22 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 MART 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ordu ve Devlet Türk ordusu, dünya tarihinde militarizme en az yatkın olan bir devlet kurumudur. Ne Osmanlı tarihini dolduran yeniçeri ayaklanmalarının ve ne de Cumhuriyet döneminde yapılan askeri müdahalelerin, Güney Amerika’da ve başka ülkelerde sık sık örneğini gördüğümüz askeri darbelerle bir benzerliği var... Askeri müdahale başka, askeri darbe yine başkadır. Birisi geçici birisi kalıcıdır. PENCERE Bakanlığı ile bağlantısı nasıl amirmemur ilişkisinden farklı ise Genelkurmay Başkanlığı da devlet içinde aynı statüye sahiptir. Üstelik bu kurumlar devlet örgütüne sonradan ithal edilmiştir. Hâkimler, Türk milleti adına hüküm verirler. Ordu, devleti tehlikede gördüğü an, kimseden icazet almadan müdahale eder. Türk ordusunun bu işlev ve şerefli sorumluluğunu, görmezden gelerek ona devlet katında küçültücü yer arayanlara, Kara Kuvveleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un şu sözleri gereken yanıtı vermeye yeter sanırım: “Türk ordusunu, başka ülkelerin orduları ile karıştırarak farklı sonuçlar üretmeye çalışan bu kesimler büyük yanılgıya düşerler. Türk toplumunun tarihi gerçeklerini bilmeyenler kendilerine yabancılaşmış kimselerdir.” Bu sözlere, patlamaya hazır bir bombayı andıran Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Karahanoğlu’nun, Deniz Harp Okulu’nda eğitim yılını açarken yaptığı konuşmasından şu cümleleri ekleyecek olursak Türkiye üzerinde oynanan büyük oyunların, ordunun bilincinde nasıl bir endişe rüzgârı estirdiğini daha iyi anlamış oluruz: “Hedefleri Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini yıkmak olan bazı iç ve dış mihraklar, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni karşılarında engel olarak görünce onu yıpratmak için işbirliği halinde, saldırılarını yoğunlaştırmışlardır. Bu mihraklar ya bu ülkeyi terk edecekler ya da Anadolu denizinde boğulacaklardır.” Bilerek ya da bilmeyerek Türkiye’yi bu gaflet çukuruna atanlar, ordunun devlet içindeki geleneksel bağımsızlığına dikkat etmiş olsalardı onu, şu ya da bu devlet aygıtına bağlamanın mümkün olamayacağını görürlerdi. Bizde bütün tarih boyunca ordu ile devlet iç içedir. Devlet yapısının değişmesi hiçbir zaman bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Türk ordusunun tarih boyunca şu aşamalardan geçtiğini görüyoruz: 1 Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna ortak olan yeniçeri (ulufeli ordu). 2 Orduda yenileşme, Üçüncü Selim ve İkinci Mahmut dönemi (Nizamı Cedit ve Asakiri Mansurei Muhammediyye, maaşlı ordu). 3 Kaynağını milli mücadeleden alan Cumhuriyet ordusu. Yeniçeriyi, çeşitli kavimlerden alınmış Hıristiyan çocukları oluşturuyordu. Onların, gökte Tanrı, yerde devlet dışında bağları yok gibiydi. Bir bakıma bu ordu, Platon’un ideal devletindeki kışlalarda eğitilmiş askerleri anımsatır. Osmanlı’nın bir aşiret çekirdeğinden, büyük bir dünya imparatorluğu kurmasında payı olduğu gibi, çöküşünde de büyük günahı vardı. O, hem devleti omuzlarında taşır, hem de devlete müdahale ederdi. Bozulunca bu kurum İkinci Mahmut tarafından 1825’te kaldırıldı. Yerine her türlü yeniliklere kaynak olan askeri okullar açıldı 16 Mayıs Çıkmazı Öncesinde... 16 Mayıs’a kaç gün kaldı? Boşuna mı, gazetemizin günlerdir kara başlıkla çıkması? Başbakan dayanamadı; “Bazıları karalar bağlıyor” dedi. Bir yas günü mü olacak o gün? Bir bitiş noktası mı? Seksen dört yıl önceye dönüş mü? “Farkında mısınız?” Uyuyor mu herkes? Hangi büyüyle, hangi masalla uyutuluyor tüm toplum? Radyolar, televizyonlar yabancılara geçiyor. Kimi ortaklıkla, kimi doğrudan doğruya! Gazeteler arada bir uyanır gibi yapıyorlarsa da, tehlikeyi görür gibi oluyorlarsa da, bir çaresizliğin uyuşukluğundan kurtulamıyorlar. Çoğunlukla çıkar, kişisel yarar, para pul, meslek, aile, çoluk çocuk kaygısı mı? Gerçekleri yazmak “vatan hainliği” mi oldu? Karalar bağlamak mı, iki ay sonra ülkenin bir çıkmaza saplanacağını, içinden zor çıkılır ya da çıkılmaz bir duruma düşeceğini yazmak, söylemek; Atatürk Türkiyesi’nin bambaşka bir Türkiye’ye dönüştürüleceğini durmaksızın yinelemek, bir işe yarayacak mı? Özgürlüğe, eşitliğe, kardeşliğe, dostluğa, barışa adanmış bir toplum yaratmak isteği, kararlılığı gereksiz bir davranış mı? İçi boş bir özlem mi? Niye 1950’den bu yana hep gerilere düşüyoruz, hep elimizdeki değerleri yitiriyoruz, uygarlık yolunda boyuna yenik düşüyoruz? Aydınlık bir ülkenin çocuğu olarak yaşadım hiç değilse!.. Ya sizler, yaşadınız mı, yaşayacak mısınız? Demokrasi, çok partili düzen, Avrupa Birliği, bilmem ne lafları arasında, benim çocukluktaki onurlu, güvenli yaşantıma özlem duymaya başlayacak mısınız? Böyle eli kolu bağlı, olayların akışını seyretmekle yetine yetine!.. “Yaşın ilerledi, ondan bu denli karamsarsın” mı diyorsunuz? Benim halkım niye karamsar olsun, niye umutsuz olsun! Kurtuluşun yolları, çareleri varken... Ne demiş Mustafa Kemal’e İsmet İnönü Şişli’deki evde, “Yollar çok, çareler çok”. Umutsuzluktan kurtulmanın da yolları, çareleri çok, hepsi ortada duruyor... Atatürk’ün partisi CHP’nin, solundaki partilere, politikacılara, aydınlara, halka yaklaşması, onlarla bütünleşmesidir gerçek bir demokrasi, gerçek bir aydınlık, bir güven yaratmak başarısı, öncülüğü!.. Görünen, Çankaya’ya hiç de yakışmayan birinin çıkma tehlikesidir. Ülkenin yıllarca emir kulu insanların elinde kalmasıdır... Bunu önlemenin yasal, demokratik yolu, CHP’nin tüm Kemalist kadroyu toparlayarak tarihsel görevini yerine getirmesidir. BİR DÜZELTME: 4 Mart Pazar günkü yazımda bir yanlışlık sonucu “Ali bey Veli bey busunuz / Gelecekler önünde suçlusunuz” dizeleri “Vali bey Vali bey busunuz” olarak çıkmış. Düzeltirim. O.A. SolculukMilliyetçilik Bağıntısı... Dincilik, takıyyecilik, öteki adıyla İslamcılık iktidara oturup Çankaya’ya göz dikince, ulusalcılık toplum katmanlarında az buçuk kıpırdadı... Ulusalcılık ne demek?.. Milliyetçilik mi?.. Soru soru üstüne!.. Öncelikle solculukla milliyetçilik arasındaki bağıntıyı tersine yorumlamak isteyenler de eksik değiller. Sağ olsun bir okurum 2 Mart 1968’de bu köşede yayımlanan “Solculuk Nedir?” başlıklı yazıyı “arşivinden çıkarıp” yollamış... 1968.. 2007.. Neredeyse kırk yıl olmuş... Yazı oldukça uzun olduğu için ancak kimi bölümlerini yayımlayabiliyorum... ? “Sol kavramı gökten yere inmiş değildir. Batı Avrupa’nın parlamento tarihinde doğmuştur, halktan yana olan ve ileri fikirler taşıyan milletvekilleri, meclislerde solda oturduklarından bu soy akımlara ‘sol’ adı verilmiştir. Eğer vaktiyle Fransa’da Cumhuriyetçiler sağda ve Kralcılar solda otursalardı, belki de bugün sağcılara solcu, solculara sağcı denecekti... Zenginlere karşı yoksulları savunan milletvekilleri ‘solcu’ adıyla anılmışlardır; teokratik (dinci) devlet anlayışına karşı laikliği savunanlar da solcudurlar. Solculuk ve sağcılık tarihsel çizgisi içinde durmadan gelişir...” ? Kırk yıl önce yayımlanmış yazı solsağ kapsamında sorunu Türkiye’ye getirerek şöyle sürüyor: “Türkiye’de ümmetçiliğe karşı milliyetçilik solculuktur; padişahlığa karşı Cumhuriyetçilik solculuktur...” Ya Gazi?.. Atatürk siyasal yelpazenin neresinde?.. Yazı, bu konuda şu saptamayı yapıyor: “Bir tümceyle eskiye karşı yeniyi, tutuculuğa karşı devrimi savunmak solculuktur. Katıksız bir devrimci olan Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bunun içindir ki solcudur... Gazi Mustafa Kemal Atatürk eski yazıya karşı yeni yazı.. Arapça ezana karşı Türkçe ezan.. Ümmetçiliğe karşı milliyetçilik.. Özelciliğe karşı devletçilik.. Şeriata karşı laiklik.. Uyduluğa karşı istiklalcilik.. Padişahlığa karşı Cumhuriyetçilik.. İmtiyazlı idareye karşı halkçılık.. Tutuculuğa karşı devrimcilik.. Emperyalizme karşı bağımsızlık.. Her çeşit köleliğe karşı hürriyetçilik.. mücadelesinin birinci savaşçısı olduğu için solcudur... Ve bunun içindir ki Milli Kurtuluş Savaşı’nda bütün bu ilkeler uğruna Atatürk’le birlikte Mustafa Kemal’in sağ kolu olarak çarpışmış İsmet Paşa: ‘ Ben kırk yıldan beri solcuyum...’ demiştir.” Kırk yıllık yazı böyle noktalanıyor. ? Yazı sol kesimdeki “milliyetçilik, ulusalcılık, millilik, ulusçuluk” üzerine son günlerdeki tartışmalara kırk yıl öncesinden bir yanıt mı içeriyor?.. Prof. Dr. Cahit TANYOL S Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip. Londan School of Business Administration’da master yapmış, ÖĞRETMENDEN BRITISH ENGLISH Gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık. Acıbadem/İSTANBUL 0 536 225 07 80 on zamanlarda, bazı iç ve dış odaklarca ordumuzu yıpratmaya yönelik sinsi bir kampanyaya tanık olmaktayız. Bu kuzu postuna bürünmüş sinsi kampanya, şimdi her fırsatta Türk milletinin son sığınağı olan komutanların, ülke yazgısını ilgilendiren konularda fikir beyan etmeleri demokrasi için bir tehditmiş gibi gösteriliyor. Kurtuluş Savaşı’nın bağımsızlık ilkesini ve Cumhuriyetin bütün kazanımlarını tasfiye etmek için AB’nin kapısında devlet haysiyeti pazarlayan böyle bir demokrasi anlayışı, elbette orduyu her zaman karşısında en büyük engel olarak görecektir. Bizim için, bu gibi durumlarda asıl tehlike, ordunun tehlike olmaktan çıkmasıdır. Her ülkede ordu ile devlet ve toplum ilişkisi otoriter kışla yapısı aynı olmakla beraberayrıcalıklar gösterir. Orduların bu özelliğini demokrasi değil o ülkenin tarihsel yapısı ve gelenekler belirler. Bu yapısal gelenek İngiltere’de başka, Fransa’da başka, Amerika’da başkadır. Ordudaki bu hiyerarşik otorite ile devletteki bürokratik amirmemur işlevini birbirine karıştıracak olursak orduyu siyasal iktidarın emrine vermiş oluruz, bu durumda o artık devletin ordusu olmak niteliğini yitirir. Biz demokrasiyi her bedene uyar hazır bir elbiseymiş gibi algıladığımızdan, bütün kurumlarımızı ona uydurmayı ideal bir demokrasi için önkoşul olarak görüyoruz. Böyle bir yanlış önermeden hareket edince bütün devlet kurumlarını, GeneIkurmay da dahil, iktidara gelen siyasal partilerin emrine vermiş oluyoruz. Kolaya kaçma alışkanlığına, düşünceyi aktarmacılıkta kilitlemeye son tipik öneriyi, TÜSİAD (Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği) adlı Türk kompradorlar grubunun, demokrasi gayretkeşliğine sıvanmasını yansıtan bir kitaba Sayın Prof. Dr. Zafer Üskül’ün yapmış olduğu katkıda, bulmaktayız: “Türkiye’de yargı yolunun tamamen kapalı olduğu alanlar var. Askeri yargı halen devam ediyor.” Sayın Prof. bu sözleriyle her yıl Genelkurmay’ın irtica suçlarından orduyu arındırmayı amaçlayan kararına, muhalefet şerhi koyan Başbakan’ın haklılığına fetva vermekle kalmıyor, askerleri Milli Güvenlik Kurulu’ndan da ihraç ediyor: Demokrasiye daha uygun bir milli güvenlik anlayışına ihtiyaç var. Savunma görevinin Milli Savunma Bakanlığı’na ve onun içinde silahlı kuvvetlere, iç güvenlik görevinin ise İçişleri Bakanlığı’na ve onun içinde güvenlik güçlerine bırakıldığı, “Milli Güvenlik” ibarelerinin “Milli Savunma” olarak değiştirildiği bir düzenleme yapılmalı, Genelkurmay da Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanmalı. (Hürriyet gazetesi, 12 Ocak 2007) Sayın Zafer Üskül demek istiyor ki asker, kışladan ancak savaş için dışarı çıkmalıdır. Ona göre, milli güvenlik kavramının alanı ile milli savunmanın görev ve yetkileri ayrıldığı taktirde askeri yargı da kaldırılınca, ülkede gerçek demokrasi kurulacaktır. Bu gibi görüşlerin iç ve dış tehlikelere karşı tek sığınağımız olan Türk ordusunu, kendi toprağından ve tarihinden sökerek NATO’nun emrinde, parası Türk milleti tarafından ödenen bir sömürge ordusu yapmaktan hiç farkı yoktur. Cumhuriyetin kuruluşuna ortak olan bu milli mücadele ordusunu dışlayan bir demokrasi, son Türk devletine kurulan tehlikeli bir düşman tuzağıdır. Demokrasinin ayağı toprağa basmayan bu soyut önerileri, farkına varmadan bizi devleti sıfırlayan bir çöküşün içine atar. Böyle bir iktidar, herhangi bir sınıfın da temsilcisi değilse ve de devletin bütün kurumlarına kendi adamlarını pervasızca yerleştirdiği halde toplumda, en ufak bir tepki görülmüyorsa devlet, o topraklarda yaşama hakkını kaybetmiş demektir. Bir toprağın halk tarafından işgal edilmesi onun, vatan olması için yeterli değildir, eğer orada bir siyasi egemenlik kuramamışsa bir halk için devlet, o toprağın somut tapusudur. Bu tapu yitirildi mi artık o toprak senin vatanın değildir. O tapu, Cumhuriyet kurulurken Türk ordusuna emanet edilmiştir. Şimdi emanetin sahibine köşede bucakta bir yer ayarlıyorlar. Gerçi kuramsal olarak şu anda ordunun üst karargâhı olan Genelkurmay Başkanlığı, Başbakanlık’a bağlıdır. Ama bu ordunun Başbakan’ın emrinde olduğu anlamına gelmez. Emir ve kumanda zinciri kışlanın duvarlarında son bulur. Fakat AKP iktidarının devletle kavgalı Başbakan’ı bakın ne diyor: “Türkiye’de sivil bir siyasi irade iş başındadır. Bütün diğer anayasal kurumlar gibi TSK de ona uymak zorundadır. Genelkurmay, Başbakan’a bağlı bir kurumdur ve çalışmasını ona göre sürdürür, bunun dışına çıkamaz.” (3 Ekim 2006, gazeteler) Sayın Tayyip Erdoğan’ın bu ucuz demokrasi anlayışı, Mustafa Kahraman adında, AB patentli bir başka profesörün ifadesinde daha da açıklık kazanıyor: “Eğer Türkiye AB’ye girecekse Genelkurmay Başkanlığı da devlette herhangi bir genel müdürlük olmayı kabul edecek; Devlet Su İşleri, Karayolları Genel Müdürlüğü, TRT Genel Müdürlüğü gibi bir genel müdürlük olacak ve Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanacak.” (9 Ekim 2006 Radikal) Acaba hangi demokratik ülkede Genelkurmay Başkanlığı, bu zatın önerdiği biçimde Devlet Su İşleri Müdürlüğü düzeyine indirilmiştir? Bu olsa olsa Türkiye gibi, bir ihanet panayırı haline getirilmek istenen bir ülkede düşünülebilir. Türk ordusu ve militarizm Türk ordusu, dünya tarihinde militarizme en az yatkın olan bir devlet kurumudur. Ne Osmanlı tarihini dolduran yeniçeri ayaklanmalarının ve ne de Cumhuriyet döneminde yapılan askeri müdahalelerin, Güney Amerika’da ve başka ülkelerde sık sık örneğini gördüğümüz askeri darbelerle bir benzerliği var... Askeri müdahale başka, askeri darbe yine başkadır. Birisi geçici, birisi kalıcıdır. Militarizm, Batı toplumlarının tanıdığı ve ? Arkası 8. Sayfada Ordu ve devlet Şu gerçeği göz ardı etmemek gerek: Genelkurmay Başkanlığı ister Başbakanlık’a, ister Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı olsun, onun devlet içindeki işlevi ne değişir, ne de değiştirilir. Devlet kurumları sorumlulukları ölçüsünde birbirine bağlıdır. Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi gibi kurumların, Adalet CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle