18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 NİSAN 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Anlaşmazlık İngiltere’nin U dönüşü yapması, İran’ın da iyi niyeti sayesinde erken çözülebildi Esir krizi ABD’ye ders olsun ABBAS EDALAT* ran’ın Basra Körfezi’nde 15 İngiliz askerini esir almasının ardından Tahran ile Londra arasında patlak veren anlaşmazlığın bu kadar çabuk çözülmesi İran’ın iyi niyeti ve İngiltere’nin yaptığı U dönüşünden kaynaklanıyor. İlk başta tehditkâr bir dil kullanan ve anlaşmazlığa gereksiz bir uluslararası boyut katan İngiltere sonunda İran’la karşılıklı saygıya dayanan doğrudan görüşmelere başlamaya karar verdi. Bu sonuç, ABD ile İran arasındaki daha geniş boyutlu uluslararası anlaşmazlığın nasıl çözüleceği konusunda önemli bir ders sunuyor. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, basın toplantısında İngiliz hükümetine, İran karasularını ihlal ettiği için özür dileyecek cesareti göstermediği gerekçesiyle çıkışabilirdi ama hayli cömert davrandı. “İngiliz halkına hediyesi”nin etkisi büyük oldu ve Ahmedinejad ne özür ne de bir ödün istedi. Küresel Isınmayla Savaş Ayağını Sürüyor.. Hükümetler arası iklim değişiklikleri uzmanlar grubu (GIEC) tarafından şubat ayında yayımlanan ve tüm dünyada büyük ilgi uyandıran raporun ardından aynı grubun 6 Nisan’da Brüksel’de yayımladığı 1400 sayfalık yeni rapor da küresel ısınmanın tehlikeli boyutlara ulaştığını yineliyor. Ancak raporun ‘hükümetlere verilecek özetinin’ hazırlanması sırasında ortaya çıkan tartışmalar, tıpkı Kyoto sonrasında yaşananlar gibi, iş daha fazla vakit kaybetmeden somut önlemlerin alınmaya başlamasına gelip dayandığında, çok sayıda ülkenin yan çizmeyi sürdürdükleri anlaşılıyor. GIEC’nin yeni raporunda yinelediğine göre 1990’dan bu yana ısınmanın 2 ila 3 santigrat artmasıyla küresel ısınmanın olumsuz etkileri kaçınılmaz olacak. Sözü edilen olumsuzlukların sonuçları yaşamsal önemde.. Şöyle ki: 3.2 milyar insan ciddi su sıkıntısıyla karşı karşıya kalacak; küresel ısınmanın neden olacağı kuraklık 600 milyon insanın aç kalmasına yol açacak; Batı Afrika, Asya ya da Missisippi gibi büyük deltalarda 2 ila 7 milyon insan sel felaketleri yaşayacak. Küresel ısınmadan en çok zarar görecekler ise zengin ülkelerdekiler de dahil, yoksullar olacak. Bilim adamlarına göre ayrıca küresel ısınmadan gezegendeki her canlı da nasibini alacak. 1990’a göre sıcaklığın 1.5 ila 2.5 santigrat artması durumunda bitki ve hayvan türlerinin yüzde 20 ila yüzde 30’u yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalacak. ??? Bu vahim tablonun kanıtlarıyla ortaya konulmasına karşın, Kyoto’dan bu yana şu ya da bu nedenlerle gezegeni tehdit eden küresel ısınmaya önlem alınmasına karşı çıkan kimi ülkeler, ne yazık ki, tehlikenin artık gelip kapıya dayandığı gerçeği karşısında da ‘ayak sürümekte’ devam etmektedirler. Nitekim raporun hükümetlere sunulacak özetinin hazırlanması sırasında başta Birleşik Amerika olmak üzere Çin, Rusya, Suudi Arabistan, özetin bazı paragraflarına karşı çıkmışlar, Birleşik Devletler ise ‘küresel ısınmanın Amerika’yı sosyoekonomik ve kültürel alanlarda olumsuz etkileyeceğiyle’ ilgili paragrafın özet metinden çıkarılmasını dayatmıştır. Toplantıya katılan delegelerden birine göre ‘politik kaygılar’ ilk kez bilimle karşı karşıya gelmiş ve sonuçta politika bilimsel gerçeklere galebe çalmıştır. Bu yeni gelişmeler, Kyoto karşıtlarının havlu atmadıklarını, ‘küresel ısınmaya’ aldırmamanın yanı sıra bu konuda önlemler alınmasını da kösteklemeyi sürdürdüklerini ortaya koymaktadır. Bu açıdan bakıldığında çözüm üretecek somut önlemlerin alınması, Avrupa Birliği’nin tüm çabalarına karşın, bir kez daha ‘başka bahara’ kalacak görünmektedir. Gerçi Kyoto’yu imzalayan, ne var ki ‘onaylamayan’ Birleşik Devletler, olumsuz tavrını şimdilerde daha çok ‘’Şirketlerim zarar edeceğine dünya zarar etsin’’ gerekçesine bağlama yerine büyük miktarda enerji tüketen Çin ve Hindistan gibi ülkelerin de bu konuda ‘hizaya gelmeleri’ bahanesine bağlamaktadır. Gelişmekte olan ülkelerin Kyoto’ya ya da küresel ısınmaya karşı çıkmalarının önde gelen nedeni ise bilindiği üzere ‘bunun kalkınmalarını engelleyeceği’ korkusudur. Zengin ülkelerin “Ekonomimiz zarara uğrar’’ endişeleri ile gelişmekte olan ülkelerin “Kalkınmamız aksarsa aç kalırız’’ korkuları aşılmış değildir. Bu engel aşılmadığı sürece küresel ölçekte önlem alınması hemen hemen olanaksız görünmektedir. ??? Sylvie Kauffmann’ın aktardığına göre (Le Monde, 13 Şubat 07) Ekonomi Nobel’li Hintli Amartiya Sun, çevre ile kalkınma arasındaki uzlaşmaz görünen “Ekonomik gelişme eşittir çevrenin kirletilmesi’’ denklemine karşı çıkmaktadır. Yüzeysel yaklaşıldığında çevrenin kirletilmesinin kaynağında ekonomik kalkınma görünmektedir. Biraz da bu yüzden çevreciler kalkınma karşıtları olarak gösterilmektedir. Amartiya Sun’a göre çevrecilerle, kalkınma, yani yoksulluğun azaltılması taraftarları arasındaki gerilim temelde hatalıdır. Kalkınma ve çevre, tam tersine birbirlerinin karşıtı değildir, temel nitelikleri itibarıyla da bütünleşmeleri zorunludur. “Kalkınma, sonuçta karşılıklı sorumluluk sürecidir. Ve bu erk çevrenin yok edilmesi yerine, korunmasına ve zenginleştirilmesine yarayabilir.’’ Küresel ısınmanın önlenmesi, konunun yaşamsal öneminin bilinçle kavranmasından geçtiği kimsenin saklısı değil. Çeşitli alanlarda alınması gereken önlemlerin ise büyük yatırımlara, enerji kullanımında, üretim ve tüketimde köklü değişikliklere gereksinimi vardır. Ve bütün bunların küresel ölçekte yapılması zorunludur. Buna karşılık, yoksul ülkeler, ne denli isteseler de, kaynaklarının yetersizliği onların küresel ısınmaya karşı önlemleri örgütlemelerini olanaksız kılmaktadır. Çevreyi en çok kirleten zengin ülkeler gerekli bedeli ödemeli ve küresel ölçekte dayanışma ve yardım mekanizmaları devreye sokulmalıdır. Bu konuda Avrupa Birliği’nin, GIEC’nin ilk raporunun yayımlanmasının ardından vakit geçirmeden aldığı kararlar umut verici ve yol göstericidir. TBMM Küresel Isınma Komisyonu’na bilgi veren Büyükelçi Celalettin Kart, “Kyoto protokolüne taraf olmadığımız için küresel ısınmayla ilgili müzakerelere katılamıyoruz. Türkiye’nin protokolü imzalaması ve onaylaması şart’’ uyarısı yapmıştır. Bu uyarı yabana atılmamalı; Türkiye, daha fazla zaman yitirmeden gezegenin ölümkalım savaşında yerini almalıdır. İ Tahran güvence istedi Peki, askerlerin tutuklanmasının hemen ardından bir anlaşmaya varılmasını sağlayacak ikili diplomasiye anında başvurulmasını engelleyen neydi? İngiliz askerlerinin 2004’te gerçekleştirdiği benzer Irak’taki direnişçileri desteklediği ve İsrail’i sınır ihlali, bir daha bu tür ihlallerin “haritadan silmeyi” amaçladığı yönünde gerçekleşmeyeceği güvencesi verilerek temelsiz iddialar ortaya atıyorlar. Uluslararası birkaç günde çözülmüştü. Tahran’ın krizin Atom Enerjisi Kurumu İran’ın nükleer silah sürdüğü 13 gün boyunca benzer güvenceler üretmeyi planladığına ilişkin kanıt bulamadı. aradığı açık. İran’da 19. yüzyıldaki uzun Buna karşın İran’ın yasal uranyum İngiliz egemenliği, 1953’te Musaddık zenginleştirme programını durdurma çağrısı hükümetini deviren Amerikanİngiliz yapan ve buna uymadığı için yaptırım darbesi, 8 yıllık İranIrak savaşında uygulayan iki BM kararı var. Üstelik İngiltere’nin Irak lideri Saddam Hüseyin’e ABD’nin 2005 ve 2006’da UAEK’yi İran’ın destek vermesi göz önünde nükleer dosyasının BM’ye bulundurulduğunda çok sevk edilmesi için Tahran doğal bir durum. Arka aleyhinde oy kullanmaya plan böyleyken srail tarafından zorladığı da ortaya çıktı. günümüzde de İran kışkırtılan ABD ve Bir diğer propaganda Birleşmiş Milletler (BM) İngiltere, İran’ı öcü gibi cephesinde, Basra’da sözleşmesine aykırı olarak ABD, İngiltere ve İsrail göstermek için çok başlı konuşlu İngiliz ordusundan Albay Justin tarafından tehdit ediliyor. bir strateji uyguluyor. Masherevski, İngiliz Ama Başbakan Tony askerlerinin esir alındığı Blair müzakere gün, İranlı ajanların Iraklı direnişçilere yapılmayacağını ilan ederek ve Tahran’la “gelişmiş silahlar” sağladığını açıkladı. ticari ve diplomatik ilişkileri askıya alarak ABD ve İngiltere’nin 2005’ten beri İran’a fiilen uzlaşmacı yaklaşım olasılığını reddetti. karşı kullandığı bu iddialar asla İngiliz hükümetinin sertlik yanlısı tutumu kanıtlanamadı. Ahmedinejad’ın, ancak ABD’nin, Blair tarafından da “Kudüs’teki işgalci Siyonist rejim tarihin desteklenen İran’da rejim değişikliği sayfalarından çıkarılmalı” şeklinde ifade hamlesiyle açıklanabilir. İsrail tarafından ettiği İsrail’de rejim değişikliği çağrısı yanlış kışkırtılan ABD ve İngiltere İran’ı öcü gibi çevrilerek ve çarpıtılarak o dillere düşen göstermek ve tecrit etmek için sistemli bir “İsrail haritadan silinmeli” tümcesine şekilde çok başlı bir strateji uyguluyor, dönüştürüldü. Hemen ardından Ayetullah Ali İran’ın nükleer silah üretmeyi hedeflediği, Hamaney’in yaptığı, “İran bugüne kadar hiçbir ülkeyi tehdit etmemiştir ve etmeyecektir” şeklindeki açıklama ise duyurulmadı. Güçlülük göstergesi Ahmedinejad’ın İngiliz askerlerini serbest bırakma kararı bir güçlülük göstergesi. Ahmedinejad, Başkan George Bush’un tutum değiştirmesi durumunda Washington ile olan ilişkilerini gözden geçirmeye hazır olduğunu da söyledi. Ama, bu anlaşmazlık olayların kızışması tehlikesinin de bulunduğunu gösterdi. Esir krizinin sevindirici bir şekilde çözülmesi uluslararası topluluğa İranABD anlaşmazlığının çözümünün ellerinde olduğunu göstermeli. İngiltere ve diğer hükümetler ABD’ye İran’ın yasal uranyum zenginleştirme hakkından vazgeçmesi koşulunu dayatmayı bırakması ve görüşmelere başlaması için baskı yapmalı. * Abbas Edalat, İngiltere Kraliyet Üniversitesi’nde bilgisayar bilimleri ve matematik profesörü ve İran’a Askeri Operasyon ve Yaptırımlara Karşı Kampanya’nın kurucusu. İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer (The Guardian, İngiltere, 5 Nisan) İ P ARLAMENTO KRİZİ Çokkutuplu Ukrayna FEDOR LUKYANOV krayna’daki krizi gören Ruslar, doğal olarak öncelikle, bu olaylarla, 1993’te Rusya’da yaşanan parlamento krizi arasında paralellik kuruyorlar. İlk bakışta, gerçekten de iki olay arasında paralel noktalar var. Her iki olayda da devlet başkanı, uzlaşmaz tavrına daha fazla dayanamayarak parlamentoyu feshetti. Her iki olayda da parlamento bu kararı anayasaya aykırı bularak tanımadı ve anayasal meşruiyet krizi ortaya çıktı. Her iki olayın da 2 yıl öncesinde devrimler (Rusya’da 1991 devrimi, Ukrayna’da ise 2004 sonundaki Turuncu Devrim) yaşandı. Ancak yüzeydeki bu benzerliklere karşılık, iki olay arasında özü itibarıyla çok büyük farklar var. Bunları görmeden, yüzeydeki benzerliklere göre değerlendirmelerde bulunmak, kolaycılık olur. Birincisi, 14 yıl önce Rusya, en sert ekonomik ve toplumsal krizi yaşamaktaydı. Kremlin’in etrafinda dönen mücadele de, ülkenin yıkılmasının an meselesi olduğu koşullar altında gerçekleşmişti. Günümüz Ukrayna’sı ise oturmuş devlet sistemi ve kalkınmakta olan ekonomisi ile 14 yıl önceki Rusya’dan çok farklı bir görünüm sergiliyor. İkincisi, 14 yıl önceki Rusya’da çıkar gruplarını temsil sistemi oturmuş değildi. Buna karşılık, 2007 Ukrayna’sında, bütün çıkar grupları, kendilerine yakın partiler aracılığı ile sistemde seslerini duyurma şansına sahipler. Dahası, çıkarların temsili ve uyumlulaştırılması, Ukrayna’daki devlet politikalarının belirlenmesi sırasında gözetilen noktaların başında gelmektedir. U Sadece kadın olduğu için... Fransa’nın başına bir kadının gelmesi bizim için, erkekler için ve toplum için çok iyi bir şey. Bu, ülke kadınlarının hiç sahip olmadığı bir şey. PIERRETTE FLEUTIAUX Mutlak zafer peşinde Üçüncüsü, 1993 Rusya’sında, taraflardan her biri mutlak zafer kazanma isteğindeydi. Ukrayna’da ise bölgeler arasındaki ekonomik ve kültürel farklılıklar, taraflardan birinin zaferine imkân vermez. Taraflardan biri bu dengeyi kendi lehine değiştirmeye çalıştığında karşı taraf hemen devreye girer ve denge, bir süre sonra, bir başka biçimde yeniden sağlanır. Turuncu Devrim, dengeyi bir taraftan yana bozmuştu. Mart 2006’daki parlamento seçimleri ise bu dengeyi yeniden sağladı. Son zamanlarda da koalisyon partilerinin muhalefetten milletvekilleri transfer ederek bu dengeyi bozmak istemeleri sonucunda karşı taraf devreye girdi ve sonuçta şimdi yeni bir denge, oluşma süreci içinde. Ukrayna siyasi arenası, çokkutuplu dünyanın farklı bir örneğini oluşturur. Burada, bütüne sahip olma şansı yok. Bütün bu söylediklerimiz, bir darbe ihtimalini elbette dışlamıyor. Ama şunu da unutmamak gerekiyor ki, böyle bir hareket, kendi karşıt hareketini de yaratır. Ukrayna toplumunun yüksek düzeydeki kendi kendini yönetme geleneği, onları Ruslardan ayırıyor. Mart 2006’daki parlamento seçimleri sonrasında uzunca bir süre, yeni parlamento göreve başlayamadığı gibi, yeni hükümet ve anayasa mahkemesi konusundaki belirsizlikler de büyümüştü. O dönemde de bazıları, bunun Ukrayna’nın çöküşüne yol açacağını söylüyorlardı. Ama, Timoşenko’nun göreve gelmesiyle birlikte ülke, kalkınmasına sorunsuz biçimde devam etti. Bugün Ukrayna’da tanık olduğumuz bu mücadele, ülkenin ne yöne doğru gideceği ile ilgili. Bu olaylarda sağduyu hâkim olursa, işte o zaman Ukraynalıların kullandıkları “Avrupa tercihi” sözünün boş bir laftan ibaret olmadığı ortaya çıkar. Rusçadan çeviren: Deniz Berktay (Rus Devlet Haber Ajansı RIA Novosti, 4 Nisan) Ü lkemizde ilk defa bir kadın, devletin başına geçmeye çok yaklaştı. İlk defa! Bu seçim kampanyasında yeni olan tek unsur bu. Bunun hafif, ikincil, rastlantısal ve kendi içinde önemi olmayan bir gelişme olduğunu düşünemeyiz. Gerçekte yüzyıllarca süregelen bir süreçte inatçı taraf tutmaların yanı sıra aynı tür direniş dün olduğu gibi bugün de yaşanıyor. Bu toplumun tüm tanımlarını altüst eden bir unsur. Tüm karmaşıklığıyla kadınlık durumuna yönelik imaj daha görünür gibi dururken aynı zamanda görünmez kalıyor. Çoğunlukla ikinci sırada geliyoruz, buna alışıyor ve bunu normal buluyoruz ve artık bu durumu görmezden geliyoruz. Daha da kötüsü görmek istemiyoruz. Ve bu nasıl da anlaşılır! Kendini insanlığın kaybeden sınıfında kabul etmek, ikinci rolleri üstlenmek ne kolay ne de hoş bir şey. Daha da tatsız olan hak talep eden kadınlar. Kadınsılığı kaybetmekten korkuyoruz. Reddetmeyi, kalıplara girmeyi, paralel bir dünya yaratmayı tercih ediyoruz. Kadın nüfusunun yarısı bir grup gibi düşünmekten çok uzak. Dağılmış, çekilmiş, kötü muamele görmüş, unutulmuş ve kendi çıkarlarından dönmüş bir durumda. Matematiksel olarak bu çok büyük bir topluluk ancak daha küçük ama görünen bir grup kalabalığı kapsadığından bulanık kalıyor. Ülkemizde kadınların eşitliği konusunda büyük bir açık var. Monarşi veya cumhuriyette devletin başında hep erkek yüzleri görünüyor. Oysa şimdi ulusal tarihimizde ilk defa “görünen” bir kadının iktidara gelme olasılığına sahibiz. Kadınlar iki kere düşünse iyi olur. Kendimizi ilgilendiren konularda açıkça düşünmeyi pek başaramıyoruz. Siyasi, sosyal, cinsel tarihimiz, eril dünyayla ilişkilerimiz, sabit iç bölünmelerimiz bizi allak bullak ediyor. Kadınlardan duyduklarımız “Kadınların daha iyi niyetli oldukları, eşitlik temelinde yargıya varacakları ve ‘tarafsız’ olacakları.” Yazık! Bizim dilimizde de her dilde olduğu gibi “tarafsız” tarafsız değil erildir. “Sadece bir kadın olduğu için onu seçmem. Bu kadın düşmanlığının tersi olur.” Öyle mi? Yüzyıllarca kadın düşmanlığı yaşamak size yetmedi mi? Eski dünyanın sapkınlığını düzeltecek böyle Ségolène Royal. tarihi bir fırsat çıkınca surat mı asacağız? “Sadece bir kadın olduğu için..” İşte tam da bu nedenle. Kadın hakları bazı ülkelerde açıkça bazılarında gizlice tehdit ediliyor. Bizde maaşların eşitliği yavaş yavaş sağlanmaya başladı. Ancak zihinler geride kalıyor ve şiddet hâlâ orada. “Sadece bir kadın olduğu için..” Ona destek çıkanlar bile böyle konuşuyor. Kendi cinslerine karşı ne tür gizli bir duygu işliyor? Kendinden nefret etme, kendini güvende hissettiği eski rolleri terk etme korkusu? Kadın doktorlar olduğu, kadın polislere ve kadın avukatlara derdinizi anlattığınız için memnun değil misiniz? Kapılar kolay açılmıyor Dünyanın kendilerine kapılarını açacağını sanan genç kızlara şunu söylemek isterim: “Birkaç sene daha bekleyin göreceksiniz. Hangi tarafın aile yaşantısında, işte ve bazen aşkta fedakârlıkta bulunduğunu göreceksiniz. Dünyanın önünüzde o kadar da çabuk açılmadığını göreceksiniz. Bundan kendinizi sorumlu tutarsanız, en kötü yargıç sizsiniz demektir”. O halde bu noktada belki de devletin başına sizin için ve sizin adınıza çaba harcamak, düşünmek ve hareket etmek için iyi niyete ihtiyacı olmayan bir kadının geçmesinden mutlu olursunuz. Cumhurbaşkanı adayı Ségolène Royal’in kararlı, yetenekli ve demokrat olması “olmazsa olmaz” koşullardan. Bunu herkes kendince yargılayacak. Ancak devletin başına bir kadının gelmesi bizim için, erkekler için ve tüm toplum için önemli bir şey. Bir gün gelecek bu yönde düşünmek gereksiz olacak. Ancak henüz o günlere gelmedik. Fransa’yı içeride ve dışarıda temsil eden bir kadın bu ülkenin kadınlarının hiçbir zaman sahip olmadığı bir şey. Özellikle de tanınma ve saygı talep eden en kırılganların en büyük ihtiyacı. Fransızcadan çeviren: Elçin Poyrazlar (Le Monde, Fransa, 5 Nisan) VEFAT Çalışma arkadaşımız Mustafa Çolak’ın değerli babası AHMET ALİ ÇOLAK 07.04.2007 tarihinde vefat etmiştir. Ailesine ve sevenlerine başsağlığı dileriz. CUMHURİYET ÇALIŞANLARI CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle