23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 KASIM 2007 PAZAR 4 HABERLER Gül ve Başbakan Erdoğan, resmi program dışında Suudi Kralı ile görüştü YÖK TANIMIYOR DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN ‘Cigaramın Dumanı...’ Sevgili, TBMM Adalet Komisyonu’nda bir kanun teklifinin kabul edildiğini belirterek başlayınca yazıma, “Eyvah! Pazar günü de politik konulara değinecek” diye korkma. Ayrıca, bir açıdan baktığımızda, her şey politikanın içinde, temiz hava solumak, has ekmek yemek, şöyle sakin bir yerde gürültü kirliliği olmadan kafayı dinlemek, hep politikayla ilintili olaylar. Çünkü politika bunları imkânsız ya da mümkün kılabilecek olanaklara sahip. Nitekim artık “cigaramın dumanına” da karışıyor siyaset. TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen yasa tasarısına göre, bundan böyle tüm kamu alanlarında, okullarda, eğlence yerlerinde, kapalı alanlarda sigara içilmesi yasak olacak. Yasağın kapsamı bu kez oldukça geniş tutulmuş; meyhane, kahvehane, kimi mekânların bahçelerini bile içine alıyor. Televizyon yayınlarında da, özendirici olacağı gerekçesiyle sigara içilmesi yasak. Konuyla ilgili ayrıntıları, bütün gazete ve TV’lerde, internet sitelerinde bulabilirsin. ??? Olayı irdelerken hemen iki noktayı belirtmek istiyorum: 1 Sorunların yasaklarla çözülmeye çalışılması yöntemine karşıyım. Özgürlüklerin elden geldiğince geniş tutulmasından yanayım. 2 Ben de, son günlerde büyük oranda azaltmama karşın tütün kullanıyorum. Bu iki gerçeği vurguladıktan sonra, ilke olarak, yasanın getirdiği yasaklamalara yandaş olduğumu da belirtmek isterim. Çünkü insan sağlığına aykırı özgürlük olamaz. Umuma açık yerlerde sigara içenler aynı zamanda çevrelerindekileri de pasif içici konumuna soktuklarından, özgürlüklerinin kısıtlanması doğru bir harekettir. Ayrıca, kimi ülkelerde yaşananlar, getirilen bu yasaklardan sonra sigara kullanımının dikkate değer oranda düştüğünü gösteriyor. Bu nedenlerle desteklerken yasakları, ABD gibi çevreyi kirletmenin uzak ara şampiyonu olan bir ülkenin, insan sağlığını ileri sürmesini de “sahtekârlık” olarak görüyorum. Hele bu ülkenin, suç oranını yükselten ve yakınlar arasında cinayetlerin birinci nedeni olarak kabul edilen kişisel silahlanmayı bir anayasal hak olarak görüp savunması da göz önünde bulundurulunca, bu gerçek daha da çarpıcı biçimde çıkıyor ortaya. Aynı gerekçeler ülkemiz için de geçerlidir. Havaya kurşun sıkan magandadan vatandaşını koruyamayan devlet sigara içenden koruyacak, öyle mi?.. Geçiniz efendim!.. ??? Bu gözlemler söz konusu yasaklamalara ilke olarak yandaşlığımı engellemiyor. Ama yasanın gereği gibi uygulanabileceğinden duyduğum kuşkuyu da azaltmıyor. Yasanın getirdiği çok köktenci yasaklar acaba uygulanabilecek mi? Önce Fransa ile ilgili bir gözlemimi anlatayım: Birkaç yıl önce, Paris’ten hızlı tren ile güneye giderken sigara içilen vagon aradım. Artık hiçbirinde içilmiyordu. Bunun üzerine ayrım yapmadan birine girdim. Hareket ettikten biraz sonra, herkes sigarasına sarılınca, ben de pipomu tüttürmeye başladım. Oysa daha önce, vagonlar sigara içilen ve içilmeyen olarak ayrılıyordu ve o kurala uyuluyordu. Şimdi Türkiye’de bütün kahvehane ve meyhanelerde sigara yasağı uygulanabilecek mi? Oraya kadar gitmeye gerek yok. Devlet memurları, sigara içmenin yasak olduğu “devlet daireleri”nde sigara içmiyorlar mı? Bir yasanın, getirdiği yasakların makul ve zorlanarak da olsa uygulanabilir olmaması halinde uygulanamaması tehlikesi yabana atılır türden değildir. Yakında genel kurula inecek olan yasa görüşülürken bu noktaya dikkat etmek gerek. Yoksa hiçbir diktatörün bile koymaya kalkışmadığı bir yasak ile karşı karşıya kalacağız ve bu da uygulanmaz olacak. “Hiçbir diktatörün kalkışmadığı yasak” demek de tarihimizi bilmemek olacak. Çünkü Osmanlı zaman zaman tütünü, alkol ve kahve ile birlikte yasaklamıştı. Ama orada gerekçe farklıydı. Sağlık değildi söz konusu olan. O zamanlar, tütün de kahve gibi, alkol gibi tek başına evde değil toplu mekânlarda (kahvehane veya meyhane) tüketilen bir nesneydi. Ve de Osmanlı iki üç kişiden fazlasının bir araya gelmesinden hep tedirgin olurdu. Çünkü o kalabalıkta hep fitne kokusu sezerdi... Her neyse, yakında insanlık sigarasız döneme girecek. Bu da bir önemli kazanım olacak. AKP’nin kral merakı ? Hükümet resmi ziyaret protokolünde olmasına karşın Anıtkabir’e bile gitmeyen Suudi Arabistan Kralı Abdülaziz’e “Devlet Şeref Madalyası” verdi. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP hükümeti, hem Türkiye’nin hac kotasını arttırmak hem de Ortadoğu politikalarına destek almak için, resmi ziyaret protokolünde olmasına karşın Anıtkabir’e bile gitmeyen Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz’e “Devlet Şeref Madalyası” verdi. AKP’nin Kral Abdullah’a ilgisi sadece Devlet Şeref Madalyası ile sınırlı kalmadı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan önceki gün yapılan resmi görüşmelerin dışında dün Kral Abdullah ile Swiss Otel’de bir araya geldiler. Ziyaret öncesi böyle bir görüşme planlanmamıştı. Erdoğan için önceki gece geç saatlerde randevu talebi yapıldı. Suudi heyeti ancak dün sabah hükümete olumlu yanıt verdi. Kral Abdullah daha sonra Cumhurbaşkanı Gül ile görüşmek istediğini Türk yetkililere iletti. Kral Abdullah önce saat 12.00’de Erdoğan’ı kabul etti. Görüşme yaklaşık 35 dakika sürdü. Görüşmede Diyanetten sorumlu Devlet Bakanı Said Yazıcıoğlu, Dışişleri Bakanı Ali Babacan ve Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım da bulundu. Kral Abdullah’ın Erdoğan’ı kabulünün ardından Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de Swiss Otel’e geldi. Daha sonra Kral Abdullah, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan Erdoğan arasında üçlü görüşme gerçekleştirildi. Görüşmenin sonrasında Türkiye ile Suudi Arabistan arasında işbirliğine dair ortak deklarasyon imzalandı. Cumhurbaşkanı Gül ile Suudi Arabistan Kralı arasında önceki gün yapılan görüşmeler sonucu üzerinde anlaşmaya varılan deklarasyona, dün Ankara Swiss Otel’de Türkiye adına Dışişleri Bakanı Babacan, Suudi Arabistan adına Dışişleri Bakanı Suud el Faysal imza attı. Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin son yıllarda önemli ivme kazandığının belirtildiği deklaras Abdullah Gül’ün Harvard’ı Türkiye için korsan! ? Azerbaycan’da Gülen’e yakınlığıyla bilinen Kafkas Üniversitesi’nin YÖK tarafından tanınmadığı ortaya çıktı. FIRAT KOZOK Cumhurbaşkanı Gül, Kral Abdülaziz ve Başbakan Erdoğan Swiss Otel’de bir araya geldi. (AA) yonda, ilişkilerin her alanda daha da ileri götürülmesinin amaçlandığı vurgulandı. Deklarasyona göre, karşılıklı üst düzey ziyaretler düzenli hale getirilecek, iki ülke arasında terör ve suçla mücadele alanındaki mevcut işbirliği arttırılarak sürdürülecek, Türk firmalarının Suudi Arabistan’da, Suudi firmalarının da Türkiye’de daha fazla yatırım yapmaları teşvik edilecek, bu alanda karşılaşılan tüm engeller ortadan kaldırılacak. Bölgesel konularda daha yoğun işbirliği yapılacak. İki ülke işadamlarının karşılıklı yatırımları teşvik edilirken bankacılık konuları, tarımsal ilişkiler, taşımacılık sektöründe kolaylaştırıcı önlemler alınacak. İşadamlarına vize kolaylığı sağlanacak ve enerji alanında işbirliği arttırılacak. Ayrıca her iki ülke işadamları arasındaki temasların arttırılması özendirilecek. Görüşmede, hac kotası ve Sevda Tepesi’nin yanı sıra Ortadoğu, Irak, İran’a ilişkin gelişmelerin de ele alındığı öğrenildi. Devlet Başkanı Haydar Aliyev’e verildi. Bunu Bosna Hersek Cumhurbaşkanı Alia İzzet Begoviç (9 Haziran 1997), Mısır Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek (1 Aralık 1998), Hırvatistan Cumhurbaşkanı Franjo Tudjman (7 Ocak 1999), Gürcistan Devlet Başkanı Eduard Şevardnadze (10 Şubat 1999), ABD Başkanı Bill Clinton (15 Kasım 1999) izledi. Devlet Şeref Madalyası’nın 7. sahibi ise KKTC 1. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş oldu. Denktaş’a madalyasını 6 Temmuz 2005’te düzenlenen törenle 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer takdim etti. Cumhurbaşkanı Gül, kendi döneminin ilk Devlet Şeref Mardalyası’nı Kral Abdullah’a vermiş oldu. amirini görevden aldı. Korumaların görevden alınması, Başbakanlık’ta krize neden oldu. 3 amirin, Erdoğan’ın yakın koruması Tahir Kahyaoğlu’nun ekibinden olduğu, Kahyaoğlu ile Uzuner arasında da uzun zamandır bir gerilim yaşandığı belirtildi. Kahyaoğlu’nun, Uzuner’in tavrı karşısında duyduğu rahatsızlığı Erdoğan’a da ilettiği öğrenildi. Yine Kahyaoğlu’nun ekibinden 50’nin üzerinde ismin de istifa etmeye hazır oldukları belirtildi. Tartışılan madalya... Kral Abdullah’a takılan madalya da tartışma konusu oldu. Çünkü bugüne kadar Devlet Şeref Madalyası ile onurlandırılan yabancı devlet başkanlarının tamamı, Türkiye ile yakından ilgili olan liderlerdi. Türkiye’de ilk Devlet Şeref Madalyası, Bakanlar Kurulu kararıyla 5 Mayıs 1997’de Azerbaycan FIRAT KOZOK Krize neden oldu Erdoğan’ın korumaları birbirine girdi ANKARA Trafik kazası nedeniyle tedavi gören Başbakanlık Koruma Müdürü Ali Uzuner, göreve başlar başlamaz 3 koruma amirini görevden aldı. Geçen ağustos ayında geçirdiği trafik kazası sonucu bir süre tedavi gören, daha sonra da dinlenmeye çekilen koruma müdürü Uzuner, görevine döndü. Ancak Uzuner görevine başlamasının hemen ardından Başbakanlık’ta görevli 3 koruma ANKARA Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün, Azerbaycan gezisinde ziyaret ettiği ve bazı fakültelerinin temelini atarak “Bu üniversite sadece Azerbaycan’ın değil Kafkas’ın Harvard’ı olacaktır” dediği, Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Kafkas Üniversitesi’nin YÖK tarafından tanınmadığı ortaya çıktı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez bir Cumhurbaşkanı, ülkesinin tanımadığı bir üniversitenin yeni binalarının temelini atmış oldu. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Azerbaycan ziyareti sırasında çarşamba günü başkent Bakü’de Çağ Öğretim İşletmeleri Şirketi tarafından kurulan Kafkas Üniversitesi’nin yeni eğitim binalarının temelini atmıştı. Gül, yaz aylarında bitirilen binaların da resmi açılışını gerçekleştirmişti. 1993 yılında hizmete giren ve 2 bin öğrencinin öğrenim gördüğü üniversitede konuşan Gül, Kafkas Üniversitesi’nin, Türkiye ve Azerbaycan arasındaki işbirliğinin en iyi simgelerinden biri olduğunu savunmuştu. Fethullah Gülen cemaatine yakınlığıyla bilinen üniversiteyi gezen ve şeref defterini imzalayan Gül, üniversiteyi bölgenin Harvard’ı olmaya aday da göstermişti. Gül, “Bu üniversitede gördüğüm madalyalar bir kez daha gösteriyor ki, bu üniversite sadece Azerbaycan’ın değil Kafkas’ın Harvard’ı olacaktır. Emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür ediyorum” demişti. YÖK tanımıyor Ancak Gül’ün bu denli övgüyle söz ettiği ve ABD’nin dünyaca ünlü üniversitesine benzettiği üniversitenin, YÖK tarafından tanınmadığı ortaya çıktı. YÖK mevzuatına göre, kurul ABD ve AB ülkeleri dışındaki ülkelerin özel üniversitelerini tanımıyor. Bu çerçevede Kafkas Üniversitesi’nin denkliği de kabul edilmiyor. Üniversitede okuyan öğrenciler Türkiye’deki hiçbir özel ya da vakıf üniversitesine yatay geçiş yapamıyor. Kafkas Üniversitesi diplomasının hiçbir kamu kurum ve kuruluşunda geçerliliği bulunmuyor. İmza yetkisi yok Üniversiteden mezun olanların Türkiye’de hiçbir imza yetkisi de yok. Büyük endüstri şirketleri bile, iş alımlarında YÖK denkliğini şart koşuyor. YÖK tıp, öğretmenlik, eczacılık gibi bazı alanlarda yabancı ülkedeki üniversitenin denkliği bulunsa bile, bu öğrencilerin diplomalarının tanınabilmesi için ÖSYM tarafından yapılacak seviye tespit sınavına girmelerini zorunlu tutuyor. Ancak üniversitenin denkliği yoksa, mezunların diplomaları hiçbir şekilde geçerli olmuyor. asirmen?cumhuriyet.com.tr DİKKAT ÇEKEN CÜMLE Erdoğan’ın konuşması Büyükanıt’a yanıt mı? ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın dün bir panelde yaptığı konuşma, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın 10 Kasım mesajına yanıt olarak yorumlandı. Büyükanıt, 10 Kasım nedeniyle yayımladığı mesajda, Atatürk ilke ve devrimlerinden sapmalar yaşanmasının ülkenin karşılaştığı sıkıntıların ilk nedeni olduğunu belirtmişti. Büyükanıt, “Kurucusu olduğu Cumhuriyet, bugün birtakım tehditlerle karşı karşıya kalmışsa bilmeliyiz ki, ilke ve devrimleriyle aydınlattığı yoldan sapmalar başlamıştır” demişti. Erdoğan dün Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nda yaptığı konuşmada, “İnanıyorum ki, milletimiz Onun eserlerine, Cumhuriyetimizin bütün değer ve kurumlarına geçmişte ve bugün olduğu gibi gelecekte de sahip çıkacaktır. Bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da Cumhuriyet değerlerimizi her türlü siyasi ve toplumsal tartışmanın üzerinde tutmaya devam edeceğiz” dedi. Erdoğan’ın bu sözleri Büyükanıt’a yanıt olarak değerlendirildi. Türkiye’yi yöneten irade Kürt sorununda giderek “ortak akıl”da birleşme mesajları veriyor. Emekli komutanların, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ın, Kara Kuvvetleri Komutanı İlker Başbuğ’un son günlerde dile getirdikleri açılım ve özeleştiriler, yeni bir duruma işaret ediyor. “Devlet iradesi”nin dile getirilmesi diye de adlandırılabilecek bu durum şöyle özetlenebilir: Kuzey Irak’a dostluk eli uzatılmalı. Bu sorunun yalnızca bir terör sorunu olarak görülmesi yanlıştı. Kürtler kardeşimizdir. Kuzey Irak’a yatırımlar hızlanarak sürdürülmeli, sınır kapılarını kapatmak bir yana yenileri açılmalıdır. Kürt sorununun sosyal, kültürel, insani boyutları dikkate alınmalıdır. Geçmişte bu konuda hatalar yapıldığı bir gerçektir. ??? Aslında son yıllarda Kuzey Irak’a yönelik tutum az çok bu şekilde ifade edilebilirdi. Bölgeye yatırımlar hız kazanmıştı ve Türkiye bu yatırımlara destek veriyor, gelişmesine katkıda bulunuyordu. Ancak bir sorun vardı: Türkiye, Kuzey Irak’taki otonom Kürt yönetimini muhatap kabul etmek istemiyordu. Barzani bir anlamda yok sayılıyordu. Hatta Irak’ta cumhurbaşkanı DTP İçindeki İki Çizgi... seçilen Talabani bütün bir dönem boyunca bir kez bile Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer tarafından kabul edilmedi. Sonrası PKK eylemleriyle gelişti. PKK, son iki yıldır yollara mayın döşeyip karakol basarak, yol keserek çok sayıda terör eylemiyle insanların canına kıyınca, dengeler yerinden oynadı. PKK’nin yönetim kademeleri Kuzey Irak’ta konuşlanıyordu. Birçok eylemin buradan geçen örgüt militanları tarafından gerçekleştirildiği bilgisi Türkiye’yi yöneten tüm kesimleri çileden çıkarıyordu. ??? PKK eylemlerini sürdürünce kamuoyunda öfke yükseldi. AKP yönetimi de kendisini “operasyon” konusunda büyük bir baskı altında hissetti. Oluşan gergin hava içinde “operasyon” gündemin önüne çıktı. “Operasyon” beklentisi içinde yapılan mitingler sırasında aşırı milliyetçilerin yönlendirmesiyle ırkçı nitelikteki saldırılar yaygınlaştı. Kürt yurttaşlar sırf etnik kimlikleri nedeniyle bazı yörelerde hedef haline geldiler. Tam bu gerginlik ortamı içinde DTP Kongresi’ne gidildi. Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk, bağımsız aday oldukları için parti yönetiminden istifa etmek zorunda kalmışlardı. Ankara’da yapılacak olağanüstü kongreden önce Diyarbakır’da bir ön kongre toplandı. Herkesin gözü DTP’nin ne diyeceğine, ne yapacağına çevrilmişti. Kandil’den ve İmralı’dan gelen mesajlar sertlik yönündeydi. Türkiye’de yükselen milliyetçi ve saldırgan dalga DTP içindeki şahinlerin sesinin daha fazla duyulmasına neden oluyordu. Partinin içindeki son yıllarda gelişen, sorunu şiddet ortamından siyaset ortamına çekmek isteyen eğilim görülmüyordu, görülmek istenmiyordu. ??? Bu geçmişten beri hep böyle oldu. Kürtler içindeki farklılıklar yok sayıldı. Yok sayılmasa bile PKK şiddetiyle arasına mesafe koyan Kürtlere de aynı muamele yapıldı. Tabii böyle bir baskıcı yaklaşım Kürtler içindeki barışçı çizginin gelişmesine fırsat vermedi. Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Orhan Doğan gibi ılımlı siyasetçiler kendi farklılıklarını bir güce dönüştüremediler. Çünkü Türkiye’yi yöneten irade onlar arasındaki değişik eğilimleri önemsemiyordu. Hepsine benzer biçimde davranmayı tercih ediyordu. O zaman ne oldu? Kürt siyaseti PKK’nin gölgesinden dışarı çıkmakta zorlandı. Çıkanların da o şemsiyenin altına yeniden dönmeleri izlenen baskıcı eğilim nedeniyle kaçınılmaz hale geldi. ??? Yine benzer bir durumla yüz yüzeyiz. DTP içindeki “ılımlılar” yine güç kaybediyorlar. Ahmet Türk ve arkadaşları, PKK şiddetiyle, Türkiye’de esen milliyetçi rüzgârın arasında sıkıştı kaldı. Kimse DTP’de, Kürtler içinde gelişen değişik eğilimleri araştırmayı, bunun anlamını değerlendirmeyi düşünmüyor. “DTP’liler akıllı olsun” türünden tehditler dışında bir ses duyulmuyor. DTP Kongresi’nde eleştirici bir konuşma yapan Aysel Tuğluk’un ne dediğine kulak veren yok. “Sorunlar Kürt milliyetçiliği ile değil, ancak demokratik Kürt siyaseti ile aşılabilir. Eyalet ve federasyon kavramları bir çözüm ifade etmiyor. Çözüm demokratik birlikten geçiyor. DTP kendi iç demokrasisini geliştirmek zorundadır. Demokrasi mücadelesi sadece imaj sahibi karakterlerle başarılamaz. Acılarınız ve ölüler üzerinden siyaset yapanlara, Kürtlüğün erdeminden nasiplenmemiş olanların sahte milliyetçiliğine fırsat vermeyin” diyen Aysel Tuğluk, DTP ile Kürtler içinde giderek güç kazanan bir eğilimi temsil ediyor. Bu eğilimin güçlenip güçlenmeyeceğini, Kürtlerden çok Türkiye’ye yön veren irade belirleyecektir. Eğer, yine her zaman olduğu gibi PKK’ye yönelen öfke DTP’nin kapatılması, milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması ve tutuklanmasıyla devam ederse, hiç şüpheniz olmasın bundan en çok Kürt şahinleri mutlu olacaktır. Türkiye, “ortak akıl” yolunda adımlar atarken DTP’yi yok sayan veya yok etmek isteyen bir eğilime yönelirse, sonuçta her şey kaldığımız yerden yeniden başlar. Önümüzdeki dönem aynı zamanda Kürtler içindeki farklılıkların da dikkatle değerlendirildiği bir dönem olmalı. “Ortak akıl” o zaman bir anlam kazanır. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle