25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
9 EKİM 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Oylar Zehra Top: “Gümrüklerde kullanılan referandum oyları için RTE, ‘Alın oyunuzu gidin’ desin, sorun çözülür.” GEÇEN hafta İslamcı iktidar partisinden aradılar; başbakanlarının yemeğine davet ettiler. “Olabilir” dedim, davetin içeriğini sordum; iftar yemeğiymiş. Oruç tutmadığım için iftara katılamayacağımı söyledim, “Önemli değil” dediler. Oruç tutmayan birinin iftar sofrasında bulunmasının hem dine ve oruç tutanlara karşı saygısızlık hem de topluma karşı sahtekârlık olduğunu anlatmaya çalıştım. Anlayamadılar! Sonra o “iftar”ı medyadan izledim. Başbakanlarının güvenliği için yolları kesmişler, iş ve sanat dünyasının seçkin davetlilerini iftardan önce yarım saat kadar yürütmüşler. Başbakanları da geç gelmiş ve oruçlu insanları iftar sofrasında beş dakika bekletmişler. Üstüne bir de başbakanları eline mikrofonu alıp konuşmaya başlayınca yemek servisine ara vermişler. 13 askerimiz daha şehit olmuş... “Şehitler ölmez, BOP bölünmez!” GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Erdoğan’a bir referandum önerisi: Ramsey çocuğunuza burs versin mi, vermesin mi? Olur Ahmet Önen: “Evet çıkarsa halkın oyu ile her şeyi yapmaya muktedir olur, hayır çıkarsa neticede bu bir referandum olur!” Oruç, ibadetin bir parçası ise nerede kaldı dine saygı, nerede kaldı gönül huzuru ile dinini yaşamak isteyen insanlara karşı samimiyet! Saygısızlığın başka boyutu ise demokrasiyle ilgili! Bu bir iftar yemeği. İnsanlar, ibadetlerinin gereği oruçlarını açıyor. Fakat iftar sofrasında bir adam eline mikrofonu almış konuşuyor; siyaset yapıyor, hem de daniskasını. Ha camide siyaset yapmışsın ha iftar sofrasında; ikisi de ibadet ortamı değil mi! Dinin siyasete alet edilmesi için illa minberden nutuk atmak gerekmez; iftar sofrasına da siyaset tezgâhını kurabilirsin. Aynen bunların yaptığı gibi. İslamcı Başbakan’ın İstanbul’daki iftar tezgâhında satmaya kalkıştığı mal ise dikkate Ya ğ m u r E k i m İftar sofrası değer. Adam, “Türkiye, bundan böyle referandum kültürüne alışmalı. Türkiye’de öyle kanunlar gündeme gelecek ki bu kanunları sahibine götüreceğiz. Sahibi kim, millet. Millete götüreceğiz ve millet çözecek” diyor. Adamın daha önceki sözlerini anımsayın. Millet şeriat isterse, sen ne yapacaksın, millete karşı mı çıkacaksın diye soruyordu! Bugün, daha ne desin! Adamın bugün referandum kültürü dediği; dün bindiği demokrasi tramvayında, yarın kullanacağı makas değiştirme aletinden başka bir şey değildir. Oruçlu olmadıkları halde koşarak iftara giden, iftar sofrasında siyasi nutuk dinlemeyi ibadet sanan sahtekârlar, umarım ceplerine üç kuruş daha indirmek için demokrasinin nimetlerini bozuk para gibi harcadıklarının farkına bir an önce varırlar! İnternet Saldırganları ve “Şeffaflık” Üzerine... Gündem aylardır aşırı yüklü olduğu için, uzun süredir kalemimi kaşıyan bazı konuları hep erteledim. Yalnız terbiyesizlik dozu öyle bir hal aldı ki, sonuçta sorumluluklarım açısından da bu makaleye artık yer vermem gerektiğini düşündüm. Aslında benim, bu ülkede onca devrime imza atmış bir çağdaş sanatçı olarak yıllardır ödediğim bir bedel. Her canı sıkılan, ama özel hayat iftirası, ama siyasi iftira, ama sanat cehaleti üzerinden saldırıya geçer… İsimsiz, bazı internet fareleri, utanmadan “Çanakkale Geçildi” diye Kurtuluş Savaşı görüntülerinin ardından benim 1993’te Dadaist isimli barımın açılışında düzenlediğim 10 dakikalık bir canlı performansın görüntülerini yayınlayarak, alakasız bir tavırla, “İşte Çanakkale şehitlerinin topraklarında bu rezillikler yaşanıyor” türünden bir saldırıyı sanal ortamda yayıyorlar. Bir başka sözde “araştırmacı”, otobiyografimde söz ettiğim ve her türlü irdelemesini geçen yıl yapmış olduğumuz “peçete” olayını, hâlâ aleyhime kullanma gayretiyle palyaçoların 2. cumhuriyetçi magazin sayfası yorumlarını da kanıt(!) olarak kullanıyor. Yıllardır her gün tarikatlarla, emperyalistlerle, bölücülerle savaşmış bir insana utanmadan AB üzerinden kir sıçratmaya çalışıyor, en iptidai demagojilerle. Bu tip kepaze iddialar solumuzda iflah olmaz bir hastalıktır. Geçmişte de bana “Fethullahçı(!) Süper NATO’cu” diye, Ahmet Taner Kışlalı ve Yekta Güngör Özden’e “Mason Amerikancı” diye saldıran sözde solcu nifak tohumu üreticilerini iyi hatırlıyorum! ??? 1993’te açtığım “Dadaist” bar, akımın dünyada geri gelişine paralel olarak burjuva tutuculuğu, düzen, iktidar ve zevksizliğe olan ilgilerini hedef alan ünlü “Dada” döneminin felsefesini taşıyordu. Akımın ünlü isimlerinden olan “şair ve boksör” Arthur Cravan çıkardığı her “müthiş” rezaletten sonra, dünya boks şampiyonu Jack Johnson’u Barcelona’da defi etmiş ve ondan ciddi bir dayak yemişti. Ben de “Dadaist”in açılışında onun “aziz anısına” iki kadına “dadaist” bir “yağlı güreş” performansı yaptırdım. Toplumun tutucu kanatlarını dadaist provokasyon 12’den vurmuştu. Gecenin ruhuna uygun olarak şair küçük İskender şiirler okudu, 1992’de Bodrum’da keşfettiğim Özlem Tekin’i, İstanbul’da ilk defa o gece Şebnem Ferah’la sahneye çıkarttım. Bulutsuzluk Özlemi de gecenin kremasıydı. O günkü gösterilerle gurur duyuyorum ve onlar benim uzun kariyerimin içinde renkli bir dönemeci temsil ediyorlar. Sonuçta, bu performansları herkes sevmeyebilir, ama bunlar bir “happening” olarak tarihteki yerlerini aldılar. Cahillerin ortalığa “kanıt” (!) diye sundukları her şey, benim zaten tüm kitaplarıma fotoğraflarıyla koyduğum sanat hayatımdır. ??? Her ülkede sanatı anlamayanlar vardır. Ama bunların hiçbirinde cehaletin ukalalığını yaymaya çalışan bu kadar zavallı yoktur. Çünkü gerçek aydınlar bilmedikleri konularda konuşmazlar. İnternet farelerinin mantığına göre bir aktör katil ya da aktris fahişe rolü oynamışsa o zaman onları siyasi bir söylemden uzak tutmanız gerekir, çünkü “Çanakkale geçilmiş olur”! Aktörlerin özel hayatını dizilerle karıştırıp onların ipini çekmeye kalkanların (!) başka bir türevidir bunlar. Sanatın üstlendiği imgeler ve kavramlarla, o sanatçının gerçek duruşu veya siyasi etiğini bulamaç yapabilen zavallılardır. Bu mantıkla Agatha Christie’yi de katil sayabilirler! Dolayısıyla, kirlerini sıçratmaya kalkışanlara diyorum ki, birer bakteri olarak boyunuzdan büyük işlere kalkışırken bari o adını andığınız şehitlerde olan mertliğin milyonda birini taşısaydınız da, adınızı kullanabilseydiniz. Kendi adını kullanıp da bana dil uzatan öbür AB “araştırmacı”ları(!) hakkında ise kişisel yoruma gerek yok. Ona göre demek ki İnönü’den Ecevit’e, Baykal’dan Tuncay Özkan’a ve CHP’lilerin çoğuna kadar herkes “AB Mandacısı” ve her Atatürkçü dernek de kirli(!), Türkiye’de yalnız araştırmacıkarıştırmacımızın kendisi temiz ve akıllı! Allah akıl fikir ve sağlık versin, ne diyelim... email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 Kıl çağı Mahmut Yeşilgönen: “Bilime değer veren uluslar akıl çağını yaşarken biz türban yüzünden kıl çağını yaşıyoruz!” SESSİZ SEDASIZ (!) Gül’ün uçağında mide bulantısı! AVRUPA’DA bir Avrupa Komisyonu vardır ki Avrupa Birliği’nin Brüksel’deki yürütme organıdır ve bir de Avrupa Konseyi vardır ki Türkiye’nin de üyesi olduğu Strasbourg’daki siyasi bir örgütlenmedir ve daha çok insan haklarıyla falan ilgilenir. Etki ve yetki bakımından Avrupa Komisyonu’nun yanında Avrupa Konseyi’nin esamisi okunmaz! AKP’nin 11. cumhurbaşkanı seçtiği Abdullah Gül, geçen hafta ilk yurtdışı gezisine çıktı; yanında bir grup seçilmiş gazeteciyle Strasbourg’a gitti, Avrupa Konseyi’nde konuştu! Bu konuşmadan bir fotoğraf yansıdı kamuoyuna, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulu’nda, Gül’ü bir koltuğa oturtmuşlar; mülakata aldıkları biri gibi sorguluyorlar... Gül de, “türban”, “insan hakları”, “demokrasi” falan diyor. Ama bizim seçilmiş gazetecilerin yazdıklarına bakıyorsunuz; Türkiye’nin Avrupa’daki itibarı, borsadaki gibi tavan yapmış. İyi ki Gül cumhurbaşkanı olmuş. Sonra bir haber daha; Gül, yanına alacağı gazetecileri RTE’ye göre daha dengeli bir tutumla seçmiş. Sanırsınız ki RTE’nin ambargo koyduğu muhalif gazeteciler uçağa alınmış. Oysa kendileri için çalıp kendileri için söyleyen gazeteci takımı aynen korunmuş fakat bir tek, manşetinden hedef gösterdiği aydınların ölümünden sorumlu militan gazeteden temsilci çağrılmamış. Bu da büyük bir değişim olarak gözden kaçmamış. Ne diyelim yağcılığın bu kadarı Hasan Cemal’in bile midesini bulandırmıştır! Gülhan Elmas: “RTE’nin en büyük isteği öğrencilerin türbanlı türbansız el ele üniversiteye girmesiymiş. Milyonlarca işsiz üniversite öğrencisini düşünecek değil tabii!” Öğrenciler Dil Bayramında Dil Kirliliği İ. GÜRŞEN KAFKAS Halk diline dayalı anlaşılan, okunan ve konuşulan bir Türkçenin kullanılmasına 1932’de Atatürk, “Türk Dil Kurumu” ile öncülük etmişti. Türkçenin bağımsızlığı, zenginleşmesi ve bilim dili olması amaçlanmıştı. “Türk milleti dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır” özdeyişi ulusal özgürlüğü dil özgürlüğüyle taçlandırıyordu. 75 yıl önce, 26 Eylül 1932’de Dolmabahçe’de toplanan birinci “Dil Kurultayı” bugün “Dil Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Siyasetin kurcaladığı bu kurul parçalandı. “Türk Dil Kurumu” devletin; “Dil Derneği” ise eski üyelerin güdümünde işlevini sürdürmektedir. Atatürk’ün kuruduğu yeni Cumhuriyetin, yeni bir kültür diline gereksinimi vardı. Düşünülen, öztürkçe, duru, öz, anlaşılır ve konuşulur bir dildi. Dille düşünce arasındaki bağlantı, bireyin kültürel birikimini zenginleştirecektir. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Türkçem benim ses bayrağım” tanımlaması dil sevgisinin anlatımıdır. ??? Dilimiz sanatımızın, edebiyatımızın ve ulusal varlığımızın güvencesidir. Kültürümüzü, binlerce yıllık tarihsel zenginliğimizi, düşüncelerimizi ve hayallerimizi ördüğümüz ana kaynaktır Türkçemiz. Uzun süre Arapça, Farsça sözcüklerle uğraşıldı. Küreselleşme ve bilişimin getirisi teknolojik terimlerde önceliği İngilizce olan ve sonra; Fransızca, Almanca, İtalyanca, Yunanca ve diğer dillerin karmaşası güzelim Türkçemizi kuşattı, gölgeledi ve de kirletti. Bizdeki moda sevdası, özentisi veya tutkusu da kaçınılmaz bir sorundur. Ticaret ve işyerlerine verilen adlar, reklam ve her türlü tanıtım, yazı, broşür ve duyurular, ilaç açıklamaları, yabancı tanım, deyim ve kavramlar dil kirliliğini artırmaktadır. Bugün Türkçemiz yabancı dillerin boyunduruğundadır. Basın ve televizyon kanalları da bu kirliliğe çanak tutmaktadırlar. Yabancı dil bilmek ayrı, dilimizi yabancı dille kirletmek ayrı... Temiz, arı ve duru bir Türkçe özlemimizdir. Dil Bayramı nedeniyle Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı ve diğer yetkililer konuşmalarında, Türkçede kirliliğin önlenmesi doğrultusunda açıklamalarda bulundular. Yasa koyan, yürüten, uygulayan konumdakilerin dert yanması yerine, soruna çözüm üretmeleri beklentimizdir. Dil kurultayları, şuraları, seminerleri ve hatta dil seferberliği gibi önleyici çalışmalarla çözüm getirilmelidir. “Türkçe giderse Türkiye gider” özdeyişi Türkçemiz ve ulusal bütünlüğümüzün eşgüdümüyle örtüşmektedir. “Her şeyimiz hızla kirleniyordu, birinciliği Türkçemize verdiler” özdeyişinin uyarlanış biçimi düşündürücüdür. Yetişkinlerin, gençlerin, hatta çocukların güncel konuşma yanlışlarının yanı sıra buluşma, ayrılma gibi durumlarda “bay bay” “okey” “yes” “hello” vb. yabancı sözleri kullanmaları ilginç ve günceldir. Türkçe karşılıkları olan “Güle güle” “doğru” “evet” “selam” sözcükleri deyim yerindeyse “çuvala mı girdi”?.. Türkçemizi çocuklarımıza, gençlerimize ve herkese sevdirerek öğretmeliyiz. Devletin, yerel yönetimlerin, sivil toplum kuruluşlarının görev bilinciyle, kanayan bu yaraya iyileştirici çözümü bulmaları kaçınılmazdır. Milli eğitim ve kültür bakanlıkları “öğretmen Türkçeyi iyi konuşmalı” benzeri, “öğretmen Türkçesi”ni geliştirici seminerler düzenlenmelidir. Halk diline yerleşik mâni, türkü, tanım, deyiş, şiir, masal gibi söylemler birer birer toplanarak dil kurumunca değerlendirilmelidir. Bu ulusun bireyi olarak düşünme, algılama, yorumlama gücümüzün toprağının Türkçemiz olduğunun bilincinde olmalıyız. Gelişigüzel konuşmalarda bile çocuklarımıza, çevremize kötü örnek olmamak, kurallı ve düzgün konuşmak görevimiz olmalıdır. Her alanda (giyim, yiyecek, takı vb...) moda özentisi olabilir, ancak; “Türkçenin kirletilmesi” diye gördüğümüz “yabancı dilde moda” terim, deyim, deyiş ve argoların her yanımızı sarıp sarmalamasına izin verilmemelidir. ??? Atatürk’ün “Türkçe varsıl bir dildir, yeter ki bilinçle işlensin” özdeyişi dilimizin üretkenliğinin anlatımıdır. Öğretmenler ve ebeveynler Türkçemizi bir bilim dili yerine, sanat dili gibi öğreterek sevdirmelidirler. Kitap okuma sevgi ve bilinci aşılanmalıdır. Hızlı okuma, Türkçeyi güzel konuşma alışkanlığı kazandırılmalıdır. “Türkçe sevgisi, yeterliliği ve zenginliği” konularında yarışmalar düzenlenmelidir. Bütün bunlar dayatmacı, baskıcı, zorlayıcı fiiller yerine sevdirerek, isteyerek, inandırılarak Türkçe geliştirilmelidir. Ulusal bütünlüğümüz, kültürel, sanatsal, eğitsel ve sosyal gelişimimizde en etken unsurlardan öncü olanı Türkçemizdir. Gelişkin uluslardan dilimize geçen sözcüklerin karşılıkları bulunmalıdır. Teknolojik veri ürünlerinin adlarının aynen kullanılması Türkçenin kirlenmesinin kapısını açmak demektir. Dilimizin kirlenmesini önlemek, ulusal bir dil oluşumuna katkı sağlamak, dilimizi evrenselliğe taşımak bu ulusun her bireyinin temel görevidir. Nâzım Hikmet’in Ferhat’ın Şirin’e seslenişinde: “Konuştuğum dil kadar, Türkçem kadar güzelsin” sanatsal betimlemesi dilimizin tüm duygu ve düşüncelerimizin dışavurumudur. Ruhumuzun dilsiz dualarını yansıtan Türkçemiz, karmaşa çılgınlığına karşı korunmalıdır. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 9 Ekim www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 l/ “Keseğen, 1 dağ faresi” gibi adlar da 2 verilen ve la 3 boratuvarlarda deney hay 4 vanı olarak 5 kullanılan ke 6 mirgen hay7 van. 2/ Alkolsüz içecek, 8 meşrubat... 9 Toplum yaşa1 2 3 4 5 6 7 8 9 mına giren geçici 1 B A R S AMA İ yenilik. 3/ Gece deR O Z E T nizde balıkların ya 2 A L E İ MAM L İ da küreklerin kımıl 3 H danışıyla oluşan pa 4 T A K O F O B İ Y A F A rıltı. 4/ Yumurta bi 5 E N İ K İ Ş çiminde ve sekiz de 6 N O A T E A R İ A likli bir tür flüt. 5/ 7 İ N İ Kadınların süs için 8 Z İ F O S L AM gözkapaklarına sür 9 MAMA L İ G A düğü boya... “Bütün ’ler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler” (Özdemir Asaf). 6/ İlkel benlik... Üzerinde film çevrilen stüdyo düzlüğü... Bir nota. 7/ Acımasız... Sarmısak tanesi. 8/ Her türlü siyasal düzeni yadsıyan, toplumun birey üzerinde hiçbir baskısını kabul etmeyen görüş. 9/ Çölden esen rüzgâr... Belirli bir iş ya da hizmeti başarabilecek güçteki en küçük askeri birlik. YUKARIDAN ASAĞIYA: 1/ Beynin altında yer alan ve salgıladığı hormonları doğrudan kana veren iç salgıbezi. 2/ “Doğar midelerden nur topu ihtilaller” (F.N. Çamlıbel)... Bir cins iri at. 3/ Değerli metallerin yasaca belirlenmiş ağırlık, değer ve saflık derecesini gösteren ölçü... “Misket limonu” da denilen, acı sulu küçük limon cinsi. 4/ Yelkenli bir yarış teknesi... Hindistan’da yaygın olan bir din. 5/ Çatı kaplaması olarak kullanılan, pişmiş balçık levha. 6/ Bir kimseyle birine gönderilen eşya... Lityum elementinin simgesi. 7/ Çingene... Alanya ilçesinde, “Gâvurini” de denilen bir mağara. 8/ Bir nota... Bunalım. 9/ Mobilya kasası... Kumluk yerlerde yer eşilerek açılan pınar. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle