Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 21 TEMMUZ 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yurttaş sağduyusuna ağıt Erhan KARAESMEN PENCERE Yarın?.. Bir süreden beri bu köşede iki kırmızı çizgiden söz açılıyor... Birinci kırmızı çizgi: Laiklik.. İkinci kırmızı çizgi: Bölünmezlik.. Bu ikisi “olmazsa olmaz”.. Kim olmaz, ne olmaz?.. Biz olmayız.. Var olmayız.. ? Yarın yapılacak seçim, bu iki kırmızı çizgi üzerine oylamadır... 1) AKP takıyyecidir, sabırlı bir stratejiyle, belli bir sürede, aşağıdan yukarıya doğru bir taktikle, demokrasi görüntüsü altında ve ABD ile birlikte “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ni Türkiye’de geçerli kılmak yolunda yürüyor... Birinci kırmızı çizgi zamanla siliniyor... 2) AKP bu amaca ulaşmak için ABD’ye muhtaç bulunduğundan, Türkiye’nin bölünmesini amaçlamış iç ve dış güçlerle işbirliği yapmak stratejisini güdüyor ya da zorunda kalıyor... Kuzey Irak’ta PKK’yi himayesine alan ABD’ye AKP’nin boyun eğmesinin gerekçesi bellidir... AKP’nin “işbirlikçiliği” ikinci kırmızı çizginin de zamanla silinmesine yol açıyor. ? AKP’nin seçimlerdeki “doğal müttefikleri” kimler?.. Türkiye’de ülke çıkarlarına öncelik verecek bir ulusal iktidarın kurulmasını istemeyen iç ve dış güçler “gayri milli, ümmetçi ve takıyyeci” AKP’yi tutuyorlar.. ABD.. İslamcı Arap sermayesi.. AB.. Kıbrıs Rumları.. Yunanistan.. Ermenistan.. Talabani.. Barzani.. PKK.. Ve bunların diyasporalarıyla birlikte oluşan geniş bir çevre dışarıdan AKP’nin destekçisidir... İçerde tarikatlar, cemaatler, dinci belediyeler, paradan para kazanan rantiye kesimi de AKP’den yanadırlar... Medya, büyük çoğunluğuyla, AKP’nin iktidarda kalması için elinden geleni yapıyor, adeta çırpınıyor. ? Halkı etkilemek, çekip çevirmek, şaşırtmak, uyutmak, gerçekleri gizlemek yolunda büyük seferberlik sürüyor... Medyada yayımlanan seçim anketlerinde AKP’nin oy oranı yüzde 40, 44, kimi zaman da yüzde 48 olarak gösteriliyor... Peki, gerçek nedir?.. Serinkanlı bir yaklaşıma gerek var... Nedir o?.. ? Çeşitli anketler arasında büyük çelişkiler görülüyor; AKP’nin yüzde 30’un altına düştüğünü vurgulayan seçim yoklamaları da var; AKP’ye karşı bir CHPMHP koalisyonuna yeşil ışık yakacak sonuçları sergileyen anketler kimi gazetelerde boy gösteriyor... Doğaldır ki 22 Temmuz’da her iki cephede de “sürpriz” olabilir... Ancak Türkiye’de, sandıktan da çıksa, bir “Ilımlı İslam Devleti” kurulması hayaldir... Çünkü “İslam Devleti Modeli” demokrasiye aykırıdır... Demokrasi rejimi oy çoğunluğuyla yetinmez; gerçek demokrasi, temelinde laiklik bulunan bir çağdaş hukuk modelinin düzenidir. ? 22 Temmuz’da sandıktan AKP’ye “dur” diyecek bir sonuç çıkabilirse, laik Türkiye demokrasisi iki kırmızı çizgisini koruyabilecek bilincini sandıkta vurgulamış olacaktır. Başarısızlığın Ölçüsü SAYIN BAŞBAKAN seçim sonuçları açısından kendisi için neyin başarısızlık sayılacağını ortaya koydu: Tek başına iktidar olmasını sağlayacak Meclis sandalyesi sayısını, yani 276’yı bulamazsa politikadan ayrılacak. 2002’deki 360’lardan 276’ya inmeyi başarısızlık saymadıkça, onun için sorun yok. Oysa, öylesine büyük bir düşüş, kim ya da hangi parti söz konusu olursa olsun, aslında üzerinde durulması ve düşünülmesi gereken bir başarısızlıktır. Bunu o da pekâlâ bilir. Ama yine bilir ki, politika demek iktidar mücadelesi demektir ve o bu mücadeleden kolay kolay vazgeçecek değildir. Daha doğrusu, arkasındaki güçler vazgeçmesini istemezler. Ne büyük sermaye; yerlisiyle yabancısıyla, yeşiliyle karasıyla. Ne de dış güçler; ABD’siyle, AB’siyle. Bu durumda, duyduğu aşırı güvene ve ettiği sözlere şaşmamak gerekir. sıl şaşılacak olan, karşısındakilerin aynı güveni duymayışları ve aynı sözleri edemeyişleridir. Büyük sermaye desteği, iç ve dış yönleriyle, bu ölçüde belirgin olan bir iktidara karşı, böyle bir ülkede, yani yoksulu, işsizi, çaresizi hayli çok olan bir ortamda, o halk yığınlarının desteğiyle bambaşka bir iktidar seçeneğini oluşturmak çok kolay olmalıydı. Aynı şekilde, dış desteğin hiç su götürmez belirginliği, ulusal onur duygusunun hayli yaygın olduğu bir toplumda çok güçlü bir halk tepkisi uyandırmayı ve bu tepkiyi iktidar seçeneğine dönüştürmeyi de kolaylaştırmalıydı. Bunlara bir de Kuzey Irak politikasının sonuçsuzluğunu ve dinmek bilmeyen şehit acılarını da ekleyebilirsiniz. Böyle olunca, asıl başarısızlık ölçüsünü şimdiki iktidarın kaybettiği oylarda aramak yerine, karşısındakilerin iktidar olabilmek için gerekli oyları oluşturamayışlarında aramak daha doğru olmaz mı? ütün bunlar, seçim sonrasının değerlendirmelerinde ve arkadan gelecek olan hesaplaşmalarda akılda tutulması gereken noktalardır. 23 Temmuz sabahında bu iktidarın sonu ilan edilememiş ve yeni bir iktidar formülü için, güç de olsa, Türkiye’ye “gözün aydın” dedirtecek bir koalisyon yolu belirmemişse, AKP karşısındakilerin “görece başarı”ları üzerinde çene yormanın fazla anlamı olmayacaktır. Öyle bir tablo, ancak “toplu başarısızlık” olarak nitelendirilebilir. Çünkü son 5 yılın iktidarı dış politikada öylesine büyük hatalar yaptı, ekonomik ve sosyal politikalarıyla toplum yapısında öylesine derin yaralar açtı ki, aynı durumda olan başka herhangi bir ülkede bütün bunlara karşı değişik bir iktidar seçeneği oluşturmak işten sayılmazdı. Dolayısıyla 22 Temmuz sonrasının hayli karışık olacağa benzeyen Türkiye ortamında asıl hesap sorulması gerekenlerin kimler olacağı, siyasal kadrolar kadar seçmen kitlesinin de aklını ve izanını nasıl kullanacağına bağlı. Başka bir deyişle, halk başarı ya da başarısızlığın hem hakemi, hem de başlıca etkeni olacaktır. K A B eyifsizlikle karışık bir ilgisizliğin ve coşkusuzluğun damga vurduğu seçim öncesi döneminden şaşırtıcı sonuçlar verebilecek günlere geçiliyor. Ancak mayıs ayına göre biraz gönülsüz de olsalar, yurttaşlar belli çoğunlukla sandık başına gitme eğiliminde. Seçime katılma oranının 2002’dekinden epeyce yükseğe tırmanması bekleniyor. Bu durumda, 36.0 milyonu aşabilecek geçerli oy çıkabileceği tahmin ediliyor. 2002’de bu sayı, 31.4 milyon civarındaydı. Arada vefat etmiş olan yurttaşlarla birlikte 2002’ye göre 6.0 milyon civarında yeni seçmenin geçerli oyu söz konusu. İlk defa oy kullanacak genç yurttaşlardan 3.0 milyon geçerli oy beklenirse, geri kalan bölümünün 2002’de seçmen statüsüne sahip olduğu halde bilerek oy kullanmamış yurttaşlardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Burada, 19992002 döneminin çeşitli gelişmelerinden dolayı siyasal sisteme kırılanların, yandaşı partilere küskünlük gösterenlerin sandığa gitmeme biçimindeki protesto tavırları söz konusuydu. Bu umarsızlar, kısmen, Tayyip Erdoğan’ın peşindedirler. Ancak büyükçe bir bölümü geçmiş yılgınlıklarını ve kırgınlıklarını biraz örseleyerek bu kez sandık başına gidebilirler. Aralarında DSPMHP ve bir miktar da ANAP kırgınlarını kaçınılmaz olarak barındıran bu grupta CHP yanlısı seçmenler de yer almaktaydı (Parti içi çekişmelerden, yeterince sol söylemler geliştirilememesinden ve kısmen de genel başkanın kişiliğinden rahatsızlık duyanlar olduğu bilinmekteydi). Seçime katılma oranının 2002’de çok azalmasının bir sebebi de bu olgudan kaynaklanmıştı. Bu kez bu kırgınların ve küskünlerin çoğunlukla oy kullanacakları, küçük miktarda AKP’ye ama daha çok CHP ve MHP’ye yönelecekleri tahmin edilmektedir. Buna karşılık, yeni seçmenlerin oylarının partiler arasında dağılımında AKP şanslıdır. İkinci derecede MHP’nin onun mertebesinde ya da daha az gerisinde CHP’nin yeni oylar kazanması beklenebilir. AKP’nin yukarıda açıklanan kazanılarına ek olarak, 2002’ye göre ANAP, DP, Genç Parti ve eski DEHAP tabanlarından oy kaydırması beklenebilir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde haksızlık yapılıp mertliğin bozulduğunu düşünen bazı duygusal tavırlı CHP yandaşlarının da AKP’ye yönelmeleri mümkündür. AKP’nin, böylece, büyümüş gözüken paketinin alt ucundaki deliklerden de belli bir miktar oyun MHP’ye ve CHP’ye gitmesi söz konusudur. (Tarım üreticisi tatminsizliği, büyükçe kentlerdeki esnafın sıkıntıları, terör ve ülkenin bölünmesi tehlikesine karşı AKP’nin gevşek davranışı...) Toplamda AKP 2002’de aldığı 10.8 milyonluk geçerli oy miktarını epeyce artırma imkânına sahiptir. Ancak etik dışı bir yönlendiricilikle mevcut sistemin kuvvetli gözüken kesimine aşırı yandaşça sahip çıkma eğilimindeki çeşitli kamuoyu araştırma grupları ve bunların bulgularını çarşaf çarşaf kullanan iktidar kontrolündeki medya, AKP’nin yüzde 40’ların çok üzerindeki oy oranlarından bahsetmektedirler. Bu yolla AKP lehine son bir hava yaratma ve bir miktar kararsız seçmeni daha yönlendirme eğilimi açıkça gözlenmektedir. Daha gerçekçi bir yaklaşımla AKP’nin yüzde 30’ların ortalarında bir oy oranı sınır değerlerinden başlayarak, yüzde 35.5–37.0 dilimine ve kendileri için daha iyimser olarak yüzde 36.0 38.0 dilimine yaklaşması mümkün gibidir. Çeşitli anketlerden gelen ve çoğunluğun yanlılıkları dolayısıyla güvenilemeyecek sayısal değerler bir yana konup, biraz daha çapraşık ama sağlıklı bir aritmetik işlemler dizisinin sonucu olarak, CHP ve MHP’ye de oy dilimleri tahmini yapmak mümkündür: CHP için yüzde 23’ten yüzde 25.5’e kadar değişen bir alanda ikiüç dilim düşünülebilir. MHP’nin ise yüzde 11.5–12.5 diliminden başlayarak, yüzde 1225–13.50, yüzde 13.25–14.50 dilim seçeneklerine yayılabileceği ve hatta yüzde 15’i aşan oy oranlarına ulaşabilen üst dilimlere varabileceği göz önünde tutulmalıdır. Bu seçenek dilimlerinin üç parti için nasıl komşuluk oluşturabileceği düşünüldüğünde epeyce bir olasılık ortaya çıkmaktadır. Bu ihtimallerin her biri için 85 seçim çevresindeki milletvekili sayılarının ve hepsinin toplam olarak ülke çapındaki sayıların hesaplanmasında da farklı sayısal büyüklükler kendini gösterecektir. Ayrıca, bu seçimlere özgü alışılmışın üzerinde bağımsız milletvekili seçilmesinin beklendiği hatırlanmalıdır. Karmaşıklık yaratan tüm unsurlara karşın partilerin her birinin bazı seçim çevrelerin de çıkaracağı milletvekili sayıları kesine yakın tahminlerle hesaplanabilmektedir. Az sayıda milletvekili çıkaran seçim çevrelerinde oynak yapısına rağmen d’Hondt kuralının farklılıklar yaratabilme etkisi azalmakta, bir seçenek kombinezonundan diğerine geçildiğinde o çevreden çıkacak vekillerinin partiler arası dağılımı hesaplanabilmektedir. Daha çok vekil çıkaran seçim çevrelerinde, değişen kombinezonlarda partilerin çıkarabileceği üyeler büyük sıçrayışlarla değişmemektedir. En fazla bir artış ya da bir eksiliş ortaya çıkmaktadır. İzmir, Ankara ve İstanbul özelinde ise durum daha karmaşıktır. AKP ve CHP’nin oyları azalmasa bile vekil sayısı olarak MHP’ye yer kaptıracağı açıktır. Türkiye toplamı için çıkabilecek yaklaşık uç sayısal değerler belli hata paylarıyla kestirilebilmektedir. O tılsımlı ve gizemli 276 milletvekili sayısına ve hatta bunun üzerinde 280’lerde dolaşan değerlere AKP tarafından ulaşılması şaşırtıcı görülmemelidir. CHP ve MHP’nin oy oranları toplamı AKP’ninkini aşsa bile çıkaracakları vekil sayılarının toplamı AKP’lilerin altında kalma durumundadır. AKP’nin varlığını kuvvetle sürdürmesinden duygusal tatmin yaşayacak daha saf ve iyi niyetli yurttaşların yanı sıra, çıkar ilişkisi bağlantılarını sürdürecek açıkgöz ve daha az iyi niyetli bir kesimin de bulunduğu açıktır. Bu kesimin ve kontrollerindeki medya çığırtkanlarının, AKP’nin vekil sayısı üç yüzlere varmasa bile büyük zafer naraları atacakları kesindir. Vekil sayısı daha aşağılarda olduğunda da, 25, belki biraz üzerinde gelebilecek DTP bağlantılı bağımsızlar ile birlikte AKP’yi özel bir iktidar gerdeğine hazırlamak için çığlıklar atmaları da beklenebilir. Bu da şaşırtıcı karşılanmamalıdır. Ancak bu tür bir kol kolalığın yeni sosyopolitik sıkıntılara yol açması ve curcunalı bir döneme girilmesi durumunda da çok fazla şaşkınlık gösterilmemelidir. Kuvvetli bir yurttaşlık duygusuyla beslenmiş seçmen sağduyusunun belirleyici rol oynayabileceğinin de altı çizilmelidir. Yukarıdaki soğukkanlı bir rasyonelliği yansıtan bulgulara, örtülü bir potansiyel olarak fazla dikkat edilmeyen ülke sevgisi ve yurttaşlık sağduyusunun damga vurması halinde kimsenin beklemediği farklı sayısal tablolar da ortaya çıkabilir. Bu sağduyunun şaşmazlığına güvenelim. mumtazsoysal@gmail.com Organik Beslenme Sadık ÇELİK * Organik beslenme günümüzde kimsenin ağzından düşmüyor. Gün geçmiyor ki organik tarımın desteklenmesini isteyen yeni bir haber çıkmasın. Organik pazarlar açılıyor, web siteleri kuruluyor, organik beslenmeyi teşvik eden dernekler türüyor. Organik kelimesi artık sadece beslenmenin ve gıdanın başına eklenmiyor. Kıyafetler de organik, mobilyalar da... Organik beslenme ne kadar mümkün? Organik ürünler hâlâ marketlerde küçük gramajlı ambalajlarda neredeyse reçete ile satılıyor. Herkesin günlük yemeğini yapabilmesi için ne miktarı yeterli, ne de fiyatları uygun... Dolayısıyla bu ürünler henüz sağlığı koruyucu olmaktan çok tüketim toplumunun yeni favorileri olmaktan öteye gidemiyor. Bir yemeğin organik olabilmesi için salçadan tuza, domatesten makarnaya kadar kullanılan bütün malzemelerin organik olması gerekli. Dolayısıyla organik yemekten önce üretim koşullarında iyileştirmeye gitmek gerekiyor. Türkiyede 1950’lerden beri çarpık kentleşme ve sanayileşme ile birlikte bilinçsizce kullanılan gübreler, tarım zararlılarına karşı kullanılan zirai ilaçlar, genetiği değiştirilmiş tohumlar esas tehlikeyi oluştururken, tek bir organik malzeme ile “organik yemek” hazırladığını iddia etmek abesle iştigal... Sağlıklı yaşam reçetelerini, tüketim toplumunun bize sunduğu yeni oyuncakları bırakalım bir tarafa, çünkü şu andaki organik ürünler ancak evcilik oynamamıza yeter. Kendi kapımızın önünü kendimiz süpürelim. Evlerimizde yaptığımız yemeklerde organik ürünler kullanmamız ve hijyeni kontrol etmemiz daha kolay. Esas tehlike bizi dışarıda bekliyor. Birçoğumuz iş dolayısıyla en az bir öğünü dışarıda yiyor, çocuklarımız zorunlu olarak okulda besleniyor. *Keyveni Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Sağlıkta Dönüşüme Devam mı Yoksa... Prof. Dr. Ferda ÖZYURDA Ankara Üni. Tıp Fakültesi Halk Sağlığı ABD Öğr. Üyesi önüşüm “olduğundan başka bir biçime girme, başka bir durum alma” anlamına gelmektedir. Son yıllarda IMF’nin dayatması ile ortaya konan sağlıkta dönüşüm ve sosyal güvenlik reformu neyi neye dönüştürüyor. Bu soruyu yanıtlamak için, ne dönüşüyor ona bakmak gerekir. Dönüşen Cumhuriyetimizin sağlık politikasıdır. Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren toplumun sağlık sorunlarına önem vermiş ve savaş sonrası koşulları ve salgın hastalıklara karşı eğitilmiş sağlık ekibinin oluşturduğu verem savaş, frengi savaş, trahom savaş ve sıtma savaş dispanserleri ve ilçelerde hükümet tabipliği örgütünü kurmuştur. Daha sonra 1961’de 224 sayılı sağlık hizmetlerinin sosyalleştirilmesi yasası ile koruyucu sağlık hizmetlerini önceleyerek Doğu illerinden başlamak üzere ülkeyi sağlık ocakları ile donatmayı hedeflemiştir. Bu politikanın temel ilkesi herkese eşit, ulaşılabilir temel sağlık hizmeti sunmak, toplumun sağlık hizmetine katılımını D sağlamaktır. Bir başka deyişle, 1961 Anayasası’nda ifadesini bulan herkesin sağlıklı olma hakkını güvence altına alarak sosyal devleti bunu sağlamakla yükümlü kılarak; sağlık hizmetini ücretsiz, herkese ayrım yapmadan eşit ve ekip olarak sunmayı ve toplumun bilinçlenerek kendini ve çevresini sağlıklı hale getirerek sağlık hizmetine katılımını öngören bir sağlık örgütlenmesi yapılandırılmıştır. Bu sistemde hizmetin mali kaynağı devletin halktan topladığı vergilerle oluşan genel bütçeden ayrılan kaynaklardır. Sağlıkta dönüşüm ne getirecek? İster sigortalı, ister devlet memuru ya da emeklisi ol, istersen hiçbir sosyal güvencen olmasın çocuğun ya da kendin hastalanınca sağlık ocağına gider, kartını çıkarır, muayene olurdun, kimse senden para istemezdi. Sonra sağlık ocaklarına yazarkasalar konunca bir miktar para ödemek zorunda kaldın. Şimdi aile hekimliğine dönüşünce sigorta primini düzenli ödemen gerek, ödemezsen muayene olamazsın ya da parasını ödersin. Sigortalıysan SSK hastanesine, devlet memuru ya da emeklisiysen devlet hastanesine, üniversite hastanesine giderdin, tedavi, ameliyat, protez giderlerin kurumunca ödenirdi. Şimdi özel dahil her hastaneye gidebiliyorsun, sosyal güvencen her yere aynı parayı ödüyor. Ama bu geçici, ilerde bu kurumlar gitgide küçülecek bu paket fiyatlarla hizmet sunamayacakları için ya cebinden ek para ödeyeceksin ya da gençsen özel sigorta yaptıracaksın . Daha önceleri tedavin için yazılan reçeteler için ilaca katkı payı ödemezdin, şimdi yüzde 1020 katkı payı ödüyorsun, bu oran giderek artabilir. Kronik bir hastalığın varsa ve heyet raporun varsa ilaçlarını katkı payı ödemeden alabilirsin. Ama artık her yıl heyet raporu almak zorundasın. Üstelik örneğin kemik erimen var ve ilaç kullanıyorsan, ilaçla düzelmişsen, kemiklerin tekrar erimeden (rapor için kemik yoğunluğunun sınırın altında olması gerektiğinden) rapor alamazsın, dolayısıyla ilacını da alamazsın. Ama ilaç parasını cebinden verebilirsen sorun yok demektir. Ateşin çıktı, hastasın, muayene oldun, doktorun sana bir antibiyotik yazdı. Eczane bedeli ödenecek eşdeğer ilacı verecektir, illa da doktorumun yazdığı ilacı istiyorum dersen farkını cebinden ödersin. İki bacağın hasta, ikisinin de tedavisi gerek, ama birinin tedavi gideri ödenebilir, öbürünü ya gözden çıkaracaksın ya da cebinden onun da tedavi giderini ödeyeceksin. Kalp damarların tıkanmış, stent takılıp açılması lazım ki yaşayabilesin. Ama unutma belli bir ucuz stentin parası karnenden ödenebilir. Sen ileri teknoloji ile üretilmiş ilaçlı stent istersen aradaki farkı yaklaşık 3 bin doları cebinden ödemelisin. Bu özelleştirme ve liberal sağlık politikası örnekleri yaşadıklarımız ve yaşayacaklarımızla çoğaltılabilir. O zaman bunları bir kez daha düşünelim. Sağlıkta dönüşüm devam etsin mi, etmesin mi?.. Karar sizin! KADIKÖY 3. İCRA MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN DÜZELTME İLANIDIR Dosya No: 2006/532 Tal. Gazetemizde 17/07/2007 tarihinde 37980 Basın Nosu ile yayımlanan G.M. satış ilanında; taşınmazın evsafı bölümünün 2. maddesinde yer alan 103 pafta 2980 ada 34 parsel sayıda kayıtlı taşınmaz Caddebostan Mahallesi Göztepe Parkı karşısında Kavaklı Sokak, 18 kapı numaralı bodrum+zemin+12 normal katlı Menekşe Apartmanı’nın 11.kat 20 numaralı dairesidir. Olması gerekirken sehven 11. kat olarak yayımlanması gereken kısım Roma rakamı ile (II) kat olarak yayımlanmıştır. Bu hususun düzeltildiği tüm ilgililere duyurulur. 20.07.2007 Basın: Tashih CUMHURİYET 02 CMYK