18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 KASIM 2007 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Uzlaşı kültürünün sonu geldi elçika uzlaşma ve karşılıklı ödün verme konusunda dünyaya örnek gösterilen bir ülke(ydi). En azından 7 Kasım 2007’ye kadar bu böyleydi. 3 toplumlu 3 bölgeli federal bir yapıya sahip ülkede edinilen bu deneyim sadece Belçika’ya değil AB gibi uluslararası oluşumların önemli sorunlarının çözülmesinde de kullanıldı. AB krizlerinde Belçika dönem başkanlığı her zaman en kritik konularda bile çözüme gidilen, uzlaşılan zamanlar oldu. Ancak 7 Kasım’da Federal Parlamento İçişleri Komisyonu’nda Frankofon parti temsilcilerinin komisyonu terk etmelerine rağmen BrükselHalleVilvoorde (BHV) seçim bölgesinin ayrılması önerisinin Flaman partilerin temsilcileri tarafından tek taraflı oylanarak kabul edilmesi uzlaşı kültürünün de tek taraflı olarak rafa kaldırılması şeklinde yorumlandı. Fransızca yayımlanan Le Soir ve La Libre Belgique “Güçlülerin yasası” manşetini boşuna atmadı. “Flaman bölgesi sanki baskı altındaki bir azınlık gibi davranıyor. Özgüveni olmayan, geleceği konusunda kaygılı, düşmanların tehdidi altında. Sırplar ve Bosnalılar gibi toprak savaşı veriyorlar ama silahsız” derken gelecek için hiç de umut vermiyordu La Libre. La Dernière Heure, Flamanlar tarafından aşağılanan Frankofon koalisyon ortaklarının hâlâ görüşmelere devam etmesini sorguladı. Demek ki “dün dündür” prensibi tüm politikacılar için geçerli. Etki tepkiyi doğurdu. Büyük olasılıkla Frankofonlar Brüksel’deki Flaman parlamentosunun dış cephesine 7 Kasım gecesi “Flamanlar dışarı” ve “Ya BHV kalır ya da Belçika halkını kaybeder” gibi Flaman karşıtı sloganlar yazıldı. Flaman milletvekili Eric Van Rompuy (CD&V) kendisini aşağılanmış olarak hissettiğini belirterek Fransızca yayın yapan Belçika medyasını suçladı. “İşte size Flaman bölgesini aşırı sağcılık ve bölücülükle çağrıştıran bir B R Ü K S E L atmosfer yaratmanın en çarpıcı örneği. Benzeri sloganları ben Fransızca yayımlanan gazetelerde okuyor ERDİNÇ UTKU ve RTBF, RTL gibi televizyonlarda duyuyorum” şeklinde konuştu. Demek ki kışkırtıcılık konusunda Belçika medyası bizimkileri hiç de aratmıyor. 7 Kasım’da, diğer tüm Flaman parti temsilcilerinin aksine, Frankofon parti temsilcilerinin komisyonu terk ettiği bir oylamada BHV’nin ayrılması konusunda çekimser kalan Flaman Yeşilleri Groen temsilcisini kutlamak gerek. Toplumlar arasındaki gerginliği arttırmamak adına sergilenen tavır, yine de bu ülkede hâlâ uzlaşı kültürünün temsilcileri olduğunu gösteriyor. Diğerleri mi? Utanmasalar 7 Kasım’ı Flaman bayramı ilan edecekler! Zaten Frankofonlar da Flamanları “dışarı” atıyor. Flamanlar da yakında “Frankofonlar dışarı” diye bağırmaya başlar. Yaşasın, uzlaşı kültürünün sonu geldi. Artık biz yabancı kökenliler hedef değiliz! 154 gündür hükümet kurmayı beceremeyen başbakan adayı Yves Leterme önderliğindeki Hıristiyan Demokrat (CD&V NVA, CDH) ve Liberal (Open Vld ve MR) partiler Martens VIII hükümetinin hükümet kuramama rekorunu kırdılar. 13 Aralık 1987 seçimlerinden sonra oluşturulan Martens VIII hükümeti ancak 9 Mayıs 1988’de 148 gün sonra kurulabilmişti. Frankofon Sosyalist Partisi (PS) Başkanı Elio Di Rupo hükümet kurma görüşmelerinin derhal durdurulmasını istedi. Tüm Frankofonlara hakaret edildiğini söyleyen Di Rupo, Kral Albert’in inisiyatif alması gerektiğini ifade etti. Siyasi gözlemciler, Frankofon Sosyalistlerin krizi olduğundan daha kötü göstererek kendilerinin de hükümette yer almasının kapısını aralamak için çaba harcadıklarını belirtiyorlar. Leterme’ye son bir şans daha veren Kral Albert, federal hükümetin hızlı bir şekilde kurulmasını istedi. 10 Haziran federal seçimlerinden başarılı bir sonuçla çıkan ve köklü devlet reformları yapılması için kolları sıvayan CD&V ve milliyetçi ittifak ortağı NVA geri adım atmak zorunda kalıyor. Salt çoğunlukla gerçekleştirilebilecek reformların TuruncuMavi (Hıristiyan Demokratlar ve Liberaller) koalisyon hükümeti programına girmesi beklenirken, üçte iki çoğunluk gerektiren konuların hükümet anlaşmasında yer almayacağı belirtiliyor. [email protected] Şiddet de küreselleşiyor 7 Kasım günü öğle vakti Helsinki’nin kuzey banliyösü Tusby’de Jokela Lisesi öğrencilerinden 18 yaşındaki PekkaEric, oturduğu yerden kalkarak belinden çıkardığı 22 kalibrelik silahla arkadaşlarını taramaya başladı. Yedi çocuk öldü, on çocuk da yaralandı. Geriye kalanlar pencereden atlayarak canlarını kurtardı. PekkaEric daha sonra okul müdürünü de öldürdü ve sonunda silahı kafasına çevirip tetiğe bastı. Kendine “Allah’ın oğlu” süsü veren, zayıfların kâbusu olduğunu ilan eden PekkaEric, dokuz kişinin ölümüyle daha önce ABD ve İngiltere’de yaşanan trajedilerin bir benzerini sükunet cenneti diye bilinen Kuzey ülkelerinden Finlandiya’da da ilk kez gerçekleştirmiş oldu. Finlandiya yasa boğulurken diğer Kuzey ülkelerinde “Sıra bize mi geliyor” sorusuyla panik havası esmeye başladı. İsveç Kralı Gustaf, endişe ve çaresizliğini “Maalesef bu tür şiddet dünyada yaygınlaşmaya başladı. Çok tuhaf” sözleriyle ifade etti. PekkaEric’in cinnet getirdiği belli. ki felakete sürüklüyor. Ama asıl neden Yuotube’a bir günce video filmi koyarak toplumda sosyal dengelerin bozulup katliama hazırlandığını ilan etmesi cinnet çelişkilerin derinleşmeye başlaması. Buna girdabına günler önce kapıldığını verilecek en güzel örnek de Kuzey ülkeleri. gösteriyor. Peki insanlık tarihinde her Finlandiya’da lise öğrencileri arasında zaman cinnet getirenler olmuştur diyerek sosyal davranış bozukluklarının arttığı böyle bir katliam üçbeş gün gazete yolunda araştırma sonuçları gazetelerde manşetlerinden verilerek geçiştirilebilir yer aldı. Bakanlık okul psikologlarının mi? İsveç Kralı’nın işaret ettiği arttırılmasına karar verdi. Oysa gibi bu tür şiddet olayları giderek STOCKHOLM daha önce azaltılmıştı. yaygınlık kazanmakta. Azaltılmasının nedeni de Peki neden? tasarruftu. Okullarda, sağlık hizmetlerinde, kamu İsveçli kriminolog Jerzy kuruluşlarındaki tasarruf Sarnecki’ye göre içinde yaşadığımız medya ve iletişim politikalarının faturasını toplum çağında bu tür olaylar artacak. çok pahalıya ödeyecek. Prof. OSMAN İKİZ PekkaEric’in, Youtube’a koyduğu Jerzy Sarnecki’ye göre filmi ve benzerlerini izleyenlerin okullardaki katliamlar, bulaşıcı ve kendi bilgisayarlarına indirenlerin sayısı hastalık gibi yaygınlaşma eğilimi yüz binlerle ifade ediliyor. Gençlerin göstermekte ve hastalık günün birinde hastalık derecesinde bağımlı oldukları bu İsveç’e de gelecek. Neden sorununu da siteler olağanüstü bir enformasyon akışı şöyle yanıtlıyor kriminolog Sarnecki: “Eskiden sosyal denge bu kadar bozuk sağlarken cinnet getirmeye aday, ruh değildi, şimdi denge bozuldu.” Kuzey sağlıkları yerinde olmayanları da ne yazık ülkelerinde toplum düzeni, ekonomi, eskiden insan merkezliydi. Ekonomi çarkının dönüşünde, toplumsal düzenin işleyişinde, insanın mutlu olmasına, çocukların iyi eğitim görmesine, yaşlıların iyi bakılmasına, emeklilerin insanca yaşamasına öncelik tanınıyordu. Şimdi ise sadece ekonomi var. İnsan, ekonominin, toplumsal işleyişin merkezinde değil. Varsa yoksa ekonomi. Bütün politikalar ekonomik büyümeye endeksli. İnsan sadece vergi mükellefi ve tüketici. Böyle bir toplum ancak vahşet doğurur. Daha işin başındayız. İşsizlik arttıkça, adalet yara aldıkça, sınıf farklılıkları uçurum gibi derinleştikçe, toplum dışına itilenler çoğaldıkça, cinnet getirenler de artacaktır. Sosyal refah düzeninden vahşi kapitalizme geçişin bedeli ağır olacaktır. Petrol için savaşlar çıkartılıp çocuk, kadın demeden yüz binler öldürülürken, altın için doğa ve insanlar siyanürle zehirlenirken tabii ki şiddet de küreselleşecektir. İsveç Kralı çok tuhaf bulsa da. B Yavru bonobo umut oldu Nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bonobo maymunları için yeni bir umut doğdu. Kongo’da 29 Ekim’de doğan yavru bonobo, ABD’nin San Diego hayvanat bahçesinde koruma altına alındı. Tutapenda adı verilen erkek yavrunun doğumundan kısa süre sonra annesi tarafından terk edildiği öğrenildi. Tutapenda’nın doğumu, doğada ve hayvanat bahçelerinde çok az sayıda bulunan bonoboların neslinin sürdürülebilmesi açısından büyük önem taşıyor. Koruma çalışmaları başarılı olmadığı takdirde bonoboların neslinin 10 yıl içinde tükenebileceği belirtiliyor. Bonoboların DNA yapılarının yüzde 98.4’ü insanla aynı. (Fotoğraf: AFP) Lenin’e bağlılık! K asım ayı, Türkiye açısından olduğu kadar eski SSCB ülkeleri için de önemli bir ay. Türkiye ve Türkler açısından önemi, elbette büyük önderin ölüm yıldönümü olması. Görünen o ki bir başka önemi daha olacak, PKK, terör ve Kuzey Irak açısından... Sovyetler Birliği’nin kurulması ve 74 yıllık iktidarının ilk adımı olması bakımından kasım ayı bir başlangıç. Batı literatürüne bile “Ekim Devrimi” olarak geçen bu olay, halihazırda 7 Kasım olarak kabul ediliyor. Günümüzde bile hâlâ o dönemlerle ilgili yazılar yazıldığında hep “Ekim Devrimi” olarak bahsediliyor. Aslında günümüz takvimine göre bu tarih tam olarak “7 Kasım”dır. Çarlık Rusyası döneminde eski takvimin kullanılması nedeniyle bu önemli olay hâlâ “Ekim” olarak telaffuz edilmekte. Aradaki 13 günlük fark göz ardı edilmekte. Bu yıl devrimin 90. yılı, Rusya’da bile birkaç bin kişinin katıldığı bir yürüyüşle anıldı. Rusya’nın dışında bu günü kutlayan bir ülke daha var: Kırgızistan. Eski SSCB ülkelerinde, bağımsızlığın ilk yıllarında, 7 Kasım’da kızıl bayraklı kutlamalar yapıldı. Ancak birkaç yıl sonra bu bayramlar iptal edildi. Tabii Kırgızistan’ın dışında. Neden mi? Elbette önemli bir nedeni var. Kırgızlar Lenin’e minnet duyguları besliyor. Bildiğim kadarıyla Kırgızistan başkentinin göbeğinde Lenin BİŞKEK heykelinin bulunduğu tek ülke Rusya’nın dışında. Bir farkla: Sadece yeri OSMAN KARAKAŞ değiştirildi. Ana meydandaki yerinden 30 metre kadar geriye alındı. Onun yerine Kırgızistan’ın bağımsızlığını simgeleyen bir heykel konuldu. Kırgızlara göre Lenin onlar için çok önemli şeyler yaptı. Çarlık Rusyası döneminde Rus ordularının kıyımına uğrayan on binlerce Kırgız hayatını kaybetti. Bu, kuvvetleri “denk olmayan” savaş nedeniyle on binlerce Kırgız, hayatta kalabilmek için dağları aşarak Çin’e yerleşmek zorunda kaldı. Devrim sonrası Lenin, Kırgızlara güvence vererek yurtlarına dönmeleri çağrısında bulundu. Kırgızistan adeta yeniden kuruldu. Bugün diğer eski SSCB ülkelerinde olmayan birçok imkân Kırgızlara sunuldu, o dönemlerde ve sonrasında. İşte bu nedenle Kırgızlar Lenin’e minnet duyuyor. Kırgızistan’ın diğer şehirlerinde bile Lenin heykelleri, rölyefleri ve orakçekiç amblemleri hâlâ korunuyor. Lenin’in dışında, başkent Bişkek’te heykelleri olan bir başka ve tek devlet adamı ise Atatürk. Adının verildiği parkın girişinde yer alan Atatürk heykeli, büyük bir anıt özelliğinde olmasa da Türkiye adına önemli bir eser. Burada yaşayan Türkler Ata’yı anmak için büyükelçilikte düzenlenen kısa anma törenine ve ardından KırgızTürk Manas Üniversitesi tarafından düzenlenen panele katılarak Atatürk’e bağlılıklarını gösterdiler. Sonbahar hüzünleri ve düşler... ünih’te sonbaharın hüzünlü yüzü en çok sararmış yapraklarla dolu parklarda yaşanıyor şu günlerde... İnce ince yağmur çiseleyen sonbahar cumartesilerinde ise sokakları arşınlamak, bir kentin ruhunu anlamak açısından önemli... Hele hele karlı günleri yaşadığımız, kasvetli pazarlarda Münih çok çarpıcı görüntüleri içinde taşır... Marien Meydanı’nın alışveriş şamatasından sıkılırsanız, öteden beri sanatçıların mekânı olan Schwabing semti ne güne duruyor, atlayın bir metroya ne sıkıntı kalır ne dert? Hele hele orada ayaküstü girilen loş ve güngörmüş kahvelerde dinlenip, galerilere şöyle bir bakıp, acaba sinemalarda ne var meraklanmasına girerseniz, şanslı sayılırsınız... Zira iki Türk yönetmenin, Fatih Akın’ın “Yaşamın Kıyısında” adlı filmi ile Nuri Bilge Ceylan’ın “İklimler”i günlerdir oynuyor sinemalarda. Biliyorsunuz, “Yaşamın Kıyısında” Cannes’da en iyi senaryo ödülünü aldıktan sonra Kuzey Almanya Film Ödülü’nü de kazandı ve Akın bu son filmini Almanya adına Oscar yarışmasına yollayacağını söyledi. Türkiye’de de gösterime giren bu filmi sakın kaçırmayın! Yavaş yavaş kalın palto ve M Kahveden çıkıp da, bu semtin kazakların vitrinleri süslediği arka sokaklarından birinde Münih’te, ilk karlı ve kasvetli keşfettiğim bir antika kitap günlerin şaşkınlığını satıcısı, son zamanlardaki yaşıyoruz... Böyle günlerde ayaküstü takılma kentin altını üstüne getirmeye alışkanlıklarımdan... bayılıyorum... Bastıkça tahtaları gıcırdayan Kararmış heykellerin ve içerisi eski kitap kokan bu romantikleştirdiği Odeon sahaf dükkânının yaşlı sahibesi Meydanı’ndan, İsar kıyılarına, ise artık eski Anadolu İngiliz bahçelerinden haritalarına ve eski bizimkilerin mekân tuttuğu ressamların albümlerine olan Goethe Caddesi’ne dek girip merakımı biliyor. çıkmadığım yer yok gibi... Orada tesadüfen 16. yüzyılın Türk marketlerinde sayısı hızla ünlü ressamı, gerçek bir dâhi çoğalan türbanlı satıcı kız olan Hieronymus Bosch’un motifini görmezden gelseniz kalın bir cildini bile, dinci sermayenin görünce nasıl da ivme kazandığı ve MÜNİH sevindim tarikatların giderek bilemezsiniz... palazlandığı Münih’te Sanat tarihçilerinin bu gerçekler insanın çok iyi bildiği bu canını acıtıyor... Ve garip ressam, sonuçta soluğu, bilinçaltını tuvallere benim gibi Afrikalı EROL ÖZKAN yansıtan bir usta göçmenlerin bit olarak bilinir... pazarlarında ya da Şaşkınlık dolu kompozisyonlar lüks kafelerin olduğu kentin ve garip yaratıkların yanı sıra, saygın köşelerinde alırsınız... kargaşa dolu hayaller Özellikle cumartesileri dünyasını resmeder. Ve Teatiner Caddesi cıvcıvlıdır. Bosch’un olağanüstü Oradan yürüyerek kompozisyonları akla hemen, Schwabing’in sanatçı günümüz Türk insanının kahvelerinde oturup düşlere bungunluğunu, yaşayan dalmak daha güzeldir... kolektif acılarını ve Marmaris’in kıyı köylerinden, Yunan adalarına, Foça’daki deli hüzünlerini getiriyor!.. rüzgârlardan Cunda Hayli kelepir bir fiyata ikindilerine varıncaya bulduğum bu kitapla adeta kadar bir alay anı kırıntısı, üst eteklerim zil çalarak çıktığım üste çekilmiş fotoğraflar gibi caddede, yağmura aldırmadan üşüşür beyninize... Otto Caddesi’ne kadar yürüdüm. Antikacılarla doludur burası... Daha sonra bu şatafatlı caddenin paralelinde “GornyMosch” adlı sanat galerisi çıkar karşınıza... Anodolu’dan kaçırılmış eski eserlerin pazarlandığı ve açık artırmayla satıldığı bu antikacının vitrininde, Anadolu kokan sıra sıra heykeller insana sanki gülümser gibidir!.. Geçen haftalarda burada çok kıymetli bir altın Efes sikkesi son dakikada, arkadaşımız Celal Özcan’ın haberi ve konsolosluğun devreye girmesiyle satılıp kayıplara karışmaktan kurtuldu... Ancak vitrinlerde ışıyan altın Bizans sikkeleri ise satılmak için bekliyor... Talan artık her alanda farklı boyutlarda... Ve işte orada dikilip Bizans paralarına bakarken gelin de altın arayan şirketlerin üşüştüğü Kaz Dağları’nı düşünmeyin!.. Bergama ve Kışla Dağı’ndan sonra Havran’a, oradan da Kaz Dağları’na sıçrayan talancılar şimdi kutsal İda dağının altınlarını alıp götürme telâşındalar... Bütün bu olup bitenlere sesiz kalmayan çevreci ve aydınların, Kaz Dağları’nın ilerici belediyelerinin bildirilerini internetten okuyor, hüzünleniyorum!.. İyi pazarlar. [email protected] CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle