göre askeri kesime büyük imtiyazlar sağlayan hiçbir özel düzenleme yoktur. Öyleyse, yeni bir anayasa yapma hevesini, “Askeri olanı terk edip sivilini yapıyoruz” aldatmacasıyla örtmeye kalkışmak tam bir “saptırma”dır. Aslında, pek çok kez ortaya konduğu gibi bu girişimdeki “gizli amaç”, Cumhuriyetin kuruluşuna ait temel değerleri ortadan kaldırma hedefidir. Bunu anlamak için anlı şanlı anayasa uzmanı profesör olmak değil, sıradan uyanık bir yurttaş olmak bile yeter. PENCERE Çankaya’da İftar Daveti?.. Geçmiş zaman, lise son sınıfa geçtiğimizde, hepimizin eline bir ders kitabı verdiler.. ki üzerinde ‘Mantık’ yazıyordu... Ne işe yarar mantık?.. Düşünmenin yasalarını öğretir... İçimizden bir ukala sordu: Yani ben birtakım kanunlara göre mi düşüneceğim?.. Gırgır başladı... Bak oğlum ‘bütün kazlar beyazdır’ değil mi?.. Evet... Bir tane siyah kaz çıksa, bu ‘yargı’ ya da ‘doğru’ hapı yutar... Nereden aklıma geldi, bu çocukluk anısı?.. ? Geçen gün bir Musevi dostla konuşuyorduk... Sordum: Türkiye’de Yahudiler kaç kişi?.. 23 bin... Yahudiler azaldı, azalıyor... Ermeni nüfus da öyle... Rumlar da eksiliyorlar... Eskiden hepsine ‘azınlık’ denirdi; Lozan Antlaşması’nda özel ‘statüleri’ vardı; 1926’da ‘Yurttaşlar Yasası’ (Medeni Kanun) çıkarılınca, bir tür cemaat ayrıcalığı sayılacak azınlık haklarından vazgeçtiler... Türkiye laik düzene geçmiş, hukuk dinci kuralları aşmıştı... Müslümanı, Hıristiyanı, Musevisi artık birdi... Ülke çağdaşlaşmıştı... ? Sayıları ne kadar azalırsa azalsın, bu ülkede Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler vb. yaşıyorlar... Hepsi Türk yurttaşıdır... Kimisi Hıristiyan.. Kimisi Musevi.. Onlar azalıyor, Müslümanlar çoğalıyor... Ama Musevi ister 23 bin olsun, ister 3 bin olsun, isterse 3 kişi kalsın, fark etmez; bir tek Musevi ve tek havra kalsa bile laik Türkiye Cumhuriyeti’nde eşitlik hakkı gözetilecektir; Ermeni ya da Rum için de bu kural geçerlidir... ? Gazeteler yazıyorlar: “Çankaya Köşkü’nde iftar daveti veriliyor...” 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer döneminde hiç iftar daveti gerçekleşmemiş... Abdullah Gül başlatıyormuş... Yanlış.. Yanılgı.. Hata.. Laik bir cumhuriyette, cumhurbaşkanı, tüm yurttaşlara eşit mesafede bulunmalı, İslamın dinsel kurallarını kişilerin vicdanına bırakmalıdır... Biliniyor ki bu ülkede yaşayanların yüzde 99’u Müslümandır... Ama sayı önemli değildir.. Hukuk kuralı, devletin niteliği, laiklik ilkesi, anayasa önemlidir... ? Çankaya Köşkü inançlara göre davetler vermeye kalkışırsa, Türkiye’nin bu yoldaki zenginliği karşısında Cumhurbaşkanı ne yapacağını şaşıracaktır... Dinsel bir simge olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanan türban Çankaya’ya çıktı... İftar davetlerinin başlamasına da şaşılmaz... 10’uncu Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, Atatürk’ün Çankayası’na yerden göğe dek yakışıyordu... 11’inci Cumhurbaşkanı Gül yakışmıyor... Bu yakışıksızlık, öyle görünüyor ki devam edecek... Aydın AYBAY eni bir anayasa yapma” çılgınlığı sürüp gidiyor. Türkiye’nin sanki başka bir derdi kalmamış gibi, yürürlükte olanı kaldırıp yerine “müceddet”i, yani daha iyi olan yenisi konulacakmış. Ve bu “sivil anayasa” olacakmış! Önce şu “sivil” lafından başlayalım. Bu yabancı sözcüğü kullananlar, Tanrı aşkına bir kerecik olsun bir yabancı dilde hazırlanmış bir sözcüğe bakmazlar mı? Önce şunu anımsayalım: Yerleşik Türkçede (konuşma ve yazı dilinde) “sivil” sözcüğünün, halk ağzındaki “askeri”nin karşıtı olarak kullanılışı dışında bir anlamı yoktur. Bu sözcüğün daha eskisi ise “başıbozuk”tur; “Askere beş kuruş, başıbozuğa on kuruş”taki “başıbozuk” yerine, zamanla nedense şu “sivil” lafı geçmiştir. Bunun esini ile, denize mayosuz, çıplak girene de halk, “Sivil yüzüyor” demiştir. İşte, son onon beş yılda, sivilin bu biraz da alaylı kullanımı genişletilerek bir sürü kavram bu sözcükle anlatılır olmuştur. Son dönemin en çok kullanılan laflarından biri olan “sivil toplum örgütleri” ya da “kuruluşları” (STO ya da STK) tamlaması da bunlardandır. Bu tamlamadaki toplum ve örgüt sözcükleri uzun yıllardan beri kullanımdaki Türkçe sözcüklerdir. Buna karşılık tamlamada yer alan “sivil” sözcüğü acaba ne anlamdadır? Askeri’nin zıddı mı deseniz hemen “kesinlikle değil” diyorlar. Öyleyse nedir? Batı dillerinde, tarihte Roma kenti için kullanılan “civitas”tan üremiş bir civil sözcüğü vardır. “Y AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yavrusu Kaçırılmışlık AVRUPA BİRLİĞİ’NİN en yetkili organı olan AB Konseyi, Türkiye’yi tam üyelik adaylığından neredeyse resmen çıkardığı gibi, sikke basarken, yani Avro’nun madenisini yapan darphanelerinde para üzerindeki haritadan da siliverdi. Haydi bunları sonuçta tam üye olamayacağı Birliğin kodaman üyelerince de söylenmiş bir “sözde aday”a reva görülebilecek “muamele” sayarak sineye çekelim ama, Kıbrıs’a yapılana ne dersiniz? Onu da para üzerindeki haritaya sığdırmak için yaklaşık 400 kilometre kadar batıya, Girit yakınlarına çekmişler. O adanın kuzeyi için, vaktiyle Girit marşlarında söylendiği gibi, “Kıbrıs bizim canımız, feda olsun kanımız” diyerek yüzlerce şehit verilmedi mi? Kıbrıs’a ya da şimdilik en azından Kuzey Kıbrıs’a “yavru vatan” demiyor muyuz? O halde? Medyada bazı yazarlar ve televizyon yorumcuları “eğlenceli” bulsa ve AB hoyratlığının bir örneği saysa bile, resmi makamlar buna sessiz kalabilir mi? Hafife alınacak bir konu değil bu. Bilen bilir: Sikke basmak, tarihte ve hukukta egemenlik timsali sayıldığı için, bununla ilgili sorunlar yüzünden savaşlara girilip canlar verildiği bile olmuştur. e yapılabilir? Önemli olan, bu gülünç zorbalığı “Kıbrıs Cumhuriyeti” denen bir yönetimin ve Yunanistan’ın yaygara koparmasından çekindikleri için yapmış olmalarıdır. Onlar yaygara koparabiliyorlarsa, KKTC ile Ankara’nın susması daha da yanlış olur. Kuzey Lefkoşa’daki yönetim, AB’ce tanınsın tanınmasın, hiç değilse belli bir ilişki içinde olan varlık olarak, kendi toprağının bir de böylece altından çekilmesini, aradaki ilişki bozulur kompleksine kapılmadan, şiddetle protesto etmeli ve Türkiye de Kıbrıs sorununu da içeren bir müzakere sürecini sürdürmekte olduğu AB’ye karşı yapılacak bu protestoyu desteklediğini resmen ilan etmelidir. aşka? Güven Amiral’i anımsamadan durabilir misiniz? Rahmetli, Ege’de ve Doğu Akdeniz’de eski Osmanlı toprağı olup da şimdi hangi devlete ait olduğu kesin biçimde belirlenmemiş bütün adaların saptanmasını emretmiş ve bu isteği yerine getirilmişti. Gerçekten, çeşitli antlaşmalarda adıyla sanıyla belirtilen ya da o metinlerle konmuş ölçütlere göre artık kimin sayılması açıkça belirlenebilen adalar ve adacıklar dışında yüzlerce belirsiz durum da ortaya çıkmıştı. Türkiye, Osmanlı devletinin “ardıl”ı, yani haklarına mirasçısı olmuş bir devlet olarak bunlar üzerinde hak iddia edemez miydi? Halkın deyimiyle “elin gâvuru” vaktiyle ilk gidip bayrağını diktiği yerlerde hak iddia edecek de, Osmanlı’nın mirasçısı, atalarından kalma yerlerle ilgilenemez miydi? Şimdi, bu denizlerde böyle uzak adacıklar bulup sahiplensek harita korsanları ne derler acaba? Onları kızdırarak biraz da biz eğlensek fena mı olur? mumtazsoysal@gmail.com B N Temel anlamı “yurttaş” ya da “Roma yurttaşı” demektir. Bundan üreyen bir söz de “ius civile”, “yurttaşlar hukuku” ya da “Roma yurttaşlarının hukuku”dur. Bizde, kim buldu ise, buna (Arapça sitenin karşılığı olan medine’den çıkarılmış) medeni hukuk denmiştir. Aslında, rahmetli İsmet Sungurbey’in dediği gibi, bizim hukuk dili terimimizin de medeni hukuk değil, “yurttaşlar hukuku” olması gerekir. Buraya kadar anlatılanlardan, sorumuzun yanıtı çıkmıyor. Çünkü “sivil anayasa” sözündeki sivil sözcüğü “yurttaş” anlamına gelmiyor. Öyleyse tekrar soruyoruz, nedir bunun anlamı? Yeniden sözlüklere dönüyoruz; sözlüklerde bizim sivil dediğimiz “civil”in kıyamet gibi anlamı var! Örneğin, “civil engineer” mühendis demek; “civil servant” resmi memur anlamında kullanılıyor. “Civil law” İngilizcede özel hukuk ya da Roma hukuku demek. “Civil disobedience” toplumda yuttaşların belli bir yükümlülüğe karşı çıkıp başkaldırmalarını anlatıyor. “Civil aviation”, “civil service”, “civil war”, “civil defence” vb... Sözlüklerde, bütün bunların arasında ve sonunda civil’in, “askeri’nin zıddı” olduğu da belirtiliyor. Bütün bunlara bakınca, önce, şu bizim STO veya STK’lerin adlarının yanlış olduğu anlaşılıyor. Anglosaksonlar bu kuruluşlara NGO; Non Governmental Organizations (hükümet dışı kamusal olmayan kuruluşlar) diyorlar. Bizimkileri de sivil lafından kurtarıp buna benzer bir sözle anlatmak yerinde bir iş olur. Ama bu ayrı konu; biz yine gelelim “sivil anayasa” girişimine. Yukarıdaki açıklamalara ve bunların dayan İda Dağı’nda Siyanür Arayanlar ürkiye’nin ünlü Kaz Dağları’nda 6 yabancı şirketin siyanürle altın aramasına dair acı bir haber Milliyet gazetesinde kamuoyuna yayımlandı. Olay bir süredir yaşanıyor. Belediye başkanları, çevreciler, köylüler, ülke aydınları tepkilerini ortaya koyuyor. Ancak henüz toplanıp güçlü bir çalışma, etkin bir mücadele yoluna gidilememiştir. Kaz Dağı’nda oynanacak olan bu filmi, biz geçen yıllarda İzmir Bergama’nın Ovacık köyünde ve Balıkesir’in Havran ilçesinin Büyükdere köyünde görmüştük. Oradaki siyanürle altın arama olayı hem fiilen, hem hukuken hem de mahkeme kararı ile kapanmıştır. Bergama Ovacık köylülerinin mücadelesi hâlâ sürüyor, ama artık orada da F M Eurogold madencilik şirketinin belini doğrultarak duman çıkaracağını hiç sanmıyoruz. Çünkü Havran ve Bergama köylüleri, öyle büyük ve yabancı sermayelere yenilecek, ülke satmakla eşdeğer gördüğümüz kararnamelere boyun bükecek cinsten değillerdir. Şimdi bu oyun, bu film Kaz Dağları’nda oynanmak istenmektedir. Geçen aylarda, uluslararası tarihi ismiyle İda Dağı olarak bilinen Kaz Dağları’nda 6 yabancı şirket altın, bakır, çinko ve kurşun aramak için çalışma izni alarak bu ma T denlerin rezervlerini tespit etmek amacıyla yerin onlarca, yüzlerce metre altına inerek sondaj yapmaya başlamışlardır. Maden için açılan yollar ve kesilen ağaçlar yürek sızlatıcı duruma girmiş, ama henüz maden çıkarmaya izin verilmemiş, büyük katliamlara varan kesimlere gidilmemiş ve siyanür atılmamıştır. Biliniz ki Kaz Dağı bin altından fazla değerli bir doğa parçasıdır. Oranın havası ve suyu hiçbir altın parçasıyla ölçülemez. Emsalsiz ve dünyaca ünlü 47 tür endemik bitkisiyle Türkiye’nin akciğeri, turizm cenneti durumunda bulunan bu yerden 1 gram altın kazanmak için bir ton toprağın kazılacağı, dökülen siyanürün bu dağı Pompei harabelerine çevireceği bilinmektedir. Ancak “Altın gelsin de sonuç ne olursa olsun” felsefesi ve zihniyeti burada yaşamayacaktır. 2004 yılında kabul edilen Maden Kanunu ile ilgili bir yönetmelik, her türlü sahada maden izni vereceğine dair hüküm getirmiştir, buna dayanan şirketler de sonuç alacaklarına inanmaktadırlar. Aldıkları izni uzatsalar, üretim iznini alabilmenin çok kolay olamayacağını, karşılarında çok ciddi direnç verebilecek kitlelerin bulunabileceğini bilmelerini isteriz. İda Dağı, ucuz yutulacak bir dağ değildir. Av. Turgut İNAL TC ESKİŞEHİR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN ESAS NO: 2005/323 KARAR NO: 2006/402 Davacı TEDAŞ vekili Av. Gönül İlgazi tarafından davalılar Malik Ummuhan Örencik mirasçıları Ömer Benli, Raziye Kırat; Kamile Bacakçı mirasçıları Fadime Entok, Atike Agiç, Yaşar Durmuş mirasçıları Nebahat Bacakçı, Gözde Bacakçı ve Hüseyin Ozan Bacakçı aleyhlerine açılan Kamulaştırma Bedelinin Tespiti ve Tescili davasında verilen karar sonucunda, Mahkememizin 15.11.2006 tarihli MAHKEME KARARINI ÖZETLE, davacı vekilince davalılar aleyhine açılan Kamulaştırma Bed. Tesp. ve Tesciline ilişkin mevcut davada, Kamulaştırma Bedelinin mahkememizce resen hakkaniyete uygun olarak 3.535,00.YTL olarak belirlenmesi uygun bulunmakla Bedel Tespit davasının bu miktar üzerinden KABULÜNE karar verilmiş olup, Tüm aramalara rağmen adresi tespit edilemeyen davalı ATİKE AGİÇ’e (BACAKÇI) (H.U.M.K.’nun 377 M. gereğince) mahkeme kararı tebliğ yerine kaim olmak üzere İLAN OLUNUR. Basın: 51355 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle