23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 18 ŞUBAT 2007 PAZAR 12 PAZAR KONUĞU leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr Şehircilik ve Koruma Uzmanı Prof. Doğan Kuban’la İstanbul’un 2010 Avrupa Kültür Başkenti seçilmesini konuştuk: İstanbul kırsal kültür başkenti SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU Sonunda İstanbul 2010’da Avrupa’nın Kültür Başkenti seçildi. Bizim de başımız göğe erdi. Her tarafı lime lime dökülen, ulaşımı felç, güzelim tarihi eserleri bakımsızlık içinde, Zeyrek’teki canım Pantokrator Kilisesi’nin avlusunda koyunlar otluyor. Bir Eyüp Belediye Başkanı kalkmış Pierre Loti Tepesi’nin adını değiştirmek istiyor. Bugünkü Başbakan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’yken Taksim Meydanı’nın ortasına cami yapmaya kalkışıyor. Bu yetmiyor, Kadıköy bölgesinin ender kalmış soluklanma alanlarından Göztepe Parkı camiye dönüştürülmek isteniyor. Bütün sorunlarımızı çözdük, iş sadece cami yapmaya kaldı. Kentin her yanı varoş kültürünün egemenliği altında. Ormanlar talan edilmiş. Hocamız Prof. Doğan Kuban’la Avrupa’nın Kültür Başkenti olacak İstanbul’un bu acıklı hallerini konuşuyoruz. Doğan Hoca, Türkiye’de talan kültürüyle demokrasinin birbiriyle örtüştüğünü söyledikten sonra, “Burada egemen olan kırsal kültür oldu” diyor. İstanbul’un 2010 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti olması onaylandı. Bu ne anlama geliyor? KUBAN Bence hiçbir anlama gelmiyor. Bunu yazdım da. Belki Avrupalılığı vurgulamak bakımından Türkiye için iyi bir şey. Ama İstanbul zaten hep Avrupalıydı. Kendine özgü bir Avrupalılığı vardı. Bizim için olumlu bir reklam. Bizdeki idarecileri olumlu bir şey, İstanbul’un kültürel kimliğini vurgulayacak çalışmalar yapmak için teşvik ederse çok iyi. “İstanbul’un kültürel kimliğini teşvik ederse iyi bir şey” dediniz. İyi de hangi kültürel kimlik? KUBAN Hangi diye bir şey yok. İstanbul’un bir tane kültürel kimliği var. Peki, İslamcılar da İstanbul’un İslami kültürel kimliği olduğunu savunmuyorlar mı? KUBAN Öyle bir şey yok. İslami olursa zaten Avrupa kültürünün parçası olamaz. Bizans’tan başlayıp Doğu Roma İmparatorluğu’nun başkenti, Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul, Avrupa kültürünü de temsil eder. Siz, “Constantinopolis olmadan İstanbul olmaz” dersiniz… KUBAN Başka türlüsü olmaz. Olursa o zaman insanın kendi kendisini aldatması olur. Avrupalılar da alay ederler. Onlar için zaten önemli değil. Bizim için İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi, teşvik olması açısından önemli. İstanbul gerçekten dünyada eşi olmayan bir kent. Coğrafi, tarihi, kültürel konumuyla çok önemli. Bir de gerçekten bizdeki fiziksel varlık olarak İstanbul’un sundukları dünyanın pek çok şehrinde yok. Bugün bile bu zavallı, kötüleşmiş, çirkinleşmiş şehre karşın hâlâ Ayasofya gibi dünya çapında bir şahesere sahip. Avrupa’da artık hemen hemen kalmamış surları var. Bizans geleneğinin en iyi kalıntıları hâlâ İstanbul’da. Kiliselerin camiye çevrilmiş olmaları önemli değil. Hâlâ duruyorlar. Pantokrator, Kariye, Aya İrini gibi Bizans kiliseleri başka yerde yok. İtalya’da Ravenna’da bir tane var ama bunlar ondan da zengin bence. Biraz dikkatli olsaydık Roma yapıtlarını da kurtarabilirdik. Şimdi Langa’da kocaman bir liman çıktı. O limanın orada olduğunu biliyorduk. Planlarda bile yeri vardı. Ama adamlar ortasından iki tane ray geçirdiler. Tabii bu bilgi noksanlığı ve kaygısızlıktan kaynaklanıyor. Ona rağmen Avrupa’da Roma imparatorluk başkentinin limanı bu. İçinde kaç tane gemi çıktı... 2010 yılında İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti unvanını alacak olmasının öncesinde birtakım kuruluşlar kolları sıvamış, faaliyete ‘ İstanbul’da fiziksel devrim oldu. Bunu yapanlar da kırsal kesimden gelenler. Buna ben ‘kırsal kültür’ diyorum. ’ geçmişler… KUBAN Kolları para tırtıklamak için sıvadılar. Akıl almaz bir şey oldu. Bir İtalyan grubu geldi. Seminer yapılacak. Koruma, restorasyon anlatacaklar, dendi. Ama ben biliyordum ki malzeme satacaklar. Beş yıl içinde İstanbul’da nasıl restorasyon yapılır? Ben 50 yıldır bu işin içindeyim. Biliyorum. Bütün toplantılarda Avrupalı malzemeciler boy gösterirler. Güzel de tebliğler sunarlar. “Bakın, neler yaptık” derler, yaparlarsa tabii. Bu İtalyan grubunun seminerine bizimkiler koştu. Üniversitede böyle bir seminer düzenleseniz kimse gitmez. Şimdi, bu 2010 için Avrupa’dan bir miktar para verecekler. Bari o parayı çarçur etmeyelim de iyi bir şeyler yapalım. Restorasyona hiç el atmasınlar. Türkiye’de restorasyon mevcut yasal koşullarla yapılamıyor. Daha doğrusu kötü yapılıyor. Peki, restorasyonun kötü yapılması İhale Yasası’ndan mı kaynaklanıyor? KUBAN İhale Yasası’na göre iş en ucuz fiyata yapana veriliyor. Ama restorasyon çok ciddi bir iştir. Restorasyonu hakkıyla yapmak demek kolay değil. Toplum kırık kırık, parça parça olayları yaşadı. Onun için de uzun vadede gelişiyor. Dolayısıyla kurumlaşma da bugünkünden fazla olmuyor. Bir de çok çabuk büyüyor, elbisesi küçülüyor. 75 milyonluk Türkiye ne demek? Ben İstanbul tarihini yazıyorum. Biz üniversiteyi bitirdiğimizde 800 bin kişilik bir İstanbul’du. Bugün 15 milyon dolayında nüfusu olan bir İstanbul var. Bugünkü İstanbul’un yüzde 90’ı köyden, kasabadan gelmiş, okumayazması kıt insanlar. Bunlar iktidarı seçiyorlar. En cahil insanların seçtiği bir iktidar döneminde yaşıyoruz. Bugünden yarına gelişme diye bir şey yok. Avrupa’da akademi 17. yüzyılda kurulmuş. Türkiye’de öyle mi? Onun için kurumlaşma öyle kolaylıkla olabilecek bir iş değil. Adamı üniversitede profesör yapıyorsunuz. Adamın ne kavramla ne bilgiyle ilgisi var. Ama süreç işliyor. Doktor, doçent, ardından profesör oluyor. Profesör diye bir adam karşınıza çıkıyor. Ama master tezi seviyesinde bilgisi, davranışı, dünya görüşü yok. En cahil insanların seçtiği bir iktidar döneminde yaşıyoruz, dediniz… muhtemelen. Nasıl olabilirdi, diye yorum yapıyoruz. Kimisini de zaten satın alıyorlar ya da kafasını ütülüyorlar, “Sen tersini söyle” diyorlar. Hep eleştiri getiriyoruz, ama kalıcı çözüm için bir şeyler üretmiyoruz, diyorsunuz. Peki, ne yapılmalı? KUBAN Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Doçent Deniz İncedayı’yla makaleler yazıyoruz. Bu dört yıl içinde nelere ağırlık verebileceğimizi düşündük. İstanbul ve tarih konusunun işlenmesi gerektiğinde karar kıldık. Çünkü Avrupalılar herhalde Ümraniye’nin halini merak etmiyorlar. İstanbul deyince Bizans, Ayasofya, öbür kiliseler, Osmanlı, Süleymaniye, Sultanahmet camileri ve Boğaziçi akıllarına gelir. Onun dışında ben İstanbul diye neresini takdim edeyim? Allah’ın dağındaki acayip yerleri mi göstereceğiz? Sarıgazi, bugün adını Alemdar’a değiştirdikleri Alemdağ ya da Acaristanbul gibi yerleri mi kastediyorsunuz? KUBAN Bırakın oraları. Zaten ben bugünün İstanbullusu değilim. Benim bildiğim İstanbul küçük bir şehirdi; ulaşım, ulaşım olmalı. Bir de İstanbul’un tarih boyunca bir deniz imajı yok muydu? Biz bunu göz göre göre mahvetmedik mi? KUBAN Öyleydi. İstanbul tarihi boyunca hep deniziyle beraber. Öyle beğenilmiş, öyle sevilmiş ve öyle şekillenmiş zaten. Bu üç unsuru vurgulamayan dört yıllık bir program olmaz. Eskisi gibi denizi, deniz ulaşımını vurgulayın. İnsanlar neyi görmek istiyor? Surları mı? O zaman onların etrafına bir sur tramvayı yapalım. Bunu denizden ulaşılabilen yerlerle besleyelim. Bu dünya çapında bir gösteri olur. İstanbul’da İslam ve Bizans’ın ne kadar kalıntısı varsa böylece sergilemiş olursunuz. İstanbul zaten denizle şekillenmiş. Denizi kullanmayan bir ulaşım olamaz. İstanbul’un tarihi kimliğini bundan daha güzel bir biçimde algılayamazsınız. Bir de daha genişletilmiş tramvay ağı olursa şaheser bir şey olur. Bakın, Paris tramvayı yeniden koydu. Ama bizim arabacılar tramvayı kaldırdılar. Toplu taşımayı neredeyse sadece katar halinde giden otobüslere endekslemediler mi? P O R T R E Prof. DOĞAN KUBAN Paris, 1926 doğumlu. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde yükseköğrenimini yaptıktan sonra aynı fakültenin Mimarlık Tarihi Kürsüsü’ne asistan olarak girdi. 1950’lerde İtalya’da Rönesans mimarisi üzerinde çalışmalar yaptı. 1962’de Fullbright bursuyla gittiği ABD’nin Michigan Üniversitesi’nde bulundu. 1960’lı ve ‘70’li yıllarda Harvard Üniversitesi bursuyla Washington DC’deki Dumbarton Oaks Araştırma Kütüphanesi ve Koleksiyonu’nda çalıştı. 197376 arası İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanlığı yaptı. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü kurulmasına önayak olarak enstitünün başkanlığı görevini üstlendi. Şimdi Ağa Han Mimarlık Ödülü Yürütme Komitesi üyesi. Türk, İslam ve Anadolu mimarlığı ve sanatı üzerine yazılmış kitapları ve makaleleri var. ucuza yapmamak demektir. Bir de sen ben bizim oğlan bağlantıları var. Olabilir. Biraz daha iyi yapabilen insanlar var. Ama Türkiye’de şekillenmiş değil. İyi bir iş tesadüfen ortaya çıkıyor. Yani işin başına iyi bir adam gelirse o iş iyi çıkıyor. Kötüsü gelince de kötü oluyor. Türkiye’deki amorf bir toplum; boşluklu bir toplum. O boşluklarda her şey olabilir. Mucizeler de olabilir, pislikler de olabilir. Onun için her şey tesadüflere bağlıdır. Peki, sizce her alanda neden kurumsallaşamıyoruz? KUBAN Bilmiyorum. Anlaşılan o kadar kolay değil. Bu uzun vadeli bir iş. Ben şimdi kültür ve bilim açısından bir AvrupaOsmanlı kıyaslaması yapıyorum. Kurumlaşma uzun vadeli bir iş. Üniversite açıyorsunuz ama bugünden yarına üniversite olmuyor. Ama Türkiye Cumhuriyeti’nin 84 yıllık da bir geçmişi var… KUBAN Evet, ama bu 84 yıl içinde bu ülkede yaşayan insanlar belli bir yöne gitmediler ki. Çeşitli savaşlar, ekonomik bunalımlar, ABD’nin hegemonyası, onların dürtüklediği olaylarla kesintiler yaşandı. Bunlar KUBAN Öyle tabii. Bu matematiksel bir tespit. Bizde demokrasinin gerçek demokrasiyle ilgisi yok. Zaten dünyada gerçek demokrasi diye bir şey yok. Fakat bizde sayısal olarak çok iyi çalışıyor. O zaman cahillik ağırlıkta olduğuna göre ortada ve ağırlığı olan bir sürü cahil var. Tayyip Erdoğan 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçilmeden önce, “İstanbul artık bu nüfusu kaldıramıyor. Onun için İstanbul’a vize koyacağız” sözünü vermişti. Şimdi başbakanlığı döneminde de yine aynı söyleme girmedi mi? KUBAN Yapamayacağı sözü veren politikacıdan bol ne var ki? Öyle bir şey yapamaz. İnsanlar her koşulda, her yerde yaşıyorlar. Bu ister kutupta olsun, ister Sahra’da, yaşıyorlar. Ben İstanbul’a şaşırıyorum, bu kadar nüfusu nasıl kaldırıyor, diye… Gerçi ulaşım çöktü ama yine de gidip geliyoruz. Böyle bir oluşumun içine cahil adam nerden giriyor, nerden çıkıyor? Nasıl örgütleniyor? Sadece, “Şu olmadı, bu olmadı” diye saldırıyoruz. Olamazdı, Boğaziçi, Kadıköy, Adalar, Beyoğlu, Tarihi Yarımada filandı. Tarihi de o. Onun ötesi zaten atlayıp da büyümüş. İçinde okumamış insanların yaşadığı, dünün gecekondusu bugünün apartmanı ya da iş merkezi olmuş acayip yerler... Bu transformasyonun doğasını anlatmak bile çok zor. Hiç gitmemiştim. Şuradaki Cevahir Alışveriş Merkezi’ni gezdim. Mimarisi çok eleştirilmiş, “Çok kötü” demişlerdi. Mimarlar hep öyledir zaten. Ama akıl almaz bir yer. İnsanlar fıkır fıkır; hep genç. Şimdi, o insanlar yeme içme yerlerini, dükkânları, sinemaları, lüks alışveriş ürünlerini gördükten sonra başına bilmem ne taksa ne olur, takmasa ne olur? Zaten o insanları da anlayabilmiş değilim. Ne biçim insanlardır? Onun için İstanbul’un bu aşamada yapacağı çok az şey var. Öncelikle tarihi vurgulamak. Ama söylediğim gibi o tarih Konstantinopolis’i de içermeli. İçermemeli, desen de olmaz. Çünkü Ayasofya, surlar, Bizans sarnıçları orada duruyor. İkincisi ulaşım. Çünkü çağdaş kentin en önemli unsurlarından birisi ulaşımdır. Ulaşım insan hayatını mahveden bir şey. Adam, “Para, para, para” demiş. Bizim işimiz de ulaşım, KUBAN Toplu taşımanın ne olduğunu bildikleri yok. Büyük şehirde toplu taşıma denince bunun temeli metrodur. Muhtemelen İstanbul’un çok özel konumundan dolayı yüzde yirmilerde kalacak. Artık karayolu battı. Karayolu insanın ömründen birkaç yıl götürüyor. Çözülmesi de imkânsız. Çünkü otopark yok. Üç şeritli yol yapıyorlar. İki şeride arabalar park ediyor. Aradan ip gibi bir yol geçiyor. Bunlar hokkabazlık. Böyle bir şey olamaz. İnsanların kuralsızlığı da bunun üzerine binince trafik felç. Burada yapılması gereken başka bir şeyi daha vurgulamak istiyorum. O tarihi anıtların çevresini düzeltsinler, aptal gibi restorasyona para harcamasınlar. Dört yılı böylece geçirebilirler. Tabii bunları yapacak adamı da seçmek lazım. Bir de yabancılar, biz yaparız, deyip paranın yarısını almaya kalkıyorlar. O aptallıklara da kapılmasınlar. Yabancılarla işbirliği yapalım, anladık da Türkiye’de 35 bin mimar var. Eğer biz kendi başımıza bu işi yapamıyorsak yazık. Tabii ki bu işleri yapabilecek insanlar var. ‘ Türkiye’de demokrasi sadece oy hesabı üzerine kurulduğu için toprak yağması onun aracı oldu. ’ ‘ Adamı üniversitede profesör yapıyorsunuz. Ama ne kavramla ne bilgiyle ilgisi var. ’ Siyasilerin toprak yağması oyunu İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması çerçevesinde bu şehirdeki inanılmaz boyutlara ulaşan arazi ve orman talanı kültürünü ne yapacağız? Hadi, Acaristanbul’un yıkımına karar verildi. Saip Molla Ormanı sadece onlar tarafından mı talan edildi? KUBAN Kültür Bakanı’nın filan yapacağı bir şey yok. İstanbul neyse o. Yani biz 80 yılda yapamadığımız kültürü dört yılda mı yapacağız? Öyle bir şey söz konusu değil. Bizim söz konusu ettiğimiz sadece tarihi kimliği yansıtabilecek noktaları düzenlemek. Yani insan içinde bulunduğu durumdan utanmasın. Avrupa şehirlerinde dolaştığınız zaman binaların bakımlı, çevrelerinin düzgün olduğunu görüyorsunuz. Ulaşım uygun. Bu sonbaharda İtalya’ya gitmiştim. Epeyce şehir gezdim, yeniden. Bizimkini düşününce insan utançtan yerin dibine giriyor. Bir yandan da dağdan bayırdan gelmiş, okuması yazması olmayan insanlar İstanbul’a niye sahip çıksın, diye düşünüyorum. İstanbul’a göçle demokrasi tesadüfen üst üste örtüştü. Türkiye’de demokrasi sadece oy hesabı üzerine kurulduğu için toprak yağması onun aracı oldu. Yani yüzyıllarca toprak sahibi olamayan adam buraya geldiğinde ona, “Sen bana bir oy ver, ben sana o toprağı vereyim” dediler. Yağma bunun üzerine kuruldu. Sonra baktılar ki bu petrol gibi bir şey. Bir kat daha çık, yüz milyarlar. Üç kat çık, trilyonlar. Bütün siyasi partiler, bütün holdingler ve halkın hepsi bu basit yağmadan para kazanma yoluna giderek ekonomiyi mahvettiler. Suudi Arap’ın çölü kazdığı zaman petrol bulması gibi bir şey. Birtakım adamlar için kara toprak petrolümüz oldu. Bir de çağdaş kentleşmede demiryolu toplu taşıma için çok önemli değil mi? Ama karayolları yüzünden bizim demiryolları ihmale uğramadı mı? KUBAN Bakın, 1850’de henüz Alman birliği olmadan önce Almanya’da 50 bin kilometre demiryolu yapıldı. Ama Türkiye’de Cumhuriyet’ten 80 yıl sonra 810 bin kilometrelik demiryolumuz var. Üstelik burası Almanya’dan daha büyük bir ülke. Bizde Amerika’nın öncülüğünde karayollarına hız verildi. Bu çok hoşumuza gitti. Bir de karayolu yapımı müteahhitlere çok para kazandırdı. Dolayısıyla yağma süreciyle demokrasi süreci bizde güzel bir karışım haline geldi. Bu partilileri, belediyeleri, müteahhitleri zengin etti. Türkiye’yi de yoksullaştırdı. Onlarca yıldır İstanbul’a belediye başkanı seçilenlerin hiçbiri İstanbullu değil. İstanbullu olmayınca İstanbul’a nasıl sahip çıkabilirler? KUBAN Demin de dediğim gibi İstanbullu da İstanbullu değil ki… İstanbul karmaşık bir yer. Ama İstanbullu diye bir adam bir zamanlar vardı. Rumu, Ermenisi, Yahudisi, Türk’ü vardı. Bu geldiğimiz kuşakta onlar İstanbul’a uygun adam tipi yetiştirebilirlerdi. Çünkü sayıları azdı. Ama şimdi İstanbul birdenbire dev nüfusa sahip bir şehir. Tarihi boyunca İstanbul’un nüfusu 500600 bin, hadi bir milyon olmuş. İstanbul’un her tarafına âşık olduğum zaman koruma raporunu yazdım. Eski mahalleler, Üsküdar, Kadıköy, Boğaz ahşap binalarla doluydu. Kırk yıl içinde bugüne gelinen korkunç patlama oldu. Esas devrim bu. Fiziksel değişim devrimi. Bunu yapan adamlar da kırsal kesimden gelenler. Buna ben “kırsal kültür” diyorum. ‘ Alışveriş merkezlerine gidenler başlarına bilmem ne taksalar ne olur, takmasalar ne olur? Bunlar nasıl insanlardır? ’ CUMHURİYET 12 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle