10 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 2007 PAZAR 6 DİZİ ‘DİSK tarihi soframızda ekmeğin hikâyesidir’diyen Genel Başkan Çelebi PAZAR ORHAN BURSALI ‘Her mücadele bedel demek’ 12 Eylül darbesinin 24 Ocak kararlarının rahat uygulanabilmesi ve DİSK engelinin ortadan kaldırılması için yapıldığı yönünde yaygın bir kanı var. Siz de bu görüşte misiniz? Çelebi: Aynı görüşteyim.Bu darbenin arka planının iyi okunmasına ihtiyaç var. Geride bıraktığı 40 yılın her günü bir mücadele ve bedel ödemeyle geçmiş DİSK’in. En büyük bedeli de 12 Eylül darbesiyle ödedi. Zaten bizim gibi ülkelerde demokrasiye ulaşmanın yolu bedel ödemeden geçiyor. 24 Ocak kararlarının uygulanabilmesi için darbenin altyapısı daha önce oluşturuldu. Bilinçli göz yummalar ve pompalamaların sonucu terör tırmandırıldı. Bu göz yummalar ve pompalamaların bir merkezden idare edildiğine inanıyorum. Asıl hesap vermesi gereken derin ilişkiler sürecinin içindeki aktörlerdir. 24 Ocak kararları süreci ABD’nin ve Yeni Dünya Düzeni sürecinin başlangıcıdır. Küreselleşmenin ilk ayak sesleridir. Bu sürecin önündeki en büyük engel, DİSK olarak görülüyordu. Özellikle DİSK’lilerin bu sürece isyanlarının olacağı düşünülüyordu. Darbenin işçi konfederasyonları içinde sadece DİSK’i kapatması ve yeni yasal düzenlemelere gitmesinin nedeni bugün daha iyi anlaşılıyor. Avrupalı sendikacıların dayanışması inanılmazdı 12 Eylül darbesi sonrasında Türkiye’deki diğer konfederasyonlar size destek vermedi ama darbe hükümetine genel sekreterlerini bakan olarak verdiler, 1982 Anayasası’na kefil oldular ve DİSK’i suçladılar. Avrupa’daki sendikalar ise siz faaliyetteymişsiniz gibi işlem yaptılar ve dayanışma geceleri düzenlediler. Farklı iklimlerde sendikaların tavrı da farklı mı oluyor? Çelebi: Bugün yaşıyorsak, idamla yargılananlar yeniden yaşama döndüyse, gözaltında kaybolmadıysak bu, uluslararası sendikaların bizimle yakından ilgilenmelerinin ve bizimle dayanışmalarının sonucudur. Maddi dayanışma da gösterdiler. Biz içerideyken eşlerimize ve çocuklarımıza az da olsa katkılarda bulundular. DİSK’lilerin hapiste bulunan yöneticilerinin aileleri ile dayanışma için üyelerinden bir mark, bir frank toplayarak bunu ilettiler. Avrupalı sendikaların ailelerimize gönderdiği bu yardımdan dolayı biz ayrıca sorgulandık. 12 Eylül’de biz bedeller ödedik ama bizim eşlerimiz ve çocuklarımız bu bedelin en ağırını ödedi. Türkİş, darbe hükümetine bakan verdiği için ICFTU üyeliğinden çıkarıldı ama cezaevindeki Abdullah Baştürk Olof Palme Ödülü’ne layık görüldü. 1985 yılında DİSK ETUC üyeliğe kabul edildi. Oysa faaliytte değildik. ‘Tarih DİSK’i hep haklı çıkardı’ MİYASE İLKNUR Süleyman Çelebi DİSK’in altıncı genel başkanı. Genç yaşta DİSK’e bağlı Tekstil İşçileri Sendikası Genel Sekreterliği ve DİSK Örgütlenme Dairesi Başkanlığı yaptı. 12 Eylül darbesiyle o da diğer DİSK yöneticileriyle birlikte tutuklandı. DİSK’li olmanın bedelini ödedi. DİSK’in 40.yılı kutlamalarını bir yıl boyunca sürdürmeyi amaçlayan Çelebi, 1975 yılında DİSK saflarına katılmasına karşın kuruluşundan itibaren bütün tarihine sahip çıkıyor. Çelebi ile DİSK’in 40 yıllık tarihini konuştuk. DİSK 40 yaşına bastı. Neler sığdırdı bu 40 yıla? Çelebi: DİSK tarihi sadece evraklar ve belgelerden ibaret değildir. DİSK tarihi tek tek işçilerin tarihidir. DİSK tarihi soframızdaki zeytin ve ekmeğin hikâyesidir. DİSK’in tarihi sıkıyönetim mahkemelerinde verilen ifadelerdir. DİSK’in tarihi Türkiye işçi sınıfının tarihidir. DİSK’in tarihi, toplusözleşmenin tarihi olduğu kadar işyeri direnişlerinin ve grev çadırlarının tarihidir. DİSK’in köklerinde 18. yüzyılda Selanik ve Şam’da yapılan ilk grevler vardır. DİSK’in kökleri Osmanlı Amele Cemiyeti’dir. DİSK tarihi Kavel direnişidir, MESS’e başkaldırıdır. DİSK, 1516 Haziran’dır. DİSK demokrasi mücadelesidir. DİSK faşizme dur diyebilme iradesidir. DİSK 1 Mayıs’tır. DİSK 1 Mayıs 1977’dir. DİSK, 12 Eylül’e direniştir. DİSK, 1 Mayıs kürsüsünde Kemal Türkler’dir, çıplak ayaklı Abdullah Baştürk’tür, işçi ve sendikacı Kemal Nebioğlu’dur, ıslak ayakla Ankara’ya yürüyen Rıdvan Budak’tır, vefakâr Vahdettin Karabay’dır. DİSK onurlu bir emeklilik isteyen kır saçlı bir işçidir, DİSK sigorta ve sözleşme isteyen genç bir kızdır. ‘DİSK kır saçlı bir işçidir’ 196167 arasındaki giderek ivme kazanan işçi eylemleri mi DİSK’i yarattı, yoksa onu kuran, ancak o dönemde Türkİş içinde muhalif sendikalar mı bu eylemleri? Çelebi: İkisi de birbirini var etti. Kavel direnişi sonradan DİSK’in kurucusu ve lokomotif sendikası olan T. Madenİş tarafından başlatıldı. İşçilerin ikramiyeleri kesiliyor, ücretleri düşürülüyor, mesaileri ödenmiyor ve sendika başkanı Kemal Türkler işçilere, anayasanın tanıdığı grev haklarını kullanmaktan başka çareleri olmadığını, aksi takdirde haklarını kaybedeceklerini söylüyor. 274 ve 275 sayılı yasaların çıkartılmasında Kayı yargılandık. DGM’ler bugün kalktı. Geriye dönüp baktığımızda tarih DİSK’i haklı çıkarmıştır. Bütün öngörülerimiz gerçekleşmiştir. Türkiye işçi sınıfının tarihinde hangi kazanımlar elde edilmişse hepsinde DİSK’in imzası vardır. Bunu sadece DİSK başkanı olarak değil işçi Süleyman olarak söylüyorum. Hangi kazanımı kaldırırsanız DİSK’in emeğini ve öncülüğünü görürsünüz. Hangi haklar gasp edilmişse o da DİSK’in yokluğunda olmuştur. ‘DİSK’i DİSK yapan tabanıdır’ 1977’ye gelindiğinde Kemal Türkler’in Ulusal Demokratik Cephe çağrısı ve örgüt içinde ayrışmalar, hemen arkasından gelen genel kurulda görev değişikliği ve geçici ihraçlar. Bu süreci biraz anlatır mısınız? Temelinde ne yatıyordu? Çelebi: UDC yani Ulusal Demokratik Cephe biraz da yetkili organlarda yeterince tartışılamadan ve karar alınmadan ayaküstü yapılan bir çağrı. DİSK’i DİSK yapan en önemli özelliği tabanın karar sahibi olma ilkesidir ve önemli kararları tabanın da müdahale edebileceği genel kurullarında tartışmasıdır. UDC çağrısı, DİSK içinde bir siyasi gönderme, bir kesimle buluşma noktası olarak algılandı. Bu UDC, bir siyasi partinin sloganı ve o slogana sahip çıkan bir DİSK yönetimi olarak değerlendirildi ve örgüt içinde tartışmalara yol açtı. Ondan sonra da bir olağanüstü genel kurul süreci yaşandı. Bu genel kurulda Kemal Türkler, Abdullah Baştürk ile yarıştı ve Baştürk, DİSK’in genel başkanı seçildi. Geçici ihraçların nedeni UDC değildi. O dönem UDC etrafında toparlanan ve aynı anlayışı benimseyen sadece T. Madenİş değil, BankSen de dahil olmak üzere birkaç tane sendikamız genel kurulda alınan kararlara ters düşen bir duruş sergiledikleri için ihraç süreci yaşandı. Bu tartışmalar 1 Mayıs’ın amacından farklı boyutlara çekilmesi gibi sorunlar nedeniyle yaşandı. Tek başına UDC sorunu değildi. Geçmişteki olaylara ilişkin bugün muhasebe yaptığımızda, benim açımdan, keşke yaşanmasaydı. Bir örgüt disiplini açısından bakıldığında da kaçınılmazdı diye düşünülebilir. 1980 darbesinin öncesinde yapılan genel kurulda da geçici olarak ihraç edilen sendikalar ve yöneticileri, o sürece katıldılar, mücadelenin içinde yer aldılar. O kongreden bir mutabakatla çıkıldı. Birbirini tasfiye eden bir örgüt yerine buluşan bir DİSK çıktı ortaya. 40 Yıl IMF Yönetimi AKP seçimlerden önce halka IMF ile ilişkilere son verme vaadinde bulunmuştu. Şüphesiz, bu da bir seçim, seçmeni aldatma yalanıydı! Aradan 5 yıl geçti, AKP Türkiye ekonomisini IMF’in programı ve talimatları çerçevesinde sürdürüyor. Başbakan, Ekonomi ve Maliye Bakanları, IMF’ye sadece 8.5 milyar borçları kaldığını açıklıyor, göğüslerini gere gere... IMF ile program 2008 yılında bitecek. Acaba iktidara gelecek parti IMF’siz ekonomiyi yönetme becerisi gösterebilecek mi, bilmiyoruz. Yoksa 2008’den sonra IMF ile gözetimin sürmesini mi tercih edecekler. Bu güçlü bir olasılıktır. Çünkü cari açığın 31 milyar dolar gibi devasa boyutlara ulaşması ve bu açığın ancak dışarıdan gelecek sıcak para ve doğrudan yatırımlarla finanse edilebilirliği nedeniyle Türk ekonomisinin, uluslararası güçlerin denetim ve gözetiminde bulunması siyasetçilerce arzu ediliyor... Bu açıdan, Türkiye’yi günlükaylıkyıllık, en çok bir iktidar dönemince yöneten benden sonra tufancı siyaset erbabı için, yabancı kaynakların artarak sürebilmesi bir numaralı sorun.. Ve IMF’nin gözetimi bunun için bir tercih nedeni... ??? Yazıp çiziyoruz, Türkiye’yi yönetenler son 5060 yılda ekonomiyi 1819 kez irili ufaklı krizlere ve IMF yönetimine soktu diye... Bir haftadır, bu süreyi ortalama 2 yıl ile çarpıp Türkiye’nin şöyle 40 yıldır IMF yönetimi altında olduğunu belirten bir yazı var sırada. Derken bir arkadaşım beni Bağımsız Sosyal Bilimcilerin internet sitesine yönlendirdi ve “Doğru toplam rakam orada yazılı” dedi. Aslında 2006 Değerlendirme Raporu, elimin altında duruyordu ve okuma fırsatı bulamamıştım. Raporun başlığı “IMF Gözetiminde 10 Uzun Yıl: 19982008, Farklı hükümetler, Tek Siyaset”. Geçmişe dönersek IMF ile ilişkimiz 1946’da ilk devalüasyon ve IMF’ye üyeliğimiz ile başlıyor. O zamandan bu yana 60 yıllık bir beraberlik söz konusu. IMF ile 20 kez standby anlaşması imzalamışız. 2008’i de katarsak Türkiye ekonomisini 28 yıl IMF veya IMF talimatları gereğince iktidardaki işbirlikçileri yönetmiş. Şüphesiz ki 1998’den bu yana yaklaşık 9 yıldır sürekli bir IMF gözetimiyönetimi var, gelecek yılı da katarsak bu en uzun ve kesintisiz yönetim sürecidir! Rapordan: “Önceki en uzun dönem 19801985’te beş yıl yaşanmıştır. Uzun vadeli her iki standby anlaşmasının 1980 ve sonrasında yapılması dikkate değerdir. Özetle, 19802006 arasındaki son 26 yıllık dönemin 14 yıl gibi çok önemli bir kısmı, yakın izleme ve standby çerçevesinde IMF gözetimi ve denetiminde geçmiştir.” ??? IMF yönetimi, ekonomimizi kurtardı mı? Bugün gelinen nokta “büyüyen ekonomi”dir. Genç nüfusla birlikte büyük bir tüketim potansiyelinin cazibesi, yabancı yatırımcıları ülkemize çekiyor. Ancak bunlar daha çok şirket satın alma şeklinde gerçekleşiyor, çok azı ise doğrudan yeni yatırıma gidiyor. Fakat değişmeyen tek gerçek var: Ekonomik yapının dışa bağımlı karakteri! Büyümek için sürekli dış kaynağa olan gereksinim. Fakat bu gereksinim sadece finansal değil! Yani dışarıdan düzenli akacak borç paralara ve yüksek getiri cazibesiyle koşa koşa gelecek sıcak paraya değil... Bu zaten tartışılmaz birinci şart. İkincisi ve daha önemlisi, ekonominin çarklarının dönebilmesi ve büyüyebilmesi için makineteçhizat, hammadde ve yarı mamul maddenin sürekli ithal edilmesi! Zaten, sürekli dış finansal kaynak ihtiyacını da yaratan bu olgu! Büyüme, ancak daha büyük oranda ithalat ile mümkün, ithalatihracat arasındaki makas arttıkça, Türk ekonomisi “açığa” oynuyor! Yani karşılığı olmayan, sadece borçlanarak kapatabileceği, büyüyen cari açık veriyor. ??? Bir başyazar önceki gün iyimser bir ifade ile “Türkiye ihracat yapmayı nasıl becerdiyse ekonomi, bu cari açığı da kapatacaktır” diye yazdı. Güldüm! Nasıl kapatacaktı? Piyasanın o kadar büyük bir aklı var ki, gerekeni hissedecek ve yapacak! Türkiye’nin önündeki en büyük gelecek planlarından biri budur! Türkiye’nin gerçekleştirmesi gereken en büyük “yapısal dönüşüm” de! Bugüne kadar yapısal dönüşümden, IMF isteklerine ve uluslararası piyasalara uyum anlaşıldı. Peki, bizim için, ülkemiz için, ekonomimiz için, gerçek bağımsızlığımız için en gerekli şart olan ekonomiyi kendi kaynaklarından ateşleyecek yapısal dönüşümü kim ve nasıl gerçekleştirecek? obursali?cumhuriyet.com.tr. Süleyman Çelebi: DİSK onurlu bir emeklilik isteyen kır saçlı bir işçidir. vel direnişinin rolü var. İlk grev hakkı bu direnişle kullanılıyor. Bu direnişi örgütleyen T.Madenİş, aynı zamanda DİSK’i kuran 5 sendikadan biri. O nedenle DİSK, eylemleri, eylemler de DİSK’i var etti. DİSK’in mücadelesinde 1970’lerin ortalarına kadar daha çok ekonomik kazanımlar ön plandaydı. Ancak I. MC hükümetinden sonra siyasal ve demokratik mücadele öne çıkmaya başladı. Bu bir çizgi değişimi miydi? Çelebi: Hayır. DİSK’in kuruluş felsefesindeki temel dayanağı devletten, siyasetten ve siyasi partilerden bağımsız olmasıdır. Partiler üstü bir politika izlemeden sürece müdahil olmuştur. Bu müdahalede bütün demokratik açılımlara ilişkin taleplerin öncülüğünü yapmıştır. Ama asla kendisini bir siyasi partinin yerine koymamıştır. MC. dönemlerinde terörün, şiddetin, faşist saldırıların arttığı gerçeğine duyarsız kalamazdı DİSK. Aydınların, gazetecilerin, öğrencilerin faşistler tarafından katledildiği bu dönemde “Faşizme İhtar Eylemleri”nden “Demokrasi Mitingleri”ne kadar DİSK öncülük görevini yerine getirmiştir. Eğer DİSK o misyonu üstlenmemiş olmasaydı görevini yapmamış olurdu. Bugün “1 Mayıs İşçi Bayramı”nı üç konfederasyon ortak düzenliyor. Ancak 1970’li yıllarda 1 Mayıs Türkİş’e göre “komünistlerin bayramı”, Hakİş’e göre ise “Yahudi Bayramı”ydı. O günlerde, komünist ya da Yahudi bayramı diyenler bugün 1 Mayıs’ı bizimle birlikte kutluyorlar. DİSK’in ilericiliğini, devrimciliğini bu olayda görüyorsunuz. DGM direnişleri de öyle. Biz 1970’li yıllarda “DGM’ye Hayır” eylemleri yaptık ve 12 Eylül darbesinde bundan dola ‘14 yıl sonra yaşama döndük’ Bugün DİSK’e yönelik çeşitli eleştiriler var. DİSK’in eski mücadeleci çizgisinde olmadığı söyleniyor. DİSK mi değişti, koşullar mı değişti, yoksa işçi sınıfı mı? Çelebi: 14 yıl aradan sonra sendikal yaşama döndük. Tam 13 yıl boyunca yargılanmışız ve darbenin lideri Kenan Evren tarafından tek yönlü suçlamalara maruz kalmışız. 12 Eylül’den sonra Türkiye İşverenler Sendikası’nın da gayretleriyle yapılan andidemokratik iş yasaları DİSK’in bir daha faaliyet göstermemesi amacıyla hazırlanmıştı. DİSK, bütün bu engelleri aşarak sendikal faaliyete döndü. 1970’lerin başında 1516 Haziran olaylarının çıkmasına neden olan yasal düzenleme ancak 12 Eylül darbesiyle yaşama geçirildi. Neydi bu düzenleme? İşyerlerinde sendikaların yetki alabilmesi yüzde 10 barajına bağlandı. İşçilerin üyeliği noterden olacak. Bu bir hak ihlalidir. Dünyanın hiçbir yerinde de böyle bir uygulama yoktur. Bugün bir işçi sendikaya üye olabilmek için notere 25 bin YTL ödemek zorunda. Daha önce üyesi bulunduğunuz sendikadan ayrılmak için de 90 YTL ödüyorsunuz. Diğer konfederasyonlara aynı uygulama yapılmadı. Onlar zaten faaliyetteydi. Darbe döneminde faaliyette olan iki konfederasyon çuvallar dolusu üye kayıt fişlerini verdi ve baraj sorununu aştı. Eğer biz kapatılmasaydık biz de verirdik ve şimdi görülen üye sayısı 5 milyon falan olurdu. Biz her şeye sıfırdan başladık. Yeniden sendikal örgütlenme çalışmaları yürüttük. Tekstil sektöründe resmi rakamlara göre 580 bin işçi çalışıyor 58 bin kişiyi noterden üye yapmadığınız zaman barajı aşamıyorsunuz. DİSK o nedenle çok zorlu bir süreç yadiye soruyorlar. Sömürü elbette kalkmadı ama onun yerine “paylaşımı seviyoruz” diyoruz. Paylaşımın olduğu yerde sömürü azalır. “İşyerimi seviyorum” sloganımızı da “Siz sermayeyi mi seviyorsunuz?” diye sorguluyorlar. Biz kendi işimizi seviyoruz. Ürettiğimiz artıdeğerin karşılığını almak istediğimizi dile getiriyoruz. Üretim yapılmadan, katmadeğer artmadan insanca bir yaşam kurulamayacağını herkes bilsin. Üretimi savunmak hainlik değildir, sınıfına ihanet değildir. Özeti bu. Bizim şu anda 400 bine yakın üyemiz var. Ama “bizim aktif 400 bin üyemiz var” diyemeyiz. Öyle olsa Türkiye’nin gündemini yine biz belirleriz. Biz gerçekçi bir örgütüz. Bu 400 bin üyenin ancak yarısıyla aktif bir ilişkimiz var. ‘Geçmişte bu denli büyüyen işsizlik yoktu’ Eskiden 2.5 milyon aktif sendikalı işçi vardı. Türkiye’nin nüfusu 45 milyondu. Şimdi 75 milyon, ama aktif sendikalı üye sayısı 800 bin. Darbeden önce 600 bin aktif üyemiz vardı. Evet gündemi biz belirliyorduk ama o gün işçi sınıfının rolü de farklıydı. Şu anda işçiler, bir günlük ekmeğini düşünerek sendikal faaliyette yer almasının kendisini işsiz bırakacağı hesabını yapıyor. İşsiz kalmayı göze alamıyor. Geçmişte de işsizlik vardı ama bu denli büyüyen bir işsizlik yoktu. O dönemde işini kaybeden bir kişi en fazla üç ay boş gezer sonunda bir iş bulurdu. Şimdi öyle değil. Böyle bir tablo var diye susacak, haklarımızın gaspedilmesini mi bekleyeceğiz? Hayır, bunu önlemenin yolu tabii ki mücadele etmekten geçiyor. Ağar’dan derin devlet yorumu ? İstanbul Haber Servisi Bahçeşehir Üniversitesi Beşiktaş Yerleşkesi’nde düzenlenen “Siyaset Okulu” konulu konferansta konuşan DYP lideri Mehmet Ağar, Türkiye’de birilerin devlet adına yaptığı faaliyetlerin derin devletle bağlantırılamayacağını belirtti. Son dönem yaptığı açıklamaların, Türkiye’deki barış ortamına büyük açılımlar getirdiğini belirten Ağar, “Derin devlet Halaskârgazi Caddesi’nde gezmez. Magosa’da, Maraş’ta, Hatay’da izlerini bulursunuz’’ dedi. 74 idam istemli toplam 148 sanıklı DİSK davasında o zamanlar yürütme kurulu üyesi olan Süleyman Çelebi ile İsmail Hakkı Önal 1984 yılında tahliye edilmişti. şadı. Hiçbir şey eskisi gibi olamadı. DİSK’in değişme meselesine gelince, ben 1980 öncesinde bu konfederasyonun örgütlenme daire başkanıyım. Bugün de DİSK genel başkanıyım. Biz asla değişmedik. Biz yalpalamadık. DİSK’in kuruluş ilkeleri hâlâ geçerliliğini koruyor. Nerede sorunumuz var. Elbette artık eskisi gibi yüz binlerle ifade edilen bir noktada değiliz. Kapalı kalmamız, 13 yıl yargılanmamız ve darbeden sonra çıkarılan yeni yasalar nedeniyle eski gücünü yitiren bir örgütüz. ‘İşçi sınıfına ihanetimiz hiç olmadı’ DİSK’te üslup değişikliği olduğu doğru. Bu değişimi de sonuna kadar savunuyorum. Bizim için her türlü eleştiri yapılabilir. İnsanız hepimiz hata yapabiliriz ancak bizim işçi sınıfına ihanetimiz hiç olmadı. İşçilerin ve DİSK’in büyük bir mücadele ile elde ettiği kazanımları yitirdik. Bu süreç hâlâ devam ediyor. 2005 1 Mayıs’ında Kadıköy Meydanı’na 35 yeni sloganla çıktık. Orada “demokrasiyi, insan haklarını, paylaşımı, çevreyi, ülkemi, işyerimi ve üretimi seviyoruz” pankartları taşıdık. “Vayy DİSK işyerini nasıl sever, üretimi nasıl sever? Üretimi ve işyerini sevmek sömürüyü sevmekle eşdeğerdir” dendi. Bunların hepsinin yanıtı var. Eskiden “Kahrolsun Faşizm” diyorduk. Tırmanıyor şu anda korkmayız yine atarız. Sokağa çıktığımızda bunun karşılığı yok. Onun yerine “demokrasiyi seviyoruz” demek daha iyi. Çünkü demokrasinin olduğu yerde faşizm olmaz. “Kahrolsun sömürgeciler” diyordunuz “Ne oldu” ‘Öldürme yemini’ne mektuplu tepki ? İstanbul Haber Servisi İnsan Hakları Derneği (İHD), Ezilenlerin Sosyalist Platformu, EğitimSen 8 No’lu şubelerinin de aralarında bulunduğu bir grup, dün Galatasaray Postanesi önünde toplanarak İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya Kuvayı Milliye Derneği Mersin Şubesi’nin “ölme ve öldürme’’ andının da yer aldığı yemin töreni ile ilgili mektup gönderdi. Grup adına konuşan, İHD İstanbul Şubesi Başkanı Hürriyet Şener, Aksu’ya bu şiddet unsurlarına karşı görev yapma çağrısı yaptıklarını belirtti. Galatasaray’da ESP protestosu ? İstanbul Haber Servisi Ezilenlerin Sosyalist Platformu (ESP) tarafından Galatasaray’da düzenlenen eylemde Kahramanmaraş, Gazi Mahallesi, Beyazıt katliamları, Şemdinli olayları ve Hrant Dink suikastı protesto edilerek “Irkçılığa ve faşizme karşı mücadeleyi büyütme” çağrısı yapıldı. ESP adına konuşan Ersin Sedefoğlu, olayların arkasındaki faillerin hâlâ yakalanmadığını ve bununla mücadele etmenin eşitlik ve adalet mücadelesi olduğunu belirtti. CUMHURİYET 06 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle