28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 TEMMUZ 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Siirt Konuşması ve Beş Kriteri Muzaffer İlhan ERDOST TİHAK / Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı ecep Tayyip Erdoğan’ın, 12 Aralık 1997’de, Siirt’te yaptığı konuşma, bugün için ayrı bir önem taşıyor. Konuşmanın nirengi noktaları sayılabilecek beş kriter belirledim. Bunları okurla paylaşmak istedim: Birinci kriter: İlhan Selçuk’un yazılarında zaman zaman yinelediği “Minareler süngü / Kubbeler miğfer / Camiler kışlamız / Müminler asker” dizeleriyle başlıyor konuşma. Bu dizeler, “üç kıta yedi iklime hükmeden” Osmanlı’nın İslamı yaymayı amaçlayan cihada çağrısı değil, hükmettiği üç kıtadan kovulmuş, kolları ve bacakları kesilmiş, gövdesi paylaşılmaya ve ordusu dağıtılmaya başlanan bir ülkenin İslamı kuşanarak ülkesini kurtarma, “küffar”ın esaretinden kurtulma çağrısıdır. Ne var ki Sevr Antlaşması’nı hazırlayanlar ve imparatorluğa imzalatanlar, Sarayın, İstanbul’da kalması karşılığında, Anadolu’da yükselen ulusal direnişi bastırmasını istemişler, şeyhülislamın fetvasıyla, Düzce’den Zile’ye “Kongracılara” karşı “Şeriat” yanlısı kimi eşkıya, “camileri kışla” ve “müminleri asker” yapmış, ulusal direnişin önü kesilmeye çalışılmış, ama ezilmişlerdi. 1997’de, Siirt’te, Tayyip, şeyhülislamın fetvasının rövanşını Cumhuriyetten almak için yola çıktığını bu dizelerde açıklamış bulunuyor. İşte ikinci kriter: “Kardeşler”, diyor Erdoğan, “bizim meselemiz, bizim derdimiz, bu ülkede zihniyetlerdir, kafa yapılarıdır. Yıllarca bu ülkeyi yanlış zihniyetlere mahkum edenlere karşı biz mücadelemizi kişilerle değil, zihniyetlerle sürdüreceğiz.” Zihniyetini de açıklamış Tayyip: “Evet, göğsümü gere gere söylüyorum: ‘Benim referansım İslamdır’.” Yöntemi de o denli açık: “Ağaca yaslanma, kula yaslanma, Allah’a yaslan.” Hemen sormak gerekiyor: Yaslandığı Bush, kul olmadığına göre, ağaç mı, yoksa Allah mı? Okur, “yıllarca bu ülkeyi yanlış zihniyetlere mahkum edenler”inse kimler olduğunu anlamıştır umarım. Milli Eğitim Bakanı’nın, iktidarlarının ilk yılında, “Saidi Nursi’nin sözlerine uyulsa, yolundan gidilseydi, Türkiye bu duruma düşmezdi!” sözünde açığa vurduğu gibi, yanlış zihniyet, Saidi Nursi’nin, “Şark’ı din ve vahiy kurtarır!” dogmasına karşı, aklı ve bilimi, gelişmenin ve yükselmenin temeline oturtan Kemal Atatürk’ün “zihniyeti”nden başkası değildir. Üçüncü kriteri ‘İstiklal Marşı’ndan. Erdoğan, Mehmet Akif, İstiklal Marşı’nı, “meyhanede yazmadı, kerhanede yazmadı, barda yazmadı, pavyonda yazmadı” diyor. “Tacettin Dergâhında” yazıldığını söylediği İstiklal Marşı’nın, kendilerinin “Manifestosu” olduğunu savlıyor ve ekliyor: “Orda ne diyor: ‘Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal’ Dikkat edin, orda: ‘Hakkıdır kula tapan milletimin PENCERE Kadın Özgürlüğünün Ölçüsü... “Benito Juarez’in 1860’ta hazırladığı anayasada yer alan devlet kilise ayrılığı nedeniyle laik ülke olan Meksika’da tarikatlar hızla çoğalmakta, dindarlık, sefalet ve cehalet temeli üzerinde gelişmektedir. Nehru’nun 1948’de Hinduların, Müslümanların, diğer inananların ve ateistlerin birlikte, barış içinde yaşamalarını sağlamak amacıyla dinden bağımsızlaşmış, laik bir ülke olarak yeniden tanımlamak istediği Hindistan’da dinler arası çatışmalar benzeri görülmemiş bir şiddetle yeniden alevlenmiştir. Yakın zamanda binlerce Müslüman, Hindular tarafından öldürülmüştür. ............................ Türkiye’de 1922’de Mustafa Kemal’in yönettiği laikleşmeden seksen yıl sonra İslamcı parti yeniden başa geçmiş ve aynı şekilde, şimdiye kadar üniversitelerde yasak olan türban güç kazanmıştır. Pakistan’da İslami şeriat anayasada yazılıdır. Ateistler ve Hıristiyanlar tehdit altındadır ve açık biçimde damgalanmıştır; öte yandan Doktor Chaikh’e karşı yapıldığı gibi dine saygısızlık davaları sertleşmektedir. ArapMüslüman dünyasında tepeden İslamileşme, yerini aşağıdan İslamcılığa bırakmaktadır.” ? Köşemiz elvermediği için “Laiklik Nedir?” kitabından (Henri PenaRuiz, Gendaş Kültür Yayınları) aktardığımız örnekleri kesiyoruz. Yazar bütün dünyadan çarpıcı örnekleri yansıtırken ayrıca diyor ki: “ Engels, AntiDühring’de kadınların özgürleşmesinin derecesinin genel özgürleşmenin derecesinin ölçüsü olduğunu belirtiyordu...” “ Bu önerme güncelliğinden hiçbir şey yitirmemiştir.” ? Türkiye’de bugün İslamcılık, AmerikanSuudi destekli bir yaşam biçimi ve toplum düzeni olarak “irticaî” kavgasını veriyor... 22 Temmuz seçimleri bu hesaplaşmanın bir aşaması... Laikliğin kuyusunu kazan Sam Amca markalı BOP’u demokrasinin gereği gibi sunan mürteci politika sandıkta durdurulabilecek mi? Tarihte ve bugün kadın köleliğinin simgesi olarak bilinen “tesettür” Çankaya’ya çıkıp Cumhurbaşkanlığı’nda egemenliğini ilan edebilecek mi?.. Onlar Bir Uyansa!.. Bir emekçiler iktidarı ne zaman kurulacak? Emekçiler, işçiler, ameleler, çalışanlar, geçimlerini elleriyle, kafalarıyla sağlayanlar... Bir partileri mi var? Evet var! İşte İşçi Partisi, işte Emek Partisi, işte Komünist Partisi!. İşte sendikalar, onbinlerce, yüzbinlerce sendika üyeleri. Ve sendika dışında kalan milyonlarca insanımız.. ??? Şimdi seçimler var, herkes sıraya girdi, oy istiyor; CHP , AKP, MHP, DP, Genç Parti... Bunlar yüzde 10’luk barajı ya aşacak ya da aşma düzeyine yaklaşacak olanlar.. Ötekilerin hiçbir şansı yok! Yüzde 3’lerde belki, çoğunlukla sıfıra yaklaşık oranlarda kalacaklar... Emeğin, emekçinin işi, yalnızca “öteki”lere hizmet etmek: Oylarıyla, desteklemeleriyle, alkışlarıyla! “Bütün bu kocaman partiler bana ne getirir, bana ne kazandırır” diye düşünmeden... “Düşünmeden” derken üzülüyorum. Niye düşünmesinler, niye kendi yararlarının nerde olduğunu bilmesinler? ??? Yıllar önce bir seçim öncesiydi. Bahçe duvarını ören bir gençle konuşuyordum. Anadolu’nun geri kalmış bir yöresinden gelmiş, bir hemşerisinin yardımıyla iş bulmuş... Söyleşmek için sordum: “Oy verecek misin? Kime vereceksin? Bak bir TİP var, emeği, emekçiyi savunuyor, belki ona?” Birden elindeki malayı bırakıp ayağa kalkmıştı. Elini sallayarak: “Ben bugün işçiyim, ama hep işçi mi kalacağım?” Korkmuştum, utanmıştım, karşımdakini küçültür gibi olmuştum. “Bak ben de emekçiyim, geçimimi gazetede çalışarak, hem de geceleri çalışarak kazanıyorum” dediğimi anımsıyorum... ??? Bir şarkısı vardı Cem Karaca’nın: “İşçisin sen, işçi kal..” O sıralarda övünçtü emekçi olmak, ekmeğini elinle, kafanla çıkarmak. Öte yandan niceleri sınıf atlamak peşindeydi. Köyden kasabadan gel, bir gecekondu yap, git bir yerlere yanaş, önce şu bu, derken işi büyüt, birdenbire kendini kolay, çalışmadan kazanan, onu bunu kullanarak bir yere gelmeyi başarı sayan bir sınıfın, bir zümrenin, bir üçkâğıtçı anlayışın sürüsünde sen de yerini al!.. ??? Benim yıllar önce konuştuğum, doğrusu ya azarlandığım duvar işçisi sonra ne mi oldu? O da kendini köyden kente getiren hemşerisinin yolunu tuttu, o da köyden başka birilerini getirip iş buldu, böylece işveren gibi davranmaya başladı, belki şimdilerde bir yerlerde müteahhit olmuştur! 27 Mayıs Anayasası’ndan sonra Vatan gazetesinde “Büyük bir işçi partisi kurulmalı” başlıklı bir yazım çıkmıştı. Ardından sendikalı işçiler “Türkiye İşçi Partisi”ni kurdular. Politika dünyamıza yeni bir ses, yeni bir açılım, dolayısıyla sağlam bir atılım rüzgârı esmişti. Ama sonu gelmedi! Bir gün (o gün ne zamansa), o bir gün gelecek, emeğe, emekçiye, işçiye, çalışana, eliyle, koluyla, kafasıyla ekmeğini en dürüst, en onurlu biçimde çıkarana TBMM’nin kapıları açılacak; bugün ezilen, horlanan, onun bunun sömürüsüne katlananların partisi seçimlerle üstünlük kazanıp iktidara gelecek... İşte o gün Türkiyemizde gerçek bir demokrasi dönemi başlayacak!.. R istiklal!’ demiyor.” 2 Temmuz’da Sıvas’ta, Ozanlar Anıtı’na “put” diye saldırılmış olması gibi, Erdoğan da “put” olarak Atatürk’ün heykellerini örtük bir biçimde duyumsatıyor. “Kula tapmak” yerine, “Bush’a tapmak”, bugün daha anlamlı geliyor bana. Ama Bush Tayyip’in putu mu, yoksa Tayyip Bush’un “kulu” mu diye sormak da gerekiyor. Nasıl ki eski toplumlarda, insanların doğal nesnelerden, yani maddelerden ürettikleri tanrılar, bu tanrıları üretenlerin iradelerini tutsak aldıysa, kendi yarattığı puta insan kendini kurban ettiyse binlerce yıl, insanlığın emeğinden sızdırılmış değerlerden türetilmiş olan “dolar” da onu yaratanları yalnızca buyruğu altına almakla kalmadı, insanı ve insanlığı kendisine kurban etmeye hazır robotlara dönüştürdü. Erdoğan, gene de, insanın ve insanlığın kendisine kurban edildiği “dolar”ın tutsağı bir robot olan Bush’un dizleri dibinde, İncirlik’i NATO’ya, İskenderun’u Pentagon’a, Petkim’i Yunan Genelkurmayı’na “iktidarlık” olarak ikram edebilir. Ama “Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal” diye değil, olsa olsa “hakkıdır put’a/baybuş’a tapan milletimin istibdat!” diye “göğsünü gere gere” konuşabilir. Dördüncü kriter: “Değerli kardeşlerim”, diyor, “bu ülke bir geçiş yapıyor. Şu anda Türkiye patinaj yaşıyor. Bu patinajda araba geriye de gidebilir. Biz diyoruz ki, Allah’ın izniyle biz geri gitmeyeceğiz. Toparlayacağız ve kaldığımız yerden aynen devam edeceğiz.” “Kaldığımız yeri” de açıklıyor: “Kardeşler, biz, şunu bilin ki, altı asır nasıl üç kıta yedi iklime hükmettiysek, Allah’ın izniyle yeniden üç kıta yedi iklime hükmedeceğiz.” Nedenini de ekliyor: “Bu millet, bu millet asildir, bu millet şereflidir, bu millet haysiyetlidir.” Siirt konuşmasında, “Biz kimseye diyet borcuyla gelmedik. Bizim tekelci sermayeye borcumuz yok, bizim bir kısım medyaya borcumuz yok” diyen Erdoğan’ın “Başbakan” olarak sözlerini anımsayalım: “Ülkeyi pazarlamakla mükellefim!”, “Sermayenin, ırkı, dini, mezhebi olmaz!”, “Yabancı sermayeyle yerli sermaye arasında fark kalmadı!” Son durak: Petkim. Petkim’i alanların dini, mezhebi, ırkı, ulusu tartışılıyor, ama satanlar geleneksel ve modern tüm değerleri dolara endekslemiş olmakla övünüyorlar. Irkı, dini, mezhebi, ulusu ve ulusal sınırı olmayan uluslararası sermayeye ülkesini satmış bulunan bu “asil millet”, şerefli millet”, “haysiyetli millet” (Osmanlı’nın kan dökerek, kelle keserek kazandığı “şeref”ini ve “haysiyet”ini yeniden kazanacağını duyumsatan bu sözler, Kemal Atatürk’ün, ulusun kendine güvenini sağlamak için söylediği “Türk milleti zekidir, Türk milleti çalışkandır” sözlerine karşıt olarak dile getiriliyor), asaletini, şerefini, haysiyetini ulusal sınırları silmiş, “Kuzey Irak” hariç, üç kıta yedi iklime yaymış ve hatta taşımış bulunuyor. Doğal ki sermaye olarak ve doğal ki negatif bir yayılma biçiminde. Kısacası biz, üç kıta yedi iklime yayılmıyoruz, üç kıta yedi iklim bize “giriyor”, yalnızca “girmiyor”, üç kıta bize “giydiriyor”. Bir ulus için ne şeref ama! Beşinci kriter: Erdoğan’a “Sen Rizelisin. Sen Lazsın” demişler. Erdoğan’dan aktaralım: “Baba yahu, demiş Erdoğan, biz Laz mıyız, Türk müyüz, neyiz? Babam da çok küçükken büyük dedeme sormuş: Dede, demiş, biz Laz mıyız, Türk müyüz, demiş. Babasının dedesi de, torunum, yarın öleceğiz, demiş, Allah bize soracak: Men Rabbuke Vemen nebiyyüke Ve ma dinüke Torunum, Allah bize ‘vema kavmüke’ diye bir soru sormayacak,” demiş. Ne demek bu? Yarın öleceğiz. Allah bize Rabbin kim, nebin kim, dinin ne? Bunları soracak. Ama bize kavmin nedir diye bir soru sormayacak. Torunum sana sordukları zaman, ‘Elhamdülillah Müslümanım’ de, geç demiş. Olay bu kadar basit.” Evet, insan bu kadar basit olursa, olay da bu kadar basitleşir. Muhammet’in yüzyılının kavramları ve kurumları açısından bakarsak ne ulus var, ne de ırk biliniyor. Ne ulusal var, ne de ulus devlet. Ne anayasa var, ne cumhurbaşkanı seçimi. Ne siyasi parti var, ne siyasal erk. Ne sermaye var, ne de bugünkü gibi sınıflar. Ne BOP, ne küreselleşme. Ne Irak, ne petrol. Çuval bile yok başa geçirilecek. Çuvallanan da. Onun için küçük torun Erdoğan’a, Allah, “niçin sattın ülkeni” diye sormayacak. Niye sattın ülkeni toprağıyla, suyuyla, havasıyla diye de sormayacak. Niye sattın ulusun kanını, damarlarını, sinirlerini, bankasını, fabrikasını, niye verdin limanlarını, havaalanlarını, PTT’nin T’sini, P’sini, öteki T’sini diye sormayacak Allah. Kaç torba altının var, bankalarda neyin var, kimin ortağısın, kimsin sen, zorun ne diye de sormayacak Allah. Emirli’de bombalı saldırıda ölen Türkmen kadınların ve çocukların da kavmini sormayacak Allah. Yalnızca kavmini değil, ulusunu/milletini de sormayacak Allah Erdoğan’dan. Sorarlarsa “Elhamdülillah Müslümanım” deyip geçecek Erdoğan. İşte soru: Geçebilecek mi? Irak’ta çoluk çocuk binlerce Müslümanı öldüren ABD askerinin bir tekinin bile ülkesine tabut içinde dönmemesi için dua eden Erdoğan’a, Allah, “Ve ma dinüke” diye sorduğu zaman, Erdoğan, “Elhamdülillah Müslümanım” diyebilecek mi ki, geçiversin. * Konuşma metni için bkz: Cemal Dindar, Biat ve Öfke, Telos, İstanbul 2007, s. 5364 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle