14 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 ŞUBAT 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER CHP lideri Baykal, Erdoğan’ın derin devlet tartışmasıyla siyasi sorumluluğuna bahane aradığını söyledi GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘Elini emniyetten çek’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, “Derin devlet tartışması aciz başbakanların bahanesi olamaz. Ortada senin atadığın insanların himayesinde yeşertilmekte olan bir çete var. Bu işin siyasi sorumlusu sensin, ayağa kalk” sözleriyle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı hedef aldı. Baykal, dün TBMM’de partisinin grup toplantısında çeşitli konularda değerlendirmeler yaptı. Baykal’ın değerlendirmeleri ana başlıklarıyla şöyle: İnançlar da ana çimento: Dinimizle, imanımızla, kimliğimizle iftihar ediyoruz. Nasıl milliyetçilik bir ana çimentoysa, inançlarımız da aynı şekilde en temel değerdir, ana çimentodur. Piyasalar Coşuyor, Ekonomi Küçülüyor Başlığı, ekonomik gelişmelerle günlük yaşam arasındaki ilişkiyi, yıllardır bıkmadan usanmadan göstermeye çabalayan Güngör Uras’ın geçen haftaki yazısından aldım. Kimi “pedantic” piyasa iktisatçılarının, Uras’ın yazısında takıldıkları önemsiz noktalara aldırmayarak yazısının tümüne dikkatle baktığımızda, son ekonomik gelişmelerin “sırrına” ilişkin önemli ip uçlarına rastlıyoruz. ? Başbakan Erdoğan’ın derin devletin arkasına saklanarak kadrolaşmanın, kuşatmanın aczini, beceriksizliğini kimseye kabul ettiremeyeceğini söyleyen Baykal, “Ortada senin atadığın insanların himayesinde orada yeşertilmekte olan bir çete var. Siyasi sorumlu sensin. Başbakan ayağa kalk, hukuki ve siyasi sorumlusu sensin bu işin. Sen ırkçıları, kafatasçıları bırak da görevini yap. Elini çek emniyet teşkilatından’’ dedi. Laikliği sindiremeyenler var: Laiklikle ilgili anayasamızda bir anlayış var, sağlam hukuki bir yorumu var. Başbakan bildiri yayımlıyor, “en doğru laiklik anlayışı gerekçede, diyor. Gerekçe maddenin tereddüt yaratmaması amacıyla, “sakın ha, inanca karşı yorumlamayın”, diyor. Doğru bir tespittir. Ama laiklik sadece buna indirgenirse, o zaman maddenin içinde yer alan laiklik unsurlarını, Anayasa Mahkemesi tarafından ortaya konmuş yorumunu yok saymış olursunuz. Sizin anayasamızın laiklik ilkesini içine sindiremediğiniz ortaya çıkar. Samast’ın sezdiği destekler: Hrant Dink cinayeti sonrasında emniyet teşkilatımızın içinde bulunduğu manzara artık inkâr edilemez biçimde görülmeye başladı. Çocuğun cinayeti işledikten sonra bu kadar rahat ortalıkta dolaşmasını yadırgıyoruz. Sezdiği destekler, güven veren açıklamalar, “bize faili meçhul kalacak”, denmişti diye yaratılan ortam içinde çok rahat gidiyor. Soruşturmasının güven verici olarak yapılmakta olduğuna inanmak çok güç. Erdoğan ayağa kalk: Yeni bir görevden alma oldu İstanbul’da, görevden alma mıdır, istifa mıdır, tablo karışık. Tartışılması gereken bu tablonun siyasi sorumluluğunu ortaya koymaktır. Başbakan derin devletten bahsediyor. Derin devlet tartışması aciz başbakanların bahanesi olamaz. Derin devlet arkasına saklanarak kadrolaşmanın, kuşatmanın aczini, beceriksizliğini kimseye kabul ettiremezsiniz. Ortada senin atadığın insanların himayesinde orada yeşertilmekte olan bir çe te var. Siyasi sorumlu sensin. Birilerine, “gel seni nadasa alırız, böyle söyleyiver”, tertipleriyle gerçekleştirilecek ayarlamalara umut bağlamayız. Başbakan ve İçişleri Bakanı sorumludur. Başbakan ayağa kalk, hukuki ve siyasi sorumlusu sensin bu işin. Sen ırkçıları, kafatasçıları bırak da görevini yap. Elini çek emniyet teşkilatından. Kafatasçılık ideolojisi yok: Türkiye’de bir ırkçılık ideolojisi hiçbir zaman yoktur, çeşitli çeteleşmeler, lümpen nefret grupları elbette vardır, ama bunu bir ideolojik hareket gibi algılamak doğru değildir. Ama bir etnik ırkçılık arayışı vardır. Sakınılması gereken budur. Bu milletin her ferdi kendisine saygı talep etmeye, Türk milletinin mensubu olmaktan iftihar etmeye devam edecektir. Piyasacılar İyimser Uras yazısında Türkiye’de, piyasacıların (“paradan para kazananların”) gidişattan hoşnut olduklarını vurguluyor. Çünkü, yabacı sermayenin, Türk Hazine kâğıtlarına ilgisi devam ediyor, yabancı fonlar Türkiye’de ne varsa (fabrika, şirket, ev, arsa) satın almak için sırada bekliyormuş. Merkez Bankası da bu iklimi destekleyen politikaları sürdürmeye kararlıymış. Bu saptamalarda, kocaman bir dünya gizli. Ama önce, Uras’ın yazısındaki üç saptamaya daha değinmek istiyorum. Birincisi, Uras “İşi aşı, piyasalar değil üretim sağlar” diyor. İkincisi Uras, döviz kuru politikalarından dolayı ihracat zorlaşırken ithalatın artmaya devam ettiğine, ara malı ithalatına göndermeyle ihracatın ithalat bağımlılığına dikkat çekiyor, dış ticaret açığındaki kronik büyüme eğiliminin altını çiziyor. Uras’ın aktardıkları ekonominin, (aşağıda değineceğim) bir uluslararası mali sermayenin kaprislerine bağımlı hale geldiğini de gösteriyor. Üçüncüsü, Uras’a göre çözüm yüksek değerli üretimin artmasından, iç piyasa yetersiz olduğundan da ihracatın artmasından geçiyor. Uras’ın sunduğu resim içindeki, piyasa iktisatçılarının görülmesinden nefret ettikleri şeyi görebilmek için çok temel bir gerçeği anımsamak gerekiyor. Ekonomide üretilen ve birikime konu olacak “fazla”, faiz, rant ve kâr arasında bölüşülür. Piyasaların, yani “paradan para biriktirenlerin” biriktirdiklerinin kaynağı “ekonomik artık”, ait olduğu bölüşümde, kategoride (hangi karmaşık, “süper” yatırım aracı hisse senedi, türev, swap…kullanılırsa kullanılsın) faizdir. Öyleyse paradan para kazananların payı arttıkça, sanayi/ticari kâr gelirleri, toprak rantı gelirleri daralacaktır. Bu gerçekten kaçış yok! Uras, yazısındaki saptamalarla Türkiye ekonomisinde, üretken olmayan, paradan para kazanan sermayenin, diğer sermaye biçimlerini soyarak birikmekte olduğunu vurgulamış oluyor. Bunu bir kenara yazalım. Şimdi, şu soruyu soralım, peki bu paradan para kazananlar kim? Bu değirmenin suyu nereden geliyor? Bu iki sorunun cevabı önemli çünkü eğer paranın kaynağı ve paradan para kazananların yaşam alanı ülke ekonomisiyse, sorun, ekonomik artığın ülke içinde bir yeniden dağılımına ilişkindir. Dengesizliğin, ekonomiyi çökertecek noktaya ulaşmadan, ekonomik ve siyasi mekanizmalarla giderilmesinin bir şansı her zaman vardır. MUMCU’DAN ERDOĞAN’A: İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN SHP’DEN TEPKİ: Devlete düşmanlığın önünü açtın ? Erkan Mumcu, dini siyasete alet etmeyi alışkanlık haline getirenlerin laikliğin “dinsizlik ve din düşmanlığı” demek olduğu yargısına varacak kadar insanlara zehirli, karanlık, yanlış fikirler ve korkular enjekte ettiklerini söyledi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Anavatan Partisi Genel Başkanı Erkan Mumcu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ı “mağduriyet edebiyatı içerisinde milletin samimi duygularını suiistimal ederek milletin devlete düşmanlığının önünü açmakla” suçladı. Anavatan Partisi lideri Mumcu, dün partisinin grup toplantısında, gündemdeki konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Laiklik ilkesinin anayasaya girişinin 70. yıldönümü olduğunu anımsatan Mumcu, laikliğin din işlerinin devlet işlerinden ayrılması olarak anlatıldığını, bunun kocaman doğrunun sadece küçük bir parçası olduğunu söyledi. Konunun devletin inançlar karşısında eşit uzaklıkta, tarafsız olması ve vatandaşları arasında ayrımcılığa yer vermemesi olduğunu kaydeden Mumcu, dini siyasete alet etmeyi alışkanlık haline getirmiş insanların halkın din duygularını istismar ederek yanlış kanaatlere yol açtıklarını, adeta laikliğin dinsizlik ve din düşmanlığı demek olduğu yargısına varacak kadar zehirli, karanlık, yanlış fikirler ve korkular enjekte ettiklerini belirtti. “Bir ülkenin başbakanı, yıllardır alıştığı bir mağduriyet edebiyatı içerisinde milletinin samimi duygularını suiistimal ederken milletin devlete düşmanlığının önünü açmıştır’’ diyen Mumcu, “Derin devlet var ama biz onunla baş edemiyoruz, ne demek? Bir şekilde devleti suç örgütü olarak tanımlamak değil mi? Devleti bir çete gibi faaliyet gösteren, insanların hakkına, hukuka tecavüz eden bir örgüt gibi gösteren anlayışın önünü açmıyor musunuz’’ diye sordu. Erdoğan’ın “Derin devlet var, ama erişemiyoruz” dediğini kaydeden Mumcu, “Erişemiyorsan var olduğunu nereden biliyorsun” dedi. Yeşil devrim takıyyeciliğin dışavurumu İstanbul Haber Servisi SHP Genel Başkan Yardımcısı İlhan Göğüş, AKP’li Abdullah Çalışkan’ın yeşil devrim isteminin, AKP’nin genlerinden atamadığı takıyyeci zihniyetin dışavurumu olduğunu ileri sürdü. Göğüş yaptığı yazılı açıklamada, “AKP’lilerin eski lideri Necmettin Erbakan da bir zamanlar böyle bir devrim istemişti. Sadece bunun ‘kanlı mı kansız mı’ gerçekleşeceği konusunda karar verememişti” dedi. Göğüş, AKP’nin takıyyeci anlayışının yeşil devrim söylemiyle tekrar ortaya çıktığını belirterek şu ifadelere yer verdi: “Böyle bir devrim, TBMM çatısı altında yapılamaz, ‘yeşil devrim’ istiyorlarsa o Meclis’in altından çıkıp gitmelidirler. Halkımız önümüzdeki seçimlerde bunun gereğini yapacaktır.” Değirmen ve suyu Şimdi, sorularımıza dönersek bunların cevabını, dünyada paradan para yapan en büyük kurumlardan, Morgan Stanley’in Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Serhan Çevik’in 01/02/2007 tarihli “Çekici olmanın mahsurlu yanı” başlıklı yazısında bulabiliriz. Çevik, yazısına Türkiye’nin son yıllarda sergilediği üretkenlik artışına, büyüme performansına (ekonomik artığa) değinerek başlıyor, enflasyon, bütçe, vs’den hareketle mali dengelerin, bölüşüm sürecinin, yabancı sermaye açısından çekici olduğuna işaret ediyor. Ama bir sonraki paragrafta bu olumlu hava dağılmaya başlıyor. Çünkü, Çevik’e göre, borsada serbest dolaşan kâğıtların yüzde 69’u, Hazine kağıtlarının bankaların elinde olmayan kesiminin yüzde 32.5’i yabancı yatırımcıların elinde. Böylece Çevik, ani bir çıkış halinde oluşabilecek bir çöküşün çapına dikkat çekiyor. Çevik’in yazısı paranın, dolayısıyla tehlikenin kaynağına da ışık tutuyor. Bu paranın kaynağı “carry trade” (düşük faizli dövizle gelerek, yüksek faiz dövizeTL’ye yatırmak). Bunun nasıl sakat bir denklem olduğunu pazartesi günkü yazımda yazmıştım. Çevik, bu yolla kabaca 2003’ten bu yana 50 milyar dolara yakın bir giriş olduğuna işaret ediyor. Evet, Türkiye’de piyasalar coşuyor ama elde edilen kazancın (bunun faiz olduğunu tekrar anımsayalım) çok büyük kısmı, içeride bir yeniden bölüşüme konu olmuyor, dışarı çıkıyor. Uras’ın yazısına dönersek piyasalar, özellikle de bu aktardığım biçimde coşuyorsa, ekonomik büyümeyi destekleyecek kaynak da (ülke içinde üretilen ekonomik artık) dışarı çıkıyor demektir. Yabancı sermaye de zaten başka nedenlerle gelmez. Ha, bir de David Havey’in “mülksüzleştirme yoluyla birikim” dediği olgu var. Türkiye’de doğrudan yabancı sermaye olarak sunulanlar da esasen bu kategoriye giriyor. Bu da Uras’ın “yatırım fonları Türkiye’de ne varsa almak için sırada bekliyorlar” saptamasında gizli! Eğer, “bu ülkede iç talep neden sınırlı?” sorusunun cevabını bulursak bana bu sırların hepsini çözebilirmişiz gibi geliyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com [email protected] ‘Kurumlar savaşıyor’ Hrant Dink cinayetiyle ilgili sürece de değinen Mumcu, milletin güvenliğini emanet ettiği kurumların birbirleriyle apaçık savaş verdiğini, buna Başbakan ve bakanların da katıldığını söyledi. Mumcu, “Ülkenin emniyetini korumakla yükümlü kuruluşlar, birbirlerini açığa düşürme savaşı veriyor, toplumsal hafıza üzerinden güç kavgası veriyorlar. Benim anlamadığım, bu güç kavgası neyin adına, kimin adına veriliyor’’ diye konuştu. ‘Erdoğan patolojik hasta’ Erdoğan’a ağır eleştiriler yöneltmeyi sürdüren Bahçeli, “Terör örgütü PKK ve İmralı’daki elebaşı cani ile ‘teşhis ve ağız birliği’ içine girmiştir” dedi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, partisiyle AKP arasındaki gerginliğe yeni bir boyut kazandırarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan için, “Ruh hali klinik tablo, kangren haline gelen patolojik hasta” nitelemelerinde bulundu. Bahçeli yaptığı yazılı açıklamada, Başbakan Erdoğan’ın Türk milliyetçiliğini hedef alan saldırılarının ağırlaşarak ve seviye kaybederek sürdüğünü kaydetti ve “Türk milliyetçiliği düşmanlığının AKP’nin seçim kampanyasının ana teması ve taşıyıcısı olacağı anlaşılmıştır” dedi. Bahçeli, şöyle devam etti: “Türk milliyetçiliğini karalamak ve aşağılamak için çok tehlikeli bir kışkırtıcılık misyonu üstlenen Başbakan’ın içinde bulunduğu ruh hali, bu anlamda çok vahim bir klinik tablo oluşturmaktadır. Bu kangren haline gelen patolojik hastalığın yegâne tedavi yolu seçim sandığıdır.” Erdoğan’ın söylemleriyle PKK’nin ve Öcalan’ın son dönemdeki kampanyalarının örtüştüğünü belirten Bahçeli, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanlık koltuğunda oturan Erdoğan, Türk milliyetçiliğine karşı husumet manifestosu niteliğindeki sözleri ve saldırılarıyla, sadece yeminli milliyetçilik düşmanlarıyla aynı safta yer almamış, daha da vahimi terör örgütü PKK ve İmralı’daki elebaşı cani ile de ‘teşhis ve ağız birliği’ içine girmiştir” dedi. Hrant Dink’in öldürülmesiyle ortaya çıkan ilişkiler, bize çok mu yabancı? Nereden çıktı bunlar mı diyoruz? Bir yönüyle baktığımız zaman her şey eskiden bildiğimiz gibi… Bu yönüyle çok acı verici ve yürek daraltıcı. Bir başka yönünden bakarsak, Türkiye AB yolunda ilerliyor, giderek devlet içindeki çeteleşme çözülüyor inancı içindeydik. Bu inancımızda ciddi bir sarsıntı oluştu. Henüz devlet içindeki ırkçımilliyetçi saldırgan örgütlenme varlığını koruyor. Etkisini sürdürüyor. Köşe başlarını tutmaya devam ediyor. Sanki çok fazla mesafe almamış gibi bir görüntüyle yüz yüzeyiz. ??? Gelişmelere tamamen tersi bir noktadan baktığımızda ise umut verici bulgulara rastlıyoruz. Hrant’ın ölümünün ardından gösterilen toplumsal duyarlık ve tepki, beklenenin üstündeydi. Toplum artık barış içinde yaşamak istiyordu. Bir Ermeni gazeteciye arkadan sıkılan kurşun onların yüreğini dağlamıştı. Bu olumlu bir görün ‘Kirli Devlet’ Görüntüsü... tüydü. Medyanın tutumu da genel anlamda olumluydu. Cinayete tepki doğru ve yerindeydi. Ortaya çıkan bilgi ve bulgular da geçmişle kıyaslanınca iyi sayılırdı. Tetikçi yakalanmıştı, yakın çevresi ortaya çıkarılmıştı. Gideceği yerlere ilişkin bazı ipuçlarına da rastlamaya başladık. ??? Bu olgular ışığında diyebiliriz ki kritik bir aşamadan geçiyoruz. Olayların ne yönde gelişeceği tam de belli değil. Türkiye bir hukuk devleti mi olacak, yoksa ırkçı, dışlayıcı saldırganlık gücünü koruyacak mı? Irkçıdışlayıcı saldırganlık, devlet içindeki gücünü ve örgütlenmesini, soruşturmayı engellemek ve saptırmak amacıyla kullanıyor. Devlet içinde onların, hukuk devleti taraftarlarından daha etkili olduğu bir gerçek. Bu nedenle mevzileri kaybetmemek için bastırıyorlar. Ne yazık ki parlamenter muhalefet, onlarla mücadele etmek yerine onlara destek olarak algılanabilecek çıkışlar sergiliyor. ??? AKP ise tam “iki arada bir derede” durumunda. Bu saldırganlık eğer engellenemezse AKP hükümetinin de sonunu getirebilir. Bu nedenle Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisini de tehdit ettiğini düşündüğü ve siyasi rakibi olarak gördüğü “milliyetçilik”le tartışıyor, onların devlet içindeki güçlerinin oynadığı rolü sınırlamaya çalışıyor. Öte yandan özellikle Karadeniz kökenli bazı AKP milletvekillerinin linç olaylarındaki tutumlarını hatırlarsanız, durumun çıkmazı da anlaşılabilir. AKP içinde güçlü bir “milliyetçi” damardan söz edebiliriz. İşte bu açmaz, AKP’nin ne yapabileceğini bulanık hale getiriyor. Tabii ikinci ve en önemli etken, İçişleri Bakanlığı ve Adalet Bakanlığı gibi iki kritik bakanlığın nasıl yönetildiğidir? Adalet Bakanı, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin yol açtığı ve açabileceği tehdidi ya anlamadı ya da anlamak istemedi? Bu konuda yapılan bütün uyarılara kulaklarını tıkadı… Hükümeti de etkiledi. İçişleri Bakanı ise hemen bütün kritik noktalara atadığı güvenlik görevlileriyle dikkat çekiyor. “Orhan Pamuk’un kitaplarını yakın” diyen Isparta’nın Sütçüler Kaymakamı’nı kritik bir yere Diyarbakır’ın Dicle ilçesine gönderdi. 16 Mart katliamıyla ilişkisi tartışılan ve konuşulan bir emniyet görevlisini Trabzon’a müdür olarak atadı. Yıllardır Trabzon’daki kaygı verici gelişmeleri yok sayan, bu kentte gelişen saldırganlığı “hoşgörülü” değerlendir melerle pohpohlayan valiyi cinayete kadar orada tuttu. Trabzon Emniyet Müdürü’yken, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığı’na getirilen Ramazan Akyürek’in bu olaylardaki sorumluluğu ve ihmali nedir? Neden onunla ilgili herhangi bir işlem yapılmıyor? ??? Türkiye bir hukuk devleti olacak mı, olmayacak mı? Sorun burada düğümleniyor. Cinayetle ilgili ortaya çıkan her gerçek bilgi, “kirli devlet” özlemi içindekilere indirilecek bir darbe olacaktır. Bu konuda tarafsızlık olmaz. Suçlular kimlerse, gelin hep birlikte ortaya çıkarma gayretine destek verelim. Engellemek isteyenleri ise teşhir edelim. Burada gözümüzü zaman zaman karartan ideolojik tercihler gerçeğin önüne geçmesin. Hukuk devleti bir avuç saldırgan dışında hepimizin ihtiyacı. Katiller, hedef saptarken kendileri dışında herkesi vuruyorlar. Bunu da unutmayalım… VEFAT Baromuzun 14050 sicil sayısında kayıtlı Avukat Mehmet Nakittin Karamanoğlu vefat etmiştir. Aziz meslektaşımızın cenazesi 07.02.2007 Çarşamba günü (bugün), Ataköy Camii’nde kılınacak öğle namazını müteakip Kozlu Mezarlığı’nda defnedilecektir. Merhuma Tanrı’dan rahmet, kederli ailesine ve meslektaşlarımıza başsağlığı dileriz. İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle