23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 EKİM 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr 15 Çiçek aşısı, Batı’dan çok önce, Anadolu’da bilinip yaygın olarak kullanılıyordu ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Koşuşturmanın ortasında Hafta sonları, Sakarya’da oturan anneannesine gitmek için Haydarpaşa Garı’na gelirdi ailesiyle… Küçük bir kız çocuğuydu o yıllarda ve kendini prenses, tarihi Haydarpaşa Garı’nı da sarayı sanmaktaydı!.. Trenin kalkış saatine kadar, perondaki bir bankın üstünde hayallere dalan o kız çocuğu Ebru Cündübeyoğlu’dur. Haydarpaşa Garı’nın prensesi büyüse de hayal dünyasının yıkılmasına izin vermez. O dünyada şiirlere de yer vardır. İşte, Cündübeyoğlu’ndan dizeler: Uzun teneffüste / gri okul bahçesindeki / siyah beyaz koşuşturmanın / tam ortasındayım / ve sen aşılı kolumsun 1715 yılında İstanbul’da bulunan İskoç cerrah Peter Kenned, kentle ilgili şu gözlemi kaleme alır: “Türkler, hastalığın 12. gününde sıvıyı topluyor, sıcak tutuyor ve başkalarının derisine çizik atarak bu sıvıyı bulaştırıyor.’’ Doktor Kenned’in sözünü ettiği çiçek aşısından başka bir şey değildir… Ve o yıllarda uygar Avrupa(!) çiçek aşısını bilmiyordu!.. Bu yüzden de, Türklerden aşılama yöntemini öğrenene kadar, Batı’da her yıl binlerce insan çiçek hastalığı nedeniyle hayatını kaybediyordu. Avrupa’nın çiçek aşısını Türklerden öğrendiğine dair önemli bir belge de, Lady Mary Wortley Montagu’nun, Sarah Chiswell’e yazdığı mektuptur. Söz konusu mektup, 1 Nisan 1917 tarihinde Edirne’de kaleme alınmıştır ve Londra’ya postalanmıştır. Lady Montagu’nun mektubunu yüzümüzü Batı’ya dönerek okuyoruz… Yooo! Bunun nedeni Avrupa’ya hava atmak değildir. Aman, öyle anlaşılmasın. Biz, güneş ışığı bilim tarihini daha iyi aydınlatsın diye sırtımızı Doğu’ya dönerek mektubu öneriyoruz. Bunun nedeni de bilimdir. Ne de olsa, mektubu aydınlatacak, daha iyi okumamızı sağlayacak güneş Doğu’dan yükselmektedir!.. Buyurun, okuyalım: “Edirne’de gözlerimle gördüm: Yaşlı bir kadın hafif hasta kişilerden aldığı çiçek kese sıvısını sağlam kişilerin kolusaydı.” Sahi, özgürlüğümüzü, Cumhuriyetimizi korumak için yürekten söylenen kaç “keşke” vardır?.. Televizyon ekranında devrim ışığının sönmesinden kaygı duyan açıklamaları, beyanatları görünce “geçmiş olsun” diyorum… Düşünce suçlusu olarak yargıladığınız binlerce aydın, yıldırdığınız, işkencelerden geçirdiğiniz; annelerine, babalarına, eşlerine, çocuklarına gözyaşları döktürdüğünüz on binlerce insan adına, geçmiş olsun!.. Lady Montagu’nun mektubuna dönelim ve “kararlılık” konusunda yazdıklarını okuyalım: “Ama kararlıyım, oğluma bu yöntemi uygulayacağım. Sen de lütfen bu bilgiyi kraliyet ailesine aktar. İngiliz ulusunun da bu korkunç hastalığa karşı korunması en büyük dileğim.” 9 Ağustos 1721’de, çiçek hastalığına karşı Türk usulü aşılama yöntemi Newgate’de uygulanır. Aşının ilk yapıldığı insanlar da altı mahkum ve pek çok yetim çocuktur!.. Denekler, çiçek hastalarının arasına konulsa da aralarından hiçbiri ölmez!.. Âşık Veysel Ruanda’ya Bir İki... Başbakan’ın, Ka.der Başkanı Hülya Gülbahar’ın ‘kota’ talebine verdiği yanıttan beri aklım fikrim Ruanda’da! ‘’Kota var diye sen Ruanda mı olmak istiyorsun? Buyur Ruanda ol’’ yanıtını vermişti ya! Her şeyden önce ayıptır.. tanımadığın birine “Sen” diye hitap edilmez. Köylü, amele ya da kadın olsun, başbakan ya da cumhurbaşkanı olsun, yakışık almaz, “Siz” denir. Bu bir. “Ruanda ol”! Bu da tuhaf. Ne demek “Ruanda ol”? Herhalde dili sürçtü. “Ruanda’ya git” demek istedi! Bu yönetim fena alıştı “Ya sev ya def ol git!” demeye… Katilleri taşıyan Adalet Bakanlığı’na ait araçlarda bile, “Ya sev ya terk et” yazdığına göre… Bu alışkanlıktan derhal vazgeçmeliler. Adama sorarlar, kim kimi, nereden kovuyor diye… Bu iki. Başbakan, yalnız Ruanda’da kota olduğunu sanarak, bu konudaki bilgisizliğini ortaya koymuş oldu. Günlerdir tüm basın yayın organları onu bilgilendirmeye çalışıyor. Hele AB’yi hedeflediğini söyleyen bir yönetim için bu durum biraz ayıp oluyor. Danışmanları, Başbakan’ı bu konuda bir an önce eğitmeli. Bu üç. Kadınların yaratıcı gücü, düş gücü sonsuz. Dün, “Sürekli eşitlik taleplerimizin reddedildiği bir ülkede yaşamaktansa, anayasasında eşitlik hükmüne yer veren, kota uygulamasından korkmayan; kadınlara çalışma, eğitim ve siyasete katılım alanlarında fırsat eşitliği sağlayan bir ülkede yaşamak isteyebileceğimize karar verdik” diyerek, Ruanda Göçmenlik Bürosu’na faks çekerek vatandaşlık başvurusu için gerekli belgeleri istediler! Başı çeken, Kadının İnsan Hakları Derneği! Başbakan bilmeyebilir ama.. ben Ruanda’yı iyi biliyorum. İç savaş öncesinde, Ruanda’nın başkenti Kigali’de gazeteci olarak epey dolaştım. Uganda, Tanzanya, Burundi ve Kongo arasına sıkışmış bu ülke dört yıldır kota uyguladığı için, kadınların yaşamı değişti. Ama kimse heveslenmesin! Benim, kotamızı alıp Ruanda’ya gitmeye hiç niyetim yok! Bu dört. Burada kalıp, şu anayasa taslağına kadınlar aleyhine konan düzenlemeleri değiştirmeye çalışacağım. ??? 2001’de, kadınların yıllar süren mücadelesi sonucu anayasaya “eşler arası eşitlik” getirilmişti. AB bunu yeterli görmedi. 2004’te yine kadınların sonsuz çabasıyla “pozitif ayrımcılık” istedik. Anımsayacaksınız, AKP bunu reddetti. Ancak, 10. maddeye, “Kadınlar ve erkekler eşit hakka sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür” diye eklendi. Şimdiki taslakta bundan da vazgeçilmiş, “Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engelliler gibi özel surette korunmayı gerektiren kesimler için alınan tedbirler, eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz” deyip geçiveriyorlar... Çocuklar, yaşlılar, engellilerin korunmak istenmesi harika ve elbet gerekli. Ama kadınlar “korunmak” değil, “eşitlik” istiyor! Lütfen dikkat: Bugün cinsiyet eşitliği açısından, dünya sıralamalarında en sondaki on ülkeden biriyiz. Meclis’te kadının temsil oranı: Yüzde 9.. (Hani Başbakan, seçim öncesinde her ilden bir kadın milletvekili sözü vermişti… Sahi ne oldu? Hani nerede?) 24 bakan arasında, kadın bakan sayısı: 1 Kadınların çalışma yaşamına katılımı: Yüzde 24 Kadınların mal sahipliği oranı: Yüzde 9 Kadınların geliri: Erkeğinkinin yarısından az. Ama… Ama namus cinayetlerinde, kadına yönelik şiddette baş sıradayız! Bakmayın siz Başbakan’ın “Fransa’da bile yok, yalnız Ruanda’da var” dediğine! Bugün Fransa, Arjantin, Ruanda ve Yunanistan, anayasalarında; Belçika, Brezilya, Bolivya, Çek Cumhuriyeti, Çin, Endonezya, Hindistan, İspanya, Makedonya, Mısır, yasalarla; Almanya, Avusturya, Avustralya, Cezayir, Danimarka, Hırvatistan, Hollanda, İngiltere, İsveç, İsviçre, İtalya, Kanada, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Polonya, Şili, Tayland partiler aracılığıyla KOTA uygulayan ülkeler! Kadınlar mücadeleden vazgeçmeyecek. Yalnız İstanbul, Ankara değil.. Van’dan Adana’ya kollar sıvandı. Birçok kuruluşun katılımıyla oluşturulan Anayasa Kadın Platformu, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan eşitlikten vazgeçmeyecek. Bu böyle biline… zeynep@zeyneporal.com ‘KANTOCU’YU SAHNELİYORLAR Ünlü tiyatro sanatçısı Haldun Dormen, ‘Kantocu’ ekibindeki oyuncularla birlikte. ‘Eskişehir mucize bir kent’ CAN HACIOĞLU na 45 çizik atarak uyguluyor. Sonra bu insanlar hastalıkla karşılaştıklarında ya hasta olmuyor ya da çok hafif atlatıyor. Burada güzellikleriyle ünlü Çerkes kızlarının çocukken bu yolla hastalığa karşı korunduklarını öğrendim. Hatta dağlarda hâlâ göçebe yaşamı sürdüren ve Yörük denen insanların böyle bir yöntemle kendilerini koruduğu söylendi bana.” Bulaşıcı çiçek hastalığı Ayan beyan ortada olan gerçek, çiçek aşısının Anadolu’da bilindiği ve Batı’dan çok önce yaygın olarak kullanıldığıdır. Bulaşıcı çiçek aşısının özellikleri hakkında bilinen en eski belge ise İÖ 430 yılına aittir. Bu belgede Tukidides, hastalıkla ilgili şu gözlemini aktarır: “Hiç kimse hastalığı ikinci kez kapmıyor. Kapsa bile ikincisi de asla ölmüyor.’’ Ne acıdır ki, günümüzde Ana dolu denilen bu uygar, bilge topraklarda tarihin çarkı geri çevrilmek isteniyor, bağrına mayınlar döşeniyor. Emperyalizm denilen kasabın elinde parlayan bıçağa kurban edilip, parça parça çengellere asılması hayal ediliyor. Bunun da nedeni, hiç şüphesiz ki, 1923 Devrimi’nin aşısı olan eğitim anlayışının ve kurumlarının kapatılması, Cumhuriyet ışığını taşıyan insanların enjektör tarafından dışlanıp atılması ve sonunda uyanan enjektörün, hastalığa karşı direnecek aşıyı bulamayışı ve de öyle kuru, boşlukta duran bir süngü gibi çaresizlik içinde kendi başına kalışıdır! Lady Montagu’nun mektubunun üstünden tam 290 yıl geçti… Sarah Chiswell’e yazdığı mektubunda Lady Montagu, şu hüzünlü satırlara da yer vermiştir: “Ah, keşke bu korunma sevgili kardeşime de uygulansaydı da 18 ay önce ölmeseydi. Henüz yirmi yaşındaydı… Ah, keşke ben de korunabilseydim de güzel yüzüm çopur olma Çiçek hastalığı denilince aklıma ilk gelen yukarıda yazdıklarım değil, Âşık Veysel’dir aslında… Bu hastalık yüzünden daha çocukken gözlerini kaybeden koca âşık, şöyle diyor bir türküsünde: Üç yüz onda gelmiş idim cihana / Dünyaya bakmadan ben kana kana / Kader böyle imiş çiçek bahana / Levhı kalem kara yazmış yazımı Yıllardır bilimin dışlandığı bir ülkede yaşıyoruz… Okullarımızın duvarlarına “Hayatta tek doğru yol bilimdir” sözünü yazsak da, o yolda yürüyenlerin ayaklarına prangalar vuruldu, falakalarda acımasızca coplandı… Bilimi, demokrasiyi, sosyal hakları, hukuk devleti anlayışını savunanlar “Zararlı fikirler aşılıyorsun” denilerek susturuldu, ezildi, küstürüldü… Geriye ne mi kaldı?.. Âşık Veysel’in türküsündeki şu söz tam da uymuyor mu 2000’lerin Türkiyesi’ne: “Kader böyle imiş çiçek bahana”… Ebru Cündübeyoğlu’nun şiirindeki gibi, okul bahçesindeki koşuşturmanın tam ortasındayız… Ve daha bir özenle sakınmalıyız, aşılı kolumuzu!.. ESKİŞEHİR Ünlü tiyatrocu Haldun Dormen’in yazdığı 14. müzikal oyunu olan ‘Kantocu’ Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda sergilenmeye başladı. Haldun Dormen, “Eskişehir’de tiyatro çalışması yapması bana keyif veriyor. Birçok arkadaşım da artık zaman zaman Eskişehir’e geliyor” dedi. Eskişehir’e 15 yıl önce geldiğinde çok kötü bir sahnede tiyatro topluluğu ile tiyatro oyunu oynadığını belirten Dormen, “Seyirci muhteşemdi. Salon çok kötüydü. O zaman seyirciye, inşallah iyi salonlarda oyunlarımızı oynarız demiştim. Şimdi Eskişehir’de Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları ve Anadolu Üniversitesi’nin ‘Tiyatro Anadolu’su her yıl Eskişehirlilere 10 tiyatro oyunu sahneliyor. Oyunlarda yer bulunmuyor. Hep kapalı gişe oynuyor. İşte, bu bir mucizedir. Bu mucizenin adı da Eskişehir mucizesidir. Salonlarınız ise Türkiye’nin hiçbir yerinde yok” dedi. ‘Genç oyuncular da bir harika’ 14 müzikal yazdığını, yazdığı müzikallerin biri dışında hepsinin sahnelendiğini belirten Dormen, şunları söyledi: “Benim yazdığım son oyunum Kantocu’dur. Kantocu’da Cumhuriyet öncesinin bir yılı ile Cumhuriyet döneminin ilk yılı anlatılıyor. Bir Türk insanının Ermeni ile olan aşkı üzerinden Cumhuriyet anlatılır. Oyunda, Türk tiyatrosuna emeği geçen Ermeni asıllı oyuncuların isimlerini vererek onları anıyoruz. Bize sözde soykırımcı diyenler, bu Ermeni asıllı sanatçılarımıza bakmalıdır. Hiç soykırım olsaydı, bu oyuncular tiyatro sahnelerimizde yer alırlar mıydı? Türk tiyatrosuna katkıda bulunurlar mıydı? Soykırım olsaydı, hiçbir güç onları sahneye çıkaramazdı.” Eskişehir’de ‘Kantocu’ adlı oyunu ile birlikte üçüncü oyununu sahneye koyduğunu belirten Haldun Dormen, “Eskişehir’e koşarak geliyorum. Şehir Tiyatroları’nın genç oyuncuları da bir harika. Hepsi ustalaştılar. Ülkenin en iyi tiyatro oyuncuları oldular” şeklinde konuştu. ÇDSO, sezonu Morales ile açtı ? ADANA (Cumhuriyet Bürosu) Çukurova Devlet Senfoni Orkestrası (ÇDSO) yeni sezonu dünyada 3 konçertoyu peş peşe seslendirebilen beş solistten biri olan piyanist Leonel Morales ile açtı. Türkiye’de ilk kez konser verdiğini belirten Morales, dinamik ve birbirine bağlı sanatçıların grubu olarak tanımladığı ÇDSO ile aynı sahneyi paylaşmaktan onur duyduğunu söyledi. ÇDSO, Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda sezonun açılışını, S. Rachmaninov’un piyano konçertolarının seslendirildiği konserle yaptı. ÇDSO’nun daimi şefi Emin Güven Yaşlıçam’ın yönettiği orkestraya solist olarak ünlü piyanist Leonel Morales katıldı. Dinleyicilerin beğenisini kazanan konserde, Morales’e de büyük ilgi gösterildi. (Fotoğraf: YUSUF BAŞTUĞ) T.C. GEDİZ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ SAYI: 2005/451 Esas 2006/663 Karar Davacılar Naci DÖNMEZ, Halil İbrahim SIN, Yaşar GÜNGÖR, Yılmaz KARAGÖZ ve Ahmet ÖMÜR vekili tarafından davalılar Işık Mad. Tic. Ve San. A.Ş., Şevket SIN mirasçıları, Şefika SIN, Halil İbrahim SIN, Hamide SIN, İhsan SIN ile Gediz Ticaret Sicil Memurluğu’na karşı şirket tasfiyesi davasının yapılan açık yargılama sonucunda; Davacının davasının KABULÜ ile Gediz Ticaret Sicil Memurluğunun 889 sicil nosu ile 16.03.1990 tarihinde tescil olunan Işık Madencilik Ticaret Sanayi Anonim Şirketinin tasfiyesiz olarak FESHİNE, Ticaret sicil kaydının terkine, Dair Yargıtay 11. Hukuk Dairesine temyiz yolu açık olmak üzere davacı vekilinin yüzüne karşı davalıların yokluğunda karar verilmiş olup, kararın davalılar Halil İbrahim SIN (Şevket oğlu), Hamide SIN (şevket kızı), Şefıka SIN ve Işık Madencilik Tic ve San. A.Ş’ne tebliğ edilemediğinden ilanen tebligat yapılmasına karar verildiğinden işbu ilamın gazetede ilan tarihinden itibaren 15 gün içinde temyiz edilmemesi halinde kararın kesinleşeceği ihtar olunur. 21.02.2007 Basın: 38675 ÜRETMEN TİCARET Bir Varmış... Bir Yokmuş... TEMİZLİK GEREÇLERİ BURSA TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr Tel: 0224.250 4175 http://www.uretmen.com.tr CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle