19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 EYLÜL 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA DİZİ Çocuğun doğuşuyla açılan gözleri gitgide genişlemek bir yana sınırlanır; yetenekleri heder edilmiş milyonlarca çocuk geçer dünyadan 9 Türkiye’de çocuk olmak... Ç ‘Köle Çocuklar’ ve ‘Sokak Çocuklarımız’ Çocuk haklarının umursanmadığını, ilkelerin göz göre göre çiğnendiğini, gazetelerde bir tarama hemen ortaya koyuyor. İşte, Tekirdağ’da bir ‘‘köle çocuklar’’ kampı! 1 Mayıs 2005 günlü Milliyet’te, Uğur Dündar’ın Kanal D’de açacağı yeni bir dosya haberi (21): Tekirdağ’da tuğla fabrikalarında inanılmaz ağır koşullarda çalıştırılan çocuk işçiler... Dündar’ın gözaltına alınmasına yol açan haberde, Tekirdağ’ın Kumbağ yöresinde faaliyet gösteren tuğla fabrikalarındaki çocuk işçilerin içler acısı hali gözler önüne seriliyor. Nazi kampından farksız ocuğun doğuşuyla dünyaya açılan gözleri ve kulakları, gitgide genişlemek bir yana, sınırlanır; her yıl, yetenekleri heder edilmiş milyonlarca çocuk geçer dünyadan. Sağlıksal, iktisadi, sosyal, hatta ideolojik duvarlar içine tıkılan çocuklardan kaç yüzdesi kurtulur da yoluna devam eder? Nâzım Hikmet’in şu dizeleri ünlüdür: Hoş geldin bebek Yaşama sırası sende Senin yolunu gözlüyor kuşpalazı boğmaca kara çiçek sıtma ince hastalık Yürek enfarktı kanser filan. İnsanlığın gelip vardığı noktada, çocukların evrensel hakları var; her yılın 20 Kasım’ı da ‘‘Dünya Çocuk Hakları Günü’’dür. Ama gerçekte bir anlamı var mı bu günün? Dünya Çocuk Hakları Günü’nün Anlamı Böyle bir günde Figen Atalay’ın önemli saptamaları var (Cumhuriyet, 20 Ka sım 2005), diyor ki: ‘‘Dünya Çocuk Hakları Günü’’ kutlanıyor, ‘‘Ancak bunun milyonlarca çocuk için hiçbir anlamı yok. Çocuklarımıza haklarını öğretmediğimiz gibi, bu hakları kullanmalarına da olanak vermiyoruz. Türkiye’de çocuk istismarı giderek yaygınlaşıyor. Çocuğa karşı işlenen suçlarda son beş yılda artış gözleniyor. Örselenen, cinsel tacize ve şiddete maruz kalan çocuklara yönelik hak ihlallerinin izlenmesi yapılamadığı gibi çocuk istismarına yönelik projelerin uygulanmasına da başlanmıyor. Türkiye’deki her üç çocuktan biri sağlıklı beslenemediği için gelişme ve büyüme bozukluğu içinde. Türkiye’de yakaşık altı milyon yoksul çocuk bulunuyor. 614 yaş grubunda bir milyondan çok çocuk çalışıyor. Sağlığa zararlı işlerde çalışan çocukların oranı yüzde 60. Yüzde 50’den fazlası da stresli bir ortam da çalışıyor. Çalışan çocukların yüzde 30’u da okula gitmiyor.” Atalay’ın görüştüğü Çocuk Vakfı Baş kanı Mustafa Ruhi Şirin de, yarının dünyası adına bir saptamada bulunuyor: ‘‘Çocuk sorunlarını çözmenin ve çocukla yüzleşmenin ilk adımı, haklarını bilen çocuklar yetiştirmektir. Çocuk hakları ile yetişkin hakları birbiriyle çelişen değil, birbirini tamamlayan haklardır’’. Çocuk sorunlarını çözülemeyişinin temel nedenin, küresel dünya sisteminin para ve iktidar politikaları olduğunu vurgulayan Şirin şunları söylüyor: ‘‘5 çocuktan birinin haklarını yaşayabildiği bir dünyada eşitlik, özgürlük ve kardeşlik gerçekleşemez. Hakları olduğunu bilmeden büyüyen çocukların yöneteceği yarının dünyasında barışın ve adaletin gerçekleşme umudu da yoktur. Çocukların yaşama haklarının çalındığı, eğitim ve gelişmelerinin önündeki engellerin aşılamadığı, ticaret nesnesine dönüştürülmelerine seyirci kalındığı ve yoksulluk sarmalı çözülemediği sürece dünyanın bütün çocukları tehlike altında kalmaya devam edecektir.’’ Figen Atalay, önemli, ama bugün için ‘‘kâğıtta kalan haklar’’ı, iyi edip yazısının sonuna eklemiş: ? Tüm çocuklar hiçbir ayrım gözetmeksizin haklara eşit biçimde sahiptir. ? Çocuklar sağlıklı yaşamak, güvenlik içinde bulunmak, hiçbir yoksulluk çekmemek hakkına sahiptir. ? Çocuklar ihtiyaçlarına ve yeteneklerine uygun bir eğitim ve öğrenim görme hakkına sahiptir. ? Çocuklar, oynama, dinlenme ve sanat etkinliklerinde bulunma hakkına sahiptir. ? Çocuklar kendilerini ilgilendiren her konuda görüşlerini belirtme ve karara katılma hakkına sahiptir.? Çocuklar, şiddeten, istismardan ve sömürüden korunma hakkına sahiptir. ? Çocuklar, bilgilere ulaşma ve kendi görüşlerini (düşüncelerini) yayma hakkına sahiptir. ? Çocuklar, özel hayatına ve onuruna saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. ? Çocuklar silahlı çatışmada ve mülteci durumunda özel olarak korunma hakkına sahiptir. ? Engelli çocuklar, hayata aktif biçimde katılabilmek için bakım ve destek görme hakkına sahiptir. 1015 yaşında, yani henüz oyun ve okul çağındaki çocuklar, dayanılmaz bir sıcakta, zehir, tozduman içinde, maskesiz olarak çalıştırılıyor; ve günde 10 saat çalışma. Görüntüler Nazi Almanyası’nın çalışma kamplarından farksız... Minicik, çocuklar boylarından büyük tuğla yığınlarını kaldırıyor, yaparken de zorlanıyor. Mutlaka sivil toplumun önünü açan, gönüllü kişi ve kuruluşları devreye sokan bir yeni yapılanmaya ihtiyaç var. Öte yandan, evlat edinme yolunun hızlandırılması, evde bakım hizmetlerinin yaygınlaştırılması da gerekiyor. ‘‘Sokak çocuklarımızla ilgili sorunumuzla er ya da geç yüzleşeceğiz nasıl olsa: Hiçbir uygar ülke, sokaklarında bunca çocuğun dolaşmasına izin vermez, veremez. Onların eğitimden geri kaldıkları her gün bu toplumun geleceğine ertelenmiş ciddi sorunlar anlamına geliyor. Malum, sokaktaki o çocuklar hep çocuk kalmıyor, büyüyorlar da ve topluma düşman bireyler olarak, suç makineleri olarak büyüyorlar.’’ Ne zamana değin erteleyebiliriz bu dev sorunu? Dokuz ilde yapılan araştırma, Güneydoğu’da berdel ve kuma geleneğinin hâlâ sürdüğünü, kızların 15 yaş altında evliliğe zorlandığını ortaya koyuyor. Bölgede evliler birinci derece akraba; çokeşlilik rekoru Urfa’da; çocuk yaşta gelinler; ve yeni kuşak direniyor. İnsanlığın tek umudu onlar... G H enüz oyun ve okul çağındaki çocuklar sokakta mendil, su satıyor, boyacılık yapıyor, dayanılmaz bir sıcakta, zehir, tozduman içinde, çalıştırılıyorsa başta yoksulluğun ve gelir dağılımı bozukluğunun en görünen yanı ve çözülmesi gereken ciddi sorunların başında geliyor demektir. eniş geneli, kadınlığını ve erkekliğini kanıtlamak ya da siyasal cemaatin sayısal üstünlüğünü sağlamak için çocuk yapan bir toplumda çocuk sevgisinden ne kadar söz edilebilir? Kimseli çocuklara ne kadar iyi davranılmaktadır ki, kimsesiz çocuklara şefkat gösterilsin? Çocuk sevgisi bir ‘‘sorumluluk’’tur. Sorunlu kişilerden nasıl bir sorumluluk beklenebilir? Mine G. Kırıkkanat’ın bu saptamalarının yanı sıra, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer de, Dünya Çocuk Hakları Günü nedeniyle pek önemli gerçeklerin altını çiziyordu. Sayın Sezer, mesajında özetle, devletin bakımını üstlendiği yetiştirme yurtlarındaki çocuklarla ilgili olayları üzüntüyle izlediklerini belirterek ‘‘Devletimize sığınan çocuklarımız, gerekli niteliklerden yoksun insanların bakımına terk edilmeyecek kadar değerlidir’’ diyor. En önemli araç ‘sevgi’dir Fabrikalarda erkeklerinin yanı sıra küçük kız çocukları da var. Onlar da kaçak sigortasız çalıştırılıyor. Bu arada, pervasızca çiğnenen anayasanın (m. 50) ve İş Yasası’nın (m. 71) hükümleri... Ama devlet de seyrediyor, toplum da... Peki ya, eğitimsizlik? Ya şu ‘‘sokak çocukları’’mız? Başta yoksulluğun ve gelir dağılımı bozukluğunun en görünen sonuçlarından biri, çocukları sokağa atılması ya da çalışmaya zorlanmasına götürüyor. Okula gitmesi gereken çocuklar sokakta mendil satıyorsa, belli ki o ülkede ciddi sorunlar var. Ama, yardıma gelecek Çocuk Eğitim Kurumu, mevcut politize ve yeteneksiz yöneticiler yüzünden başlı başına bir sorun. Ancak, bu da yetmez: Ama ne zamana değin bu direniş? Çocukların derdi bir değil: Çocuklar sigara, alkol ve uyuşturucu batağındaymış; ülkede çocuk kaçırma olayları da giderek yayılıyormuş; göç edenler perişan, göç alan kent perişan... Bir de, kaçak Kuran kursu açanlar hiç korkmadan gazete ilanı ile yatılı kız öğrenci arayabiliyorlar. Cumhuriyet düşmanı yetiştiren izinsiz kurslara ceza önlemlerini kaldıran iktidar, bu kursları milli eğitim müfettişlerinin denetiminden de çıkarmıştır. ‘‘Kökten dinci baskı ve hilelerde yoksul ve eğitimsiz kitlelerin çocukları ele geçiriliyorsa, laik devlet buna mâni olur. Laikliği AKP gibi anlayan bir iktidar yönetiminde devlet o çocukları ve ailelerini koruyabilir mi?’’ Sorun budur, yanıtsız da bırakılamaz! Sezer’e göre çocuklar, insanlığın ortak umudu, geleceği ve en önemli hazinesidir; insanlık da, çocuklara yaptığı yatırım doğrultusunda güçlü bir gelecek kurabilir. Çocuklar bakımından, ‘‘kendi hak ve sorumluluklarının bilincinde olan çocuklar, kişisel gelişimlerini sağlıklı biçimde tamamlar, etkin bireyler olarak geleceğe yön verirler. Bunun için çocuklarımızı özgüveni olan, katılımcı ve kendi kararlarını verebilen bireyler olarak yetiştirebilmeliyiz’’. Çocukların; sağlıklı yetişmelerinin en önemli aracı da ‘‘sevgi’’dir. Onun bir önemi de şuradadır: Ancak sevgiyle büyüyen çocuklar, sevgi dolu kuşaklar yetiştirecektir; sevgisiz büyüyen çocuklar ise birçok toplumsal sorunun nedeni olarak ortaya çıkacaktır. Sayın Sezer, mesajını şöyle sürdürüyor: ‘‘Bugün sokaklarda sevgi ve şefkat ortamından uzak, umutsuzluk içinde büyüyen, madde bağımlılığı ve diğer zararlı alışkanlıkların pençesine düşen, emekleri çalınarak kötüye kullanılan gözbebeğimiz çocuklarımıza başta devlet olmak üzere hepimizin sahip çıkmalıyız.’’ Ahmet Necdet Sezer’in mesajı, en anlamlı mesajlarından biri olmuştur... YARIN: Kadın sorununun neresindeyiz? Ülkemizde çocuklar nasıl kullanılıyor? Fikir ve kalem olarak en önde gelen gazetecilerimizden Mine G. Kırıkkanat, yazdığı bir yazıyla da, çocuk üstüne düşüncelerimize bir derinlik kazandırdı. Kırıkkanat’ın ‘‘Çocuk nasıl kullanılır?’’ adlı yazısı(25), ülkemizde, ‘‘çocuk seven’’ ile ‘‘çok çocuk seven’’ arasında bir farklılığa işaret ediyor. Birinciler, büyütebilecekleri, mutlu edip mutlu olacakları çocuklara hayat veriyorlar; ötekiler de, çocukları sevdikleri halde, besleyemedikleri, eğitemedikleri, mutlu edemedikleri çocuk çokluğuna bakılırsa, ‘‘çocuğu değil de çocuk yapmayı sevdikleri’’ düşünülebilir. Çocuklara işkence ve kötü muamele de, hız kesmeyen nüfus artışıyla doğru orantıda çoğalıyor. Malatya’da istisnai bir durum olmadı. Gerçekten, çocuğa yönelik şiddet ve sömürü, elbette çokluğun yol açtığı bir değersizleşmenin sonucu; çocuk sayısı arttıkça, çocuğa verilen değer de azalıyor. Peki niye sevilmeyen, şefkat gösterilmeyen çocuklar yapılıyor? Bunun yanıtı şudur: Türkiye’de çocuğa yüklenen ve adı konulmayan iki sömürü türünü daha içeriyor: Birincisi, ‘‘sayısal ve siyasal üstünlük yarışı’’dır. Kırıkkanat’a göre, ülkemizde, iki toplum katmanı nüfus artışını körüklüyor: İslamcılar ve Kürtler. Her iki kesimin politikacıları da, ‘‘Çoğalın, çoğalın!’’ buyruğunu veriyor. Dertleri, siyasal anlamda sayısal üstünlüğü ele geçirmek. Gerçi bir toplumun siyasal varlığını kanıtlamak amacıyla çoğalması, doğaldır ki, çocuk sevgisizliği demek değil; ama çocuk sevgisi demek de değil. Çocuk bir amaçtır; oysa nüfusu çoğaltmak için yapılan çocuk, sevilse bile siyasal bir araç olarak kullanılmaktadır; dolayısıyla bir sömürüdür söz konusu olan. Kırıkkanat’a göre, Türkiye’de çocuğa yüklenen adı konulmamış ikinci sömürü ise ‘‘Kimlik sorunu’’ ile ilgili: Toplumun geniş geneli, kendi kimliğini kanıtlamak uğruna çocuk yapıyor. Çünkü çocuğu olmayana adam, oğlu olmayana erkek denilmiyor bu genelde. ‘‘Kadının kadınlığı, zaten doğuma tarifeli’’. Bir oğlan doğurabilmek için dört, beş, altı kız çocuk doğumuna bana mısın demeyen, kimisi doğum sırasında ölen kadınlar... Neresindedir çocuk sevgisi bu ‘‘kimlik’’ bunalımının? CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle