15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 EYLÜL 2007 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Ege’nin uygarlık tarihiyle yaşıt Bergama’da ‘kültür turizmi’nin koşulları tartışıldı 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Evrensel kültür mirası Bergama TARİHİN DERİNLİKLERİNE TANIKLIK ETTİ Bergama, Anadolu uygarlıklarının en anıtsal kentlerinden biridir (1). Kenti bezeyen görkemli yapılardan Kızıl Avlu (2). Bugün de canlılığını sürdüren ‘arasta’nın 50 yıl önceki fotoğrafı (3). Adalet Ağaoğlu’nu Yeniden Okurken... Zaman, gece ile sabahın buluşma noktasına doğru kaymakta. Kafamda yine son zamanlarda beni pençelerinden hiç bırakmayan o yırtıcı soru: “Nasıl oldu da buralara gelebildik?” –Ama sorunun hemen ardından, bir anımsama eylemi: Birileri söylememiş miydi bir zamanlar? Bir şeyler yapılmazsa, çok şeyler yapılmazsa, kaçınılmaz olarak buralara varacağımızı söyleyenler çıkmamış mıydı? Elim, yine Adalet Ağaoğlu’nun İş Bankası Kültür Yayınları arasında çıkan “Damla Damla Günler”inin birinci cildine gidiyor. Bir alıntıya takılmıştım kitabın sonlarına doğru. Sayfa sayısını hiç hatırlamam; ama aradığım bölümün sayfası soldaki mi, sağdaki miydi hiç unutmam. Sanki ‘sayfa düzeni belleği’. Bu kez de yanılmıyorum. Aradığım alıntı, 357’nci sayfada, yani sağda. Cemil Meriç’in, Ağaoğlu’nun “Bir Düğün Gecesi” üzerine kaleme aldığı “Yeni Bir Satyricon” başlıklı yazısından: “Düğün Gecesi’ni okurken Satyricon’u hatırlıyorum. Adalet Ağaoğlu da çağdaş bir Petronius, ama daha nezih, daha içli, daha usta. İnsan bilimleri ülkemizde bilim haysiyetini kazanamadı henüz. Sosyoloji kekeliyor, psikoloji güdük ve dilsiz, tarih resmi klişeleri tekrarlayan bir bunak. Roman onların görevlerini yüklenmek zorunda. Adalet Ağaoğlu, yaptığı işin sorumluluğunu çok iyi anlamış. Bir Düğün Gecesi, Türk edebiyatının yüz aklarından…” Cemil Meriç’e göre, sosyolojinin kekelediği, psikolojinin güdük ve dilsiz kaldığı, tarihin genelde resmi klişeleri tekrarlayan bir bunak kimliğinden sıyrılamadığı ortamlarda romancının sorumluluğu, bu alanlara da uzanıyor. Gece düşüncelerimin akışının bu noktasında, yıllar önce kaleme aldığım “Roman Eğitiminden Geçmek” başlıklı yazımın bazı yerlerini anımsıyorum: “Çağımızda sözü çok edilen ‘bilgi toplumu’ kavramı, sadece geleneksel eğitim yollarıyla sağlanacak bilgilerle sınırlı bir kavram değildir. Ancak gerek birey, gerekse toplum yaşamından kaynaklanan bütün yansımalara, bu arada öncelikle edebiyata ve sanata aynı zamanda birer bilgi kaynağı ve eğitim yolu olarak bakabilen toplumlardır ki, ‘bilgi toplumu’ olma yolunda ilerlediklerini haklı olarak söyleyebilirler… Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişin öyküsünü kaleme alan bir tarihçi, kurumsal sorunların bireylere yansıma biçimlerini ayrıntılarıyla betimleyebilme olanağından elbette yoksundur. Ama geleneksel tarih bilgilerine örneğin Adalet Ağaoğlu’nun ‘Ölmeye Yatmak’ romanının vereceği eğitimi de ekleyenler, çok ciddi bir geçiş dönemini bireysel yaşantıların sağladığı bakış açısından ve insan gerçeğinin türlü yansımalarıyla da kavrayabilirler…” Adalet Ağaoğlu, ülkemizde sosyolojinin, tarihçiliğin ve psikolojinin eksik bıraktıklarını sadece “Bir Düğün Gecesi”nde değil, fakat ilk romanı “Ölmeye Yatmak”ta ve daha sonraki “Üç Beş Kişi”de de hep tamamlamaya çalıştı. Kanımca aynı zamanda bir kara mizah şaheseri de olan “Ölmeye Yatmak” romanının daha ilk bölümündeki müsamere sahnesini biraz dikkatli okuyanlar, Cumhuriyetin ilk döneminde, ‘Merkezi Hükümet’ Anadolu’dan ‘medeni’ olmasını talep ederken, Anadolu’nun bu konuda neden yetersiz kaldığını, bu yetersizliğe çare olarak yürürlüğe konulan Köy Enstitüleri modelinin neden önem taşıdığını ve daha sonra, devletin yönetim mekanizmasında yer alanların eleştirel düşünceden korkmaları nedeniyle bu girişimin yarıda kesilmesinin Anadolu’ya nelere mal olduğunu çok farklı bakış açılarından düşünebileceklerdir. Yıllar önce, Adalet Ağaoğlu TÜYAP Kitap Fuarı Onur Konuğu olduğunda, Küçük Sahne’de düzenlenen ödül töreninde yaptığım konuşmada, Ağaoğlu gibi romancıların eserlerinin ancak toplumbilimsel ve tarihsel bağlamda da ele alınabildiği takdirde gerçek anlamda etkin olabileceğini söylemiştim. Aradan geçen zaman, Adalet Ağaoğlu’nun romanlarındaki çözümlemelerinde ne kadar haklı olduğunu gösterdi. Bu konu üzerinde ileriki yazılarımda da duracağım. [email protected] nca özgün güzelliklerine rağmen yıllardır “turizm yoksunu” kalan İzmir’in gündeminde artık bu sorunun “nasıl aşılabileceği” de var. Efes, Meryem Ana gibi “uzak”taki tarihsel merkezlere bağlı kalmak yerine, Agora, Kemeraltı, Kadifekale, Bayraklı gibi kent içi zenginliklerle turizmin buluşmasını sağlayabilmek, öncelikli amaçlar arasında. Nitekim bu yöndeki fikirleri derleyen bir araştırma firmasının “İzmir’i dünyada nasıl daha da tanınan bir kent yapabiliriz” sorusuna yanıt vermemizin beklendiği günlerde, Bergama’daki “Tarihi Çevrenin Korunması ve Turizme Kazandırılması” sempozyumuna da katıldık (78 Eylül 2007). Eğer şu dayanılmaz “Çiğli” trafiği olmasaydı, Anadolu’nun en eski “anıtsal kent”lerinden birine ulaşmak belki de 45 dakikayı bile bulmayacaktı. Sayısız kırmızı ışıklarla tıkanan sözde “şehirler arası yol”daki sinir bozan beklemeler, aynı yolun olağan süresini de üçe katlamıştı. Demek ki İzmir’in yakın çevresindeki kültür turizmi kaynaklarından yararlanabilmesinin önkoşulu da özellikle “kuzey”e doğru karayolu çıkışını bir an önce rahatlatmak. Nitekim sempozyumda da binlerce yıldır adı bile değişmeyen bu uygarlık merkezinin, İzmir turizmine de “armağan” olabileceği vurgulandı. Ulaşımın kolaylaştırılması için de kuzeygüney metrosunun Aliağa’dan Bergama’ya kadar uzatılması önerildi. ARİHSEL HAZİNE Ne var ki Bergama ile turizmin buluşmasındaki asıl sorun, öncelikle Bergamalıların sahip oldukları hazineyi yeterince önemsememeleri. Kültürün, hem “kişilikli bir yaşam”, hem de turizmde “saygın bir yer sahipliği” için taşıdığı değeri hâlâ göreme O 3 1 2 meleri. Belediye Başkanı Raşit Ürper, bu “gecikme”nin sonuçlarını şöyle özetledi; “Yılda 500 bin turist kentimize geliyor, ama sadece ören yerlerini gezip acentelerin anlaştıkları lokantalarda yemek yiyerek Bergama’dan ayrılıyorlar. Bu ilginin konaklamayla da sürebilmesini yıllardır sağlayamadık…” Başkanın Bergama’daki “tarihle uyumsuz yeni yapılaşma”ya dikkat çekmesi de önemliydi. Bu görüntünün tarihi mekânlardaki özgün peyzajı olumsuz etkilemesine; turistlerin SİT alanı dışındaki yerlerde adeta azap çekmelerine; halkın da aynı nedenle geçmişe yabancılaşan bir kent yaşamını sürdürmesine artık bir çözüm bulunmalıydı. Bu nedenle, yeni hazırlanan “Koruma Amaçlı İmar Planı”nda özellikle tarihi dokunun çevresiyle birlikte yaşatılmasına önem verildiğini belirten Başkan Ürper şunları vurguladı; “Geçmişimizi tehdit eden ve insanımızı kültüründen kopartan yapılaşmayı engelleyeceğiz…” Bergama Belediyesi’nin rölöverestorasyon bürosunu yöneten şehir plancısı İsmail Köseoğlu da sempozyumun ana teması olan “İnsanlığın Evrensel Kültür Mirası Bergama Projesi”nin aynı hedefi taşıdığına dikkat çekti. Eski evlerin önemini “altlarındaki mazgallarda saklanmış olası altın küpleri”ne bağlayanların hâlâ çoğunlukta olduğunu belirten Köseoğlu “Asıl, aynı evlerin altın değerini bilemiyorlar…” diyerek sözünü şöyle tamamladı: “Bundan sonra kentin gelişmesinde betonlaşma yerine özgün kimliğin sürdürülmesini amaçlıyoruz. Bu nedenle sempozyumdan da yolumuzu aydınlatmasını bekliyoruz…” Peki bu nasıl olacaktı? Bergama’da hem apartmanlaşmanın dizginlenmesi, hem de turizm ile tarihin tüm kente yararlar sağlayacak yoğunlukta kucaklaşması nasıl sağlanabilirdi? UNAĞIN ‘KALAN’I DA YOK! Sorunun yanıtları arasında, Bolu İzzet Baysal Üniversitesi’nden Prof.Dr. Mehmet Tunçer’in söylediği “önce tarihe saygı” sözü çok anlamlıydı. Bergama Sunağı’nın sadece yüzde 30 kadar orijinal parçası Berlin’e taşınırken geri ye kalan yüzde 70’inin ise temelleri dışında “artık yok” olduğunu anımsatan Tunçer diyordu ki: “Eski Belediye Başkanı Sefa Taşkın, Berlin’de çadır kurarak sunağı geri alma eylemi düzenlerken Almanların ‘Verirsek inşaatlarda kullanılabilir’ uyarısıyla sarsılmıştı…” Kenti çekici kılmak için “aktif turizm” seçeneğinin geçerli kılınmasına yönelik öneriler getiren Prof.Dr. Çınar Atay da İzmirEdremit karayoluyla Bergama’yı bağlayan yolun iki kenarında düzenlenmiş turizm ve turistik mağaza planlamasını eleştirdi. Atay, bu işlevlerin de tarihi merkezde ya da yakınında yer alması; böylece turizmin kent dışı alanlardaki büyük oteller yerine “asıl Bergama”da özendirilecek pansiyonculukla ve küçük ama özenli otellerle gerçekleşmesi gerektiğini vurguladı. MSGSÜ’nün restorasyon hocalarından Prof. Dr. Demet Ulusoy Binan ile Yrd.Doç.Dr. Mevlude Kaptı, korumada özgünlüğe saygıyı gözeten uygulamaların önemine değinirlerken mimar Necdet Beşbaş da Ankara’daki Kaleiçi uygulamalarından örnekler sundu. ÖRNEK ÇALIŞMALAR Bergama Sempozyumuna katılan TBMM Milli Saraylar Dairesi Başkan Yardımcısı ve Tarihi Kentler Birliği Genel Sekreteri Feyzullah Özcan, tarihsel mimarinin yaşatılması için “usta” gereksinimine dikkat çekerek, daha önce kaymakamlık yaptığı Midyat’taki yeni taşçı ustaları yetiştirme çalışmalarını anlattı. Aynı konuda Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman da ilçedeki tarihi sivil mimari örneklerini belediye olanaklarıyla kurtarabilmek için kurdukları restorasyon atelyesinin kazanımlarını aktardı. TURSAB İzmir temsilcisi Rıza Gençay da Ege’deki turizm planlamasında tarihsel merkezlerin daha uzun süreli ziyaretlerle değerlendirilmesi gerektiğini belirtti. İşte bu değerlendirmelerin de yapıldığı sempozyumun aksamayan bir organizasyonla gerçekleşmesinde önemli payı olan belediye halkla ilişkiler sorumlusu Şenol Çakı ise katılımcıların Bergama’dan ayrılmalarına kadar belki de hiç uyumamıştı. T S Bir Varmış... Bir Yokmuş... TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle