23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 KASIM 2007 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL 10 Kasım’ın Anlamı!.. ‘10 Kasım günü’nün anlamı büyüktür bugün. Halkımız, ya AKP Hükümeti’nin hedeflediği İslam dinine dayalı ve tüm kurumları bu öğretiyle uyumlu bir yolu seçecek, ya da Atatürkçü laik sistemin savunuculuğunu yapacaktır. PENCERE Bugün Pazar... Bu yıl 10 Kasım’daki “hali pür melalimize” kahkahalarla güldüm... “10 Kasım”da gülünür mü?.. Vallahi güldüm.. Meğer biz, hepimiz, ne kadar Atatürkçü imişiz?.. Törenlere bir göz attım... Gül Atatürkçü.. RTE Atatürkçü.. Gazeteleri elden geçirdim... Vay.. vay.. vay.. Atatürkçülüğün kuyusunu kazmak için yarü ağyar ile işbirliğinde marifetli ne kadar gazete ve köşe varsa Atatürkçü... Güldüm.. Ama, korktum.. Dedim ki: Bunlarla başa çıkılmaz!.. ? Atatürkçü ne demek?.. Kemalist demek... Tıpkı “toplumcu” ve “sosyalist” sözcüklerinin sonuna eklenen “cu” ve “ist” gibi Atatürkçü ve Kemalist’in de sonuna eklenen harfler eş anlamı vurguluyorlar... Nedir o anlam?.. İki boyutlu: Milli kurtuluşçu.. Ve Aydınlanmacı.. Evrensel insanlık tarihinde, “kul”, “yurttaş, kişi, birey” oluyor; laiklik üstüne demokrasi yükseliyor... “Bireyin, kişinin, yurttaşın” bulunmadığı toplumda, daha başka deyişle insanın “kul” kimliğindeki aşamasında, rejim sandıktan çıksa bile, demokrasiden söz açılabilir mi?.. ? Peki, 10 Kasım’da dinciliğe dönük iktidarıyla ve medyasıyla Türkiye nasıl birdenbire Atatürkçü kesiliverdi?.. “Korku dağları bekler” diye bir “vecize” var.. Arapça “takıyye”nin anlamı karşılığında da iki sözcük yazılı: İhtiyat.. Ve korku.. Taberi ne diyor: “Bir kimse zorlanırsa, düşmanlarından kurtulmak için yüreği muhalefet ettiği halde diliyle küfrü kabul ederse, ona ceza verilmez.” Neden?.. “Çünkü Allah, kulları hakkında kalplerinin inandığına göre hüküm verir.” (Kaynak: İslam Ansiklopedisi) Eh, 10 Kasım’da devlet töreninde Atatürkçü kesilmek de Nakşi iktidarında elbet caizdir... ? Son günlerde söylentinin bini bir para... Asker bu gidişle müdahale zorunda kalacakmış... Fıs.. fıs.. fıs.. Amerika müdahaleye karşı çıkarmış.. Fıs.. fıs.. fıs.. AKP ile PKK Amerikan güdümünde anlaşacaklarmış; ama, generaller karşı çıkıyorlarmış... Fıs.. fıs.. fıs.. Türkiye fıs fıs üzerine bir garip topluma dönüştü... Bugün pazar.. Türkiye’nin cılkını çıkardılar.. Değirmen misali döner başım.. İktidar değil, bu bir hışım... Ellili Yaşlar Geçip Gider! Nesin Vakfı’nın yayımladığı “1976 Edebiyat Yıllık”ını karıştırıyorum. Aziz Nesin’in akıl almaz çalışmalarından bir önemli yapıt... Nesin bu yıllıkları arkadaşlarıyla birlikte hazırlamış, sonunda bakmış gideri çok, geliri az bir iş, vazgeçmiş! O, 1976 yılında ellili yaşlarında imişler! Kimler: Ahmed Arif, Sadullah Arısoy, Cahit Atay, Arif Damar, İlhan Engin, Nezihe Meriç, Attilâ İlhan, Necmi Onur, İsmail Ali Sarar, İlhan Selçuk, Naim Tirali, Nermi Uygur... Yaşam, bir maraton yarışına benzer. Kendini yazı sanatına adamış kişiler bu uzun koşunun yarışçılarıdır. 1976 yılında bakın neler demişler: Attilâ İlhan: “Cumhuriyet kuşağı sanatçılarının genellikle erken yaşlarda öldükleri hesaba katılırsa ellinci yaşıma ulaşmanın bir şans olduğu düşünülebilir. Yalnız yaşlanma gerçeğini gerektiği gibi, algılayabildiğimi sanmıyorum. Halime, tavrıma bir türlü o çocukluğumda elli yaşındaki kişilerde gördüğüm hava sinmediği gibi, sokakta da kimse beni elli yaşında bir adam diye almıyor. Bu tanımadığım kişilerin, özellikle gençlerin yanıma yaklaşırken ‘amca’ diye değil, ‘ağbi’ diye yaklaşmalarından belli.” Naim Tirali de gelecek yıllarda başarmak istediklerini şöyle anlatmış: “Bana yaşamak, yazmaktan daha güzel geliyordu. Mutlulukları, heyecanları, güzellikleri, arkadaşlıkları, kazıklanmalarıyla dopdolu bir yaşam... Yaşamak çok ilginç olunca yazmak ikinci plana kalıyordu. Bu çok yönlü, çeşitli yaşantıdan kalanları yazmaya başlasam rahatlayacağım. Hastalanıp ölmekten korkuyorum. Yalnız kalmak, kendime eğilmek, geçmişi düşünmek. Ama yalnız kalamıyorum. Birden oturup yazmaya başlamak güç, önce oturmaya alışmalıyım.” Arif Damar ise ellinci yaşa vardığında şunları söylemiş: “Şimdiden uzaklaşmak bir yana şiire yaklaştğım zamanlarım çok az oldu. En çok işsiz kaldığım zamanlara rastlar şiir çalışmalarım. Yapmak istediklerimin çok azını yapabildim. Bir desteğim, tutunacak bir dalım olsaydı birçok arkadaşım gibi ben de bir yazar olarak geçimimi sağlardım.” Yetmiş yaşındayken yitirdiğimiz eleştirmen Rauf Mutluay da ellinci yaşdönümünde çalışmalarını şu sözlerle dile getirmiş: “... geç girdim bu yola, 35 yaşından sonra. Sürekli yazılarım 1959’dan bu yana gelir. İstediğim, beklediğim, gerekli gördüğüm çalışmaları da yapamadım henüz. Güç koşullar içinde yaşadık, her gün ekmeğiyle geçindik... Geriye dönüp bakınca bugünkü yaşamdan hoşnutluk duyuyorum... Yaptıklarımdan, yazdıklarımdan pişmanlık duymadım hiçbir zaman.” 1975’te elli yaşında olanlar bugün yetmişinde, sekseninde.. yitip gidenler var... Ellisini az, kimi daha çok geçtiğinde... Yaşam savaşımında direnç gösterenlerse yazarak, yaratarak bugünlere ulaşabilmişler... Yıllar yine biribiri ardına geçecek! Gelecek yıllarda yaşayacak olanlar, geçmişte güzellikleri yaratan insanları bilmem hangi ölçülerle yorumlayacaklar, hatta yargılayacaklar? Nesin Yıllıkları’nın yaş dönümleriyle ilgili bölümlerinde yer alan söyleşiler, yarının edebiyat tarihçileri için eşsiz bir hazine!.. Doç. Dr. Hüner TUNCER Kasım’, ülkemizde Atatürk’le başlayan ‘peri masalı’ günlerinin yaşandığı bir dönemin bitiş tarihidir! Ne yazıktır ki, 10 Kasım 1938 tarihinden sonra, o tarihe değin Atamız sayesinde her gün bir mucizeye tanık olan halkımız, bir daha böyle günleri yaşayamamıştır! Gönül isterdi ki, ‘Atatürk dönemi’ bugüne değin süregelsin! İşte, o zaman Türkiye, bugünkünden bambaşka bir devlet konumunda olacaktı, hiç kuşkusuz! ‘Atatürk mucizesi’ niçin yaşatılamadı?.. İnönü döneminden sonra, yani 1950’li yıllardan itibaren, ülkemizde iktidara gelen hükümetler, Türk halkının çıkarlarını düşünmek ve bunları ön plana almak yerine, öncelikle kendi çıkarlarını göz önüne alarak ülkeyi yönettiler. Ve bu durum, hiç değişmeden günümüze değin sürdü. Bir de, Atatürkümüzü özellikle unutturmak ve genç kuşaklara O büyük insanı yalnızca yüzeysel bir biçimde tanıtmak isteyen hükümetler işin içine girince, ülkenin bugünkü ‘halü pür melali’yle karşı karşıya kaldık! 1950’lerden itibaren iktidara gelen hükümetler acaba niçin Atatürk’e ve O’nun devrimlerine sırtlarını çevirdiler?.. Çünkü Atatürk’ün hedeflediği ‘tam bağımsız Türkiye’yi gerçekleştirmek yürek istiyordu; cesaret istiyordu; kendi ayakları üzerinde durmayı ve başka hiçbir güce sırtını dayamamayı gerektiriyordu. Bu, izlenmesi güç bir yoldu; oysa, sırtını başka bir güce dayayarak ülkeyi yönetme, iktidardaki hükümetlerin kişisel ihti ‘10 raslarına daha çok hizmet eden bir yoldu. Atatürk, güç olan yolu seçmiş ve bu yolda büyük bir başarıyla ilerlemişti. O’ndan sonra gelen liderler (İsmet İnönü dışında) ise, Türk halkını daha çok affınıza sığınarak ‘güdülmesi gereken bir koyun sürüsü’ olarak değerlendirdiler; halkı cahil bırakmanın kendi çıkarlarına daha çok yarayacağı düşüncesinden hareketle, bizleri Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu hazin tabloyla karşı karşıya bıraktılar. ‘Cehalet’ ile ‘demokrasi’, birbirleriyle bağdaşan kavramlar değildir. Gerekli eğitimi ve öğrenimi görmemiş insanların, demokrasi rejimi icabı, kendilerini seçecek hükümetleri oylarıyla iktidara taşımaları, onların bilinçli olarak demokrasiye katkıda bulunmuş olmaları anlamına gelebilir mi?.. Demokrasinin, ancak bilinçli ve aydınlık insanların ülkelerinin kaderinde rol oynamaları durumunda bir anlamı ve geçerliliği olabilir. Bugün ülkemizde böyle bir durumun söz konusu olduğu söylenebilir mi?.. ‘10 Kasım günü’nün anlamı büyüktür bugün. Halkımız, ya AKP Hükümeti’nin hedeflediği İslam dinine dayalı ve tüm kurumları bu öğretiyle uyumlu bir yolu seçecek, ya da Atatürkçü laik sistemin savunuculuğunu yapacaktır. Ülkemizin aydınları, ya halkımızı Atatürkçülük yolunda aydınlatacak ve eğitecek, ya da AKP’nin izinde yürüyerek, uygarlıktan ve çağdaşlıktan adım adım uzaklaştıracaktır. Aydınlarımız, acaba bu yaşamsal görevlerinin bilincinde midir?.. Atatürk’ün kadınları, ya yüzlerini çağdaşlığa ve uygarlığa çevirecek, ya da sırtlarını uygarlığa dönerek, kendilerini kendi istençleriyle ‘ikinci sınıf insan’ konumuna indirgeyecektir. İşte, bu çok önemli hususları 10 Kasım günlerinde bir kez daha anımsamamız gerekir! 10 Kasım’da, ya Atatürkümüzün tarihe gömülmesine göz yumacağız, ya da içimizdeki tüm enerjimizle O’na karşı duranların önüne geçerek, yollarını keseceğiz! Bu seçimimizi çok fazla gecikmeden, bir an önce yapmalıyız; aksi takdirde, bir gün bir de bakarız ki Allah göstermesin 10 Kasım günü halkımızın belleğinden ve yüreğinden çıkartılmış olur. Atatürk ve Devrimleri, ne yazık ki halkımız, gençlerimiz ve çocuklarımız tarafından yeterince tanınmamakta ve bilinmemekte! Bu durumun sorumlusu bizleriz! Bizler, Atatürk’ün emanetine hıyanet ettik, O’nun emanetini yeterince değerlendiremedik ve O’nun emanetini bizden sonraki kuşaklara devredemedik. Ancak, bu gecikmenin üstesinden gelebiliriz diye düşünüyorum. Önemli olan, bunu gerçekleştirmeye istekli ve hevesli olmamız ve bu güç yolda ilerlerken, önümüze çıkabilecek olan engellerden yılmama cesaretini ve iradesini gösterebilmemiz! İstersek ve birlik olabilirsek, Atatürk’e karşı gelenleri yaşatmayabiliriz! Bunu bugüne değin niçin yapamadık ve bugün de niçin yapamıyoruz; bunun üzerinde durmamız gerekir. Gelin, hep birlikte ‘10 Kasım günleri’ni halkımıza unutturmamaya, Atatürkümüzü sonsuza değin yaşatmaya ve O’nun devrimlerini yaşama geçirtmeye ant içelim! Bu bilinçle hareket edebilir ve bu bilinçle yaşamımızı sürdürmeyi hedefleyebilirsek eğer, ‘10 Kasım günleri’ ancak bir anlam taşıyabilecektir! Erdal İnönü... Mustafa Kemal YILDIZ S eçkin, ünlü fizik bilgini, politik yaşamda da ülkemize hizmet vermeye çalışmış ama değeri bilinmemiş devlet adamı Prof. Dr. Erdal İnönü de 81 yaşında gidiverdi. Eski bakanlarımızdan arkadaşım Dr. Alev Coşkun, 2 Kasım tarihli Cumhuriyet’te merhum Erdal İnönü’yü tanıtan “Bilge Kişi Erdal İnönü” başlıklı yazısının girişinde onun için “Ankara’da doğdu. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Fizik Bölümü’nü bitirdi” diyor. Şimdi size bir anı anlatayım. Yıl 19451946 idi. Buna 1947’yi de ekleyebiliriz. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi’nin Beşevler’deki binasının yapımı henüz tamamlanmamıştı. Öğrenciler, FKB hazırlık sınıfı derslerini Gazi Eğitim Enstitüsü Fizik Bölümü Laboratuvarı’nda görüyordu. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü de o öğrenciler içinde bulunuyordu. Her sabah Çankaya Köşkü’nden otomobille bizim okula derse gelirdi Erdal İnönü. Ona bir yaver de arkadaşlık ederdi. Gazi Eğitim Enstitüsü öğrencisi olan bizler, cumhurbaşkanının oğlunu sınıfların pencerelerinden merakla seyrederdik. O zaman neler düşünürdük, hatırlamıyorum. Kibar, güven veren, sevimli bir gençti o. Cumhurbaşkanı oğlu olmanın çalımı yoktu onda. Onunla ilgili başka anılarım yok. Ancak politikada hiç eksik olmayan “Brütüs”lerden onun da nasibini almış olduğunu söylemeliyim. Uğradığı hayal kırıklığını, imparator Sezar gibi “Sen de mi Brütüs?” diye dile getirdi mi bilmem. Prof. Dr. Erdal İnönü’ye Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum. Nur içinde yatsın. Yeri cennet olsun. Ülkemize sunduğu hizmetler için ona teşekkür borçluyuz. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle