26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 9 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 16 Sosyoloji kongresi İnönü Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 1923 Eylül arasında Malatya’da yapılacak 5. Ulusal Sosyoloji Kongresi’ne sunulacak 140 bildiriden birkaç örnek: ‘‘Sosyal sermaye kavramı ve sosyal şebeke yaklaşımı çerçevesinde mafya tipi Türk organize suç örgütlerinin yapısal özellikleri’’, ‘‘Ortaöğretim din kültürü ve ahlak bilgisi ders kitaplarında kodlanan yaşam dünyası’’, ‘‘Kişi isimlerine sosyolojik bir yaklaşım’’, ‘‘Orhan Kemal’in romanlarında modernleşme ve değişim olgusu’’. Bu yılki kongrede Kanada, İngiltere ve Amerika’da ders vermekte olan sosyologların da meslektaşlarına seslenme olanağı bulacağını duyuran Sosyoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Birsen Gökçe, hem topluma hem de toplumbilimcilere çağrı yapıyor: ‘‘Yoksulluk, şiddet, işsizlik, göç, eğitim ve sağlıkta eşitsizlik gibi tüm sosyal sorunlar gerçekte bir bütünün parçalarıdır. Sosyal sorunlar ancak sistematik bir biçimde ve teorik çerçevede eleştirel bir yaklaşımla ele alındığında etkin bir şekilde çözümlenebilir. Günümüz Türkiyesi’nde birbiri içine geçmiş tabakalaşma ve bağımlı olma ilişkileri ve bunların yarattığı sosyal eşitsizlikler oldukça yaygındır. Sosyolojik çalışmalarda toplumsal sorunlar incelenirken farklı bakış açıları kullanılmakla birlikte araştırmaların özgünlüğü çok önemlidir. Sosyolog, diğer bilim mensuplarıyla işbirliği içinde toplumsal değişmeyi zaman ve mekân boyutunda irdeleyen, gelişmenin farklı dinamiklerini, kaynaklarını ve sınırlılıklarını bilimsel yöntem ve tekniklerle tanımlayan, bu alanda ulaştığı sonuçları yaymak suretiyle toplumsal bilinçlenmeye katkıda bulunan, karar organları ve siyasal iradeyi etkileyen hem bir düşün hem de bir eylem insanıdır. Sosyologlara bu konuda ciddi görev ve sorumluluklar düşmektedir. Örgütlenme ve dayanışma konularında güçlerini birleştirmeli ve birikimlerini topluma, politika üretenlere yansıtmalıdırlar.’’ SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Kapı İç tırmalayan gıcırtılarla ölüm kapıları açılıyor, bir bir... Hiç kapanmadılar, hiç. Yaşam, ebe, ölümüne ebe sanki: Önüm, sağım, solum, dağım, yolum, sokağım, komşum, kardeşim, çocuğum, eşim, anam; ah anam, babam, içim, dışım, aklım, fikrim, aşağım, yukarım; sobe... Sevgiliye yazılmış ‘‘Mavi gözlü ağustos ayı’’nın şiirini okumak varken, hanımeligillerden kartopunun çiçeklerine dokunacakken tam; sonbaharı serin sular gibi içecekken; günyüzünü görecekken daha, düşünecekken darda kalmış yurdun üzerine ya da düşleyecekken olmayan bir dikili ağacını... Yazsınlar bir tezkere, git de öl şimdi... Git de öl... Olacak iş mi? Erdoğan Kimi Dinler? Yine o model Başımızdakilerin geçmişten bugüne takıntısı Osmanlı millet modelidir. O model ki, emperyalizmin yeni oyuncağı küreselleşmenin resmi ideolojisine cuk oturur: Uluslar ulus olmaktan çıkarılacak, oluşturdukları uygar toplum düzeni linç edilecek; ortaçağ kalıntısı aşiretler, cemaatler, açıkçası kuzgunlar leşe konacak... Düşün insanı M. Emin Değer, Müdafaai Hukuk dergisinin son sayısındaki yazısında, Ortadoğu üzerinden gelip Türkiye’yi saran cehennem sıcağını anlatırken Noam Chomsky’nin Kader Üçgeni adlı kitabında bölgenin Osmanlılaştırılmasından söz ettiğini anımsatmış: ‘‘Amaç güçlü bir merkez, birbirlerine hasım topluluklar, etnik ve dinsel cemaatlere bölünmüş bir bölge. Bu plan uygulamaya konulmuş, Osmanlılaştırma düşü ilk adımını atma hazırlığını tamamlamıştır. Yani toplumları dini ve etnik parçalara ayırdıktan sonra merkezi bir idareye bağlama aşaması yürürlüktedir. Lübnan bu uygulamanın ilk adımıdır.’’ Bugünküler, geçmişte düveli muazzamanın hık dedici başısı olan halife sultanın izindedir. Ülke pazarlamacılığı ile boşuna övünmüyorlar... Hani vardır ya.. Duyduğunuz sözün, beyninize ve yüreğinize kaydedilmesi zaman alır. Kulağınıza ulaşan sesle, bilincinize kaydı arasında geçen o ‘‘boşluk anı’’ ne kadar sürer? Birkaç saniye mi? Birkaç dakika mı? Bilinmez. Ama insana sonsuzluk kadar uzun gelen o ‘‘boşluk anının’’ sarsıntısını tüm varlığınızla duyumsamış ve hissetmişsinizdir. Şaşkınlığınızı üzerinizden atıp toparlandığınızda o kelimeler bir daha asla unutulmayan bir tonlamayla beyninizde, yüreğinizde, ruhunuzda yer eder. Bunun için özel bir gayret, çaba sarf etmezsiniz. Sizi o kadar derinden vuran, o kadar yaralayan sözler sarf edilmiştir ki; hiç farkında dahi olmadan tüm antenleriniz devreye girmiş ve ‘‘sil’’ tuşu olmayan bir teyp gibi mesaj, tüm ayrıntılarıyla kayda geçmiştir. Yıllar geçse de artık, o sözleri hatırlayacağınızı bilirsiniz. İşte 6 Eylül akşamı, arabamın radyosundan Başbakan’ın CNN Türk’e verdiği söyleşiyi dinlerken aynen böyle oldum. Akşam saat 7 suları... Kabataş’a yakın bir yerlerdeydim. Başbakan üst perdeden, olabilecek en kayıtsız ve rahat bir tonla şunları söyledi: ‘‘Bir şehit annesine özellikle telefon açmadım. Yakınmalar, komutanın yakasına sarılmalar. Ee şimdi telefonda aynı durumla ben de karşılaşırsam bunu mu dinleyeceğim?’’ Söyleşiyi ekrandan değil de radyodan dinlediğim için; o ses, o tonlama kulağıma yapıştı kaldı: ‘‘Bunu mu dinleyeceğim! Bunu mu dinleyeceğim!’’ Bilgisayar mühendisi oğlunu teröre kurban veren ve ‘‘Ben oğlumu bunun için mi yetiştirdim?’’ diye feryat eden bir annenin, Neriman Okay’ın çığlığına karşı söylüyor bunları Başbakan. Yüreğine ateş düşmüş bir ananın feryadını dinlemeyen bir Başbakan, neyi ve kimi dinler? Dinlemiyor nitekim. Hiçbirimizi, hiç kimseyi dinlemiyor. Kendisini uyaran, eleştiren herkese had bildiriyor, öfke saçıyor, meydan okuyor. Şimdiye dek canını sıkan tüm olaylarda yaptığı gibi, aynı söyleşi içinde medyaya da aba altından sopa göstermeyi unutmadı. Kaşla göz arasında gene ‘‘Bu işi farklı yönlere çekmek gayretleri içinde olan medyadan ‘müşteki’ (şikâyetçi)’’ olduğunu belirtti. Ve ‘‘yan gelip yatmak’’ sözleriyle başlayan polemiği büyütmek adına bizzat medyayı ‘‘bu havayı yaratmaktan’’ sorumlu tuttu. İnsaf!.. Tezkere anayasaya aykırı Benzer onlarca dilekçe metni yazıp hemen hemen hepsinde dava kazanmış KİGEM Yönetim Kurulu üyesi İlter Ertuğrul yine iddialı: ‘‘Tezkerenin iptali mümkündür!’’ Nasıl mümkün? İlter Ertuğrul’a göre şöyle mümkün: Tezkere ile izin verilmemiş, yetki verilmiştir: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, yurtdışına gönderilmesine ‘‘izin verme’’ yetkisi TBMM’nindir. TBMM’de kabul edilen tezkere; ‘‘hududu, şümulü ve miktarı’’ hükümet tarafından belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri birimlerinin Lübnan’a gönderilmesi için ‘‘hükümet’’e yetki vermektedir. Bu nedenle, TBMM ‘‘izin’’ değil, ‘‘yetki’’ vermiştir. Anayasa hukukumuzda ve idare hukukumuzda ‘‘hükümet’’ diye bir organ yoktur. Tezkerede, hiçbir yerde ‘‘Bakanlar Kurulu’’ geçmemekte, hep ‘‘hükümet’’ kullanılmaktadır. Anayasaya göre TBMM, ‘‘hükümet’’e değil, ancak ‘‘Bakanlar Kurulu’’na yetki devredebilir. Bu nedenle ‘‘hükümet’’e yetki devri, anayasaya aykırıdır. TBMM’ye sevk edilen hukuksal düzenlemenin adının ‘‘tezkere’’ olması, onu tezkere yapmaya yetmez. Adı ‘‘tezkere’’ olan bu ‘‘hukuksal düzenleme’’, TBMM’nin yetkisini, hukuksal anlamını kimsenin bilmediği bir ‘‘hükümet’’e devretmektedir. Asker gönderme yetkisi TBMM’nindir, anayasanın 7. maddesi uyarınca bu yetki devredilemez. Bu nedenle bu ‘‘tezkere’’ değil, ‘‘yasa’’dır ve yasalar anayasal denetime tabidir. Süngü CHP Genel Sekreteri Önder Sav, tezkere görüşmeleri sırasında Angajman Kuralları Belgesi’nde yer alan ‘‘Süngü dahil her türlü silah ve çatışma olacaktır’’ vurgusuna dikkat çekti: ‘‘Süngü meraklılarına ünlü bir sözü hatırlatmak isterim. ‘Biz yaptık, oldu’ felsefesinin dünyadaki en mahir ustalarından birisi olan Taleran bile ‘Süngülerle çok şey yapılabilir; ama, üstlerine oturulamaz’ diyordu. Uyanın!.. Lübnan’da süngülerin üstüne oturmayın!’’ 100 Temel Eser Karmaşası İ. GÜRŞEN KAFKAS Kitap okumak en iyi öğreti ve eğitim işlevidir. Öğreti sanatının anahtarını ‘‘100 Temel Eser’’le çocuklarımıza veriliyor sevinci kursağımızda kaldı. Ruhumuzun ve yaşamımızın baharına açacak olan bu kitaplardaki değişiklikler ve oynanan oyunlar ürkütücüdür. 100 Temel Eser’le, ülke ve dünya kültürsanatını çocuklarımız tanıyacaklar düşünü kuruyorduk. Gençlerimiz, çokça kitap okuyarak davranışlarını düzenleyecekler ve kitap okuma alışkanlığını edineceklerdi. Bilgi çağının gereği de buydu. Seçilen eserlerde; çevre, doğahayvan sevgisi, insan ilişkileri, seviyeli espriler, yaşama sevinci ve Türk dilinin önemi gibi seçkinci kavramlar öğrenilecekti. Türk ve dünya klasikleri tanıtılacaktı. Bu beklentiler yerine; yanlış ve hatalı bilgilerle hasarlı ve nasırlı düşünce ruhlarının yaratılmak istendiği gözlenmektedir. ‘‘100 Temel Eser/100 temel dini esere dönüştürülmemelidir.’’ 21. yy’ın gerçeğinde ‘‘Bilgi çağı/aydınlanma çağı var. Ülkenin toplumsal ve çağdaş yaşamı bilgi ve aydınlanmayla olabilecektir. Darwin’in gerçekçi kavram ve terimlerini dini sözcüklerle çevirmek aklın alacağı şey değil.’’ Uydurma, dogmatik ve çağdışı kavramlarla beyinler yıkanmak isteniyor. Gençlerimiz tarihi bilgiden yoksunlar. Başka ülkelerin liderlerinin resimleriyle bezeli tişörtler giyiyor, rozetler takıyorlar. Onlara ulusal değerlerimizi, tarihimizi, coğrafyamızı tanıtacak kitaplar önerilmeli. Ülke genelindeki kültürel farklılıklar, toplumda sevgi, anlayış ve hoşgörüyle kavratılmalıdır. Tüm bu anlatımlar edebi türlerin değişik örnekleriyle çocuklarımıza verilmelidir. İyi, başarılı, uyumlu, saygın ve sevgi dolu yurttaş olmanın aşılanacağı nice edebi eserlerimiz var. Kitaplar, yapısal kurgusu bozulmadan, ideolojik ve dinsel temaya bulanmadan okuyucu gençlere verilmelidir. Çocuklarımız çokça kitap okuyarak çağdaş dünyanın kültür havuzunda kendilerine yer bulmalıdırlar. Okumanın en iyi eğitim olgusu olduğu unutulmamalıdır. Kitaplarla verilen, yanlış, hatalı ve amaçlı bilgiler ‘‘toplumsal barış ve huzuru bozacaktır’’. Okullarımızda olagelen, körüklenen terör ve benzeri uyumsuzluklar da bu tür ayrımcılığın sonucudur. ki ‘‘Oha... Çüüş’’ manşetli yazıyla ilgili olarak ben de şaşkınlık dolu düşünce vurumu ile okudum. Halk ezgilerini, bulmaca ve bilmecelerini alaya alan bu tür yakışıksız deyişler iğrençtir. Onlardan bazı örnekleri yazıma taşımak istemiyorum. Ali Sirmen’in anlatımından ne denli şaşkın ve üzgün olduğunu görür gibiyim. Ülkemizin bölücülük, terör, töre, ideoloji ve dini ayrışım sorunlarının olduğu bilinmektedir. Ancak devlet eliyle bu tür ayrımcı, körükleyici, baskıcı ve eğitimden uzak konuların önerilen kitaplara yerleştiriliyor olması düşündürücüdür. Doludizgin karanlıklara doğru gidiyoruz. Âşık Veysel’in ‘‘Uzun ince bir yoldayım’’ deyişi gibi... Bilgisizlikten arınmış, toplumsal değerleri edinmiş bir ülke olmanın, ‘‘uzun, ince yolu’’ başarıyla aşmanın uğraşını vermeliydik. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve bir ‘cesaret ana’ öyküsü! Demokrasilerde bu tür olaylara medyanın verdiği tepkilere yakın bir örnek bulmak istiyorsa, ‘‘Cindy Sheehan’’ olayını bir araştırıp soruştursun Başbakan. ‘‘Google’’a girsin ve de ‘‘Cindy Sheehan’’ adını yazsın. Bakalım karşısına kaç yazı çıkıyor? Kolaylık olsun diye ben söyleyeyim: 5.680.000. Yazıyla beş milyon altı yüz seksen bin... 2005 yılının ağustos ayına dek kimsenin tanımadığı Cindy Sheehan; Irak savaşında oğlunu kaybeden bir ana. Amerikan toplumu nezdinde bir ‘‘şehit anası’’ yani. 24 yaşındaki oğlu Casey’i Irak’ta yitiren Sheehan’in hayatı, bu dramdan sonra tek bir soruya kilitleniyor: ‘‘Casey niye öldü?’’ Ve Cindy Sheehan; Bush’tan randevu alıp, başkana doğrudan bu soruyu sormak istiyor. Washington tarafından geri çevrilen Sheehan, bunun üzerine başkanın yaz tatilini geçirdiği Teksas’taki çiftliğine gidiyor. Bush ve ekibi, aynı vahim hatayı Teksas’ta da tekrarlıyorlar. Sheehan’e on dakikalık zaman ayırıp ilgi göstereceklerine, görmezden geliyorlar. Bayan Sheehan bunun üzerine elinde ‘‘Oğlum neden öldü?’’ pankartıyla Teksas’taki çiftliğin önünde kamp kuruyor. TV röportajcıları da başkana, çiftlikten dışarı her adım atışında sistematik olarak: ‘‘Sheehan’le görüşecek misiniz?’’ ya da ‘‘Ne zaman görüşeceksiniz?’’ sorusunu yöneltiyor. Olay böylelikle son sürat ‘‘Yüreği yanan bir annenin davası’’ olmaktan çıkıp, Bush’un ‘‘liderlik’’ sorununa dönüşüyor. Sheehan’in çığlığı yüreklere işledikçe; basında ‘‘Peace Mom’’ (Barış Anası), ‘‘Cesaret Ana’’, ‘‘Yurttaş Sheehan, Başkan Bush’a Karşı’’ şeklindeki yazı ve röportajların sayısı artıyor. Bu olaydan sonra Bush’un popülaritesi ilk kez yüzde 40’ın altına iniyor. Başkan büyük kredibilite kaybına uğruyor. Oğlunu yitirene dek hayatında politikayla zerre kadar ilgilenmemiş, kendi halinde bir ev kadını olan Cindy Sheehan ise ulus çapında bir ‘‘ikona’’ oluyor. Cindy Sheehan’in yüzü, muhalefetin ‘‘simgesine’’ dönüşüyor. Washington ziyaretine hazırlanan Erdoğan; hazır oralara kadar gitmişken ‘‘Cindy Sheehan’’ olayını yerinden araştırmalı aslında... Dinler ya da dinlemez. Bizden söylemesi!.. ‘Düşlerim eğitimle gerçekleşecek’ ‘Düşlerim eğitimle gerçekleşecek’’ özdeyişinin söylemcisi M. Kemal, bugünleri iyi ki görmedi. Giderek kirlenen, yabancı söz, deyim ve terimlerle dolu Türkçemizi; yapıtlarında ustaca kullanan yazarlarınızdan öğrenmelidirler. Halk dilini alaya almak, insanı dil sevgisinden uzaklaştırır. Çocuklarımız Türk yazarlarını ve dünya klasiklerini tanımalıdırlar. 100 Temel Eser’lerde yer alacak kitaplar, tarafsız, çağdaş görüşlü, ideolojik ve dinsel bulanıklıktan uzak bir komisyonca seçilmelidir. Yaşayan yazarlara da yer verilmelidir. Çeviri eserlerde görüş katkısı olmamalıdır. Yayınevlerinin seçiminde de tarafsızlık ilkesi gözetilmelidir. Bu tür toplumsal işlevlerde ‘‘Talim Terbiye Kurulu’’nun etkinliği öncelikli olmalıdır. Sonuç: Çocuklarımız düşünce berraklığını kitap okuyarak geliştireceklerdir. Ülkemizin toplumsal dilini, kültürünü ve sosyal kaynaşma biçimini de okuyacakları kitaplardan edineceklerdir. Ülkemiz şair ve yazarları; dilimizin yaratıcılığını, uygarlığımızın seçkinliğini, tarihimizin zenginliğini, ulus olma kimliğimizi yapıtlarıyla şekillendiren önemli değerlerdir. Çocuklarımız onları tanımalıdırlar. Tevfik Fikret’in, ‘‘Özgürlük kavramı yokken hürriyet’’, Namık Kemal’in şiirlerindeki ‘‘vatan’’ deyişi edebiyat tarihimizin önemli örneklerindendir. Nâzım Hikmet’in şiirlerindeki ‘‘memleket özlemi’’ dizeleri de ülke sevgisi örneğidir. Ülkemizde her yönüyle kadrolaşma, dini eğitim ağırlıklı atama, TV, radyo, eğitim, sağlık ve de diğer yerlerdeki kadrolu yerleşimler olagelirken, çocukların okuyacağı kitaplarda da biçimlendirmeye gidilmesi toplumsal duyarlılıkla izlenmektedir. Özellikle köy kesiminin düşünce, eğitim ve sosyal gelişiminde etkin yer edinen ‘‘Toplum Mühendisleri/Köy Enstitüleri’’; ülkemizin gelişmesi için örnek alınacak bir deneyimdir. Çağdaş, bilimsel ve aydınlıkçı bir neslin yetiştirilmesi sağlıklı bir eğitimle olabilecektir. Gençlerimizi, bilgi kirliliğine boğarak nerelere götürmek istiyoruz? 100 Temel Eser’deki karmaşa giderilmelidir. Toplumsal duyarlılığımız bu beklentidedir. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com Kültür açlığı Kitaplardaki argo, müstehcen, etik değerlerden uzak ve özellikle din ağırlıklı çeviri, anlatım ve deyişler toplumsal duyarlılığımızı kamçılıyor. Bakan’ın yayınevlerini suçlaması, korsan yayınları işaret ediyor olması inandırıcı değildir. Çocuklarımızın bilgi açlığı bu gereksiz, çağdışı verilerle zehirlenmemelidir. Türk klasikleri yerine/milli klasikler deniyor olması da, ilgi çekicidir. Türk klasikleri, Köy Enstitüleri, Halkevleri ve Tercüme Büroları ülkemizin aydınlanma döneminin ışıklarıydı. O parıltılar bir bir söndürülüp karanlıklara itilmek istenmemiz kabul edilemez. Gazetemiz yazarı Ali Sirmen’in, ‘‘Bir Bulmacam Var Çocuklar’’ makalesini Vatan gazetesinde TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 9 Eylül www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Değerli ol1 mayan maden ya da taşlardan 2 yapılmış takı. 2/ Bir ilimiz... 3 Bir Avrupa ül 4 kesinin başken 5 ti. 3/ Baykuşgillerden bir kuş. 6 4/ Kimi göçebe 7 Türk boyların 8 da birkaç aileye ait çadırdan 9 oluşan topluluk... At 1 2 3 4 5 6 7 8 9 üretilen çiftlik. 5/ Eski 1 S İ L KME A K den askerlerin aldığı üç 2 İ D A R E A Y A aylık ücretin dördüncü 3 L A M A O D L bölümü... Bir soru söD E zü. 6/ Yanıcı, renksiz, az 4 K R A V A T A NON İ M kokulu karbon ve hid 5 M E 6 E O T OMA N rojen bileşimi... UzakA D N A N A Y lık işareti. 7/ Boru se 7 si... Boyutlar. 8/ Bir no 8 A Y D İ N AMO ta... Afrika’da yaşayan 9 K A L E M Y O L bir antilop. 9/ Dünya’nın Yedi Harikası’ndan biri olan ‘‘Babil Asma Bahçeleri’’ni kurduran efsanevi Asur kraliçesi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Limanlarda barut, cephane ve mühimmat taşımada kullanılan hizmet gemisi. 2/ Uğraş... Süreç. 3/ Su masajı havuzu ya da teknesi... İlaç. 4/ Hawaii Adaları’na özgü, gitara benzer dört telli çalgı. 5/ Tanrı tarafından Davut Peygamber’e gönderildiğine inanılan kutsal kitap. 6/ Siirt’in bir ilçesi... Sarhoş ya da külhanbeyi bağırması. 7/ Çingene... Kuzey Avrupa ülkeleri ile Ortadoğu’yu birbirine bağlayan otoyolun simgesi. 8/ Yoksullara yiyecek dağıtan hayır kurumu... Bizmut elementinin simgesi. 9/ ‘‘ Gardner’’: ABD’li aktris... Gümüşbalığının küçüğü. CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle