18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 NİSAN 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL 21. Yüzyılın İnsanını Yetiştirmek Mehmet BAŞARAN urt yüzeyini Kurtuluş Savaşı coşkusuyla eğitim alanına dönüştüren, bilim adamlarınca “tabanda bir rönesans” devinimi sayılan Köy Enstitüleri altı yıl gibi kısa bir sürede, hem de İkinci Dünya Savaşı yıllarında Cumhuriyet Dönemi aydınlanmacılığına ivme kazandırdı. Dünya eğitimine katkı sayıldı. Kapatılışlarından şunca yıl sonra bile, konu tüm canlılığıyla gündemde. Eğitim alanındaki yozlaştırma, karşıdevrim devinimi sürdükçe, 3 Mart 1924’ten gerilere düşüldülçe, akılcı eğitim dönemine özlem artıyor. Özsuyunu Anadolu’nun derinlerinden alan enstitüler, bizim yarattığımız bir eğitim, Köy Enstitüsü tamlaması, özlenen yaşama biçimini gerçekleştirici etkinlikleri, eğitim ortamına dönüştürme anlamındadır. Yaşamla bütünleşen sürekli eğitim; yaşamı değiştiren, dönüştüren, bunu yaparken kendisi de değişen insanı yetiştirmek. İnsancıl değerlerle bezenen insanın insanlaşmasını, insanca bir dünya yaratmasını sağlamaya yöneltmek. Toplum içindeki konumunu doğru algılayan, toplumunun dünyadaki yerini bilinçle saptayan, ekonomik, ekinsel sömürüye karşı çıkacak etkinlik ve yetkinlikte bireyler yetiştirmek... Her büyük yazar, bir sürekli eğitimcidir. Bundandır ozanlar, yazarlar, toplumların gerçek kurucularıdır. Askerler, hükümetler gelir geçerler, ama onların yapıtları bir meşale gibi gidilecek yolu aydınlatır der, Viktor Hugo. Bizim Yaşar Kemal’imiz şöyle değerlendiriyor Köy Enstitülerini: “Biz Köy Enstitüleriyle eğitime yaşayarak ve yaratarak eğitimi katmıştık. Böyle bir eğitime doğru gidilseydi, dünyada savaş olmazdı. Çünkü o, doğayla, gökyüzüyle, eşyayla birlikte gelişen gerçek bir insan olurdu. 20. yüzyılda Türklerin yarattığı ve insanlığa armağan ettiği en büyük iştir Köy Enstitüleri. Ben üç şeyle övünmesini isterdim Türkiye’nin: Atatürk’ün gerçekleştirdiği ken PENCERE Erdoğan’ın Derdi Nedir?.. Televizyon ekranına bakıyorum... Yan yana iki kürsü... Birinde RTE, ötekinde Merkel... Basın toplantısı sürüyor... Erdoğan’a soruyorlar: “ Kombassan’ın broşürlerinde sizin de resminiz var, kendinizi sorumlu hissediyor musunuz?..” Kombassan adıyla sanıyla ‘yeşil sermaye’nin nice katakullisinden birini vurgulayan şirket... RTE’nin yüzü birden değişiyor.. ? Recep Tayyip Erdoğan artık iyice bildiğimiz biri.. Nasıl bilirsiniz RTE’yi?.. Hem sabıkalı.. Hem zanlı.. Bu gerçeği medyatik çok satışlı gazeteler yazamaz; RTE de bu köşeye bir yalanlama mektubu yazamaz ve şöyle bir tekzip gönderemez: “ Hayır, ben sabıkalı da zanlı da değilim...” RTE’nin kimliği öylesine şaibeli ki Almanya’da Başbakan Angela Merkel’in yanında dikilen Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na basın toplantısında soruluyor: Kombassan’la ilişkiniz ne?.. Türkiye Cumhuriyeti adına doğrusu çok utandım... ? İşte bu RTE şimdi Cumhurbaşkanı olacak, Çankaya’ya çıkacak... İndirmek hepimizin görevi!.. Almanya’da ne işi var RTE’nin.. Yalnız Almanya’da mı?.. RTE’nin Fransa’da da bir işi olamaz... İsviçre’de Doğu Perinçek gerekeni yaptı.. Peki, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve Dışişleri Bakanı, Avrupa’da soykırım iddiasıyla aşağılanmaya çalışılan Türkiye adına neden doğru dürüst konuşup hesap soramıyorlar?.. ? Çünkü takıyyeci dış güçlere gebe ve AKP’nin AB şemsiyesine gereksinmesi var... Oysa Merkel’in dediği gibi: “ AB yolu uzun ve ucu açık!..” Bu yolda Türkiye sürekli aşağılanıyor.. Nasrettin Hoca’nın ünlü öyküsüdür: Hoca davetli olmadığı bir ziyafete gitmiş, sofraya oturmuş konağın kâhyası bizimkinin kulağına eğilmiş: Hoca, demiş, biz seni çağırmadık, sofradan çekil... Hoca umursamadan, kaşığı kapmış, yemeğe dalacak... Biraz sonra uşaklar Hoca’nın koluna girmişler, sokak kapısından çıkarıp bizimkini yol ortasına bırakmışlar... Nasrettin Hoca: Eeee... demiş, bu kadarına da istiskal derler!.. Dönem Başkanı Angela Merkel AB’nin 50’nci yıl kutlama toplantısına Türkiye’yi davet etmiyor, bizim Başbakan, fırsat bu fırsat diye, Hannover Fuarı’nda Alman Başbakanı’nın yanında boy gösteriyor... Bir gazeteci de soruyor: Kombassan’la ilişkiniz var mı?.. İstiskalin Türkçesi neydi?.. ? RTE, Almanya gezisinde Cumhurbaşkanlığı için demiş ki: “ Bizim derdimiz makam derdi değil...” O zaman sorulur: Peki, derdin ne?.. Atatürk İçin Her Şeyi Göze Almak!.. Cumhurbaşkanı Sezer Harp Akademisi’ndeki ayrılık konuşmasında, “Cumhuriyet tehlikeyle karşı karşıyadır. Ilımlı İslamın radikal İslama dönüşmesi kaçınılmazdır” dedi... Bir gün önce de, yeni cumhurbaşkanımızın özü sözü bir olması gerektiğini Genelkurmay Başkanımız açık açık söylemedi mi? Cumartesi günkü Ankara mitingi ise yüzbinlerce yurttaşın Başbakan Tayyip Bey’e güçlü bir uyarısı olmadı mı? ??? Halkımız uyumuyor, kolayca uyutulmuyor! Tayyip’lerin, Gül’lerin, Arınç’ların tüm çabaları boştur! Türkiye’de bilinçli her yurttaş Atatürk Cumhuriyeti’nin tehlikede olduğunu anlamıştır. Laik Cumhuriyete, gerçek halkçılığa, çağdaş uygarlığın ilkelerine ters düşenlerin, önce Çankaya’yı, sonra da hükümeti ele geçirmelerinden sonra neler yapmaya kalkışacaklarını bilmeyen, anlamayan kalmamıştır... ??? Bir günlük gazetenin başyazarı da “Birinci Cumhuriyetin Sonu” başlıklı yazısında “Seçim sonrası ikinci Cumhuriyet dönemi açılacak. Sistem çöküşten kurtulacak” diyor. Nedeni olarak da, “Birinci Cumhuriyetin tipik temsilcisi Sezer, dünkü çıkışıyla aslında sistemin nasıl da çözüm üretmekten yosun kaldığını gösterdi” diye ekliyor... ??? Bu, bir yorumdur. Gerçekçi mi, yoksa önümüzdeki günlerde neler olup biteceğini gösteren bir uyarı mı? AKP’li bir başkan Çankaya’ya çıkacak, halkımız seçimde Tayyip, Gül, Arınç kadrosuna bir kez daha tam çoğunluğu verecek, ondan sonra, ‘İkinci Cumhuriyet’ reformlarına hızla girişilecek... Amaç laik, halkçı, ulusalcı Türkiye’yi birtakım insanların kafasında yaşattıkları önce ılımlı, ardından köktenci bir İslam cumhuriyetine, daha doğrusu bir tarikatlar birliğinin yönetimine sokmaktır. ??? Çankaya’daki görevinden ayrılmasına kısa bir süre kala Sayın Necdet Sezer, bir kez daha Silahlı Kuvvetlerimizin genç kadrosu önünde gerçekleri bütün çıplaklığıyla sergileyerek çok önemli bir görev yapmıştır: “İster ılımlı, ister köktenci olsun, din devleti ile demokrasinin yan yana getirilmesi, tarihe ve bilime ters düşen bir yaklaşımdır. Ilımlı İslamın çok kısa sürede radikal İslama dönüşmesi kaçınılmazdır.” ??? 14 Nisan 2007 günü Ankara’da buluşan bir milyona yakın insanımız Atatürk Cumhuriyetine ihanet etmeye hazırlanan politikacı takımına en anlamlı uyarıyı yapmıştır. Türk halkının paylaştığı düşünce, Atatürk Cumhuriyetine uzanacak ellerin kırılacağı, yol değiştirme girişimine, her şey göze alınarak karşı çıkılacağıdır... ??? Evet, bir “sivil darbe” gerekiyor. Bunu gerçekleştirmek de, Atatürk devrimine bağlı siyasal partilere düşüyor... Y dine dönüş ve bağımsızlık politikası, Hakkı Tonguç’un gerçekleştirdiği demokratik eğitim. Ve Nâzım Hikmet’in getirdiği insancıl, ulusal şiir... Az katkı değildir bunlar insanlığa...” 147 kitap yayımlandı enstitüler üstüne bugüne değin. Doktora tezleri hazırlandı. Köy Enstitüleri ve devrimci Eğitim Vakfı, Tonguç’un belgeliğini tüm araştırmalara sunucu çalışmalar yaptı. Avrupa Birliği, Küreselleşme, IMF vb..’ye, insanı insan yapan değerlerin yozlaştırılmasına bir karşı çıkışa dönüştü 17 Nisan kutlamaları... 17 Nisan’lar, törensellikten kurtarılıp enstitüleri anlamaya, bilinç, bilgi tazelemeye dönüşmeli, somut eylemlere yönelmelidir. (İsmail Hakkı Tonguç Yaşamı, Öğretisi, Eylemi, Engin Tonguç...) Ancak bu kitap özümlenerek okunduğunda, özgürleşme eylemi güçlenecektir. İkinci Dünya Savaşı koşullarında yaratılmış 20 eğitim imecesi, büyük bir ekin ve eğitim kizması gerçekleştirmektedir. Ülkenin dört yanında, buralarda Kuvayı Milliye coşkusuyla çalışan kız ve erkek, 16.400 köy çocuğu; derslik, yemekhane, mutfak, işlik, ahır, depo, garaj, öğretmenevi olmak üzere, 306 yapı yükseltmiş, 15.000 dönüm toprağı ekip biçmiş, 250.000 fidan yetiştirmiştir. Gelmez denilen sular getirilmiş, ışımaz denilen karanlıklar ışıtılmıştır. 1942’de bir yüksek bölüm kurulacaktır. Bu konuda Tonguç diyor ki Hüsnü Cırıtlı’ya: “Bu üniversiteyle olmaz. Yüksek Köy Enstitüsüyle biz, geleceğin üniversitesini hazırlıyoruz. 21. yüzyılın insanını yetiştireceğiz. Türkiye bu üniversiteyle, Türkiye’nin yükseköğretim sorununu çözemez. 1933’te üniversite reformu yapıldı ama, üniversite geleneğinden kopmadı. Oturan bir kurumdur. Hareketsiz bir kurum. Biz bu kurumla, 21. yüzyıla hazırlanamayız.. Daha hareketli, toplumla iç içe, toplumun içinde kanatları olan bir kurum olması gerek. Biz, Köy Enstitülerinde yüksek bölümler açacağız ve olması gerektiği gi bi olacak. 21. yüzyılın insanını yetiştirebilecek bir kurum olacak” (Bir Eğitim devrimcisi İSMAİL HAKKI TONGUÇ. Yaşamı, Öğretisi, Eylemi, Engin Tonguç). Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kuruldu, bilimsel, ekinsel çalışmalar tüm enstitülere ışık tutmaya başladı. Ne ki, demokrasiye (!) geçişle birlikte karşıdevrim saldırıları yükselince... 1950’den başlayarak, Milli Eğitim Bakanlığı da Amerikalı uzmanlar güdümünde bırakıldı, 1960’a değin 20 Amerikan projesi uygulandı. AİD burslarıyla Amerika’ya gönderilenler, dönüşlerinde su başlarına yerleştirildi. Öyle öyle, bugünlere getirildik... Şu işe bakın, Tonguç’tan 60 yıl sonra, UNESCO Başkanı Mayor, 21. yüzyıl üniversitesi için şunları söylüyor; şunları sağlamalı diyor: “Fırsat eşitliği, yaşamboyu öğrenme olanağı, her koşula yanıt verebilecek öğretim yöntemleri; beceri kazandırmanın ötesinde, en geniş anlamda eğitim anlayışı. Toplumun geleceğini biçimlendirmede öncülük, etik değerleri öne çıkarma. Topluma karşı sorumluluğa dayalı özerklik, güvence” (Cumhuriyet 9 Mayıs 2000). Nerdeyse, üniversite dediğin, Yüksek Köy Enstitüsü gibi olmalı diyesi adam. Bizim üniversiteleri düşünün şimdi; vakıf üniversitelerini, özel üniversiteleri, sömürge üniversiteleri gibi yabancı dille eğitim yapan üniversiteleri... Öğrenci alışta lise bitirenlere yapılan işkence uygulamalarını, dershaneciliği... Nerde fırsat eşitliği, yaşam boyu öğrenme olanağı, her koşula yanıt verecek öğretim yöntemleri?.. Toplumun geleceğini biçimlendirmede öncülük, etik değerleri öne çıkarma.. Topluma karşı sorumluluk?.. Evet evet, Köy Enstitüleri geçmişte kalmış kurumlar değil, geleceğin eğitim kurumlarıymış meğer... Bir değil bin gül açıyordu Anadolu’da Ekmeği ikiye bölsen Aydınlık sesi duyuluyordu halkın Köyleri tutmuştu aşkın ve terin hünerleri... Toz Duman İçinde... Ali BULUNMAZ ir gürültü koparılıyor, ortalık toz dumandan geçilmiyor. Sanki aynı “akıllı tasarım” tarafından üretilmiş ve aynı kalemlerden çıkmış haber ve yazılar Fethullah Gülen komutasındaki basın yayın organlarından eksik olmuyor: Darbe günlükleri, andıçlar, Atatürkçü kişi ve kurumların darbe destekçiliği ile demodeliği! Dinci basın ve “ılımlı” medya, demokrasi kılıflı antiAtatürkçü kampanyasını sürdürüyor. “Stratejik ortak” ABD’nin Utah eyaleti ile Türkiye arasındaki kutsal köprü ve buradan doğan servis haberciliği, günü geldikçe laik, demokrat, Atatürkçü kişi ve kurumlar aleyhinde “belgeli kanıtlı” yayınlarla gündem yaratmaya devam ediyor. Üstelik bununla da kalmayarak, Atatürkçü kesimler “darbeci”, “antidemokratik” ve “faşist” diye fişleniyor. ABD güdümündeki Fethullah Gülen, onun kontrolündeki medya, AKP yanlısı araştırma şirketleri, Erdoğan’a biat etmiş kimi patronlar ile “ılımlı laik” gazeteciler el ele vermiş durumda. Cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde dillerde “hoşgörü”, “diyalog”, “demokrasi” ve “farklılıkları kabullenme” söylemleri! İyi de o zaman, Erdoğan’ın veya uzlaşma olmaksızın ortaya çıkacak herhangi bir kişinin Cumhurbaşkanlığı adaylığına karşıt kampanya yürütüp miting düzenlemek isteyenler demokratik bir hakkı kullanmaya çalışmıyor mu?Bu arada bir “normalleşme/normalleştirme” şarkısı bestelenip kamuoyuna pazarlanıyor. İlişkilerde, kurumlar, kişiler ve farklılıklar arasında normalleşme! Bunun altındaki anlam aslında çok açık: Yasamayı, yürütmeyi, yargıyı, üniversiteleri, basını ve sivil toplum kuruluşlarını laik demokratik zihniyetten, muhafazakâr demokrat ve dinci bir zihniyete dönüştürmek. Kısacası her şeyi tek elde toplamak. Türkiye, bu dönüşüm projesi içine sokulmuş durumda. Şu an yaşadığımız yumuşak bir geçiş süreci. Herkes AKP ve Erdoğan gibi düşünüp eylemeli; normalleşme denen şey, tam da buna karşılık geliyor. Hem AKP hem de “stratejik ortak” bu gidişten memnun… B İngilizceyi İngilizce kaynaklardan ezbersiz öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Acıbadem /İstanbul 0 536 225 07 80 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle