14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 EYLÜL 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Anayasa Tartışmaları... Atatürkçü düşünce sisteminin hareket noktasında laiklik ilkesi yatar ve devrimlerin temel taşını oluşturur. Laiklik açısından verilecek en küçük bir ödün Atatürk’ün devrimlerini yörüngesinden saptırarak, yok olması sonucunu doğurur. Necati ÖZGEN Emekli Orgeneral Eski Harp Akademileri K, PENCERE Kadın Nedir Senin Adın?.. 1930’lardan kalma romantik Türkçe tangoların kendine özgü bir havası vardır; aklımda kalan sözleri de zamaneye uygun özlemleri vurgular: “Sevdim bir genç kadını, Ansam onun adını..” Ya da: “Kadın nedir senin adın.. Niçin böyle yalnız kaldın?” İstanbul’da Necip Celal’in ya da Fehmi Ege’nin tangolarıyla dans edilirken Anadolu’da kadının durumu tam felaketti... Laf aramızda, tango denen dans kültürü de, Batı’dan ithal edilmesine karşın, erkek egemenliği üzerine dayalı bir felsefenin ürünüdür. ? Atatürk 1926’da ‘Medeni Kanun’u (Yurttaşlar Yasası) Orta Avrupa’dan alıntılayıp Türkiye Cumhuriyeti’nde geçerli kıldığı zaman İslam dünyasında bir mucizeyi gerçekleştirmişti; Mustafa Kemal Paşa’nın kadına seçim hakkını tanıdığı yıllarda, en uygar sayılan kimi Avrupa ülkesinde taifei nisa oy kullanamıyordu... Kemalizm nedir?.. İşte budur!.. Kadınlar her gün yatıp kalkıp Atatürk’e minnet ve şükran için dua etseler, yine az gelir... Erkek ile kadının eşit sayılmadığı düzende demokrasinin d’si yoktur... 1920’ler, 1930’lar geçmiş yüzyılın ilk yarısı değil mi?.. Peki, bugün Türkiye’de kadın ne durumda?.. ? Alt alta dizili şu sözcüklere ne dersiniz?.. Gülünç.. Komik.. Karikatür.. Mizah.. Yergi.. Türkiye kadınerkek eşitliğini dışlayan tesettürü Cumhurbaşkanlığı Köşkü’ne çıkardığı için demokratikleştiğini sanıyor... ? 1930’ların tangosunu nasıl anımsamazsınız: “Kadın nedir senin adın.. Niçin böyle yalnız kaldın?..” Erkek egemenliğinin kahrında kahrolan kadın, dinci politikanın pençesinde daha da köleleşiyor; türban siyasetinin dümen suyunda hiçlendikçe, kişiliğini kazandığını sanıyor... Ülkenin yarısı kadın... Bir ülke nüfusunun yarısı, erkekten aşağı sayılırsa, o ülkeye demokrasi nasıl gelebilir?.. ? Türkiye, mizahın en gülünç çaprazında karikatürleşen kadın figürünün tersine özgürlüğünü Çankaya’ya taşıdı.. Ya kadın tesettürünü savunarak komikleşen profesörlerimize ne demeli?.. Ya politikacılarımız?.. Karısını eve kapatıp tesettüre mahkum eden erkek politikacı, üstelik medyadaki şakşakçılarıyla birlikte demokrasi nutukları atmıyor mu?.. Töre cinayetleriyle donanmış toplumun cehaleti üzerinde yükselen dincilik, 21’inci yüzyılın ilk on yılında Türkiye’yi ortaçağ kültüründe boğmak üzerine büyük bir atılım yaparak başarı kazandı... Yazık insanlığımıza... Yazık kadınımıza!.. Kitaplar Okur Bekliyor! Çok kitap çıkıyor. Yayınevleri, yazarlar, yeni ürünlerini yakın gördükleri yazarlara gönderiyorlar. Aynı işi ben de eski yıllarda yapmışımdır. Yazdıklarımı, anlayıp değerlendireceğine inandığım kişiler okusunlar istemişimdir... Olacak şey değil elbet! Bunca kitabı okumak, bir de değerlendirmeye kalkmak!.. Apayrı konular, apayrı dünyalar!.. Çaresiz yüzlerce, belki binlerce kitabımı, hemen hepsi yazarların imzasını taşıdığı için, evde koyacak yer de kalmayınca, daha geniş bir okunma olanağı bulabilirler diye üniversitelere, kitaplıklara verdim. İstanbul Yıldız Teknik, Muğla üniversitelerine, çeşitli ilçe kitaplıklarına, en son da Akyaka Kitaplığı’na... ??? Her biri ayrı bir önem taşıyan kitapların hiç değilse adlarını ve yazarlarını topluca okurlarıma tanıtmak iyi olur diye düşünerek... ??? Önce Kaynak Yayınları’nın birbirinden ilginç yeni kitapları: Naşit Hakkı Uluğ’un ilk basımı 1939’da yapılan “Tunceli Medeniyete Açılıyor”, Sadri Etem Ertem’in ilk basımı 1933’te yapılan “Türk İnkılabının Karakterleri”. Selahattin Küçük’ün anıları “Radyodaki Büyülü Ses”, Cafer Tayyar Sadıklar, “Başka Bir Aşk İstemez”, Alpay Kabacalı’nın belgesel çalışması, “Türkiye’de Siyasal Cinayetler”... Yine Perinçek Yayınları’nın her biri hem tarihsel, hem toplumsal açıdan önemli yapıtları.. İlhami Durmuş’un “Sarmatlar” ve “İskitler”, S. G. Pirimyan “Diasporadaki Taşnaklar” ve “Çarlık Polis Raporlarında Taşnaklar”... Prof. Dr. Hikmet Sami Türk “Aydınlık Türkiye İçin Halk Eğitimi”, Nusret Köklü “Ömrümün Kısa Öyküsü Manisa”, Askeri Öner, “Anadolu’da Kızılca Halvet”... ??? Daha başkaları da var!.. Yazarları, adları saymakla iş bitmez elbet. Kendi açımdan yeteri kadar okumak, aydınlatmak, isterim, ama ne zaman, çalışma gücüm yeter mi, bilmem. Kitap ekleri, uzmanlar, yazarlar, ilgililer, araştırmacılar.. Bu ilginç yapıtlar onları bekliyor.. Bana düşen tanıtmak, dikkat çekmek... ??? Yeni çıkan bir önemli hukuk çalışması da Erol Ertuğrul’dan: “Ah Benim Sorunlu Ülkem...” Bu kitaba yazdığım Önsöz’den sunarak bitireyim: “Erol Ertuğrul benzeri insanlar hukuku soyut olmaktan, her kişiye göre yorumlanan bir aldatmaca olmaktan kurtaran kişilerdir. Onlar, hukuktan önce adaletin temsilcileridir.” İ ktidar partisinin 22 Temmuz 2007 seçimlerinden yüzde 46 oy alarak tek başına iktidar olmasıyla birlikte birdenbire anayasa değişikliği tartışmaları ülke gündemine oturdu. KONU: İktidar partisinin akademisyenlerden oluşan milletvekilleri. Anayasalarda ideolojik kavramlar yer almaz, ancak bizim anayasamız “Kemalizm ideolojisine dayanmaktır. Anayasa değişikliği yapılarak bu ideolojinin anayasadan çıkarılmasıyla renksiz bir anayasaya kavuşmuş olacaktır” görüşünü ileri sürmekteler. Fakat KEMALİZM’in ne olduğu hakkında fazla bilgileri olmadığını da ifade etmektedirler. Önce Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ne diyor; ona bakalım! Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzura, milli dayanışma adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir. Şimdi de, KEMALİZM nedir ona bakalım... ATATÜRK bu kavram hakkındaki düşüncelerini şöyle belirtmektedir: Cumhuriyet ilan edilip ilke ve devrimlerle donatıldıktan sonra ATATÜRK, yakın arkadaşlarıyla, yapılan işin ne olduğunun, adına ne denilmesi gerektiğini görüşürken, “KEMALİZM kavramı söz konusu olduğunda, sonu ‘İZM’ ile biten kavramlar bir çerçeve ve bir sınırlama ifade eder. Siz bir ulusu kalkındırayım derken bu çerçeve içine sokarsanız, gelişmesini sınırlarsınız. Dünyadaki değilim ve gerişim hareketlerinden mahkum edersiniz. Oysaki bizim yaptığımız şey; Tam bağımsız Milli hâkimiyeti esas alan bir devlet Akıl ve bilimin rehberliğinde sürekli çağdaşlaşmayı ve laikliği öngören bir dünya görüşüdür” şeklinde düşüncesini belirtmiştir. Bugün biz buna ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE sistemi diyoruz. İşte devletimiz bu temel üzerine oturtulmuştur. Anayasamız da bu düşünceyi taşımaktadır. Yani çağdaş uygarlık düzeninin üzerine çıkılmasını hedef alan, bu hedefe ulaşmak için akıl ve ilmin yol gösterileceğini kabul eden dinamik bir dünya görüşüdür. Durum böyleyken bunu değiştirmek isteyenler, şu sorulara kamuoyu önünde açıklık getirmek zorundadırlar. SORU1. Siz anayasayı mı yoksa devletin şeklini mi değiştirmek istiyorsunuz? Devletimizin şekli Cumhuriyettir. CUMHURİYET; bilimsellikle aydınlanmayı, laiklikle demokrasiyi Batılılaşma ile çağdaşlaşmayı birleştiren rejimin adıdır. Cumhuriyet son dört yüz senelik idareler içerisinde insanlığın, çırpına çırpına bulduğu son çaredir. Son asırlarda büyük medeni milletlerin kan dökerek ulaştıkları en sağlam devlet şeklidir. Büyük ATATÜRK, 41 bin şehit vererek kazandığımız “KURTULUŞ SAVAŞI”ndan sonra 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’da şehit asker anıtının temel atma töreninde yaptığı uzun konuşmasında bir cümlesini şöyle ifade etmektedir. “Bu sahada dökülen evlat kanları ve bu semada uçuşan şehit ruhları Cumhuriyetin ve devletin ebedi muhafızlarıdır.” SORU2. ATATÜRK’ü ve koyduğu ilkeleri anayasadan çıkarmak yerine onu daha iyi tanımak ve ilkelerini uygulayıp devrimlerine sahip çıkmak daha iyi olamaz mı? Anayasadan çıkarılmak istenen şeyler Türkiye’nin aydınlık yoludur. Medeni olmaktır. Çağdaş uygarlık ailesinde yer almaktır. Aydınlığı anayasadan çıkarırsanız, yerine koyacağınız şey sadece ve sadece karanlık olur; ki bu millet buna asla izin vermez. Aydınlığa karşı direniş irticadır. İrticaya karşı tek kurtuluş yolu laikliktir. Laik olmayan bir devlet demokratik olamaz. Çünkü demokrasinin ilk koşulu düşünce ve vicdan özgürlüğüdür. SORU3. ATATÜRK’ün ilke ve devrimleri Türk ulusunun gereksinimlerinden doğmuş çok önemli yeniliktir. Acaba önerilen değişiklik teklifleri kimin ihtiyaçlarından doğmuştur? Bunun Türk milletine açıklanması gerekmez mi? ATATÜRK bize maddi mirası olarak CUMHURİYETİ bırakmıştır. Bırakırken de büyük eseri NUTUKSÖYLEV’ini bitirirken son paragrafında “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulatan kanların karşılığıdır. Bu sonucu Türk gençliğine güvence bırakıyorum” diyor ve Gençliğe Hitabe’yi son sayfa olarak yazıyor. ATATÜRK’ün manevi mirası ise akıl ve bilimdir. Yani, doğru yön, doğru rehber, sonu aydınlık olan istikamet! SORU4. Bu düşüncelerin sahipleri her gün PKK teröristlerince şehit edilen vatan evlatlarının kanını durdurmak ve ülkeyi parçalamaktan korumak için neden tedbir düşünmüyorlar da, dünyanın sevgisini kazanmış Türk’ün atası ve değişmez lideri Atatürk’le uğraşıyorlar? İçerde ve dışarıda birilerinin gözüne girmek, desteğini mi almak istiyorlar? Neden özellikle Atatürk? Atatürkçü düşünce demek; üretmek, çalışmak, kimseye muhtaç olmadan kendi kendine yeterli olmak, kalkınmak ve daima ileri gitmek demektir. Coğrafi konumu ve jeopolitik önemi nedeniyle dünya güç merkezi rolündeki ülke çıkarlarının odak noktasını oluşturan Türkiye iyi idare edilirse birilerinin çıkarına ters düşecek. Kendi ihtiyaçlarını kendi üretecek. Böylece tüketim toplumu değil üretim toplumu olacak. Yetmiş iki milyonluk nüfusu ile pazar durumunda olmayacak. Bu durum Avrupa birliği ülkeleri için ekonomik sıkıntı yaratacak. Tabii ki AB Atatürkçü düşüncenin yok olması için elinden gelen gayreti gösterir. Atatürk’ü Türk ulusunun gözünden düşürmek için çalışan iktidarları da destekler şahısları da destekler. Eğer iktidar İslami düşünceleri ön planda tutuyorsa, bu iş daha da kolay olur. SORU 5. Bugün ülkenin karşı karşıya bulunduğu ve acil önlem alınması gerektiren; a. Terörün bir an önce durdurulması. b. Açlığın ve işsizliğin giderilmesi, c. Gelir paylaşımının adaletli olması, d. Özelleştirme adı altında ülkenin stratejik kurumlarının ve bedeli kan olan vatan toprağının satılması, hayati öneme haiz konular çözüm beklerken neden anayasada yer alan devletin temel dokularıyla uğraşılıyor? Bu sorulara cevap vermek için her şeyden önce duygusallıktan ve çıkarcılıktan arınıp akıl ve bilimin yoluna girip Atatürk gibi düşünmek, baktığı yöne onun gibi bakmak ve onun gibi çalışmak gerekir. Gündeme getirilen anayasa tartışmaları sadece Türkiye üzerinde çıkarları olan ve onlarla işbirliği yapanların işine yarar. Böylece hizmet bekleyen ülke insanına da en büyük kötülük yapılmış olur. Hiçbir şeye muhtaç değiliz, sadece çalışmak ve üretmeye ihtiyacımız var. SONUÇ: Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar geçen dönemde zaman zaman baş gösteren irticai tehdit son yıllarda yine gündeme yerleşmiş bulunmaktadır. Laik Cumhuriyetin yerine dini esaslara dayalı bir şeri devlet kurma özlemi içinde olan mihraklar her geçen gün yeni bir tertibin içine girmekte ve planlı faaliyetlerini sürdürmektedirler. Bu mikraklar anayasamızın temel ve değişmez ifadelerinden olan laikliği ve Atatürk devrimlerini açıkça reddetmek suretiyle etkisiz kılmaya ve nihayetinde yok etmeye çalışmaktadırlar. Atatürkçü düşünce sisteminin hareket noktasında laiklik ilkesi yatar ve devrimlerin temel taşını oluşturur. Laiklik açısından verilecek en küçük bir ödün Atatürk’ün devrimlerini yörüngesinden saptırarak, yok olması sonucunu doğurur. Milletimiz iradesini bu efendilere ipe sapa gelmez saçmalıklarla uğraşarak boşuna zaman harcayın diye vermedi. S erbest Piyasa Ekonomisi ve Gümrük Birliği Anlaşması gereğince Türkiye’de hiçbir malın yokluğu çekilmemektedir. Bir zamanlar benzin, mazot sıkıntısı, sanayağı alma kuyruğu, elektrik kesintilerinin günlük hayatı çekilmez kıldığı yakın geçmişi hatırlayınca, şimdiki bolluk ve hiçbir ihtiyaçta sıkıntı çekilmemesi sevindirici bir durumdur. Süpermarketlerimiz ve alışveriş mağazalarımız yerli yabancı çeşit çeşit marka ve modellerle doludur. Sorun artık üretimden çok pazarlamaya kaymıştır. Yerli malı ürünlerimiz nasıl daha çok satılabilir? Bunun için mallarımızın ucuz ve kaliteli olması ilk akla gelen koşuldur. Bir malın ucuz olması maliyet masraflarına bağlıdır. İşgücünün, enerjinin çok daha ucuz olduğu ülke malları ile ucuzlukta rekabet etmek mümkün görülmemektedir. Kalite faktörü ise teknoloji kullanma ve ahlak kurallarına saygıyla ilgilidir. Ve fakat her ne olursa olsun bir ülke kendi ürünlerini, diğer yabancı ürünler karşısında koruyup kollamak durumundadır. Anlaşmalarla sizi bağlayan bazı hususlar olabilir. Örneğin pek çok malın gümrüksüz giriş ve mağazalarda satışı zorunlu olabilir ama devlet bunları almaktan kaçınmanın idari yollarını arayıp bulmak mecburiyetindedir. Kamu ihtiyacı için kullanılan otomobillerin, makine teçhizatının, elektronik alet ve mefruşatın birinci öncelikle yerli malı olması koşulu getirilebilir. Yerli malı yoksa yabancı mal olma yoluna gidilir... Kamu kurum ve kuru Yerli Malı Kullanma Yrd. Doç. Dr. Mustafa TARAKÇI luşlarının ihale komisyonları hazırlayacakları şartnamelerde alınacak mallarda önceliğin yerli sanayi ürünü olması koşulu getirilebilir. Keza bu durum ihale ile yaptırılacak, hakediş esasına dayalı inşaatlarda kullanılacak inşaat malzemesinin yerli malı olmasını da beraberinde getirebilir. Hiçbir müdür, daire başkanı, genel müdür ve emsali makam sahiplerinin odalarının tabanının ithal masif parke ile döşenmesi, kapılarının Amerikan hazır ithal kapı, sıhhi tesisatının ithal İtalyan malı olmasına hoşgörü ile bakmak mümkün değildir. Devlet ve onun iç organı hükümet, aldığı karar ve tedbirlerle bu savurganlığın, gayri milliliğin önüne geçmelidir. Kamu kurum ve kuruluşlar ile yerel yönetimler açtıkları ihale ile yerli sanayii mallarının bir numaralı alıcısı olmak durumundadırlar. Ancak bu suretle sanayicimizi teşvik ve destekleyebiliriz. Öte yandan, temel ihtiyaç mallarımızın yerli sanayiince karşılanması konusunda işadamlarını yönlendirmeliyiz. Sayın Başbakan Türkiye’de üretim yapan yabancı bir otomobil firmasının bir töreninde yaptığı konuşmada, onlara yeni model otomobil üretmelerini, Türkiye’nin iyi bir pazar olduğundan bahsettiğini üzüntüyle karşılamıştım. Yeni istihdam alanları yaratmak açısından bu sözler söylenebilir. Ancak, bir başka yerde de Kayserili, Gaziantepli, Bursalı, Denizlili, işadamlarımızı da “Hadi sizi göreyim imkân ve kabiliyetlerinizi birleştirin, sizden yüzde yüz yerli, yeni bir otomobil istiyorum. En büyük Haliç Üni. Öğretim Üyesi müşteriniz devlet olacak. Polislerimiz, makam sahipleri, üst düzey me murlarımıza yeni alacağımız otomobiller yerli otomobilimiz olacaktır” demelidir. Kendini koruyup kollamayanı başkaları da koruyup kollamaz. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle