26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
19 EYLÜL 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Papara Erdal Atıcı: ‘‘Başbakan, Papa’yı din adamı gibi değil siyasetçi gibi konuşmakla eleştiriyor ama kendisi de siyasetçi gibi değil din adamı gibi konuşuyor!’’ Ya ğ m u r E k i m Bush, İran’ı vuracakmış... ‘‘Bir tezkere daha lazım!’’ GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Yabancılara koloni izni veriliyormuş. İlk yer Başbakanlık olsun! Our boys Fikret Koca: ‘‘Hükümet, Lübnan tezkeresini Meclis’ten geçirince Başkan Bush’a haber vermişler: Our boys have done it; bizim çocuklar (bu kez) başardı!’’ İŞ Bankası Kültür Yayınları’ndan çıkan TBMM Gizli Celse Zabıtları kitabından Mustafa Kemal Paşa’nın 6 Mart 1922’de yaptığı bir konuşmayı göndermiş Şeyma Çelik Arsel: ‘‘Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa’nın en önemli devletleri, Türkiye’nin zararıyla, Türkiye’nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye’nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere’nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı.’’ ‘‘Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette, o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye’yi yok etmeye girişenler, Türkiye’nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekâlar, duygular, fikirler, Türkiye’nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye’nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye’yi ıslah etmek, Türkiye’yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye’nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve Bugün gibi kuvvetini elde etmişlerdir.’’ ‘‘Oysa güç ve kuvvet, Türkiye’de ve Türkiye halkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. İşte Türkiye de, bu yanlış zihniyetle sakat olan bazı yöneticiler yüzünden, her saat, her gün, her yüzyıl, biraz daha çok gerilemiş, daha çok düşmüştür.’’ Skandal Meraklısı ‘Aydınlar’! Bir ülke düşünün ki binlerce derdi var... Ama mahallelisi, aydını (!) hepsi elinde büyüteç, eleştirip dedikodusunu yapabileceği skandallar peşinde, yüzeysel yorumları halka ulaştırabilmek için debeleniyor. Böylece topu birden ülkenin namusuna (!) sahip çıkıp ‘‘Aaa, bak şu utanmaza’’ korosunun vasat altı üyesi olarak işlerini yapmış oluyorlar. Meşhur peçete olayına gelmeden önce Pınar Altuğ olayını hatırlatmak istiyorum. Altuğ genç ve çok çekici bir eski Türkiye güzeli. ‘‘Çocuklar Duymasın’’ dizisi şöhretine şöhret kattı. Televizyon dizisi furyası içinde güzel gözleri, balık eti vücudu ve aile kızı gülümsemesiyle üç kuşak erkeği fethetti. Sonrası malum! Bir sürü aklıevvel, kıza karşı, komik bir kampanya başlattı. Vay bir anne (!) nasıl kocasını aldatırmış! Bir kere Pınar’ın bir dizide oynadığı rolle özel kimliğini karıştırmak için 90 yıl önce sinemada ilk defa gördüğü atları üzerine geliyor sanıp kaçışan enayiler kadar cahil olmak gerekir. İkincisi, Pınar aldatmış, boşanmış, boşanmamış! Siz Pınar’ın bekçisi misiniz? Oturun evde kanal kavgası yapın! Ardından Pınar’ın özel hayatı hızlanınca medya onu her gün manşet yapmaya başladı! Sonra da her köşe yazarı bir Pınar makalesi döşendi. Ve ne acıdır ki birçok sözde demokrat da Pınar’ı karalamaya en bayağı üsluplarla katıldılar. Pınar’dan ne istiyorsunuz ki? Maçanız sıkıyorsa bu konuları en saçma şekilde manşete taşıyan gazetenizi eleştirin! Bu kapsamda Bekir Coşkun’un yazdıklarını burada alıntılamayı, Pınar gibi beğendiğim bir oyuncuya hakaret sayarım. Aynı Coşkun, demokrasi konularının ‘‘beğenilen’’ yazarı, geçen gün aynı düşük üslupla bana saldırdı. İşin acı tarafı, çok zeki ve esprili yazdığını sanarak... ‘‘Heykeli kendine benzeten başkan’’dan başlayıp Leonardo üstünden beni linç etmeye gelmiş! Tabii ki o peçetenin yer aldığı sergiyi görmeden, 11 yılda yazılan iki ciltlik otobiyografiyi okumadan... ‘‘En televoleci’’ kolaycılıkla yazılmış bir ‘‘aydın’’ (!) yazısı... ‘‘Efendim bilseymiş, Leonardo da 556 yıl çişini saklarmış’’ türünden kahvehane geyikleri. Dostum Hıncal Uluç bu saldırgan haberleri ciddiye alıp o sergime gelmedi. Önyargısına mağlup oldu. Şimdi de geçen pazar dört ay önceki serginin soruşturma konusu olmasını eleştirmeden önce ‘‘Ama o sergi iğrençti, o yüzden gitmedim’’ diyor... Bir ömre yayılan binlerce sayfaya ve esere gözünü kapayarak. Niye korkuyorsun, git sergiye arkasından istediğin eleştiriyi yine yaz! Bir sanatçıya yargısız infaz yapmak yakışıyor mu? Beni şikâyet eden Av. Orhan Töz malum takımdan. Kuran kursları ve imam hatiplilerin haklarının gasp edildiğini düşünen, geçmişte Refah’lı belediyelerle, MÜSİAD’cılarla beraber sözcülük yapan bir insan. ‘‘İnsan için aslolan dindir. Mektebi okul, muallimi öğretmen yapan bir zihniyetle eğitimi değil sekiz, seksen yıl yapsanız netice alamazsınız’’ sözlerine imza atmış. Yani onun beni şikâyet etmesi onurum olur. Ama, medyamızın ‘‘aydınları’’ bu içeriksizliğe, bu laubalilikle katılırsa, bizim Töz’den ve heykellere çarşaf dolayıp içki yasaklamaya çalışan yobazlardan şikâyet etme hakkımız kalır mı? ??? Şimdi ben kalkıp burada Hıncal ve Bekir dostlarıma sanat tarihi mi öğreteyim? Buyurun gidin binde bir oranında bu konuda bilgilenmek içini internetten Carolee Schneeman, Hermann Nitsch, Paul Mc Carthy, Piero Manzoni, Oleg Kulik, Dada, Fluxus, performans sanatı vs. hakkında araştırma yapın. Bu konularda A harfini ilk defa gören ilkçağ adamı konumundasınız. Bu ayıp değil, ama insanın bilmediği konularda yargıçlık taslaması bana yine Sevgili Mumcu’yu hatırlattı: ‘‘Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar.’’ Sonuç: Ben otobiyografimle de, sergimle ve o masum peçeteyi bu infazcı güruhun önüne çıkarma cesaretimle de gurur duyuyorum. Sanatım için kimseden izin almam, çağdaş sanat da her cehalete rağmen ilerler. Ama ben bu dostlarıma kızmayıp onları da affediyorum. Çünkü içinde bulundukları gaflet, sürekli eleştirdikleri bu devlet yapısının bir somut eseri. Bu yıkımdan kendileri de ne yazık ki nasiplerini almışlar. Hem de nasıl! email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 SESSİZ SEDASIZ (!) Başbakan demokrasiden ne anlıyor? BAŞBAKAN’IN bir takım icraatlarını alt alta koyup şöyle sıralıyor Şerafettin Çiftçioğlu: ‘‘Kendini tenkit eden basını mahkemeye vermek, iş isteyen vatandaşı yanından kovmak, sorununu dile getiren çiftçiye ‘al ananı git’ demek, meslek odası başkanına ‘edepsiz’ demek, şehit ailesini muhatap kabul etmemek, askerlik için ‘yan gelip yatma yeri değildir’ demek, toplumsal gösterilerini başarı ile sonuçlandıran emniyet müdürlerini görevden almak.’’ Ve bu tablodan şöyle bir sonuç çıkarıyor: ‘‘En ufak bir tenkide Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com ‘‘TÜBİTAK’ta ılımlı İslamın ilimsiz yüzünü görebilirsiniz!’’ İlmi Akif Kökçe: ‘‘Amerika’nın amacı PKK’ye çekidüzen vermek olsaydı koordinatör yerine, dekoratör atardı!’’ Dekor anında sözle ya da daha sonra mahkemeye vererek toplumu baskı altına almak. Bazılarının dediği gibi Başbakan’ın fazla çalışmaktan sinirleri falan bozuk değil. Her şeyi bilinçli yapıyor. Yüksek mevkideki emniyet görevlisini görevden alıp diğerlerine gözdağı vererek halkın, kolluk güçlerince ezilmesini empoze etmek. Aynı zamanda Emniyet dışındaki öteki bürokratlara da gereken mesajı vermek. Ve en önemlisi demokrasiyi kendisi için var sayıp başkası için kabul etmemek.’’ Adnan Menderes’e ne kadar çok benzemeye başladı değil mi! Turgut Özal’dan bu yana çağ atladık: İş bilen hükümetten ‘‘işbirlikçi hükümet’’e ulaştık! Hoş Bulduk Abdul! Dr. BERRİN KÖSE Sayın Murat Yetkin’in 8 Eylül 2006 tarihinde Radikal gazetesinde yayımlanan yazısı ‘‘Hoş Bulduk Abdullah’’, beni geçmiş yıllara götürdü. ‘‘Abdul’’la tanıştırıldığım yıllara... Murat Yetkin söz konusu yazısında, Alman Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier’in 7 Eylül 2006 tarihinde Çırağan Sarayı’nda Dışişleri Bakanı Abdullah Gül ile konuşmasını söz konusu ediyor. Anlaşıldığı kadarı ile FrankWalter Steinmeier, Sayın Abdullah Gül’ün sıcak hoş geldin konuşmasına ‘‘Hoş bulduk Abdul’’ diye yanıt vermiş. Yazıda belirtildiğine göre isim, bu kısaltılmış hali ile dinleyiciler arasında bulunan Sayın Mehmet Ali Birand ve Sayın Yetkin’in kulaklarına hiç de itici gelmemiş. Sayın Yetkin bu ince hareketi (!) Türk ve Alman dışişleri bakanlarının arasından su sızmadığının bir göstergesi olarak algılamış ve bunu da Türk halkına aktarma ihtiyacı duymuş. İyi de etmiş! Aksi takdirde, Türk halkı olarak Batı’nın bizlere ne yüce duygular beslediğini öğrenmekten mahrum kalacaktık! Peki, ülkemin önde gelen köşe yazarları ve bu ‘‘ince davranışa’’ söz konusu olan Bakanımız, ‘‘Abdul’’ adını bu denli kabullenmişken, bana ne oluyor da huzursuzluk duyuyorum bundan? ??? Yıl 1993, Batı Avustralya’da Curtin University of Technology’de, ırkçılık nedeni ile her anında ayrı bir savaş verdiğim doktora çalışmamın üçüncü yılındayım. Tez danışmanım, benim bu zorlu savaşım sırasında danışmanlık görevini ‘‘keyfi’’ bir nedenle bırakıyor. Tüm çabalarıma karşın okulun bu keyfi davranışı engellemesini sağlayamıyorum. Hayatım bu yeni gelişme ile daha da çekilmez bir duruma geliyor. Bir gün okulda çalışırken tanımadığım bir bayan yanıma yaklaşıyor: ‘‘Merhaba, ben senin yeni tez danışmanınım’’ diyor. Şaşırıyorum... ‘‘Adım I.A. Sen de Berrin olmalısın’’. ‘‘Evet’’. ‘‘Bundan sonra birlikte çalışacağız. Sahi, hangi ülkedendin?’’ ‘‘Türk’üm’’. ‘‘Haaaa, Abdul yani!’’ ‘‘Anlamadım! Abdul de kim?’’ ‘‘Biz size Abdul deriz de!’’ ‘‘Siz kimsiniz?’’ ‘‘Batılılar’’. ‘‘Peki ‘biz’ kimiz?’’ ‘‘Müslüman Türkler’’. Elimde tuttuğum kalın istatistik kitabını masanın üzerine fırlatıyorum. Kitap masanın üzerinde hızla kayarak büyük bir gürültü ile duvara çarpıp duruyor. ‘‘Göstereceğim sana Türk’ün kim olduğunu!’’ Yeni tez danışmanım yanımdan ayrılır ayrılmaz o günkü çalışmamı yarıda bırakıp okuldan çıkıyorum. Akşam geç vakte kadar şehirdeki kütüphaneleri dolaşıyorum. ‘‘Abdul’’ün neyi temsil ettiğini öğrenmem gerekiyor. Hissediyorum, ‘‘iyi’’ biri değil. Ama kim? Nasıl bir kimliği var bu ‘‘Abdul’’ün? Ya da ‘‘Batı’’nın gözü ile nasıl görünüyoruz? Öğrenmek zorundayım... Takip eden günlerdeki aramalarım da sonuç vermiyor. Çok üzülüyorum. O hafta sonu büyük bir can sıkıntısı ile şehirde dolaşırken, ikinci el kitap satan bir dükkânda buluyorum kendimi. Kitaplar arasında yorgun dolaşırken gözüme birden bir kitap ilişiyor: Gallipoli. Yazarı, Alan Moorehead. Kalbim yerinden fırlıyor. Ya ‘‘Abdul’’e rastlarsam? Sayfalara hızla göz atıyorum. Evet, işte orada... Abdul... Batı’nın gözündeki bizler yani... Gördüğüm resim beni çok üzüyor... Ama şaşırmıyorum... ??? Kitapta, Türklerin tanımı şöyle yapılıyor: Türklerin canavarca ve insani olmayan bir yanları vardır, zalim ve kötülük saçan aşırı tutucu insanlardır, her türlü kötülüğü ve vahşiliği yapma eğilimleri ve güçleri vardır (Sayfa 149, Paragraf 2). Kitapta tanımı verilmeyen ve ‘‘Abdul’’ resmine de yansıtılamayan daha neler var? Öğrenmeliyim... Daha sonra çok samimi olduğum bazı Avustralyalı arkadaşlarıma soruyorum ‘‘Abdul’’ü. Utanasıkıla, ‘‘aptal, uyuşuk, bir işe yaramaz, tembel, güvenilmez ve çok pis’’ sıfatlarını sıralıyorlar Türkleri temsil ettiği iddia edilen ‘‘tip’’ ile ilgili olarak. ??? Günü geldiğinde tez danışmanıma tükürdüğünü yalattırıyorum... Aynen atalarımın bir zamanlar ‘‘Batı’’lı işgalcilere yaptığı gibi... O artık gayet iyi biliyor ‘‘Türk’ün kim olduğunu’’... Bana çok çektiren okulumun yönetimindeki ırkçılar da... Ama görüyorum ki siyasetçilerimiz ‘‘Türk’’ün kim olduğunu hâlâ öğretememişler Batılı meslektaşlarına! ??? Alman Dışişleri Bakanı FrankWalter Steinmeier’in bu kısaltmayı yaparken kötü bir amacı var mıydı? Bunun tartışılması gereksizdir. Çünkü Türklere ‘‘Abdul’’ tiplemesi ile yakıştırılan kişilik özellikleri, Hıristiyan Batı’nın beynine yüzyıllardır kazılmıştır ve hâlâ kazılmaktadır. Alman Dışişleri Bakanı’nın dünya görüşü de, o kültürde yetişmiş bir kişi olarak bu öğreti ile şekillenmiştir. O nedenle bakanın bunu bilmediğini düşünmek, en iyimser deyiş ile ‘‘saflık’’ olacaktır. Konuk bakanın, diplomatik kimliği ile de böyle bir hata yapma olasılığı yoktur. Çünkü, işlerin ciddiye alındığı Almanya gibi ülkelerde, diplomasi de son derece ciddi bir iştir. Bizim bakanımıza gelince... Gönül isterdi ki kendilerini ‘‘Osmanlı dönemi’’nin tek vârisleri imiş gibi görenler, hiç olmazsa ‘‘Osmanlı tarihi’’ni bilsinler... Ülkemizin, özellikle de, içinde bulunduğu koşullarda hiçbirimizin ‘‘cahil’’ olma lüksü yok! Avrupa Birliği’ne girebilme çabalarımız da bu cehaletimizin bir uzantısı olmasın? (Kaynak: Gallipoli, Alan Moorehead. İlk Yayın Tarihi 1956. Son Yayın Tarihi 1992. CollinsAngus&Robertson Publishers Pty Limited) ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 19 Eylül www.mumtazarikan.com ANMA Sevgili ENVER TÜRKOĞLU (19431985) Bugün eşin, oğulların ve dostların, hepimiz seni, aramızdan ayrılışının 21. yılında, kabrinin başında yürekten anacağız. Nur içinde yat! CUMHURİYET 17 K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Hastalara 1 kaynatılarak içirilen pek 2 mez, yağ ve 3 baharat karışımı. 2/ Yapı 4 sına girdiği 5 sözcüğe ‘‘bi 6 çiminde, yo7 lunda’’ anlamı katan ya 8 bancı önek... 9 Saz takımın1 2 3 4 5 6 7 8 9 da usul vurmaya ya1 D Ü Z E N C E A rayan tef. 3/ Bir tür İ Z A N başörtüsü... Kaplar 2 O V A L A P İ K O da su nedeniyle olu 3 L E H şan tortu. 4/ Bir evin 4 U Z M A N M A T E T İ K E T yabancıların girme 5 K E V S sine izin verilmeyen 6 M A T E Ş A H İ D E bölümü. 5/ Kutsal 7 A Y bir güce, bir dileği 8 K A H İ R E E R yerine getirmesi için 9 Z E N L İ V A yapılan vaat... Terbiyesiz kimse. 6/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... İnce bulgur. 7/ Afrika’da bir ülke... Meslek. 8/ Türkiye’nin ilk deniz araştırma gemisinin adı... Argoda marka düşkünü züppe kimselere verilen ad. 9/ Acı badem ağacı... Pamuk kozası. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Sıcak su kaynağı. 2/ Karışık renkli... Bir yapının konut olarak kullanılan bölümlerinden her biri. 3/ Kabakulak hastalığı... Hava basıncı birimi. 4/ Camilerde parmaklıklarla çevrilmiş yer. 5/ Atıf Yılmaz’ın bir filmi... Köpek. 6/ Radyum elementinin simgesi... Denizde kullanılan halka biçiminde cankurtaran. 7/ Bir Afrika ülkesinin başkenti... Uğraş. 8/ ‘‘Kaddi dildâra kimi dedi kimi elif / Herkesin maksudu bir amma rivayet muhtelif’’ (Kanuni Sultan Süleyman)... Okyanusya halklarının erkeklik ve bereket tanrısı. 9/ ‘‘Delice’’ de denilen ve ekin tarlalarını saran zehirli bir ot... Şırası alınmış üzüm posası.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle