19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kıbrıs ve Kamuoyunu Uyarmak Kıbrıs, Atatürk cumhuriyetini emperyalizmin dışarıdan ve içeriden kuşattığı bir aşamada mevcut sorunlar yumağından sadece biridir. Bu sorunun ABYunan, Rumun istediği şekilde çözümlenememesinin Türkiye’nin AB’ye girişini engelleyeceği görüşü egemen çevrelere hâkimdir. PENCERE Milli Eğitim Müfettişine Saşırmadık!.. Cumhuriyet’e iki bomba atılmıştı, polis gazetenin çevresinde ve içindeydi... Şaka maka değil... İstanbul’un göbeğinde, en kalabalık semtinde ve cıvıl cıvıl bir sokağında adam bombayı atıyor, sonra ellerini kollarını sallayarak gidiyor... ? Cumhuriyet’ten çok kişi öldürülmüştü... Pek çok kişi de hapislerde yatmıştı... Ama, bu yeni bir öyküydü... Cumhuriyet Vakfı’nın Danışma Kurulu Başkanı İnan Kıraç’la en üst katta oturuyor, bomba olayını konuşuyorduk... Alt katlardan yükselen bir patlama sesi duyuldu... Ne olmuştu?.. Üçüncü bomba da atılmıştı... ? Bombaları atan kişi, daha sonra Danıştay’ı bastı.. Elindeki silahla yüksek yargıçları taradı... Bir ölü.. Yaralılar.. ? Katilin adı Alparslan Arslan... Avukatlık yapıyor... Yargılanıyor... Katilin babası İdris Arslan, Milli Eğitim Müfettişi... Devlet memuru!.. ? Milli Eğitim Müfettişi İdris Arslan konuşmuş; söylediklerini gazetelerde okurken altını çizdiğim birkaç satır: ‘‘ Milleti millet yapan değerler vardır. Başörtüsü bir değerdir, ezan değerdir. Bunlara saygılı olunsun. Bu milletin değerlerine saygı duymayanlara, bu millet şu veya bu şekilde hak ettiği dersi verecektir. Bu ülkede İslam düşmanları var. Kuran düşmanları var. Adı Mehmet, Mustafa olan birçok Ermeni ve Rum var. Bunlar laiklik adı altında bu ülkenin değerlerine ihanet ediyor. Cumhuriyet gazetesi, oğlumu tahrik etti; davacıyım.’’ Türkiye Cumhuriyeti Devleti Milli Eğitim Bakanlığı’nın ‘müfettişi’ böyle konuşuyor... Cumhuriyet gazetesine üç bomba attıktan sonra Danıştay’ı basan, bir yüksek yargıcı öldürüp ötekileri yaralayan oğlunu böyle savunuyor... Babasının açıklamasına göre oğul bize ‘‘hak ettiğimiz dersi’’ vermiş... ? Cumhuriyet gazetesi karşıdevrim sürecinde nice olay yaşadı... En başta öldürülen arkadaşlarımız... Hapsedilenler, tutuklananlar.. Üst üste bombalar.. Biz alışkınız.. Atatürk devrimini savunmayı gözümüzü kırpmadan sürdüreceğiz... Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi İdris Arslan’ın konuşmasını okuyunca da şaşırmadık... Çünkü Türkiye artık bu haldedir; laik Cumhuriyet elden gitti gidiyor... Acı gerçek budur. Tanju ERDEM Amiral (E) übnan’a asker gönderilmesine ilişkin tezkere TBMM’de görüşülürken Dışişleri Bakanı’nın Lübnan olayları ile Doğu Akdeniz’in stratejik önemini arttırdığı için ilgilenildiğini ifade etmesi dikkatimi çekti. Bu arada medyamızda ön plana çıkartılmayan önemli bir olay gelişti. KKTC’de koalisyon bozuldu. DP’den 1, UBP’den 3 milletvekili, partilerinden istifa etti. Başbakan da istifasını sundu. Yeni bir düzenleme ile S. Denktaş’ın DP’si koalisyondan dışlanarak bu ayrılanlarla yeni bir koalisyon kuruluyor. Bu düzenlemenin amacının ise kendilerine büyük avantajlar sağlayan Annan planını kabul etmeyen, Türkleri Kıbrıs Cumhuriyeti içinde en kısa zamanda bir azınlık düzeyine düşürmeyi planlayan Rum tarafına yeni ödünler verilmesine olanak sağlamak olduğu belirtiliyor. Kuzey Kıbrıs haber kaynakları, bu tertiplerin arkasında AB müzakerelerinin erteleneceği korku ve kuşkusunu taşıyan Türkiye yönetimini gösteriyorlar. İktidar partisinin bir Başkanvekilinin faaliyetleri bu savları güçlendiriyor (Sn. R. Denktaş da bu görüşte). L cil jeostratejik önemi yadsınamaz. Bizi açık denizlere ulaştıran Ege Denizi ve Akdeniz’le çevrelenmiş olan Batı ve Güney Anadolu, batıda, Ege Denizi’nde adalar yoluyla Yunanistan tarafından kuşatılmış gibidir. Geçmiş Türkiye yönetimleri bu gerçeği bilinçle algılayarak Yunanistan’ın karasularını 12 mile çıkarmasını Bu durum Ege’yi bir Yunan gölü haline getirmektedir harp sebebi olarak kabul ve ilan etmişlerdir. Türkiye kuşatılıyor Kıbrıs’ın Türkiye yönetiminin de rızasıyla, Annan planı ya da benzeri bir düzenleme ile kısa ya da orta erimde bir Rum adası haline getirilmesi Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den de kuşatılması anlamına gelir. Bu durum geleceğin yeni sorunlarının, çatışmalarının, ulusal güvenlik için (küresel ortamda) büyük risklerin nedeni olabilecektir. Türkiye’nin emperyal güçlerin istek ve taleplerine tabi olarak sürekli ödünler vererek yönetileceği düşünülmemelidir. Büyük Atatürk’ün bağımsızlık ve özgürlük ilkelerinin Türk’ün karakteriyle özdeşleştiği tespiti bu durumlara katlanılamayacağının kanıtıdır. O gün geldiğinde Kıbrıs’ta koşullar, verilen/verilebilecek ödünler yüzünden lehimize olmayacaktır. 1974’ün koşullarındaki stratejik taarruz avantajı, olasıdır ki stratejik savunmaya dönüşecektir. Ülkeyi yönetenler yakın tarihimizi, YunanK. Rum hedeflerini, bu hedeflere ulaşmak için kullandıkları yöntemleri, emperyalizmin onlara adil olmayan desteğini bilgi, bilinç ve yurtseverlikle değerlendirmeli, hareket tarzlarını, gerçeklerin ışığında saptamalıdırlar. Mühim olan bir diğer husus da Türk ulusunun ve Kıbrıslı soydaşlarımızın bu konularda doğru bilgilendirilmeleri ve bilinçlendirilmeleridir. Egemen medya kurumlarının bu konuda kamuoyunu yeterince aydınlatmadığını düşünüyoruz. Kıbrıs’ın bir Girit olmasını istemiyorsak kamuoyunu uyarmak milli görevdir. Yönetimlerin üzerinde kamuoyu baskısı şarttır. Kıbrıs’ta Annan planına dönüşe ya da benzeri bir düzenlemeye yol açılmamalıdır. Rumların Kıbrıs’ta eşitlik üzerine kurulu iki toplum AÇI MÜMTAZ SOYSAL Erkek Halime NENE HATUN, Kara Fatma, Onbaşı Nezahat ve Toros Kartalı Kılavuz Hatice’nin kahramanlığı iyi bilinir de, Erkek Halime’ninki pek bilinmez. Mavi Medya Yayıncılık’ça resimli roman biçiminde çıkarılan ‘‘Kurtuluş Savaşı’nda Kadın Kahramanlar’’ dizisinin kitapçıklarından birinde gençlere ve çocuklara anlatıldığı gibi, erkek kılığına girip asker arasına karışan bir Halime yaşamış vaktiyle Kastamonu’nun Duruçay köyünde. Köy meydanında tellal çağırtılıp ‘‘Ey ahali! Yunan işgali var, Ankara’ya yardım için eli silah tutan herkes askere gidecek!’’ denince, yeniyetme Halime, ‘‘Ana, ben de gidecem, erkeklerden ne eksiğim var’’ demiş, ‘‘Fesuphanallah, otur oturduğun yerde, hiç askere kız alırlar mı?’’ diyenlere aldırış etmeden saçlarını kesip babasının elbiselerini giyerek önce cephane taşımış, sonra da kimliğini gizleyip ‘‘Halim’’ adıyla silah kuşanmış. Ankara’nın Ulus Meydanı’ndaki heykelde mermi taşıyan köylü kızının sonradan Mustafa Kemal’ce maaş bağlatılan bu ‘‘Halime Çavuş’’ olduğu söylenir. imdi Yunan istilası yok ama, Türkiye bu kez kendi içindekilerin eliyle karanlık bir geleceğe doğru sürükleniyor. En büyük endişe, kadınlarımızda: ‘‘Çarşafa mı sokulacağız, Medeni Kanun da değişip şeriat mı gelecek?’’ Ama, pek az Erkek Halime var ortalıkta. Endişeli kadın nüfusun büyük çoğunluğu sadece kendi aralarında konuşup dertleşmekte. Bir de erkeklere seslenip ‘‘Bir şeyler yapın!’’ diyenler var. Ya da, cumhuriyetçi kesimdeki siyasal dağınıklığı görünce ‘‘Birleşin!’’ diye bağrışmakla yetinenler. Oysa, cumhuriyetin çağdaşlık savaşına siyaseten katılmak için artık saç kısaltıp pantolon ve postal giymek gerekmiyor. Haa, eksik olmasınlar, ‘‘sivil toplum örgütleri’’ denen kuruluşlardaki hanımlar da var tabii. Ama onlar cephede vuruşmak yerine başka konularla uğraşıp olsa olsa cephe gerisinde ‘‘bilinçlendirme’’ işinde çalışmaktalar. Oysa, Türkiye’yi sürükleyenleri durdurmanın çaresi iktidar mücadelesini kazanmaktır ve bu savaş ancak siyasal mücadelenin ‘‘muntazam orduları’’ olan partilerle kazanılır. ğretmen kökenli olduğu halde geçmişi bilmek ötesinde ‘‘geleceği de yaratmak’’ zorunluluğunu görerek politika üzerine düşünen emekli M. Salih Ekinci, Balbay üslubunu andıran bir adla ‘‘Partisiz Yönetin’’ diye bir kitapçık yazma gereğini duymuş. Sayfalardan birinde, ‘‘Mevcut yönetim sürecinde kadınların temsil oranı partilerin insafına bırakılmıştır’’ diyor. Doğru da, ‘‘kota’’ tartışmasına bile girmeden, şunu söylemek herhalde pek yanlış olmaz: Kadınlar ‘‘erkekhalimeleşmezse’’ meydanlar hep parti adamlarının insafına bırakılmış kalmaz mı? AB’nin taahhütleri Durum böyle ise cidden vahimdir. Annan planına STÖ’ye sağlanan olanaklarla yönlendirilen soydaşlarımızın evet, Rumların hayır demesi sonrasında; AB’nin Kuzey Kıbrıs’a yönelik taahhütlerini yerine getirmemesi, ek protokolün tarafımızdan imzalanması, liman ve havaalanlarımızı Rumlara açmayı öngören önerilerimiz, bu önerileri dikkate dahi almayan ABYunanRum ikilisinin davranışları, uluslararası hukuka aykırı olarak Kıbrıs Rum Yönetimi’nce Fransa’ya denizhava üsleri tahsisi ve savunma yardımları anlaşması karşısında etkin tepki göstermeyişimiz, hatta hâlâ ‘‘çözüm isteyen, evet diyen taraf olacağız’’ gibi beyanlarla ABYunan, Ruma daha fazlasını isteme cesareti verilmesi, durumun vahametinin somut göstergeleri olmaktadır. Doğu Akdeniz’in stratejik öneminden bahsederken Lübnan’ı işaret eden Dışişleri Bakanı nedendir Kıbrıs’a hiçbir atıfta bulunmadı. Oysa Doğu Akdeniz’de Kıbrıs’ın birin lu, iki kesimli iki otonom yönetimli bir konfederasyonu ya da gevşek bir federasyonu istemedikleri anlaşılmıştır. Onların görülebilir hedefleri Türklerin azınlık statüsünde yaşayacakları ve giderek asimilasyonla yok edilebilecekleri üniter bir Kıbrıs Rum devletidir. AB’de bunu temin için Türkiye ve Kıbrıs’taki yandaşlarını da kullanarak Kıbrıslı soydaşlarımızı ve Türkiye’yi etkileyici yöntemleri kullanıyor. Kullandığı en güçlü silah Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin tanınmaması, Rumlara liman ve havaalanlarının açılmaması halinde Türkiye’nin üyelik müzakerelerinin ertelenebileceği hususudur. Bilinçli, uyanık bir kamuoyu varlığında Türkiye bu taleplere boyun eğebilir mi? Kıbrıs, Atatürk cumhuriyetini emperyalizmin dışarıdan ve içeriden kuşattığı bir aşamada mevcut sorunlar yumağından sadece biridir. Bu sorunun ABYunan, Rumun istediği şekilde çözümlenememesinin Türkiye’nin AB’ye girişini engelleyeceği görüşü egemen çevrelere hâkimdir. Kıbrıs Rum hâkimiyetine girecekse, patrik ekümenik kimliği kabul edilecekse, etnik ve mezhep kışkırtmalar sürdürülecekse, Ermeni soykırımı iddialarının kabulünde ısrarlı olunacaksa, Anadolu’nun emperyalist saldırıların üssü, askerimizin jandarması olması yolları açılmışsa, yurt toprakları, İstanbul’un önemli rant alanları, ulusal ekonomik ve finans kaynaklarımız yabancılara pazarlanacaksa, millet ve milli devlet anlayışımızı ilkel cemaat, tarikat, ümmet toplumuna dönüştürme özgürlüğü, Türkiye’yi bir şeyhler, müritler, kullar ülkesi haline getirecekse; üniter, ulusal devlet olan Cumhuriyetimizin değiştirilemez niteliklerini açık ya da örtülü değiştirme emareleri gözleniyorsa, o durumda AB’ye üye olunması ne anlam taşır ki? Türkiye’nin önemi Gerçekte Türkiye ABD ve AB için çok önemli bir ülkedir. Türkiye onların dayatmalarına edilgen kalmamalıdır. Kıbrıs, Türkiye’den alınmak istenen ödünün mihenk taşı olacaktır. Ulusumuzun tüm fertlerini etrafımızda olanlara karşı yurtseverce, uyanık olmaya çağırıyoruz. Sorunun sözde çözümü için Rumlara verilebilecek ödünlerin olası acı sonuçlarını doğuranları, Türk milleti tarih önünde herhalde affetmeyecektir. Ne var ki olan da olmuş olacaktır o zaman. Bizim için kalıcı çözüm ulusal gücümüzü pekiştirmek, bu güce dayanarak Ege ve Doğu Akdeniz’de adil bir barışı aramaktır. Ö Ş Marka ve Tüketim Çılgınlığı Necdet TEZCAN Akılcı Aydın Sorunu Burak ULUSAL Ş iddet giderek tırmanmakta. Bu arada marka ve tüketim çılgınlığı arka plana itilmekte. Tüketim insanları ve toplumları olduk bu aralar. Makineler çoğaldıkça insanlar hareketsizliğe itilmekte ayrıca. Okullar artsa bile bilgisizlik ve kültürsüzlük baş tacı. Bunlara bir de ‘‘ılımlı İslam’’ ve ‘‘Ortadoğu Projesi’’ni ekleyin. Sosyal kontrol olayı da giderek azalınca insanlar aşırı lüks, gösteriş ve marka üstünlüğüne dönüştü. Arabeskin bir yüzü de bu olmalı. Bu arayışların o insanları mutlu edeceği kanısı yaygındır. Oysa bir süre sonra düş kırıklıkları kapımızı yeniden tıklamaya başlar. Çıkmazın kör kuyusuna doğru sürükler insanı. Marka düşkünlüğü de böyle sonuçlar doğuracaktır. Her şeyi hazır bekleyen, sonradan görmelerin işidir bu. Yaşa göre de değişir elbet. Yani şunlar kaldı sel sonrasından: Gösteriş, çalım, caka, fiyaka... Sizi sürükler hüsrana. Yemek hazır olsa da ufukta. Pahalı ve markalı şeyler edinmek sizi yüceltir mi? Asla!. Böyle düşünenler büyük bir yanılgının içindeler... Böyle şeylerle üstünlük sağladığını sananlar, edinemeyenleri küçümsemek ya da onlarla alay etmek cakasını satanlar, en kısa zamanda bir yerlere başvurup muayene olmalı. Bunlar, kişilikli, sağlıklı, kültürlü, bilinçli insanların ölçüleri olamaz. Jeremy Bentham diyor ki: ‘‘Hiçbir haksızlık küçük, hiçbir insan önemsiz değildir.’’ D ünya haritasına şöyle bir bakın. Aklın egemenliğinden ve akılcı aydından yoksun coğrafyaların hali perişan. Koskoca İslam dünyası akılcılığı toplumsal hayata geçirememiş olmanın bedelini çok ağır ödüyor. Softa, önyargılı ve iç dünyası karanlık. Akılcılığa düşman. Ortadoğu alev alev. Cennet hayalleriyle kandırılan milyonlar bu dünyada cehennem hayatı yaşıyorlar. Doğu’nun Batı’ya ‘‘ilham’’ kaynağı olacak aydınlar yetiştirdiğini iddia edenler, İslam dünyasının bugün içinde bulunduğu çıkmaza akılcı çözüm yolları bulamıyorlar. Yüzyıllardır ilkellikler içinde bocalayan İslam dünyası Batı karşısında çaresiz. Hiç de o kadar gıpta edilecek mükemmel bir uygarlığa sahip olmayan Batı, İslam coğrafyasında istediği gibi at koşturuyor, bu ‘‘ilkel’’ coğrafyaya demokrasi ve medeniyet getirdiğini iddia ediyor. Bunun yegâne nedeni, İslam dünyasının bugün akılcı aydından yoksun olmasından başka bir şey değildir. Akılcılığı rehber edinmiş bir toplumun aydınları o toplumun düşünce bazında gelişiminde en önemli rolü oynayan kitledir. Gelenekselliğe karşı mücadele edebilen, aklı inançtan, bilimi dinden ayırt edebilen, Tanrı ve peygamber hükümleri başta olmak üzere tüm dinsel verileri eleştirebilecek kadar yürekli, fikirsel düzeyde dürüst, sömüren değil fakat akılcılığa dayalı bir ahlak anlayışını benimseyen, haksızlıklara karşı çıkabilen bir ay dın tipini ne yazık ki İslam dünyası çıkartamamıştır. Hem akılcı aydından yoksunluk ve hem de şeriat verilerini baş tacı eden karanlıkçı din adamlarının varlığı sayesinde İslam dünyasının halkları düşünce bazında geri bıraktırılmışlardır. Bu nedenledir ki İslam dünyasının halkları Batı’nın gözünde barbardır, ilkeldir, medeniyetsizdir. Hiç de imrenilecek mükemmel bir uygarlığa sahip olmadıklarını söylediğimiz Batı dünyasının bugün her alanda diğer toplumların fersah fersah ilerisinde olmalarının yegâne nedeni, prangalarından kurtulmuş özgür akıla verdikleri önemden başka bir şey değildir. Örneğin, dinsel düşünce normlarına karşı bir savaşımı temsil eden 1789 Fransız İhtilâli, halkları karanlıkçı din adamının çekim alanından kurtaran, ‘‘Akıl Çağı’’nın önünü açan bir misyon üstlenmiştir. Camilerde imamın verdiği vaazı sorgusuz sualsiz dinleyen ve kabul eden İslam dünyasında böyle bir şey göremezsiniz. İnsanın ruhen ve fikir düzeyinde gelişiminin önünde hep birtakım engeller çıkartılmıştır. Bugün Ortadoğu’yu kan gölüne çevirip bölgeyi yeniden şekillendirme peşinde koşan, görünürde emperyalist Amerika ve Avrupa devletleridir, ancak bu sömürgecilerin bu coğrafyada diledikleri gibi at koşturmalarına uygun zemini hazırlayan, akılcılıktan ve akılcı aydından yoksun, dogmatizmanın kalıplarını kıramamış İslam dünyasının rolü nasıl yadsınabilir? CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle