18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 KASIM 2007 PERŞEMBE 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Ölümünün 69. yılında anmaya hazırlanırken “binyıllarımıza bağlılığı”nı da anımsayacak mıyız? ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Atatürk’ün ‘Anadolu’ bilinci afta sonu Atatürk’ü anacağız. Her 10 Kasım’da olduğu gibi, Cumhuriyeti yaratan görüş ve ilkelerini “özlü sözleri”yle kutsayacağız. Ne var ki şu “bölücüler”e karşı rehber olacak; “5 bin yıldır bu topraklardayız” sözünü anımsamaz olduk. Hele “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür” diyerek, İslam coğrafyasındaki bu “yegâne” laik devrimin, aynı binyıllara uzanan “kardeşlik kökleri”nden filizlendiğini belirtmesine de aldıran kalmadı. Emperyalizmin beslediği “ırkçıayrılıkçı” saldırılara karşı “Anadolu’daki Cumhuriyet”imizi savunurken dünyanın en derinlikli ortak yaşanmışlıklarından gelen uygarlık birikimlerimizi göz ardı ediyoruz. Tarihsel dostlukların ve kardeşliklerin “sadece bu coğrafyaya ve bize has” bir erdem olduğunu; bizdeki her inancın ve her kimliğin, ancak Anadolu’da gözlenen “içten beraberlikler”le kişilik kazandığını önemsemez olduk. Anadolu Müslümanının İslam ülkelerindekinden; Anadolu Hıristiyanının Batı ülkelerindekilerden; hatta Anadolu Türk’ünün Orta Asya’dakilerden; Anadolu Ermenilerinin Ermenistan’dakinden; hele Anadolu Rumlarının Yunanistan’dakilerden; dahası, Anadolu Arap’ının bile Arap ülkelerindekilerden farklı olduğunu; aynı şekilde Anadolu Kürtlerinin de Irak’takilerle, İran’dakilerle “aynı” olmadıklarını; “Anadolulu” olanların ortak karakterlerininse “birlikteliğin insancıllığı”nı içerdiğini bilsek bile susuyoruz. NADOLU’NUN CUMHURİYETİ İşte böylesi bir tarihsel ayrıcalığın yine herkeste ortak bir yurt bilinci yarattığını; ırkçı ve ayrılıkçı siyasetlerinse temelde “Hepimizin Cumhuriyeti”ni hedef aldığını yeterince göremiyoruz… Oysa tıpkı geçmiş uygarlıklar gibi Anadolu’yu yurt yapmış Türkiye Cumhuriyeti’nin bu eşsiz niteliği, en yaşamsal, ulusal ve evrensel gurur kaynağımız. Böylesine insan güzellikleriyle bezenmiş bir tarihsel beraberliğe çağdaş insanın “siyasal bakış”ını ise Atatürk bakın nasıl özetlemiş; “Geçmişimiz, modern bir devlet kurmada en iyi örnektir…” Nitekim İlhan Selçuk da diyor ki; “Anadolu Türk’e de yeter, Ermeniye, Ruma, Çerkese, Arap’a, Fellah’a, Laz’a, Kürt’e, Süryani’ Çizginin Kırıldığı Nokta ve ‘Büyük Ödün’ Geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi, genç Türkiye Cumhuriyeti için bir ‘topyekun aydınlanma’ anlamını taşıyan ve 1940 yılında kurulan Köy Enstitüleri, ilk darbeyi 1946 yılında alır. İlk kez CHP dışında bir partinin, Demokrat Parti’nin de katılımıyla yapılan genel seçimlerin ardından Recep Peker’in başbakanlığında kurulan yeni hükümette, Köy Enstitüleri’nin mimarlarından Hasan Âli Yücel, artık Milli Eğitim Bakanı değildir. Kısa bir süre sonra Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda onun dava arkadaşı olan İsmail Hakkı Tonguç da görevinden alınacak, böylece Köy Enstitüleri’nin 1953 yılında, DP iktidarı tarafından kapatılmasına uzanan süreç başlayacaktır. 1943 yılında, Köy Enstitüleri’ni ziyareti sırasında, bu kurumların aydınlanma yolundaki çalışmasından sayılarının 20’den “en kısa zamanda” 60’a çıkarılması direktifini verecek kadar etkilenen Milli Şef İsmet İnönü, 1946’da cumhuriyet tarihinin belki de en büyük ödünlerinden birini vererek ve özellikle de CHP içersinden gelen baskılar karşısında geri çekilerek Köy Enstitüleri’nin kurucularının ‘pasifize edilmesine’ göz yumarak yeni kabineyi onaylayacaktır. Bu arada, İkinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte dünyadaki dengeler de değişmiş, Sovyetler Birliği’nin ağırlığı, Türkiye içersinde Köy Enstitüleri’ne haksız yere yöneltilen “komünist yetiştiriyor” iftiralarına daha elverişli bir zemin hazırlamaya başlamıştır. Köy Enstitüleri ile ilgili olarak 1946’da işlemeye başlayan süreç, ne yazık ki “İdarei maslahat’la devrimler ne yapılabilir, ne de korunabilir” ilkesinin tam bir doğrulamasıyla noktalanmış, Mustafa Kemal Atatürk’ün ödün tanımayan devrim ve aydınlanma anlayışı, “büyük ödün” ile birlikte zaman içersinde giderek artan bir tempoyla yerini genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini oluşturan devrimlerin altının oyulması girişimlerine bırakmıştır. Adı ‘Köy Enstitüleri’ olan yurt çapında aydınlanma seferberliğinin önünün kesilmesiyle birlikte, yakın tarihin yanlış okunması, eğitim birliğinin bozulması, yanlış ‘aydın’ kuşaklarının yetişmesi ve nihayet laiklik ilkesinin, yapay bir suçluluk psikolojisi atmosferiyle sarıp sarmalanarak bugünkü savunma konumuna itilmesi de dahil olmak üzere, olumsuzluklarını bugün doğrudan yaşadığımız bir dizi yıkım başlamıştır. Köy Enstitüleri, körü körüne inançların yerini aklın ve eleştirel düşüncenin alması, dünyayı, yaşamı ve insanı dogmalar ve inançlar yoluyla değil, ama bilim ve akıl yoluyla kavrama doğrultusunda başlatılmış dev bir girişimdir. Kısa sayılabilecek bir eğitim sürecinin ardından köy çocuklarının Sophokles’i, Moliére’i, Shakespeare’i ve Çehov’u küçümsenemeyecek bir başarıyla oynamaya başlamaları, bunların yanı sıra eğitimde halk kültürüne de bilinçli bir biçimde yer verilmesi, ancak böyle bir girişimle elde edilebilecek sonuçlardı. Can Dündar, “Köy Enstitüleri” başlıklı kitabında (İmge Kitabevi), Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunlarından Pakize Türkoğlu’nun halk müziği ezgilerinin nasıl eğitim programlarına dahil edildiğini anlatan şu sözlerine yer verir: “O insanlar o ezgileri biliyorlar, ama kendileri söylemiyorlar, oynamıyorlardı… Bu ezgiler, bu oyunlar Türkiye’de okullarda kullanılmıyordu. İşte eğitimin amaçlarından biri, halkın bu kültürünü bu okullara sokarak, eğitimi kullanarak, insanın kendi kültürü içinde zenginleşmesini sağlamaktı… Ve şimdi de halk oyunları stadyumlarda oynanıyor. Köy Enstitüleri’nin büyük payı vardır bunda. Ruhi Su’nun, Âşık Veysel’in ezgileri Köy Enstitüleri’nde hep ortam buldu ve kullanıldı. Bu çok önemlidir.” Evet, bu çok önemlidir. Bunun gibi, enstitülerin öğrencilerinin kendi okullarının binalarını inşa etmeleri, köylerinin eksiklerini gidermek için çalışmaları, yani tam bir imece atmosferinde yaşamaları da çok önemlidir. Ama bütün bu girişimlerin gerçekleştirildiği ortamlara ‘komünist yetiştirildiği’, ‘kızlarla erkeklerin bir arada okutulduğu’ ya da ‘köy çocuklarının inşaatlarda zorla çalıştırıldığı’ gerekçesiyle kara çalmak da ne yazık ki bu önem ölçüsünde kolaydır. Haftaya, yazımın son bölümünde, “Aydınların İhaneti ve Köy Enstitüleri” başlığı altında, bu kurumların kapatılmasıyla ortaya çıkan ‘yanlış aydınlar’dan söz edeceğim. [email protected] H 1 Binyılların tanıklarına bağlılık Atatürk’ün başlattığı arkeolojik kazılar ve Cumhuriyetin ilk 15 yılındaki o en zorlu ekonomik koşullara rağmen yurdun hemen her bölgesinde açılan müzeler, başka hiçbir ülkede eşi görülmeyen bir tarih düşkünlüğünün kanıtlarıdır… Resimlerde Atatürk İstanbul Arkeoloji Müzesi’ni ziyaret ederken (1), Ahlatlıbel kazılarını incelerken (2) ve Bergama’da (resim 3) görülüyor. 2 3 A ye, Nasturiye de yeter... Yeter ama emperyalizmin güdümüne girip birbirimize düşmanlaşmazsak..” (03 Kasım 2007‘Anadolu’nun Çilesi’ başlıklı yazısı) Peki, bunu nasıl başaracağız? Özellikle şu insanlık dışı terörle bütünleşen Kürtçü ayrılıkçılara karşı söylemimiz de “ödünsüz” olmalı. Anadolu’daki Kürtler de Türkler de bu vatanın evlatları ve sahibidirler. Trabzonlu babaların Diyarbakırlı damatları ve onlardan olan Anadolu çocukları “biz”iz… Güneydoğulu anaların Egeli gelinleri ve onlardan olan torunları da. Yıllardır ırk farkı tanımayan düğünlerin şenlendirdiği; kökenlerin yerine “bilgelik”lerin kutsandığı geleneklerle yaşanan bir ülkede, son zamanlardaki şu “etnik demokrat”lık da neyin nesiymiş? Yine İlhan Selçuk, aynı yazısında “Oysa Türk ile Kürt iç içe, kapı komşu, hısım akraba!..” dedikten sonra, bu Anadolu gerçeğini görmezden gelen “ırkçı solcular”ı da ne güzel tanımlıyor; “Türklere dönüyorlar, ‘Ulus devlet bitti’ diyorlar... Kürtlere dönüyorlar, bu kez de ‘Ulus devletini kur’ diyorlar...” ARİHLE VAR OLABİLMEK Atatürk’ün Anadolu kültürlerine olan bağlılığı, bugüne dek, ülkemizi yönetenler bir yana, başka hiçbir dünya liderinde de gözlenemedi. En zorlu dönemlerde ilk müzeleri kurup, ilk arkeolojik kazıları başlatmasından; öğrencilerin arkeoloji eğitimi için yurtdışına devlet bursuyla gönderilmelerine kadar insanı şaşırtan “tarih düşkünlüğü”nün nedeni, Anadolu’dur. Afet İnan’a 1936’da yazdırdığı “Tabiatın esrar dolu sinesine her gün daha çok girmekte olan insan zekâsı, realiteye kavuşmak için çalışanları tatmin edecek ve insanlık tarihini T aydınlatacak ilimler bulmuş ve tespit etmiştir. İşte arkeoloji ve antropoloji o ilimlerin başında gelir. Tarih bu son ilimlerin bulduğu belgelere dayandıkça temelli olur..” sözlerini, bugün ancak, son 20 yıla ait uluslararası sözleşmelerde okuyabiliyoruz. Bu sözlerine eklediği; “Tarihi bu belgelere dayanan milletlerdir ki kendi aslını bulur ve tanır..” vurgulamasını ise geçmişi Anadolu kadar “derinlikli” olmayan ve farklı kültürlerin birlikteliklerini yaşayamamış “Batı ülkelerince hazırlanan sözleşmeler”de ara ki bulasın. Dünyaca ünlü müzelerini Anadolu’dan taşıdıkları eserlerle kurup akademisyenlerinin kariyerlerini bile ülkemizdeki kazılarına borçlu olan Almanya ve Avusturya gibi ülkeler, böylesi bir anımsatmadan elbette ki hoşlanmayabilirler. Ancak, bizim aydınlarımız arasındaki, Cumhuriyetin Anadolu uygarlıklarıyla “var oluş bağları”nı inkâr ederek, laik devrimin geçmişi kucaklayan değil, sanki yadsıyan bir anlayış içinde yapıldığını söyleyenlere ne demeli? Oysa sadece müzelerimizin kuruluş tarihlerine bakıldığında bile Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın aynı zamanda Anadolu uygarlıklarının da kurtuluşu olduğunu herkes görebilir. Örneğin Ankara Anadolu Medeniyetleri Müzesi Cumhuriyetin ilan edildiği 1923’te; Edirne ve Antalya müzeleri hemen ertesi yıl (1924); Adana ve Bergama müzeleri 1925’te; Ankara Etnografya Müzesi 1926’da; Tokat, Amasya ve Sinop müzeleri 1927’de açıldılar. Ardından İzmir ve Sıvas 29’da; Kayseri 31’de; Afyonkarahisar 32’de; Denizli ve Çanakkale 33’te; Samsun ve Van 34’te; İznik ve Diyarbakır 35’te; Alanya, Silifke ve Isparta 35’te; Manisa 36’da; Niğde, Kütahya, Tire ve Kırşehir de 1937’de müzelerine kavuştular. Aynı yıl İstanbul Resim ve Heykel Müzesi açıldığında, Cumhuriyetin ilk 14 yılında ulusa ve ülkeye armağan edilen müze sayısı 30’u bulmuştu. Üstelik en yoksul ve borçlu yıllarda. Söyler misiniz; 1950’lerden bu yana hangi hükümet, hangi muhafazakâr iktidar, hangi geleneklerine bağlı lider, bu ülkeye yılda ortalama 2 “yeni” müze kazandırabildi? Keşke bu 10 Kasım’daki Atatürk’ü anma etkinlikleri özellikle bu müzelerimizde düzenlenseydi. Anadolu uygarlıklarından esinlenmeye her zamandan daha fazla ihtiyacımız olan şu günlerde, ne kadar da anlamlı olurdu. CSO ATATÜRK’Ü ANMA KONSERİ DÜNYACA ÜNLÜ GİTARİST Konserin solisti Robben Ford ilk Yarışma’nın birincisi kez Türkiye’de Sevil Ulucan Kültür Servisi Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası (CSO), 9 Kasım Cuma günü Gazi Üniversitesi Konser Salonu’nda şef İbrahim Yazıcı yönetiminde vereceği konserle Mustafa Kemal Atatürk’ü anacak. Konserin solisti keman sanatçısı Sevil Ulucan. Şef İbrahim Yazıcı’nın yönetimindeki orkestra, Felix Bartholdy Mendelssohn’un “Keman Konçertosu”nu, Ahmed Adnan Saygun’un “Eski Üslupta Kantat”ını ve Ankara’da uzun bir aradan sonra ilk kez Wolfgang Amadeus Mozart’ın “Missa Brevis” adlı yapıtını seslendirecek. Kültür Servisi Ünlü Musician dergisinin rock, blues ve cazda yüzyılın en iyi 100 gitaristinden biri olarak gösterdiği Robben Ford, 13. Uluslararası Eskişehir Festivali’nin konuğu olarak Türkiye’ye geliyor. Türkiye’de ilk kez konser verecek olan ve kendisine Chris Chaney (bass) ile Gary Novak’ın (davul) eşlik ettiği Robben Ford, 19 Kasım Pazartesi günü saat 21.15’te Anadolu Üniversitesi Spor Salonu’nda izleyicileriyle buluşacak. Aydın Doğan Karikatür Yarışması ödül töreni yapıldı Belarus’tan... ZEYNEP ALTAY XIV . Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması’nın Türk ve Dünya karikatüristlerimizi bir araya getiren Ödül Töreni önceki akşam MSGSÜ Tophanei Amire Kültür ve Sanat Merkezi’nde yapıldı. 91 ülkeden 1218 sanatçının 3326 çalışma ile katıldığı serbest konulu yarışma sonuçları haziran ayında Antalya’da açıklanmıştı. Yarışmanın birincisi Belarus’tan Marina Markevitch mazereti nedeniyle törene katılamadı. Ödülü Belarus fahri konsolosu aldı. İkincilik ödülü Küba’dan Angel Boligan Corbo ve Brezilya’dan Dalcio Machado arasında paylaşıldı. Hintli C.B. Shibu üçüncülük ödülü aldı. Glen Baxter (İngiltere) başkanlığında, Tan Oral, Latif Demirci, Hüsamettin Koçan, Selçuk Demirel, Peter De Seve (ABD), Aristides Esteban Hernandez Guerrero (Küba), Julian PenaPai (Romanya), Norio Yamonoi’den (Japonya) oluşan seçiciler kurul X Artun Yeres son yolculuğuna uğurlandı Kültür Servisi İstanbul’da ölen yönetmen ve senaryo yazarı Artun Yeres için Beyoğlu Emek Sineması’nda bir tören yapıldı. Törene Yeres’in ailesi, eski CHP İstanbul Milletvekili Berhan Şimşek ile Alin Taşçıyan, Tayfun Pirselimoğlu, Derviş Zaim, Erden Kral’ın da aralarında olduğu yönetmen, yapımcı, sinema yazarı ve oyuncular katıldı. Dostlarının deyişiyle “milliyetçilik bayrağını değil, 68 bayrağını hayatı boyunca taşıyan’’ Yeres için, Şimşek “Hep türküsü yarım kalan bir insandı. İnanıyorum ki, yapmak istediklerinin belki de yüzde 10’unu bile gerçekleştiremedi’’ dedi. Daha sonra Yeres’in cenazesi Üsküdar Surp Garabet Ermeni Mezarlığı’nda toprağa verildi. 11 sanatçıya da Başarı Ödülü verdi. Başarı Ödülü alan sanatçılar: Alessandro Gatto (İtalya / iki başarı ödülü). ThiWaWat Pattara Gulwanit (Tayland), Mikio Nakahara (Japonya), Ahmet Aykanat (Türkiye), Alexandr Kostenko (Ukrayna), Osman Güral Suroğlu (Türkiye), Sergei Bobylev (Rusya), Gerhard Gepp (Avusturya), Alberto Morales Ajubel (Küba), Xiao Qiang Hou (Çin). Aydın Doğan Vakfı tüm sanatçılara plaketlerin yanı sıra para ödülü de verdi. Sunuculuğunu Korhan Abay’ın yaptığı ödül töreni canlı müzik eşliğinde büyük ekranda sergilenen karikatürlerin gösterilmesiyle başladı. Açılışta Aydın Doğan Vakfı Yürütme Kurulu Başkanı Candan Fetvacı yarışmanın gelişimi, Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay yarışmanın önemi üzerine konuştu. Konuklara Aydın Doğan Vakfı’nca yayımlanan yarışmaya katılan karikatürlerle ilgili kapsamlı kitap ve broşür dağıtıldı. Türk öykü ve romancıları Suriye’de ? Kültür Servisi Suriye’nin ünlü yazarı Abdülselam El Uceyli anısına Rakka kentinde her yıl düzenlenen ‘Roman ve Öykü Festivali’ne bu yıl Ankara Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizkan, Osman Şahin, Meltem Arıkan, Zeynep Aliye, Fatih Atila ve Bereket Kar davet edildiler. 11 14 Kasım tarihleri arasında yapılacak olan etkinliklerde yazarlarımız Türk roman ve öykü sanatı üstüne konuşmalar yapacaklar, bildiriler sunacaklar. Etkinlikten sonra Şam’a gidecek olan yazarlarımız 1518 Kasım tarihleri arasında Suriye Kültür ve Devlet Bakanı Yardımcısı Necah Attar tarafından kabul edilecekler. Ayrıca, Arap Yazarlar Birliği ile Suriye Yazar ve Gazeteciler Birliği’ni ziyaret edecekler. CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle