18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 KASIM 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Balkan Savaşı’nda iki oğlunu askere gönderen anne, eve dönen oğlunu görünce feryat etti! ‘Hüsrev askerden mi kaçtın?’ Bitlis Defterdarı’nın Hanımı Maraş’ta Fransızlar ile savaş 21 Ocak 1920’de başlamış, bu yılın 12 Şubat’ında Fransızların geri çekilmesiyle sona ermiş, Maraş düşmandan kurtulmuştur. 2 Şubat 1920 tarihinde Anadolu Kadınları Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin Reisi Melek Reşit ve Kâtip Şefika Kemal imzasıyla yayımlanan bildiri ile Fransızların Maraş’taki zulümleri yurtiçi ve yurtdışında kınanmıştır. Maraş’ta düşmana karşı verilen mücadelede en fazla yararlılık gösterenler arasında Bitlis Defterdarı’nın hanımı da bulunmaktadır. Bitlis Defterdarı’nın hanımı, Maraş’ın Kayabaşı Mahallesi’nde düşmanın hazırladığı mazgala yaklaşarak sekiz düşmanı öldürmüş, bilahare erkek elbisesi giyerek milis kuvvetlerine katılmıştır. Hatice Hatun Adana ve yöresinde Fransızlara karşı göstermiş olduğu mücadeleden övgüyle bahsedilenler arasında Hatice Hatun da bulunmaktadır. Bu bölgedeki milis kuvvetlerinde görev yapmakta olan Hatice Hatun, Tekir Yaylası’ndan Mersin’e ulaşacak en kısa yolu soran Fransız kuvvetlerine yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokmuş, askerlerimizin tuzağına düşürerek mağlup olmalarını sağlamıştır. Kara Fatma Şimşek ramanlarımızdan biridir. İnebolu’da, Milli Kuvvetler’e bağlı askeri teşkilat kurulmuştu. Silah, cephane, erzak, giyecek vb. şeyler, İnebolu İskelesi’nden Çankırı’ya, oradan Ankara’ya, cepheye gönderiliyordu. Trabzon’dan vapurla nakliye işleri başlayınca İnebolu yolu, dolayısıyla Kastamonu Ankara’nın bir üssü haline gelmişti. Burada pencere demirlerinden süngü, kasatura, kılıç yapan ustalar bulunduğu gibi, bunlardan bir kısmı da Ankara’ya gönderilmiştir. Kastamonu kadınlarının Silahlı Kuvvetlere çok anlamlı hizmet ve katkıları olmuştur. Yine Sakarya Savaşı sırasında, kadın mücahitlerimizin nasıl canla başla çalıştıklarını Kurmay Albay Hulusi Atak’tan öğrenmiş oluyoruz: Sakarya Savaşı’nın başladığı gün, 23 Ağustos 1337’de (1921) yaralanan Hulusi Atak’ı geriye, Keskin Hastanesi’ne göndermişlerdir. Ankara’dan Yahşihan’a giden bir dekovile başka yaralılarla birlikte bindirmişler, daha öteye şakkat ve acının en fazlasını çekmiş olan bu aziz vatandaşlarımız köylülerdi. Bunların içerisinde şiddetli soğuktan yolda ölenler de olmuştu. Kütahya ile Gediz arasında yapılan yürüyüş ve hareketlerde kıtalarımızın ve muharebenin medarı hayatı olan erzak ve cephaneyi hep bu aziz vatandaşlarımız taşımışlardı. Bütün meşakkat ve acılara rağmen yüzlerinde bir işmi’zac ve fütur görülmemişti. Hiç unutmam, yine böyle bir yürüyüş esnasında idi; dondurucu bir soğuk vardı. Kağnısının başında duran bir ihtiyar nineye yaklaşmış ve sormuştum: ‘Nine üşüyor musun?’ Şu cevabı vermişti: ‘Hayır oğul, üşümüyorum. Düşman, topraklarımıza bastığı günden beri içim yanıyor!’ Bu kahraman Türk anasının elini öperken gözpınarlarımda yaşlar tanelenmişti.” İnebolu’dan Kastamonu ve Çankırı yoluyla Ankara’ya harp malzemesi götüren Kağnı Kolları’nda 1921 kışında donanlar da olmuştur; böyle vakalardan en acısı, en ünlüsü, Kastamonu şehrinin kapısı sayılan Kışla önünde, bir kadının (ki o Şerife Bacı’dır) cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış halde donmuş olarak görülmesidir. Şehre girmesi nasip olamayan bu mücahit kadının, şose kenarında, sabaha karşı donduğu anlaşılmıştır. Öküzleri geviş getiren bu kağnı arabasındaki kıy maktaydı. Kadıncağız saatlerdir ayakta trenin yanında bekliyordu. Yağmura, soğuğa, yıldırımlara aldırış bile ettiği yoktu. Kumandan merak ve hürmetini celp eden bu hanıma yaklaşarak kimi uğurlamaya geldiğini sordu. Söğüt’ün Akgünlü köyünden Mehmet oğlu Hüseyin’in kendi oğlu olduğunu, onu selametlemek için geldiğini, kumandanın çağırma teklifine memnun olacağını söyledi. Hüseyin çağrıldı. Annesinin elini öptü. Bu fedakâr ananın sevgili oğlunu bağrına basarken ona şöyle hitap ettiğine şahit olundu: “Hüseyinim, aslan oğlum benim… Dayın Şıpka’da, baban Dömeke’de, ağaların da 8 ay evvel Çanakkale’de şehit düştüler. Bak, son yongam sensin! Minareden ezan sesi kesilecekse, camilerin kandilleri sönecekse sütüm sana haram olsun, öl de köye dönme!.. Yolun Şıpka’ya uğrarsa dayının ruhuna bir fatiha okumayı unutma! Haydi oğul, Allah yolunu açık etsin…” Hüseyin, anasının elini öptü ve trenine bindi. Bu, bir Türk anasının hayatta kalan son oğluna ettiği nasihatti. Bundan çok fazla mütehassıs olan kumandan Abdülkadir Bey, “Demek sizin ailenin erkekleri hep şehit oldular, öyle mi?” dedi. Cevap şuydu: “Yalnız bizim ailenin değil oğul, bi Atatürk’ün Türk kadınları ile ilgili düşünceleri Hayatının her döneminde toplumda yönlendirici ve geliştirici unsurun kadın olduğunu veciz bir şekilde ifade eden Atatürk, her fırsatta konuya ilişkin düşüncelerini açık kalplilikle ifade etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nda erkeklerin yanında kahramanca savaşan Kara Adile Hanım, Atatürk Tarsus’a geldiğinde önünde diz çökmüş, Atatürk’ün eline sarılmış; Atatürk, Adile Hanım’ı yerden kaldırdıktan sonra, gözleri yaşla dolu, şöyle demiştir: “Kahraman Türk kadını, sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlarımızın üstünde göklere kadar yükselmeye layıksın.” Atatürk’ün bu anlamlı sözü, esasen başka bir hususu ifadeye yer bırakmayacak şekilde açıktır. Ancak konuya ilişkin bazı hususlara da temas etmek istiyorum. Atatürk’e göre; Türk kadını dünyanın en aydın, en faziletli, en şefkatli ve en ağırbaşlı kadını olmalıdır. Türk kadınının görevi, Türk’ü zihniyetiyle, kol gücüyle, kesin kararlılığıyla koruyabilecek ve savunabilecek nesiller yetiştirmektir. Milletin kaynağı, toplumsal hayatın esası olan kadın ancak faziletli olursa görevini yapabilir. Burada Tevfik Fikret’in herkesçe bilinen sözünü hatırlatalım: “Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer.” Atatürk, “Türkiye Cumhuriyeti’nde kadın bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en saygın yerde, her şeyin üstünde, yüksek ve onurlu bir yerdedir. Şuna inanmak gerekir ki dünya yüzünde gördüğümüz her şey kadının eseridir. Türk kadını bilimsel, ahlaki, toplumsal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı olmalıdır” demek suretiyle söylenebilecek her şeyi en veciz bir şekilde ifade etmiştir. Sonuç Yahya Bey’in kızı olan Kara Fatma Şimşek’in asıl ismi, Yemine Vardarlı’dır. 19211922’de, “Fahri Milis Üsteğmeni” rütbesiyle Kocaeli Grubu Mürettep Süvarisi emrindeki Müstakil Süvari Müfrezesi’nde görev yapmış, İstiklal Harbi’nde, bu mıntıkadaki mücadelelerde bulunmuştur. Tarsuslu Kara Fatma Asıl adı Adile olan, Adile Hala ve Adile Onbaşı diye anılan bu kadın kahramanımız, silah arkadaşları arasında Kara Fatma lakabıyla anılmaktadır. Sekizon kişilik çetesiyle birlikte Afyon Savaşları’na katılmış, Tarsus’un kurtarılmasında büyük yararlılık göstermiştir. Gaziantepli Yirik Fatma Antep’in henüz bütünüyle kuşatılmadığı sıralarda kuşatmaya karşı koymak için yola çıkan çete teşkilatına Şaraküstü Mahallesi’nden Yirik Fatma da katılmıştır. Nazife Kadın Nazife Kadın, Yunanlılara karşı mücadele verilirken kendisinden bilgi alınmak istenmesine şiddetle direndiğinden düşman tarafından Kavakönü Köyü’nde işkence yapılarak öldürülmüş ve müteakiben fırında yakılmıştır. Gördesli Makbule İ stanbul’da Maçka, Zeytinburnu vs. küçük depolardaki top, tüfek ve cephaneler cesurane tedbirlerle kaçırılıyor, oradan da hayvan ve insan sırtında Ankara’ya naklediliyordu. İşte Türk kadınlarının bu nakliyatta büyük top mermilerini sırtlarında taşıyarak gösterdikleri fedakârlık her zaman hatırlanmalıdır. kağnı ile gitmişlerdir. Etraflarından geçmekte olan kağnı kol ve katarlarının çoğunu kadınların idare ettiğinden bahseden Hulusi Atak, “Bu katarların birinden hafif bir çığlık duyduk; bunu müteakip bir duraklama ve telaş eseri görüldü. Bir müddet sonra güzel bir müjde ile karşılaştık. Cephane Kolları’nda bulunan hamile bir kadın, bir erkek evladı doğurmuştu. Bu kadını hastaneye yatırmak üzere geriye çevirmek istediler; fakat yorgunluk ve çektiği ıstıraplarla benzi solmuş olan hasta kadın, ‘Cephedeki silahlar’ dedi, ‘cephane bekliyor; oraya cephane yetiştirmeliyim, geri dönemem’!..” demiştir. Ali Fuat Cebesoy’un da Kağnı Kolları ile ilgili, ihtiyar bir mücahit kadınla konuşmasını içeren bir hatırası ise şöyledir: “Cephane Kolları’nı ahalinin vasıtaları teşkil etmişti; bunlar esas itibarıyla kağnılardır. Kağnıların ekserisi köy kadınları ve onon beş yaşlarındaki çocuklar tarafından idare olunuyordu. Bu, hakikaten asil ve ulvi bir manzara idi. Uzun yürüyüşlerde gece ayaz, kar ve yağmur altında me Makbule Hanım, Gördesli Ali Ustazade Abdullah Efendi’nin kızıdır. 1921’de Ustrumcalı olan Ali Efe ile evlenmiş, onunla birlikte Milli Mücadele’de çete savaşlarına katılmıştır. Makbule Hanım, 17 Mart 1922’de Akhisar’la Sındırgı hududu üzerinde bulunan Koca Yayla’da, elinde silah, düşmanla en ön safta savaşırken başından vurularak şehit düşmüştür. Asker Saime Hanım Tayyar Rahmiye (Adana) İstanbul hanımlarından Saime Hanım, Milli Mücadele’ye fiilen katılıp cephede silah kullanmış ve yaralanmıştır. Saime Hanım 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgali dolayısıyla Kadıköy Belediye Dairesi önündeki mitingde konuşma yapmış, tutuklanmış ve daha sonra Anadolu’ya geçerek Milli Mücadele’ye katılmıştır. Savaştan sonra ise İstanbul Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olarak görev yapmıştır. Taşıt kollarında görev alanlar İstanbul’da Maçka, Zeytinburnu vs. küçük depolardaki top, tüfek ve cephaneler cesurane tedbirlerle kaçırılıyor, oradan da hayvan ve insan sırtında Ankara’ya naklediliyordu. İşte Türk kadınlarının bu nakliyatta büyük top mermilerini sırtlarında taşıyarak gösterdikleri fedakârlık her zaman hatırlanmalıdır. Öküzü ölen arabalara diğer öküze eş olarak arabayı çeken kadınlarımızın fedakârlıklarını bugünkü nesillere nakletmenin de bir görev olduğunu düşünüyorum. Kastamonulu Halime Çavuş bu kah metli yükü korumak için üstüne yorganını örten bu genç kadının bir elinde üvendire, kollarını açarak, yorganın üzerine abanarak kaldığı, vazifeliler tarafından görülmüştür. Rıfat Çavuş öküzleri koşarken Cemil Çavuş da şehidin üzerindeki karları süpürmüş ve her ikisi de gözyaşları dökerek kollarından ve bacaklarından tutarak kaldırırlarken, yorganın altından birdenbire çığlığı basarak ağlayan bir çocuk sesi işitince şaşırmışlar ve şehit anayı yana çekip hemen yorganı kaldırmışlar. Otlara sarılı top mermileri arasına yerleştirilmiş çulların içinde kundaklı bir kız çocuğunun donmaktan kurtulmuş bir halde bulunduğunu görmüşlerdir. Kuşkusuz Türk kadınının fedakârlıkları birkaç sahifede anlatılamaz. Ancak iki küçük anekdot ile bu konuyu bitirmek uygun olacaktır: Bilecik istasyonunda bir trenin bütün vagonları yarınki zaferleri kazanacak olan Mehmetçikler ile hıncahınç doluydu. Yağmurlu ve serin bir sonbahar gecesiydi. Trenin kalkışı için kampana çalınmış, istasyon hareketlenmişti. Sık sık çakan şimşekler, yaşlı fakat dimdik duran bir Türk anasının çehresini aydınlat zim köyün mezarlığına elli yıldır delikanlı gömülmedi. Vatan dursun da biz hepimiz ölelim, ne çıkar?..” Şaşıran Abdülkadir Bey’in, “Şimdi sizin köyünüzde hiç erkek yok mu?” sualine cevabı daha da vakurdu: “Köyümüz bütün erkek dolu. Bizi beğenemediniz mi? Hiçbir işimiz geri kalmadı. Evvelce nasılsak gene öyleyiz. Bağrımıza karataş bağladık, düşman mahvoluncaya kadar dayanacağız. Allah, bana o günü göstermeden canımı almasın!..” İmanlı, fedakâr ve kahraman Türk analarının bu müşterek anlayış ve hissiyatını aksettiren örnekler pek çoktur. Bunlardan sadece birini daha dikkatlerinize sunmak istiyorum... Balkan Harbi’ne iki iyi yetişmiş evladını birden gönderen bir Türk kadını, harp bozgunu üzerine başsız kalıp sağa sola dağılan askerler arasında her nasılsa evine ulaşabilmiş Hüsrev adındaki oğlunun bahçe kapısını çizmesiyle itip girmesi üzerine bahçe kuyusundan su çekmekteyken onu görür görmez, evladını görmenin ve onun hayatta olduğunu müşahede etmenin sevincine kapılmadan, “Hüsrev, askerden mi kaçtın!..” diye feryat etmiştir. Bu, Türk kadınının, asırlarca devam eden müşterek duygularını temsil ve ifade eden bir olaydır. FAYDANILAN ESERLER: Vatan Millet ve Bayrak Sevgisi (Kültür Bakanlığı) Bir Millet Böyle Kuruldu (Hanri Benazus) Kuvayı Milliyenin Kadın Kahramanları (Aynur MISIROĞLU) İstiklal Harbinde Mücahit Kadınlarımız (Fevziye Abdullah TANSEL) Kahraman Türk Kadınları (Candan DOSTLUK) 4 Boyut (Ocak 2005) Milli Mücadele’de ve Cumhuriyetin İlk Yıllarında Kadınlarımız (MSB 1998) Milli Mücadelede Anadolu Kadınları Müdafaai Vatan Cemiyeti (Prof. Bekir Sıtkı BAYKAL) İnebolu (Kamil TUNOĞLU) Bu kutsal mücadelede ciddi ve anlamlı katkıları bulunan kadınlarımızı şükran duygularımızla yâd ederek onların yaptıkları önünde saygı ile eğiliyoruz. Bu konuda duygularımıza tercüman olan en güzel konuşmayı 10 Eylül 1922 günü eski Meclis binası önünde Hamdullah Suphi Bey yapmıştır: “Hanımlar! Bu kadar acıdan sonra, bu kadar ayrılıktan sonra, yan yana çektiğimiz bu kadar hasretten sonra, kurtuluş günleri geldi. Siz, bu kurtuluş günlerini bize kazandıran aziz şehitlerin, gazilerin anaları, arkadaşları, kız kardeşleri! Artık sevinin, sevinmek hakkınızdır, bayram edin, en büyük bayrama erdiniz; büyük bayramınız mübarek olsun! Anadolu kadınları! Bu gaza diyarında bin seneden beri, ateş ve cenk yerlerine oğullarını koşturan Anadolu kadınları, bin senedir oğulları daima uzak yerlerde ölen, yetiştirdikleri oğulların mezarları nerededir bilinmeyen Anadolu kadınları! Kurtuluş günleri, kavuşma günleri geldi; sevinin, bayram edin! Cihan Harbi’nden beri, ardı arası gelmeyen bir cenk için ağzından bir şikâyet sözü çıkmadan, nesi varsa hepsini veren Anadolu kadınları! Erkekleri kan ve ateş yerlerinde savaşırken, uzak denizlerin kıyılarından orta yaylalara doğru, günlerce, haftalarca, çıplak ayakları, giyimsiz sırtlarıyla kurşunları, top mermilerini taşıyan Anadolu kadınları! Batıda, doğuda, kıblede, bütün cephelerin arkasında memleketi işleten, tarlaları yeşerten, sayısız yetim çocukları yetiştiren, büyüten sensin, ey Anadolu kadını! Sırası gelince cephaneyi, yaralıyı taşımak sana yetmedi; silaha sen de sarıldın, düşman önünde sen de nevbet bekledin, ateşlere sen de girdin, sen de gaza ettin! Erkek arslan arslan olur da dişi arslan arslan olmaz mı, diyen sensin. Erkeğinle beraber zafere erdirdiğin gazan mübarek olsun, zafere eren gazanın büyük bayramı mübarek olsun! Biz de İstiklal Harbi’nde vatan topraklarımızı kurtarmak aşkıyla maddimanevi her türlü fedakârlığa katlanarak hayatını hiçe sayan ve artık hepsi bir başka dünyada olan kadın mücahitlerimizi minnet ve şükranla yüceltiyoruz. Vatan sevgisi uğrunda ve erkeklerinin kâh ardında kâh önünde böylesine canla başla çalışan kadın mücahitlerimizden yurdumuzun sonsuza değin yoksun kalmamasını temenni ediyoruz.” Kahraman Türk kadınları ile ilgili bu kısa çalışmamı Atatürk’ün ve Nâzım’ın sözleri ile bitirmek istiyorum. Atatürk, “Dünyada hiçbir milletin kadını ‘Ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluş ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim’ diyemez” demiştir. Nâzım Hikmet ise vefakâr Türk kadınına bir başka açıdan bakarak onun büyüklüğünü kendi üslubu ile şöyle anlatıyor: O benim kollarım, bacaklarım, başımdır. Yavrum, annem, kızım, kız kardeşim Hayat arkadaşımdır. İstiklal Harbimizde kahraman Türk kadınlarının, bu cennet vatanı bize armağan etmek için yaptıkları mücadele ve fedakârlıkları bugünkü nesillere hatırlatmak amacıyla özetlemeye çalıştığım bu çalışmamı müzikal bir üslup içinde toplum ile paylaşmanın uygun olacağını düşünerek “Kahraman Türk Kadınları Kantatı” yazdım. Bu eserin de bestelenerek fedakâr kadınlarımıza armağan edilmesi, benim için anlamlı bir görev olacaktır. BİTTİ CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle