15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 30 HAZİRAN 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Koalisyon mu Tek Parti mi? Gerçek parlamenter demokrasi ve saygın parlamento koalisyonlarla kurulur çünkü. Tek parti tek parti diye savrulan desteksiz vaatler, içi boş sloganlar; her eğilimden oy almaya dönük siyaset soytarılıkları değil mi, parlamento saygınlığını sıfırlayan? Üstelik, tam da bütün o uğursuz yıllar boyunca aklımızın ermediği “birlikte yönetim”i, son denemelerde yeni yeni öğrenmeye başlamışken?.. PENCERE Amerikancılık Güdülenmesi... İkinci Dünya Savaşı ertesinde, 1946 yılında İstanbul’a gelen Amerikan zırhlısı Missouri’yi karşılamak için genç yaşlı, çoluk çocuk Türkler seferber olmuşlardı... Beyoğlu’nda meşhur Abanoz Sokağı temizlenip evler badana edilmişti; ortalık düğün bayram yeri gibiydi... İstiklâl Caddesi’nde Amerikan bahriyesi tramvayın tepesine tırmanmış, bira şişesini yudumluyor, halk bu gösteriyi alkışlıyordu... Halkımız her Amerikalıda bir Holivut yıldızı görüyordu... Biz Türkler birilerini sevdik mi işte böyle severiz... ? Nasıl sevmeyelim ki... Amerika bizi “Allahsız komünistlerin” saldırısından koruyordu... Bu mavalı 1991’e dek yuttuk... Hiç kimseye Amerika’nın çıplak gerçekliğini, acımasız emperyalizmini anlatmak olanağı yoktu... Amerika için laf mı ettin?.. Öyleyse sen komünistin tekiydin... Komünist ne demekti?.. Vatan haini!.. ? Peki, bugün durum ne?.. Dün bizim gazetede bir haber yayımlandı; ABD’li Pew Araştırma Merkezi’nin yaptığı yoklamada ilginç bir gerçek ortaya çıkmış; dünyada Amerika’ya olumsuz bakan ülkelerin başında Türkiye geliyormuş... 2000 yılında ABD’ye verilen halk desteği yüzde 52 imiş... Bu rakam yüzde 9’a düşmüş... Doğru mu?.. ? Doğrudur... Ama, başka doğrular da var... O doğrulardan biri de Türkiye’yi bugün bile Amerika’nın evire çevire yönettiği gerçeğini vurguluyor... Ülkemiz ekonomisini IMF çekip çeviriyor... ABD, güneydoğu sınırımızda komşumuz oldu; PKK’yi himaye ediyor... Amerika AKP’yi de güdümüne almış, tümüyle kendine bağlamış durumda... Türk halkının yüzde 91’i Amerika’ya olumsuz bakıyorsa, bu eğilim neden politika yaşamına yansımıyor?.. Amerika’ya tam teslimiyet içindeki AKP’nin çevresinde bir kuşatmaya dönüşmüyor?.. ? Bu konuda muhalefet sorumlu!.. Türkiye’de Amerikan yönetiminin siyasetini açıklıkla, gerçekçi biçimde, çekinmeden ve korkmadan eleştirecek bir muhalefet oluşmadı... Muhalefet çekingen... Gölgesinden korkuyor... Eski değer yargılarının ağırlığı altında ezilen mantıkla dünyadaki ve Türkiye’deki gelişmeleri kavrayıp yeni ve güçlü bir siyaset rüzgârı yaratmak olanaksızdır... Halk yeni rüzgâr bekliyor... ? Muhalefette geri kalan partinin birinciliğe oynaması olanağı var mı?.. Genelkurmay Başkanı’nın bile “teröre dış destek”ten söz açmak zorunda kaldığı zamanda ve zeminde, Amerika’nın adını ağzına almaktan çekinen muhalefet, “işbirlikçi AKP” iktidarına karşı bunca edilgin davranırsa, birinciliğe terfi edemez... İngilizce Ninnilerle UYUTAYIM seni, büyüteyim seni, eğiteyim seni... Bu bir kitap adı. Aynı zamanda, öğretmen kökenli bir hukukçunun, avukat Hüseyin Özbek’in, çeşitli yerlerde yayımlanmış yazılarından oluşan bir derlemeye eklediği son yazının da başlığı. Yazı, Çukurova Üniversitesi Dış İlişkiler Birimi Başkanı Profesör Erbuğ Keskin’in geliştirdiği “Ninni ile Dil Eğitimi Projesi”nin açıklanmasıyla başlıyor. Yabancı dil kavramını beşikte geliştirmeye yönelik bu projeye göre, bebekler uykuları gelince İngilizce CD’lerden ninni dinleyerek yabancı dile ısınacaklarmış. Sayın Profesör, yabancı dil öğretmekten daha çok, bu kavramı beşikten başlayarak geliştirmekle olumlu sonuçlar alınacağına inanmaktaymış. Projenin eşgüdümcüsü Dr. Figen Yılmaz da projenin AB Komisyonu’na sunulan 137 tasarım arasında “en iyi ilk sekiz”e girdiğini, buna İngiltere başta olmak üzere Danimarka, Yunanistan, Romanya ve Çek Cumhuriyeti ile Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ortak olduğunu, 320 bin Avro’luk destek alındığını söylemiş. Yazı 2006 sonunda yazıldığına göre, Avro’lar çoktan gelmiş, İngilizce ninniler çoktan çalınmış, bebekler çoktan yabancı uykulara dalmış olsalar gerek. ayın Özbek, asıl eleştirisini ortaya koymadan önce, bu konudaki bilimsel etkenleri de belirtmiş. Araştırmalar bebeğin ana karnındaki gelişme süreciyle birlikte kişiliğinin, kimliğinin, psikolojik ve psişik yapısının biçimlendiğini ortaya koymaktaymış. Konuşulan dil, dinlenen müzik, karşılıklı konuşmalarda sese yansıyan söz titreşimleri bebeğin ruhsal oluşumunu etkilermiş. Ünlü Kırgız yazarı Cengiz Aytmatov’un “kendi benliğinden sıyrılarak yabancı ülkenin her şeyini özümseyen ve sonra günün birinde anayurdundan bir bitkinin kokusuyla kendine gelen çocuk” öyküsünü de ekleyip asıl konuya geliyor Sayın Özbek: Ulusal bilincin yabancı etkilerle öldürülmesi. niversitelere giriş sınavı sonuçlarının açıklanmasıyla birlikte tercih yapma günleri yaklaşırken bu konuyu düşünmeden edebilir misiniz? O günlerde gençler ve hele aileleri bir taşla iki kuş vurma peşine düşeceklerdir: İngilizce öğretim yapan üniversiteleri ya da fakülteleri seçmek ve böylece hem iyi bir yabancı dil öğrenmek, hem de iyi öğrenim almak. Kimse bu öğrenimin nasıl ve kimler tarafından ne ölçüde verildiğini, konuların akademik düzeyde yabancı dille nasıl tartışıldığını, öğrenilen dil ile öğrenimin özü arasında ne gibi bir ilişki kurulduğunu düşünmeyecek. Hangi kitaplarla hangi dünya görüşünün ve bakış açısının aktarıldığını da. Bir ya da birkaç yabancı dil öğrenmenin, öğrenimde ve araştırmada bundan yararlanmanın yadsınmaz yararları ile yükseköğretimi yabancı dilde yapmanın ideolojik sakıncalarını birbirinden ayırabilme konusunu irdelemek bu telaş arasında yine güme gidecek ve bu sorun sağlam bir temele oturtulmadan bazı koca Türkler İngilizce ninnilerle uyutulmaya devam edecek. Hıfzı DEVECİ 2 S Ü Ekonomist 2 Temmuz seçim sonuçlarına ilişkin bazı erken tahminler bu kez 3 ya da daha çok partili bir Meclis öngörüyor ve ufukta koalisyon ihtimali belirdi ya; tek parti yönetimlerinin koalisyonlardan daha başarılı olduğuna ilişkin analizler de gazeteleri süslemeye başladı. Ama bu iktidar yanlısı tek parti çığırtkanlarının, ortaya sürdükleri sözde karşılaştırmaların temeli yok; istatistikleri işlerine geldiği gibi eğip büküyorlar. Oysa, böyle bir konuda gerçekten objektif değerlendirmeler yapmak için, önce ortaya bir ölçüm metodolojisi koymak gerekir. Sonra da sosyal, siyasal, ekonomik, askeri, hukuksal.. alanlarda; bir hükümet döneminden ötekine ortaya çıkan gelişmeler saptanmalı; ama bu çalışmalar akademik tarafsızlık ve bilimsel yaklaşımlarla yapılmalı. Sadece ekonomik karşılaştırmalarla sonuca varmak da çok kolay değildir. Şimdilerde birtakım yazarlar, bazı oda başkanları, sözde bunu yaparak, önceden sahip oldukları düşünceyi, yani “koalisyonların ekonomi yönetimi başarısız olmaktadır” sonucunu açıklıyorlar. Acaba öyle mi? İyi bir araştırmacı iseniz, dönemsel (örneğin 1 yıllık) değerlendirmeleri kolayca yapabilirsiniz; ama hükümetlere karne vermek, koalisyonlarla tek parti hükümetlerinin ekonomik performanslarını karşılaştırmak gibi iddialı hedefleriniz varsa, şu zorlukları nasıl aştığınızı insanlara açıklamadıkça inandırıcı olamazsınız: İktidarların performansı dışında kalan; dünyanın genel ekonomik konjonktürü, dış piyasalardaki gelişmeler, siyasal olaylar, savaşlar, hatta büyük doğal afetler gibi yabancı dışsal faktörlerin ve siyasi iktidar tarafından yaratıl mamış iç karışıklıklar, terör, büyük grevler gibi yerli dışsal faktörlerin etkilerini nasıl ölçtünüz? İktidarların, kendi dönemlerini aşan, sonuçları sonraki aylar ve yıllarda alınan “dönem aşırı” karar ve uygulamalarının sevaplarını (ya da günahlarını), bu kararları alanlara mı yoksa bundan yararlananlara mı yazdınız? Türkiye’de liberalleşmenin miladı sayılan 24 Ocak kararları, Türkiye’nin en çalkantılı döneminde, en zayıf hükümetlerinden biri tarafından alınmıştı. Etkileri bütün 80’li yıllarda ve sonrasında görülmüş olan bu temel dönüşümün sonuçlarından, bunu gerçekleştiren hükümet değil, 1983’te kurulan Özal hükümeti yararlanmıştı. “Özal zaten kararların mimarıydı, alınmamış olsaydı da 1983’te kendisi alırdı” denilebilir; ama bu gerçeği değiştirmiyor. Kendinden sonraki bütün hükümetlerin dış ticaret politikalarına temel oluşturan 1995 Gümrük Birliği Protokolü’nü imzalayan 1. Çiller Hükümeti de bir koalisyondu! 28.05.1999 tarihinde kurulan 3’lü Ecevit koalisyon hükümetinin şanssızlığı, ekonomi yönetiminde yarattıkları bir dizi önemli dönüşümün sonuçlarından, kendileri yerine şimdiki hükümetin yararlanması olmuştur. Dövizde kur çapasını bırakıp serbest kura geçen o koalisyondu. 17’nci ve 18’inci standby anlaşmalarını o koalisyon imzalamıştı; şimdiki hükümetin imzaladığı 19’uncu standby anlaşması da bunun devamından başka bir şey değildir. AKP hükümetinin çok övündüğü enflasyon başarılarının, 25.04.2001 tarihli 4651 sayılı Yasa ile Merkez Bankası’na (olabildiğince) sağlanan bağımsızlıktan kaynaklandığı yadsınabilir mi? AB kriterlerine (Maasritcht Anlaşması’na) uyumda bir başarı varsa, Merkez Bankası bağımsızlığı bunun başlıca nede nidir ve bu yasa Ecevit koalisyonunun eseridir! Ecevit koalisyonunun bu hükümete miras bırakmadığı tek ekonomik değişim, belki de paradan altı sıfır atılması olabilir; ki onun da altyapısı koalisyon tarafından oluşturulmuştu. Bankacılık sistemindeki reform, yani BDDK’nin kurulması ve faaliyete geçmesi de (31.03.2000) koalisyon hükümetinin başarıları arasındadır. Yıllardır varlığından kimsenin haberdar olmadığı TMSF’yi, batık bankaların ekonomide yarattığı tahribatın etkilerini hafifleten bir etkinliğe ulaştıran dönüşümün altında, aynı koalisyon hükümetinin imzası vardır. Fon, 18.06.1999 günlü 4389 sayılı Bankalar Kanunu ile BDDK’ye bağlanmasaydı, bu etkinliğe ulaşabilir miydi? Üstelik, 20022007 döneminin ekonomik göstergeleri, tek parti iktidarında ekonominin “uçtuğunu” ileri sürenleri adamakıllı yalanlıyor. Bu dönem boyunca GSYH’deki yıllık artış, (2004’teki geçici düzelme bir yana bırakılacak olursa) 5 yıla yaklaşan AKP döneminde başlangıç düzeyini hiç yakalayamadı. Bu dönemde GSYH içinde ithalatın payı hep ihracattan fazla oldu. Türkiye cari işlemler açığını 80 milyar dolara yaklaşan sıcak para ile finanse edebiliyor. Kişi başına gelirde sağlanan artış ancak 1000 dolar kadar; oysa örneğin küçücük Belçika bile bu dönemde milli gelirini 24 bin 400 dolardan 39 bin 800 dolara çıkarmış. Gelişme bunun neresinde? Ya dış politika, terör? Şimdiki tek parti hükümeti, bu alanlarda o beğenmedikleri koalisyon hükümetlerinin sağladığı başarının yanına bile yaklaşamadı. Sözü uzatabiliriz; ama kısaca şunu söylemeli: “Koalisyonlar kötüdür diyenlere kulak asmayın.” Çünkü iddialarının geçerliliği olmadığı gibi, demokrasiden nasipleri de yoktur böylelerinin. Gerçek parlamenter demokrasi ve saygın parlamento koalisyonlarla kurulur çünkü. Tek parti tek parti diye savrulan desteksiz vaatler, içi boş sloganlar; her eğilimden oy almaya dönük siyaset soytarılıkları değil mi, parlamento saygınlığını sıfırlayan? Üstelik, tam da bütün o uğursuz yıllar boyunca aklımızın ermediği “birlikte yönetim”i, son denemelerde yeni yeni öğrenmeye başlamışken?.. Amerika’dan Uçak Almamalıyız Sacit SOMEL Emekli Elçi A [email protected] merika’dan iki F16 uçağı alıyormuşuz. Amerika gibi bir ülkeden uçak satın almadan önce ileride yedek parçalarını alabileceğimizi güvence altına almamız gerekir. Vaktiyle Kıbrıs buhranı esnasın da, Hava Kuvvetlerimizin uçak yedek parçasına şiddetle gereksinim duyduğu bir zamanda Amerika istediğimiz uçak parçalarını vermemiş, bizi zor durumda bırakmıştı. Bu ileride de başımıza gelebilir ve Amerika bizi tekrar zor durumda bırakabilir. Olaylar Batılıların artık bizi müttefik olarak değil, gizli bir düşman olarak gördüklerini göstermektedir. Aşağıda nakledeceğim olay da bu hususu gözler önüne sermekte ve bu nedenle Batı ülkeleriyle ilişkilerimizde göz önünde bulundurulması gereken bir rehber niteliği taşımaktadır: “Sene 1961. Merhum Korgeneral Atıf Erçıkan, kurmay albay olarak NATO karargâhında görevlidir. Biraz sonra yapılacak toplantı için toplantı masasına oturmuştur. NATO görevlisi tarafından önüne bir dosya konur. Albay Erçıkan, gündemle ilgili dosyanın kapağını kaldırır. Lakin az önce dosyayı Türk temsilcisi Albay Erçıkan’ın önüne koyan NATO görevlisi hızla gelir ve dosyayı adeta kapar gibi Erçıkan’ın elin den alır. ‘Özür dilerim’ der, ‘bir yanlışlık oldu’. Ama Türk Albayı göreceğini görmüştür. NATO’nun, yani Türkiye’nin üyesi olduğu silahlı gücün ‘yanlışlıkla’ Türk subayının önüne koyduğu dosyada şunlar yazmaktadır: ‘Sovyetlerin çöküntüsünü izleyen safhada Türk gücünün yükselmesi, Türk toplumları ile arasında dayanışma ve birlik kurulmasını önlemek için alınması gerekli önlemler’.” Sayın Vural Savaş’ın “Emperyalizmin Uşakları” ismini taşıyan çok değerli kitabından aldığım bu bilgiler, dost bilerek askeri sırlarımızı paylaştığımız Batı ülkelerinin ne kadar ikiyüzlü olduklarını ve daha 1961’de bizi arkamızdan vurmak için ne komplolar kurduklarını ortaya koymaktadır. Soğuk Savaş bittikten sonra Batılıların bize karşı düşmanlıkları büsbütün arttı. Artık PKK’nin, ülkelerinde bize karşı propaganda yapan radyo istasyonları kurmalarına izin veriyorlar; onları, bize karşı kullanmaları için en modern silahlarla donatıyorlar ve ülke mizin içinde iç savaş çıkarmaya çalışıyorlar. Amaçları ülkemizi zayıf düşürmek, sonra parçalamak. Bu durumda artık NATO ittifakından ve karşılıklı dayanışma yükümlülüğünden söz edilemeyeceğine göre Batılıların Afganistan’da, Lübnan’da ve başka yerlerde emperyalist amaçlarla açtıkları savaşlara asker göndermemize de gerek kalmamıştır. Yukarıdaki açıklamalar nedeniyle bugün, hiçbir Batı ülkesinden uçak almamamızın ve kendi uçak sanayimiz kuruluncaya kadar, Hava Kuvvetlerimizde çeşitli uçaklar kullanmanın sakıncalarını göze alarak, uçaklarımızı Rusya’dan, Çin’den vb. almamızın güvencemiz açısından daha isabetli olacağını düşünüyoruz. Kendinize yatırım yapmak istiyor ve bu konuda profesyonel bir yol haritasına ihtiyaç duyuyorsanız; İŞTE HAZİNENİZİN HARİTASI burada. Haydi yelkenler fora, yola çıkıyoruz... ‘Yaşam koçu’nuzla tanışın. 0 533 302 84 48 İLAN T.C. EMİRDAĞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ’NDEN AİLE MAHKEMESİ SIFATIYLA ESAS NO: 2005/671 Esas DAVALI: MEVLÜT ARSLAN, Nene Hatun Mah., 58 Sok., No 8, Daire 1, Esenler/İSTANBUL. Davacı/Davacılar tarafından aleyhinize açılan Nafaka davasının yapılan yargılamasında; Mahkemenizce dava dilekçesinde belirtilen adresinize duruşma gününü bildirir davetiye çıkarılmış olup, adresinizden ayrıldığınız gerekçesiyle tebligat yapılamamıştır. Adres araştırmasından da bir netice alınamadığından dava dilekçesi ve duruşma gününün ilanen tebliğine karar verilmiştir. Duruşma Günü: 11.07.2007 günü, saat: 14.05’te duruşmada bizzat hazır bulunmanız, veya kendinizi bir vekille temsil ettirmeniz, aksi takdirde H.U.M.K.’nun 3156 sayılı yasa ile değişik 213/2 maddesi uyarınca, yargılamaya yokluğunuzda devam olunacağı hususu, Dava Dilekçesi ve duruşma günü yerine geçerli olmak üzere ilanen tebliğ olunur. (Basın: 32222) CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle