Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
9 ŞUBAT 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA SAĞLIK Uzmanlar, ortoreksiyanın önümüzdeki 10 yılın en önemli beslenme problemi olma yolunda hızla ilerlediğine dikkat çekiyorlar 7 Beslenme takıntısı: Ortoreksiya İstanbul Haber Servisi Kimi insanlara göre değişen dünya standartlarına bağlı yeme alışkanlıkları ve modernleşmenin bir sonucu, kimilerine göre ise takıntılı kişilik yapısına uygun bir durum olarak adlandırılan “sağlıklı beslenme takıntısı (Ortoreksiya)” önümüzdeki 10 yılın en önemli beslenme problemlerinden biri olma yolunda hızla ilerliyor. Uzmanlar, ortoreksiya olan insanların beslenme konusunda aşırı titiz davrandıklarını belirterek “Alacakları besinlerin içinde katkı maddelerinin kanserojen olup olmadığı konusunda aşırı saplantılı davranıyorlar, sadece sağlıklı beslenmek adına sebzeleri çiğ tüketip, et ve süt ürünlerinden genellikle uzak duruyorlar” değerlendirmesinde bulundular. Anadolu Sağlık Merkezi’nden psikolog Aslıhan Kurt, sağlıklı beslenme takıntısının (ortoreksiya), henüz kesinlik kazanan bir rahatsızlık olmadığını, bir beslenme bozukluğu olarak tanımlanmamasına rağmen bazı hekimler ve beslenme uzmanların, son dönemde bu konu üzerinde yoğunlaşmakta ve araştırmalar yaptığını dile getirdi. Yapılan araştırmaların bu takıntının önümüzdeki 10 yılın en önemli beslenme problemlerinden biri olacağı yönünde ilerlediğine dikkat çeken Kurt, bu tip davranış gösteren insanların, sağlıklı olma gerekliliği ile ilgili inanç ve tutumlarını birleştirerek beslenme ve beslenme şekli konusunda aşırı kaygılı olduklarını vurguladı. Kurt, “Sonuç olarak gözlenen davranış, sağlıklı olmak adına yeme(me)dir. Bu tip takıntıları olan insanlar, sağlıklı beslenme standartlarına göre değil de kendi belirledikleri standartlara göre beslenmeyi uygun görürler. Ve bu yolla, sağlıklı beslendiklerine inanırlar” dedi. Ortoreksiya olan insanların alacakları her ürün için uzun süre düşündüklerini, besinlerin içinde katkı maddelerinin kanserojen olup olmadığı konusunda aşırı saplantılı davrandıklarına dikkat çeken Kurt, bu saplantıdaki kişilerin sadece sağlıklı beslenmek adına sebzeleri çiğ tüketen, et ve süt ürünlerinden genellikle uzak duran ve genellikle bu tip besinleri tüketmeme konusunda aşırı titiz davrandıklarını anlattı. Kurt, obsesifkompulsif kişilik yapısının bir uzantısı olan bu takıntının temelinde, beden imajı ve sağlıklı yeme davranışı ile ilgili obsesif (takıntılı) düşünceler bulunduğu belirterek şöyle devam etti: “Bu tip takıntılara özgü tedavilerde, diyet uzmanlarının, psikiyatrların ve psikologların ortak çalışmaları ile davranış değişikliği sağlanabilir. Psikologlar ya da psikiyatrlar kişiyi, davranış terapisi ile desteklerken diyet uzmanları da sağlıklı beslenme konusunda yönlendirirler. Kontrollü ve sağlıklı yemek yeme adına yapılan bu tip diyetlerle kişi, tüm besinleri yemez ve bazılarını almaktan da özellikle kaçınır. Böylelikle vücut, günlük alması gereken kaloriden eksik kalır ve güçsüzleşir. Sağlıksız ve kontrolsüz yapılan tüm diyetlerde olduğu gibi bu tip davranışların da, beraberinde ciddi sağlık sorunları getirmesi olasıdır.” DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT ‘İhmal Bile Ağır Cezayı Gerektirir’ Hrant Dink cinayetinin polis ve jandarmadaki ayağını araştıran İçişleri Bakanlığı müfettişlerinden ikisinin dün yeniden Trabzon’a dönerek tamamladıkları daha önce açıklanan çalışmalarını sürdürmeleri şu açıdan önemlidir: Ya İçişleri Bakanlığı’nın kimi üst düzey görevlileri, müfettişlerin ulaştığı sonuçları yeterli görmemişlerdir. Ya da önceki gün Tekirdağ’a giderek Erhan Tuncel’i 6 saat süre ile sorguya çeken iki cumhuriyet savcısının öğrendiği bilgiler, “idare”nin bu olaydaki parmak izlerinin sanıldığından daha önemli ölçülerde olduğunu ortaya koymuştur. Aslında bu iki olasılığın da eşdeğer sonuçlara ulaşacağı söylenilebilir. Zira cinayetin işlenmesinin hemen ertesi günü tek eylemci olarak öne çıkartılan Ogün Samast’ın sadece birinci halka olduğu biliniyor. Bu nedenle de düne kadar medyadaki yerini Yasin Hayal’e bırakırken, adından sadece Samsun’da elindeki bayrak ile verdirilen özel fotoğraf pozlarının kahramanı olarak söz ediliyordu. Samast’ın yerini, cinayetin azmettiricisi olarak alan Yasin Hayal, arkasında bir hamburger lokantasının bombalanma olayının da bulunduğu öğrenildiği zaman, önemli bir ilgi odağı idi. Hayal için yazılan senaryolar, Tekirdağ E Tipi Cezaevi’nde önceki günkü sorgulamada asıl azmettiricinin Erhan Tuncel olduğunu söylemesi ile değer kaybetti. Polis ve jandarma için muhbirlik yaptığını da açıklayan Erhan’ın cezaevinde söylediklerinin can alıcı bölümlerini medyaya yansıtanlar kim? YURTTAŞLAR TEPKİLİ Yatağa bağımlı yaşayan Türkyılmaz, dergi tasarlıyor, bazı firmalara internet sayfası hazırlıyor Bağışçılar ‘ocaklarını’ geri istiyor İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Aile hekimliği uygulamasında pilot il olarak seçilen İzmir’de, sağlık ocağı bağışçıları, kurumların ‘aile hekimliği’ adı altında kiraya verilmesine izin vermeyeceklerini bildirdi. İzmir Tabip Odası’nda bir araya gelen bağışçılar, birinci basamakta sağlık ocağı olarak kullanılmak üzere yaptırdıkları kurumların, doktorlara kiralanmasını kabul etmeyeceklerini belirterek, “Sağlık ocağı olarak kullanılmak üzere bağışladığımız yerlerin aile hekimliği adı altında birer ticarethane gibi doktorlara kiralanmasını kabul etmiyoruz. Bu, bağışlarımızın amacına ve ruhuna aykırıdır” dediler. Bağışçılar, ocakların amacı dışında kullanılması durumunda yasal olarak girişimlerde bulunacaklarını da kaydettiler. ‘Her şeye rağmen gülümsüyor’ SİBEL BAHÇETEPE ‘Sosyal bir görev’ Bağışçılar Ayşe Mayda, Ömer Öçal, Suat Kabaağaçlı, Cumhur Uktay, Avni Şahin, Şükri Ergil, Emine Rehber Özbudak, yurttaşların yararlanması amacıyla yaptırdıkları ocakların başka amaçlarla kullanılmasını istemediklerini vurguladılar. Toplantının açılışında konuşan İzmir Tabip Odası Başkanı Suat Kaptaner, İzmir’in birinci basamak sağlık hizmetlerinde Türkiye’nin önde gelen kentleri arasında yer aldığını, bu yapının güçlendirilerek yurttaşlara sunulması gerektiğini belirtti. Devletin bu hizmetten vazgeçmemesini, bunun sosyal bir görev olduğunu anlatan Kaptaner, “Aile hekimliğine geçilmesi durumunda sosyal güvencesi olmayan yurttaşlarımız hizmet alamayacak. Yurttaşlara hizmet verilmediğinde bunun faturası tüm topluma çıkacaktır. Salgın hastalıklar artacak, yurttaşların sağlığı tehlikeye girecektir” dedi. Bağışçılardan Ayşe Mayda, Sağlık Bakanlığı’yla yaptığı protokolde, tapuda kayıtlı bulunan binanın sağlık ocağı dışında kullanılamayacağı ibaresinin yer aldığını belirtti. Yeşilyurt Hatice Öçal Sağlık Ocağı Bağışçısı Ömer Öçal da, 2001 yılında eşinin ölümünün ardından ocağın yapılması için bağışta bulunduğunu, bunun bir fantezi olmadığını söyledi. Öğretmen emeklisi olarak gücünün yettiğince bağış yaptığını anlatan Öçal, hizmet almak amacıyla ocaklara başvurduğunu, bundan memnun olduğunu kaydetti. Kurumların güçlendirilmesi için çalışmalar yapılması gerektiğini vurgulayan Öçal, bu alanların kapanmasını istemediğini söyledi. Kasları hareket ettiren sinir tellerinin uçlarında meydana gelen hasar sonucunda ortaya çıkan ‘Motor polinöropati’ hastalığı çoğunlukla çocukluk döneminde ortaya çıkıyor. Ergenlik ve erişkin dönemlerde de etkili olabilen hastalık genellikle ayaklardan başlayarak sık sık düşme, sendelemelerle kendini gösteriyor. İki yaşındayken genetik “motor polinöropati” hastalığına yakalanan Tibet Türkyılmaz, hareket ettirebildiği 2 parmağıyla hayatın tüm zorluklarına karşın yaşama gülümsüyor. İzmir’de yaşayan ve şimdi 17 yaşında olan Türkyılmaz’ı evindeki yatağında hayata bağlayan en büyük yardımcısı bilgisayarı... Yatağında dergi, web sitesi tasarlayan Tibet, bazı firmalara internet sayfası hazırlayıp hosting hizmeti de sunuyor. Doğuştan bir rahatsızlık olan ‘motor polinöropati’, Tibet Türkyılmaz’ın vücudunda etkilerini göstermeye başladığında ‘o’ henüz bebekti. Bacaklarında kas erimeleri ile ortaya çıkan hastalık Türkyılmaz’ın, yeni yeni öğrenmeye başladığı yürüme yeteneğini kaybetmesine neden oldu. Okul çağına geldiğinde annesi Günhan Türkyılmaz onu her gün okula taşıdı. Dokuz yaşında Tibet’in artık kolları da tutmamaya başlamıştı. Tedavi sırasında Tibet’in yanında Yazılmamak kaydı ile... Bir söylentiye göre, bizzat sanığı dinleyen savcılar, soruşturmanın bu aşamada gizli olması gerektiğini en iyi bilen görevliler olarak hem gerekli gördükleri özet bilgileri veriyorlar hem de anlattıklarının yazılmaması kaydıyla söylendiğini hatırlatmayı da ihmal etmiyorlar. Anlatılanlar, ülkeyi sarsan ve üç haftadır gündemin ilk sırasında bulunan vahşi bir cinayetin planlayıcı, aynı zamanda azmettiricisinin değişmiş olduğunu ortaya koyunca, gazetecilerin o yazılmaması kaydına itibar etmesi düşünülebilir mi? Bu nedenle, bana kalırsa savcılar, Tekirdağ E Tipi Cezaevi’ndeki yeni ve üçüncü sanığın söylediklerinin, daha çok bu olayda bazı sıra dışı sorumluları bulunup bulunmadığının da belirlenmesine yardımcı olması bakımından gizlilik ilkesini bilinçli olarak aralamışlardır. “Motor polinöropati” hastalığına yakalanan Tibet Türkyılmaz, hareket ettirebildiği 2 parmağıyla hayatın tüm zorluklarına karşın yaşama hep gülümsüyor. Baykal’ın kuşkuları CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da dün Almanya’da bir konferansa giderken Erhan Tuncel’in sahne önündeki yerini alması ile bugüne kadar cinayet için varsayılan olasılıkların yepyeni bir boyut kazandığını ileri süren açıklamalar yapmış. Baykal, Yasin Hayal’in “Eylemi planlayan polis muhbiri Tuncel’di” sözlerinin doğru olması halinde ortaya vahim bir durumun çıkacağını söylemiş. CHP Genel Başkanı’na göre, bu durumda “resmi çerçeve içinde birilerinin bu olayda parmağı bulunduğu” kuşkusu olup olmadığının araştırılması gerekiyor. Böyle bir araştırmayı kim yapacak? Sorunun yanıtı basit olarak “Elbette öncelikle emniyet güçlerinin bağlı olduğu bakanlık” şeklinde verilecektir. O güçleri dört yıldan beri planlı şekilde kadrolaştırmış bulunan İçişleri Bakanı’nın bu soruşturma sırasında görevinin başında bulunmasının ne anlama geldiğinin cevabını Başbakan nasıl verecektir? Anavatan Partisi’nin gensorusu, konuyu bir Meclis soruşturması önergesi ile parlamentoya taşımaya hazırlanan CHP Genel Başkanı’nın dünkü suçlamalar sırasında “İhmal bile cezayı gerektirir” sözleri önümüzdeki haftanın belli başlı gündem konuları için ipuçları veriyor. Dink cinayetinin dalgaları, Trabzon, İstanbul, Samsun aşamalarından sonra Ankara’ya da mı uzanıyor? hep ailesi vardı, ailesi onu hiç yalnız bırakmadı. Tibet de kendisine olan güvenini kaybetmedi. Ve tüm engellere karşın okuluna başarıyla devam etti. Hastalık 12 yaşında solunum kaslarına sıçrayınca nefes alıp vermesi de güçleşen Tibet okulunu yarıda bırakmak zorunda kaldı. 14 yaşında nefes alıp verememeye başlayan Tibet, uzun bir süre Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Ço cuk Bölümü’nde tedavi altında tutuldu. Solunum yetmezliğini gidermek için trakeostomi (hastanın nefes alıp verebilmesi için gırtlakta açılan delik) yapıldı. Konuşamaz ve yemek bile yiyemez duruma gelen Tibet, doktorlarını da şaşırtarak yemek yemeye başladı. 2 yıldır yaşamını evinde sürdüren Türkyılmaz, kendini “Galiba aşk adamıyım. 6 yaşından beri çok gü zel insanlarla tanıştım” diye tanımlıyor. Hastalığı nedeniyle 6. sınıftan ayrılmak zorunda kalan Türkyılmaz, ortaokulu öğretmenlerinin yardımıyla bitirdi, lise öğrenimine de açık öğretimden hâlâ devam ediyor. ‘Bilgisayarı, hayata bağlayan tek varlığı’ Türkyılmaz, kendisini hayata bağlayan tek varlığın bilgisayar ve internet ortamı olduğunu söylüyor. Kullanabildiği iki parmağıyla mucizeler yaratan Tibet Türkyılmaz, web tasarımı yapıyor, dergi tasarlıyor. Uzun yıllar hedefi olan “Pirinç Boyu” adındaki dergiyi çıkarmaya başlayan Türkyılmaz, hedefinin Pirinç Boyu adında bir kafe açmak olduğunu ifade ediyor. Kafeterya projesinin kendisi için büyük önemi olduğuna değinen Türkyılmaz, kafeterya sayesinde kapalı kaldığı dört duvar arasından kurtulup yaşamın tam içine inmeyi amaçlıyor. Hastanede kaldığı günlerde “Arpa Boyu” adında bir dergi çıkartan Tibet, iki parmağıyla öğrendiği web tasarımıyla tamamen kendi üretimi www.pirincboyu.net adresinde yarattığı forum ortamıyla da kendi dünyasını kurdu. Hatta bu site üzerinden şirketlere özel web tasarımları yapıyor, isteyenlere hosting hizmeti sağlıyor. Kendisine ait internet sitesindeki “Pirinç Boyu Radyo”dan da DJ’lik marifetlerini konuşturuyor. Türkyılmaz, hayata farklı gözle bakmayı başarırken, çizdiği karikatürlerle mansiyon ödülü almış. Babası Eser Türkyılmaz’ın eski profesyonel futbolcu olmasından etkilenen Türkyılmaz, ayrıca organlarını da bağışladı. HASTANELERDE ONKOLOJİ TEDAVİ KURULLARI OLUŞTURULMALI ŞULE KÖKTÜRK U zmanlar, kanser tedavisi kararının bir kurul tarafından verilmesi gerektiğini belirterek Türkiye’de bu kararın medikal ve radyasyon onkoloğu sayısının yetersizliği nedeniyle birçok hastanede sadece bir doktorun onayıyla alındığını bildirdi. Uzmanlar, bunun yanlış tedavi uygulamasına yol açacağı uyarısında bulundular. İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Erkan Topuz, kanser hastaları için kemoterapinin medikal onkolog, radyoterapinin ise radyasyon onkoloğunun yapabileceğini belirterek “İdeal, kanuni olanı bu, ama Türkiye’de pratisyen de her şeyi yapabiliyor” dedi. Türkiye’de yaklaşık 150 medikal onkolog, 450 de radyasyon onkoloğu bulunduğunu ifade eden Erkan Topuz, birçok hastanede medikal onkolog ve radyasyon onkoloğu bulunmadığına dikkat çekti. “Hastanelerimizin birçoğu çok uyduruk” di ‘Kanser tedavisine kurul karar vermeli’ yen Topuz, sözlerini şöyle sürdürdü: “Üniversitelerde konseylerimiz var. Medikal onkolog, radyasyon onkoloğu, patalog ve kanser, hastanın neresindeyse o bölümle ilgilenen cerrah bulunur bu kurullarda. Biz haftanın her günü, mide, göğüs, beyin, jinekoloji, çocuk gibi bölümlerin kanserleri ile ilgili ayrı ayrı toplantı yaparız ve her yeni gelen hasta için tedavi protokolü belirleriz. Ancak, Türkiye’deki onkolog sayısı yetersiz olduğu için, bazı hastanelerde bir hastanın tedavisine bir doktor karar veriyor.” Bezmi Âlem Vakıf Gureba Eğitim ve Araştırma Hastanesi Onkoloji Klinik Şefi Dr. Nurettin Unur da, kanser hastalarının tedavisinde büyük bir başıbozukluk olduğunu ifade etti. Kanser hastalarının ameliyat mı edileceğine, kemoterapi mi yoksa radyoterapi mi alacağına bir kurulun karar vermesi gerektiğini söyleyen Unur konuşmasına şöyle devam etti: “Kanser tedavisini şimdi herkes yapıyor. A profesörü, muayenehanesinde bunu yapıyor. Hastalar sefil oluyor, tedavi olamıyorlar, hasta sahipsiz geziyor. Ondan sonra hastayı bize gönderiyorlar. Sonucu da hastaya zarar veriyor. Tedavi kararının ve protokolünün bir kurul tarafından belirlenmesi gerekiyor. ” Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Başkanı Prof. Dr. Tezer Kutluk da, bir medikal onkoloğun tedavi kararını verebileceğini belirterek ancak kararın bir kurul tarafından alınmasının tercih edildiğini söyledi. Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net Cüzamlı hasta sayısında azalma İstanbul Haber Servisi Cüzam veya lepra, “Hansen basili (Mycobacterium leprae)” adındaki bir mikroorganizmanın yol açtığı, çevresel sinir sistemi ve deri başta olmak üzere birçok sistem ve organı etkileyebilen bulaşıcı bir hastalık olarak biliniyor. Hastalığa yol açan bakterinin vücuda girmesinin ardından belirtilerin ortaya çıkması, bağışıklık sisteminin direncine göre 2 ile 20 yıl arasında değişim gösteriyor. Cüzamla Savaş Derneği Başkanı Prof. Dr. Türkan Saylan, Türkiye’de yakla Tıp merkezi şık 2 bin 500 cü açıldı zamlı hastanın bulunduğuna dikka İstanbul Haber Servisi ti çekerek erken Acıbadem Sağlık Grutanı ve tedavi ile bu’nun Kemerburgaz’da hastalığın kısa sü açtığı “Acıbadem Gökrede ve tamamen türk Tıp Merkezi” hasta ortadan kaldırıla kabulüne başladı. Uluslararası standartlarda çalıştıbildiğini söyledi. Saylan, 2000’li ğı belirtilen tıp merkezi, yıllarda, Türki tıbbın temel dallarında ye’de hasta sayısı hizmet verecek. Acıbadem nın 2 bin 500’e ka Sağlık Grubu’ndan yapıdar indiğini vur lan açıklamada tıp merkeguladı. Cüzamla zinde beslenme ve diyet, Savaş Derneği gö aile hekimliği, çocuk sağnüllüleri olarak lığı ve hastalıkları, deri geçen sene hasta hastalıkları, plastik ve relıkla mücadele konstrüktif cerrahi, gastroiçin bir kampan entoloji, genel cerrahi, göz ya başlattıklarını hastalıkları, iç hastalıkları, anımsatan Saylan, kadın hastalıkları ve doğukampanyaya des ma kadar birçok temel daltek beklediklerini da hizmet verileceği belirtildi. dile getirdi. Prof. Dr. COŞKUN ÖZDEMİR Bundan 43 yıl önce ilk kez yurtdışına çıkma imkânını bulmuştum. Avrupa’nın zengin, gelişmiş bir ülkesinde (Danimarka) 10 ay geçirdim. Özetle, bizler bu toplumla aynı dünyada mı yaşıyoruz diye düşünmekten kendimi alamamıştım. Bir kursa katılıyordum. Konu medikal ve mesleki rehabilitasyon idi. Kurs programına uygun olarak bu ülkedeki hastaneleri, rehabilitasyon merkezlerini ziyaret ediyorduk. Danimarka halkının, hastaların, engellilerin yaşam koşullarını yakından izleme ve öğrenme fırsatımız oluyordu. Yarabbim, bu ne büyük bir farklılıktı. Adeta çarpılmıştım, her şeyi büyük bir gıpta ile izliyordum. Benim kariyerim için önemli bir dönüm noktası idi bu kurs ama.. işte biz bu insanlarla aynı dünyada değildik. Büyük bir eziklikti yaşadığım. Bu duyguyu, bu ezikliği ne yazık ki 43 yıldan beri yaşarım. Bu süre içinde 5 kıtada çok sayıda ülkede bulundum, kısa ve uzun toplantılara, kongrelere katıldım, konuşmalar yaptım. O ülkeleri, toplumları, insanları tanımak için çaba sarfettim.. doğaldır ki kıyaslamalar yaptım. Türkiye’nin Dünyadaki Yeri... Ülkemin geri kalmışlığı, o yüce insanın gösterdiği bilim toplumu hedefinden iyice uzakta oluşumuzu en somut bir şekilde algılamak içimde uzun yıllardır işleyen bir yara gibidir. Şimdi bu satırları yazmayı bana ilham eden, 3 hafta önce çıktığım son seyahat ve konuşmacı olarak katıldığım son kongre oluyor. Kongre Japonya’nın Yokohama şehrinde idi. Onun öncesinde Pekin’de 3 gün geçirdik. Türkiye’den bakarak yüksek teknolojide, gelişmede büyük adımlar atan bu 1.5 milyarlık ülkeyi de kıskanmamak mümkün mü? Japonya’ya adım atar atmaz sizi etkileyecek pek çok şey var. İnsanların güler yüzü, yardımseverliği, utangaç tavırları ve tıkır tıkır işleyen kusursuz organizasyonlar. Kongre, kasları eritip ortalama birkaç yılda ölüme sürükleyen, tüm dünyada çok ilgi çeken bir hastalık ALS, (Motor Nöron) hastalığı ile ilgili. Türkiye’de futbolcu Sedat ve Suna Kıraç nedeni ile tanınır oldu. Dünya Dernekler Birliği’nin toplantısını sempozyum izliyor. 600’den fazla uzman kişi katılıyor. Bir taraftan üst düzey araştırmalar, öte yandan bu hastaların bakımı ile ilgili çalışmalar sunuluyor. Ben konuşmamda Türkiye’deki deneyimlerime dayanarak buradaki koşulları, yaptıklarımızla birlikte yapamadıklarımızı ve nedenlerini ve bugünkü yeni dünya düzeninde gelişme halindeki ülkelerin sorunlarını tartışıyorum. İlk kez Türkiye sözcüğünü kullanarak bu bir büyük kuş (HindiTurkey) değil, bir memlekettir diyorum. Sanırım, onayla karşılanıyor. Yurtdışına her gidip dönüşümde hastalarımız ve derneğimizin üyeleri, “Hocam bize hangi tedavi müjdelerini getirdiniz” diye sorarlar. Ne kadar zordur, dejeneratif ve kalıtımsal hastalıkların ne kadar büyük sırlar taşıdığını ve onların çözümünün büyük çabaları, çalışmaları ve zaman gerektirdiğini anlatmak. Evet, kongrede belirtmeye değer tedavi başarısı bildirilmedi. Belki şaşacaksınız, kök hücre için de sadece bir tebliğ vardı. Kök hücre tedavilerinin zamanı henüz gelmemişti. Ama gerçekten çok önemli araştırmalar sunuldu. Onları Bilim Teknoloji için yazacağım. Burada şunu vurgulamak isterim. Japonya’da en üst düzey araştırmalar gerçekleştiriliyor. Bu çok çalışkan millet sağlık hizmetlerinin sunuluşunda ve bizde pek de gündemde olmayan kronik hastalıkların bakımında da başarılı ve örnek organizasyonlar yapıyor. Bu alanda onlarla birlikte Danimarka, Amerika, Almanya, Kanada, Avustralya ve Hollanda gibi gelişmiş ülkelerde yapılan hasta bakımı (care giving) ile ilgili uygulama ve araştırmaları gıpta ile izledim. Hemen hemen gündemimizde olmayan ve ancak pek yetersiz şekilde yapılan bu uygulamaları hiç olmazsa öğrenmemiz ve ilk adımları atmamız gerekir diye düşünüyorum. Bunları gazetemizin sütunları elverirse geniş bir şekilde işlemek istiyorum yaptığım uzun seyahatin izlenimleri ile birlikte. Bu seyahatle ilgili içimde sadece bir ukde var. Sevgili dostum Oktay Akbal’ın Japonya’da Hiroşima’yı gidip görmem tavsiyesini yerine getiremedim. coskunoz@superonline.com CUMHURİYET 07 K