27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 ARALIK 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Erdoğan, sınır ötesi operasyonları değerlendirirken Barzani ve muhalefete sert eleştiriler yöneltti GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU ‘Muhalefetin derdi ne?’ ? “Türkiye’nin teröre karşı kendini savunma hakkı tartışılmazdır” diyen Erdoğan, operasyonların bu hakkın kullanılmasından ibaret olduğunu söyledi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sınır ötesi operasyonların sivil köyleri hedef aldığını ileri süren Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi Başkanı Mesud Barzani’ye “Sivillere zarar verildiğini söyleyen yalancıdır” yanıtını verirken Türkiye’nin savunma hakkını kullandığını söyledi. Erdoğan, partisinin grup toplantısında sınır ötesi operasyonları değerlendirirken muhalefet partileri ile Kuzey Irak Kürt yönetimine sert eleştiriler yöneltti. Terörün millete yaşattığı acılar için ‘yeter artık’ dediklerini kaydeden Erdoğan, hiç kimsenin kendilerinden, terörist saldırılara sessiz kalmalarını bekleme hakkı olmadığını söyledi. “Türkiye’nin teröre karşı kendini savunma hakkı tartışılmazdır’’ diyen Erdoğan, operasyonların bu hakkın kullanılmasından ibaret olduğunu söyledi. Muhalefet partilerinin “AKP iktidarı teröre karşı gerekeni yapmıyor veya geç kaldı. Terör için bu gibi adımlar mı atılmalı?” gibi küçümseyici yaklaşımlar içinde olmasının düşündürücü olduğunu kaydeden Erdoğan, “Siz bağcıyı mı dövüyorsunuz, üzüm mü yiyorsunuz? Sizin derdiniz ne? Yapılacak bir şeyler var da bu iktidar bunu yapmıyorsa gel onu söyle” dedi. Irak’ın toprak bütünlüğüne, ulusal birlik ve istikrarına olumsuz bir bakışlarının kesinlikle söz konusu olmadığını anlatan Erdoğan, uluslararası hukukun gereklerini iyi bildiklerini söyledi. İstanbul’daki araç yakma ve Kasımpaşa semtindeki molotof kokteylli saldırılara da değinen Erdoğan, “Şimdi bunları yakanları, bir vatandaş olarak bağışlamak hakkımız olabilir mi? Hele hele işin idari noktasında bulunanlar olarak buna seyirci kalmak mümkün olabilir mi?” dedi. “Misyonerlik” konusunda yazdığım yazı nedeniyle, Türkiye’de yaşayan ve Türkiye âşığı olduğunu söyleyen bir Amerikalı, kendi yaşadıklarını bizlerle paylaşmak istemiş. Amerikalının adını ve başına türlü dertlerin geldiği kenti saklı tutuyorum. Kendisi adını ve kenti yazabileceğimi söylemesine rağmen “Ne olur ne olmaz” diyerek yazmamayı tercih ediyorum. İşte mektup ve yaşadıkları: “Sayın Çalışlar, Adım J. R. Misyonerlik ile ilgili yazınızı okudum ve size kısa bir şey yazmak istedim. Okursanız sevinirim. Ben 11 senedir Türkiye’de yaşayan bir yabancıyım. İlk geldiğimde ODTÜ’de öğretim görevlisi olarak çalıştım (Dilbilim branşında mastır derecesine sahibim). Aile büyüyünce maaşımız yetersiz kalmaya başladı ve bir Amerikan şirketinin irtibat bürosundan sorumlu oldum. AB uyum sürecinin bir parçası olan ve 2003 yılında ortaya çıkan yasadan faydalanarak yeşil ve mavi tonlarının en güzellerinin bulunduğu …’ye taşınıp internet üzerinden çalışan bir tercümanlık şir ‘Vanity Fair’ Türkçeye “Gurur dünyası” olarak çevrilen “Vanity fair” ( bence, “kendini salaklık düzeyinde beğenmişlerin sergilendikleri fuar” anlamını daha iyi ifade ediyor), Thackarey’in oku oku bitmez romanının adı. Ama konu bu değil, Amerika’da çıkan aynı adlı derginin Ocak 2008 sayısındaki “Kumdaki çizgiler” başlıklı yazı. Yazıdaki tavrı, derginin adının anlamını anımsattığı için, sizlere paylaşmak istedim. Bu ironi üzerinde, dünyanın 2008’e girerken önünde durduğu eşikle ilgili olarak da düşünülebilir… “Kumdaki çizgiler” Amerikan dış politika çevrelerinde uzmanlar, “Tefeci züğürtleyince eski defterleri açarmış” misali, Ortadoğu’da, kaybettikleri yolu, sık sık eski defterlere bakıp yeni haritalar üreterek bulmaya çalışıyor. Albay Ralph Peters’in malum haritasını anımsarsınız. Peters öyle ciddi bir yazar değildi, “içeriyle” yakın ilişkileri vardı, o kadar. Ama benzer bir harita üretme uğraşına, Ortadoğu’nun yakın tarihine ilişkin en temel eserlerden birinin yazarı David Fromkin, ABD’nin eski Ortadoğu temsilcisi Denis Ross, CIA Ortadoğu uzmanlarından Kenneth Pollack, Harward ve Brooking Institute’den Daniel Byman katılınca ayrıca dikkat etmek gerekiyor. “Kumdaki çizgiler” başlıklı yazıda, bu kez Suudi Arabistan ve Mısır hedef alınmış. Yazıda Suudi Arabistan, şimdiki sınırlar değil “doğal sınırlar” esas alınarak, Hicaz’ı da içermek üzere “Güney aşiretler bölgesi”, doğuda Şii nüfusun yaşadığı, Irak’a bağlanacak Körfez bölgesi ve Kızıldeniz kıyısındaki, Yemen’e bağlanacak bölge olarak, üçe bölünüyor. Mısır’a gelince, bu ülke de aynı mantıkla Yukarı ve Aşağı Nil Nehri, Batı çölünden Kızıldeniz’in doğu yakasına kadar uzanan bölgeyle birlikte üç parça oluşturabiliyormuş. Adeta geçen 5070 yıl yaşanmadı, Ortadoğu’da yeni toplumsal formasyonlar oluşmadı, sınır da ne ki, alt tarafı emperyal güçlerin “kumda çizdiği çizgiler”... Öyleyse gelin bu çizgilerin olmadığını varsayarak “doğal” sınırların nereden geçebileceğine bakalım diyorlar. Böylece insanlar “doğal” özelliklerine göre, diğer bir deyişle sosyal yaşamlarına göre değil, zoolojik ilgi nesneleri gibi, “cinslerine” göre tasnif edilmeye çalışılıyor; kimi zaman etnisite, kimi zaman din, işimize gelirse ikisi birden… Emperyalist, oryantalist varsayımlar adeta hiç değişmiyor: Böl ve yönet! Bunlar zaten koyun. Amerikan dış politikası “uzmanlarının” bu fantezilerine daha kaç yüz bin insanın kurban edilmesi gerekiyor? Türkiye’yi Seven Bir Amerikalının Başına Gelenler keti kurdum. Müşteri bulmak zor olmadı. Türkçeye hâkim ve anadili İngilizce olan insanların sayısı azmış. KKTC Havayolları’nın uçak dergisinden tutun, Kavaklıdere Şarapları’na kadar uluslararası çalışan belli başlı şirketler için çeviri yapmaya başladık. İlk başta sorun yoktu. Bize bir senelik çalışma izni verildi. Bu ilk iznin süresi bitince benimkini iki sene uzattılar. Fakat ortağımınkini uzatmadılar. Ha bire ‘eksik belge’ meselesi, burada meşhur olan ‘gitgel’ yaşandı. Bahane, ortağımın diplomasında ‘mühendis’ kelimesinin geçiyor olmasıydı. Bu nedenle bir sürü belge istediler. Halbuki Amerika’daki sistem buradaki sisteme benzemiyordu ve istenilen belgeleri almamız mümkün değildi. ??? Bunu kendilerine anlattık, sonra mühendislik değil tercümanlık yapan bir şirket için bunların gereksiz olduğunu söyledik. Bin bir belge toplayıp mühendislik faaliyetlerinde bulunmayacağımıza dair taahhütname düzenleyerek kendilerine sunduk. İki buçuk sene uğraşıp durduk, sonra başvuruyu reddettiler. Bu arada benimkini de tekrar yeniletmemiz icap etti. Bu sefer benimkini de reddettiler. Ortağımınkinin teknik (bürokratik) engellere takıldığını sanmıştım. Benimkini reddetmeleri için hiçbir neden yoktu. 4 sene çabaladık, hiçten bir şeyler var etmeye çalıştık, vergimizi son kuruşuna kadar ödedik, ticari anlamda başarılı olduk. Türk kültürünü de büyük ölçüde benimsedik, vatandaşlığa geçmeyi istedik, ama işin sonunda ‘Kendi şirketinizde çalışamazsınız’ dediler. Vatandaşlık için de ‘uygun olmadığı’ sonucuna varıldı. Yabancıların şirket kurma hakkı sadece kapitalist sömürgeciler için mi? Emek veren, değer katan profesyoneller için değil mi? Unakıtan devlet malını özelleştirirken ekonomiyi liberalleştirdiğini zannetmeyelim. Kendi şirketinizde bile çalışamazsınız demek, aç kalmaya mahkum edilmek demek, başka bir deyişle bize ‘buradan göçün’ demek. Geceyi gündüze katarak verimli ve başarılı bir işletme yarattık, sonra bir imza ile hepsini yıktılar. ??? Hem insanlar gelip iş kursun, ekonomiyi geliştirsin diye bir kanun çıkardılar, ardından kendi şirketinizde çalışma hakkınız olmayabilir diye bir çalışma yönetmeliği hazırladılar. Bu nasıl mantık? Şimdi ben bunu yapanların ‘medeniyetler ittifakı’ konusunda samimi olduklarına nasıl inanacağım? Milyonlarca Türk Avrupa’ya, Amerika’ya gidip çalışıyor, mülk sahibi oluyor, yeni bir yaşam kuruyor iken bir avuç yabancının buraya gelip aynı şeyi yapması çok mu? Belki bizim durumumuza bir istisna diyebilirsiniz. Araştırdım. İstisna değil. O kadar yaygın ki Amerikan Büyükelçiliği’ne bir yığın şikâyet gelmiş. İşin en ilginç yanı şu: 1.5 sene önce … Emniyet Müdürlüğü’ne gittiğimde, orada çalışan memur bana ‘Misyoner olduğunuzu bildiğimizi bilmelisiniz’ dedi. Çok şaşırdım. Kilise kurmak gibi bir faaliyetim yok. Evet, Ankara’dayken kiliseye gittiğim oldu, ama camiye de gittiğim oldu. Benim için hiçbir kurumsal dinin geçerliliği yoktur zaten. Kurumsallaşmış din, Allah’a/Tanrı’ya/God’a değil kuruma kulluk eder. Ancak ‘Amerikalısınız ve dolayısıyla misyonersiniz’ dediler, büyük ticari zararlara uğradık. Bu arada Başkanlık’a, Cumhurbaşkanlığı’na, TBMM’ye, Çalışma Bakanı’na ve Dışişleri Bakanlığı’na mektup yazıp yardım istedik. Nafile. 11 sene az değil. 11 sene ömrümün dörtte birinden fazla, ama bana başka bir seçenek bırakmıyorlar. Artık vergimi başka bir ülkeye vermek zorunda kalacağım. Yine Pegasus Havayolları’nın, Arkas Holding’in, İTO Başkanı’nın, Kavaklıdere Şarapları’nın ve daha nice saygın Türk şirketinin çevirilerini yapıyor olacağım. Sevdiğim Türkiye’den uzak bir yerde... Yazık... Ayıp... Arkamız yok, torpilimiz yok ve burada sanırım Eflatun’un ‘Hak güçtür, adalet güçlülerden yanadır’ sözü geçerli. Sizi yorduğum için özür diliyorum. J. R.” Y ASA TASLAĞI 2008’e girerken Bu “tanrı kompleksinin” arkasında artık, gittikçe belirginleşen bir iktidarsızlık var. Bush yönetiminin, yolu Afganistan ve Irak’tan geçen, İran’a takılan dış politika macerasının başlamasında belirleyici rol oynayan “The Project for the New American Century” (Yeni bir Amerikan yüzyılı projesi) adlı neocon “yuvarın” kuruluşunun üzerinden 9 yıl geçti. Ama bugün yeni yüzyılın, Amerikan yüzyılı olmayacağı artık kesin. 2007 yılı bunun belirtileriyle doluydu. Pazartesi yazımda değinmiştim: ABD yönetimi bir iki yıl önce, ABD finans devlerinin Çin bankalarını ele geçirmelerinin yolunu açmaya çalışırken, şimdi Çin ve Arap devletlerinin finans devleri ABD ve Avrupa bankalarının hisselerini satın almaya başladılar. Yıl biterken Time dergisinin Putin’i yılın adamı seçmesi de bence tuz biber ekti. 2007 yılında Çin, Latin Amerika’dan Afrika’ya her yerdeydi. Salt ekonomik “ikna” gücüne dayanarak dünyada etkisini yayıyor, 1960’ların yenisömürgecilik yöntemlerini anımsatan bağımlılık ilişkileri oluşturuyor. Bu ekonomik bağımlılık ilişkileri ABD’nin her fırsatta “pusatlarını” göstermeye, “Rejimini değiştiririm ha” tehditlerine dayalı diplomasisinin yanında çok daha eşitlikçi, adaletli bir görüntü sunuyor, yörüngesine yeni devletleri çekmeye devam ediyor. Rusya ise daha çok eski gücüne yeniden ulaştığını, hâlâ hesaba katılması gereken, enerji şantajı silahıyla da desteklenebilecek bir askeri varlığa sahip olduğunu kanıtlamakla meşgul. Ancak, Çin ve Rusya’nın devletin piyasayı yönlendirmesine dayalı ekonomik modellerinin, özellikle gelişmekte olan ülkelerde ilgi çekmesinin tek nedeni, “Washington mutabakatı” rejimine, IMF programlarına tepki değil. Gelişmekte olan ülkelerde “birileri” özellikle “geleneksel ve yeni orta sınıflar”, dün burjuvazi açısından “eski rejimi” yıkmanın, piyasalara ve siyasi iktidara ulaşmanın, proletarya ve halk sınıfları açısından da burjuvaziye karşı savunmanın aracı olan parlamenter demokrasinin, bugün emperyalist güçler ve işbirlikçileri tarafından, işlerine gelmeyen rejimleri yıkmak ve piyasalara, kaynaklara ulaşmak için kullanıldığının ayırdına varıyorlar. Bu kesimler için, güvenlik, ekonomik refah, siyasi istikrar ve ulusal onur, demokrasi talebinin önüne geçmeye başlıyor. Ah! Ne tehlikeli zamanlar, bu geçiş dönemleri… erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com 301’de yetki bakana veriliyor ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, Türk Ceza Yasası’nın (TCY) 301. maddesinde değişiklik öngören yasa taslağının 15 gün içinde Başbakanlık’a sunulacağını açıkladı. Şahin, tüm önerilerin değerlendirildiğini, bu madde kapsamındaki suçlarda soruşturma izninin yeniden Adalet Bakanlığı’na verileceğini söyledi. Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, dün partisinin grup toplantısı öncesinde gazetecilerin TCY’nin 301. maddesiyle ilgili sorularını yanıtladı. Bu konudaki çalışmaların sürdüğünü, yasa taslağının 15 gün içinde Başbakanlık’a gönderileceğini kaydeden Şahin, tüm önerilerin değerlendirildiğini, ayrıca hukuk fakültelerinden görüş istendiğini söyledi. Şahin, söz konusu madde kapsamındaki suçlarda soruşturma açılmasının Adalet Bakanı’nın iznine tabi olacağını bildirdi. Bakanlığın üzerinde durduğu öneriler arasında maddede geçen “Türklüğü” yerine “Türk milleti”; “cumhuriyeti” yerine “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” ifadesinin getirilmesi, “Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde verilecek cezanın üçte bir oranında arttırılması” hükmünün yasa metninden çıkarılması da yer alıyor. Y İMPAŞ’IN PATRONU Dursun Uyar tedavinin ardından cezaevine girecek ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Sermaye Piyasası Yasası’na muhalefet ve izinsiz halka arz suçundan iki yıl hapis cezasına çarptırılan ve cezasının infazı sağlık raporlarıyla 2 kez ertelenen YİMPAŞ’ın sahibi Dursun Uyar’ın Ankara İbni Sina Hastanesi’nde tedavi altında olduğu, kan değerlerinin düşük olması nedeniyle Uyar’a 2 ünite kan verildiği bildirildi. 6 ay süreyle cezasını erteleten Dursun Uyar’ın, Yargıtay tarafından onanan hapis cezası gereği bugün cezaevine girmesi gerekiyor. Uyar ve dönemin 10 YİMPAŞ yöneticisi 8’er ay hapis yatacak. Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi Klinik İmmünoloji ve Romatoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Murat Turgay, dün Uyar’ın sağlık durumuna ilişkin bir açıklama yaptı. Uyar’ın “takayasu’’ adlı nadir görülen ciddi bir hastalığı bulunduğunu belirten Turgay, Uyar’ın hastalığının cezaevine girmesine engel olup olmayacağı konusunda ise “Hayır, sanmıyorum. Cezaevine girmesine engel teşkil edecek bir rahatsızlık değil’’ açıklamasını yaptı. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle