19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 AĞUSTOS 2007 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ortak Bellek Durağımız: Aşiyan Günümüzde ortak bellek konusu sistemli olarak işlenmektedir. Konu ‘Hafıza Mekânlar’ bağlamında Fransız tarihçisi Pierre Nora’nın çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Ulusal belleğin hızla yitip gitmekte olduğunu gören araştırıcı, Fransa’da bunların sayımına girişmiş ve ortaya ciltler dolusu eser koymuştur. Çünkü bellek bu mekânlar içinde ortaya çıkar ve insanların iradesine ya da yüzyıllara bağlı olarak en çarpıcı simgeler de burada görülür. ji öğrencilerine kiralamaya başlamıştı. Amerikalıların Aşiyan’ı satın almak istemeleri üzerine İstanbul gazeteleri harekete geçti. Dr. Adnan Adıvar’ın aracılığı, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in gösterdiği çabalarla Aşiyan, İstanbul Belediyesi tarafından satın alındı. Vali Lütfi Kırdar’ın konuya gösterdiği ilgiyi özellikle belirtmek gerekir. Aşiyan, Edebiyatı Cedide Müzesi olarak hizmete açıldı. Müze, 19 Ağustos 1945 günü, Fikret’in ölümünün 30. yıldönümünde, büyük bir kalabalığın önünde açıldı. Toplantıda Fikret’in ailesi, dostları ve eski öğrencileri de vardı. Bakan Yücel, Fikret’in tarihimizdeki yerini belirten önemli bir konuşma yaptı. Aşiyan’ın müze olmasıyla otuz yıllık bir düş gerçekleşmiş oldu. Çünkü daha Fikret’in ölümünün ilk yıldönümünde buranın müze olması düşüncesi ortaya atılmış, ancak Haluk ortalarda görünmediği için bu konuda bir karar alınamamıştı. Günümüzde ortak bellek konusu sistemli olarak işlenmektedir. Konu ‘Hafıza Mekânlar’ bağlamında Fransız tarihçisi Pierre Nora’nın çalışmalarının temelini oluşturmaktadır. Ulusal belleğin hızla yitip gitmekte olduğunu gören araştırıcı, Fransa’da bunların sayımına girişmiş ve ortaya ciltler dolusu eser koymuştur. Çünkü bellek bu mekânlar içinde ortaya çıkar ve insanların iradesine ya da yüzyıllara bağlı olarak en çarpıcı simgeler de burada görülür (Pierre Nora, Hafıza Mekânlar, çev. Mehmet Emin Özcan, Ankara, 2006). Tarih buralarda barınır, tarihin izleri burada görülür. Bu açıdan bakılınca ülkemizdeki ortak bellek yerlerinden birinin de Aşiyan olduğu kolayca anlaşılır. Her şeyden önce Fikret’in yaşamının son dokuz yılını burada geçirdiğini unutmamak gerekir. Yine onun sağlığında buraya gelenleri göz önüne alırsak Aşiyan’ın yakın tarihimiz açısından ne kadar önemli bir yer olduğu kendiliğinden anlaşılır. Burada iz bırakanlar arasında Yakup Kadri, Dr. Rıza Tevfik, Dr. Adnan Adıvar, Ruşen Eşref, Yahya Kemal ve daha nice ünlüler vardır… Oraya gidenler, Fikret’in yüksek zevkine göre döşenmiş zengin bir dekorla karşılaşıyorlardı. Burası, yukarıda da değinildiği gibi, şairin ölümünden sonra onca aydın, yazar ve insanı bağrında toplayan ortak bir bellek yerine dönüştü. Hasan Âli Yücel’in ziyaret defterindeki yazısı, bu çerçevede bilinçli bir ortak bellek kavramını dile getirmektedir. Yücel, Aşiyan’ın açılışından iki üç hafta kadar sonra, 27 Ağustos 1945’te yeniden buraya geldi ve anılan deftere şunları yazdı: “Bu ev bir milletin sayısız yetiştirdiği insanlardan birinin, Fikret’in her yerinde hayatının bir anı devam eden güzergâhıdır. Bir durak, daha doğrusu bir uğrak… Biz ondan bu kadar şey saklayabildik. Bizden sonra gelecekler, büyüklerinin ölümünden otuz yıl sonra vazifelerini yapmak ihmalinde bulunmasınlar. Eşya, insanların kendileri gibi canlı, yine kendileri gibi cansızdır. Canlılığını muhafaza, cansızlığına can, yaşayanlardan alır. Fikret’i ve onun gibi milli varlıklarımızı öldürmemek, sağ olanların elindedir. Elinde, vicdanında ve mesuliyetindedir.” Fikret’in mezarı ancak 1961’de Aşiyan’a taşındı. Bu onun kendi arzusuydu. Bu mezarla birlikte Aşiyan, ortak bellek yeri olarak daha derin bir anlam kazandı. Bugün ve yarın Aşiyan’a gidecekler, oranın ortak bir bellek yeri olarak daha da güçlenmesine katkıda bulunacaklardır. PENCERE Rol Yapmıyormuş... Gazeteci cinfikir olmalı, olmadık konuları kurcalamalı, sineğin kanadından yağ çıkarmalı, değil mi? Gazeteciler şu günlerde Genelkurmay Başkanı Büyükanıt’ın peşini bırakmıyorlar... Dertleri güçleri ne?.. Asker darbe yapacak mı?.. Büyükanıt nasıl yanıt veriyor: “ Hiçbir şey söylemeyeceğim, dükkân kapalı...” Asker kepenkleri indirmiş... ? Yalnız bizim gazeteciler mi?.. Şu sırada Arabistan’ından Avrupa’sına, Amerika’sına dek dünya gazetelerinde yazı üstüne yazı çıkıyor, bizim basına da aktarılıyor... Sanırsınız ki Batı ve Ortadoğu’nun kulağı kesik gazetecileri işi gücü bırakmış, gözlerini Türkiye’ye dikmişler: Asker darbe yapacak mı?.. Yineleye yineleye, söyleye söyleye bu işin suyunu çıkardılar... ? Askerin geçmişte epey müdahalesi gündeme girdi, bunların kimi darbe, kimi devrim, kimi karşıdevrim niteliğindeydi... Peki, şimdi ne yapacak asker?.. Sen sivil olarak otur oturduğun yerde, seçimde doğru dürüst bir miting bile düzenlemekte yetersiz kal, örgütlerde birbirinle uğraş, partiyi içi boş çuvala dönüştür, çalışıp ter dökeceğine pinekle, kulis mulisle vakit öldür, sonra da asker senin hesabına darbe yapsın!.. Oh ne âlâ memleket!.. ? Dünyada ve bizde, Türkiye’de olası askeri darbeden niçin bu kadar çok söz açılıyor?.. Sorulur mu?.. Her şey apaçık meydanda!.. ABD’nin BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) Türkiye’de tıkır tıkır işliyor; “Ilımlı İslam Devleti Modeli” ülkemizde cuk oturuyor; kadınların tesettürü kadının özgürlüğü sayılıyor; ‘Hükümet’ten yani iktidardan sonra ‘devlet’ de Amerikan desteği ve tasarımıyla aşağıdan yukarıya pek demokratik biçimde dincilerin eline geçiyor... ? Ama asıl çarpıcı, ilginç, şaşırtıcı ve görülmemiş güldürü ne?.. Cumhurbaşkanı olacak olan Abdullah Gül takıyye yapmadığını kanıtlamak için ne demiş: “ Rol yapmıyorum...” Gazetelerde Gül’ün bu demecini okuyunca küçük dilimi yutayazdım... İnanılmaz bir süreçte postmodern bir tiyatro oyunu mu yaşıyoruz?.. Oyun trajedi mi?.. Komedi mi?.. Dünya coğrafyasında ve tarihinde hangi cumhurbaşkanı adayı böyle bir söz söyledi ya da söyleyebilir; Gül diyor ki: “Bir kez rol yaparsınız.. İki kez rol yaparsınız...” Ve müstakbel cumhurbaşkanımız ekliyor: “ Ben rol yapmıyorum!..” Perde... Ve alkışlar... ? Gül mül, rol mol; ilk kez Türkiye’de ve dünyada cumhurbaşkanı olacak kişi böyle bir laf edebiliyor: “ Rol yapmıyorum...” Bu tümce ABDullah’ın rol kestiğini kanıtlayan bir itirafın dışavurumu değil mi!.. Umutsuzluğa Düşmek Yok! Siz de, yüzde 53’lerden misiniz? 72 milyon yurttaş yarı yarıya bölüşmüş mü? Telefonlar, mektuplar, yazılar, tartışmalar, uyarılar!.. Bir bezginlik bulutunda yüzer gibiyiz! Ne bugüne, ne yarına, ne de yarından sonrasına!.. Umut kapıları sımsıkı kapanmış. Seksen beş yaşındaki Atatürk Cumhuriyeti, sanki yitip gitmiş! Yerine, günden güne artan, çoğalan, bıktıran, usandıran bir yönlendirme, koşullandırma, bezginleştirme... Geçen günkü yazımda ne demiştim. “Bulunur Kurtaracak...” ??? Adalet ve Kalkınma adlı bir parti ikinci kez tek başına iktidarı elde etti. Geçmişlerinde Atatürk Cumhuriyetinin devrimlerine, ilkelerine ters görüşleri olan, aydın kamuoyunda hiç de iyi, güvenilir bir niteliği görülmeyen, türlü nedenlerle kuşkular yaratan bir kadro, şimdi Türkiye Cumhurbaşkanlığı’nı da ele geçirmek üzere... Niye böyle oldu ya da oluyor? Niye seçimlerde bu kadro önemli sayıda oy topluyor? Niye Atatürk devrimine bağlı güçler, örgütler, partiler, liderler gereken başarıyı gösteremiyor? Niye ülke yönetimi ikide bir yanlış yollara sapıyor, saptırılıyor? Bütün bunlar tek tek incelenecek, yorumlanacak konular... ??? İlk kez değil bu yaşadığımız!. Yaşı uygun olanlar 1950’lerde, daha sonraki yıllarda seçim yenilgileriyle umutlarını yitiren insanlarımızın sürekli karanlıklara, umut kırıklıklarına düştüklerini anımsarlar... Ama her defasında yeni bir güç, yeni bir çıkış noktası, yeni bir atılım bulunmuştur. Evet, beş yıldır yanlış bir yola saptık. Türk halkının yazgısı mı? Bilinçsizliği mi? Bir ülke halkının yarısı nasıl olur da öteki yarısının yüzde yüz tersi bir tutum, bir davranış, bir özleyiş içinde olabilir? Üstelik son beş yıl içinde iktidarda olan kadronun hesap vermesi gereken pek çok sorunu, pek çok çözülmemiş olayı durup dururken... Hangi birini saymalı, sayfalar yetmez ki!.. Bütün bunlar meydanlarda açık açık söylenmiş, Ankara, İstanbul, İzmir’de daha başka yerlerde milyonlar Atatürk’ü, çağdaşlığı, uygarlığı anmış; beş yıldır iktidarını sürdüren kişilerin yanlışlarını bir bir saymış, ama sonunda ülke halkının yarısı, yine de, hem de bu kez, daha da kalabalıkla, bildiğinden şaşmamış!.. Şimdi yeni bir savaşım başlıyor.. 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkar gibi, bir kez daha Atatürk ilkelerini, çağdaşlığı, uygarlığı savunmak, korumak, geliştirmek, halkımızla bütünleştirmek göreviyle karşı karşıyayız. Zeki ARIKAN evfik Fikret, 19Ağustos 1915 tarihinde, genç denilecek bir yaşta, şeker komasından öldü. Gösterilere yol açacağından çekinildiği için cenazesi erkenden kaldırıldı ve Eyüp’te aile mezarlığına gömüldü. Yakın arkadaşı Dr. Rıza Tevfik, birkaç gün sonra şairin mezarını görmeye gitti. Duygularını Hususi Bir Ziyaret başlıklı uzun şiirinde dile getirdi. Bunun ilk dizeleri şöyledir: Dediler ki ıssız kalan türbende Vahşi güller açmış!.. Görmeye geldim. O hücra cennetin hakine ben de Hasretle yüzümü sürmeye geldim. Dr. Rıza Tevfik, Fikret’in anısını canlı tutmak için onun ölümünün birinci yıldönümünden başlayarak Aşiyan’da toplantılar düzenlemeye başladı. Üçüncü yıldönümünde yapılan tören çok canlı, parlak ve görkemli oldu (19 Ağustos 1918). Törene İstanbul’un belli başlı aydınları, gazetecileri, Fikret’in arkadaş ve öğrencileri, Robert Koleji öğretmenleri katıldı. Ruşen Eşref, Dr. Adnan (Adıvar), Halide Edip, Dr. Abdullah Cevdet, İbrahim Alaettin vb. gelenlerden ancak birkaçı idi. Törene katılanlar arasında, Bebek yokuşunu tırmanırken, “Ben inkılap ruhunu ondan aldım” diyen Mustafa Kemal Paşa da vardı. Kapıda Fikret’in eşi Nazime Hanım’a, “Anafartalar kahramanı” olarak takdim edildi. Mustafa Kemal Paşa, buraya daha önce gelmek istediğini, fakat fırsat bulama T dığını üzülerek dile getirdi. Hemen etrafı çevrildiği ve yoğun bir ilgi gördüğü için Nazime Hanım’la konuşması kısa kesildi. Evet, genç bir kurmay subay adayı iken Dr. Rıza Tevfik’e uzun bir kart gönderen Mustafa Kemal, Fikret’i de evinde görmek istemişti. Ne yazık ki bu görüşme gerçekleşmemişti. Mustafa Kemal Paşa, yanına çağırdığı İbrahim Alaettin’e, “Ben şiir ve edebiyatı severim” dedi. Daha sonraları Fikret’in sanatı için de “Ondaki vakur ahenk hiçbir şairimizde yok” değerlendirmesini yapacaktır. 1915 yılı başlarında hasta ve yorgun Tevfik Fikret, Çanakkale savaşlarının o kanlı boğazlaşma günlerinde Ruşen Eşref’e şunu söylemişti: “Bizi Çanakkale’de bir kaymakam kurtarmış…” Evet, o kaymakam o gün, Aşiyan’ın kırmızı kaplı ziyaret defterine, Faik Âli’nin yazdığı şu cümlenin altını imzalıyordu: “Tavafı tahatturunda bulunmakla mübahi perestiştikâranı Fikret” (Anma ziyaretinde bulunmaktan onur duyan Fikret hayranları). Bu ufak defterde daha başka kimlerin imzası yoktu ki… Robert Koleji Müdürü Gates, ünlü Osmanlı tarihçisi A.H. Lybyer, Nigâr Hanım, Satı Bey, Hüseyin Siret, Nafi Atuf vb… 1918’den sonra Aşiyan’da tören yapılamaz oldu. Yokluk içinde kıvranan Nazime Hanım, evin eşyasını satmış, odaları da Robert Kole CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle