26 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 EYLÜL 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Türk Laisizmi Tanımlanmıştır Laiklik tanımında bir belirsizlik bulunduğu konusunda daha önce Sayın Meclis Başkanı tarafından dile getirilen ve en son Sayın Yargıtay Başkanı ile altı çizilen düşünceleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Tabii her ikisi yönünden bu düşüncelerin bilgi eksikliğinden kaynaklandığını ileri sürmek mümkün değildir. PENCERE Din Hortumcusu Deyişi Tuttu mu?.. Devlet Bahçeli, Başbakan Recep Tayyip’e bir yeni ad ya da sıfat veya lakap buldu: ‘‘ Din hortumcusu!..’’ Biliyorum hemen soracaksınız: Yakıştı mı?.. Alengirli bir soru!.. ? Yakıştı mı yakışmadı mı sorusunun tartışmasını yapmak nafiledir; bu gibi durumlarda birisi kalkıp diyebilir ki: MHP’nin Genel Başkanı’na yakışmadı!.. Sayın Bahçeli çok nazik insandır; böyle yakıştırmalar yapmamalı!.. Kimisi de tersini düşünebilir: Yakıştı yakışmadı ne demek? Sayın Bahçeli cuk oturtmuş, hedefi 12’den vurmuş... Bu işin raconu da var, tartışma bir kez açıldı mı, yayılır, duymayanlar da duyar: Ne olmuş?.. Devlet Bahçeli, RTE’ye din hortumcusu demiş... San, sanı, lakap, yakıştırma yayılır gider... ? Bu gibi durumlarda temel sorun nedir? Yakıştırılan lakap, gerçekten yakışıyorsa, iş bitti demektir... Bahçeli ne dedi: Din hortumcusu!.. Tepki ne olmalı?.. Aaa!.. Ne ayıp.. mı?.. Ama, olmuyor... Çünkü RTE de işine geldiği zaman bu üslupla konuşuyordu; bir yurttaşımıza ne demişti: ‘‘ Ananı al da git!..’’ Yurttaş şaşırmıştı... Peki, Recep Tayyip, Devlet Bahçeli’ye ne dedi?.. Ne diyebilir ki?.. Sustu, oturdu... ? ‘Hortum’ hepimizin bildiği bir sözcük, ‘hortumlamak’ çoktandır siyasal argo sözlüğüne yazılmıştı... Günümüz AKP politikasında temel eylem hortumlamak... Hortumlayan hortumlayana... Ama, Devlet Bahçeli’nin başarısı, özgünlüğü, yeniliği şu noktada belirginleşiyor: MHP Genel Başkanı ilk kez iki sözcüğü yan yana kullandı: Hortum!.. Ve din!.. Din gibi bir kutsal alanda hortumculuk hortumculuğun en görülmemişi... Peki, bu yeni deyiş tutacak mı?.. Diyorlar ki: Tuttu bile... Çünkü, ne yazık ki Türkiye’de en çok hortumlanan değer kutsal dinimizdir. Şiir Derken... ‘‘Şiir hiçbir zaman bu kadar yozlaşmamış, bu kadar ayağa düşmemiş, toplumdan da, en yalın anlamıyla insandan da bu kadar kopmamış, soyutlanmamış, bu kadar şiir dışı bir şey durumuna gelmemişti.’’ Bir şair diyor bunları!.. Hem de, şiir nedir bilen, güzel örneklerini veren, vermekte olan biri, Ataol Behramoğlu... Gündelik politika çıkmazlarında dolaşmak gazetecilik görevimiz, daha doğrusu yurttaş olmanın kaçınılmazlığı!.. Ama içimizi yakar durur, şiirli bir havada yaşamak özlemi, kendi şirimiz.. bizi anlatan, bizim duyup da kolayca anlayamadığımız bir şiirin rüzgârı... Ne çok şiir yazılıyor!.. Şimdi mi? Hayır; hep yazıldı yazılacak! Kırklı yıllardaki bir yazımı anımsıyorum, adı ‘‘Şiir Bolluğu’’ydu. Dergilerde, kitaplarda şiir vardı, şairler vardı. Sonra çoğu yok oldu. Şiir gerçekte olmazsa, şairler de olmaz. Şiir sevmek başka şey, şiir yazmak daha başka.. ama ‘‘şairim’’ demek, bir sorumluluk, kaldırması ağır bir yük! Kimler geldi geçti, açın eski dergileri, yüzlerce ‘‘şair’’.. dün öyle, bugün de öyle!.. Behramoğlu, günün şiirinin neden böyle olduğunu şu sözlerle açıklamaya çalışmış: ‘‘Çünkü insan belki hiçbir zaman bu kadar bozulmamış, anlamını ve değerini yitirmemişti.’’ Bir alışkanlık mıdır, elime aldığım her dergide karşıma çıkan bütün şiirleri okumak, üstlerinde düşünmek, duymak çabası... Şiir nedir? Bir insanın içinden geçen bir anlık esinti mi? Kim tanımlayabilmiş ki?.. Birsel ne demişti: ‘‘Şiir maydanoz değildir.’’ Nedir peki? Bir gül, bir çiçek, bir güzel kadın, bir şarkı mı uzaktan duyulan? Dün de vardı güzel şiirler.. bugün de var, yarın da olacak. Şiir diye ‘‘şiir’’ olmayan şeyler de yazılacak! Varsın yazsınlar, herkes yazsın! Hep sorarım toplantılarda: ‘‘İçinizde hiç şiir yazmamış biri var mı?” Yoktur.. olamaz, olmasın da!.. Şiir hepimizin.. sevenin, anlayanın, benimseyenin... Bir sorsak Tayyip Bey’e, kaç şiir okuyabilir ezberden? Hiç iki dize karalamış mıdır? Olsaydı, bu denli saçmalar dökülmezdi her ağzını açtığında... Binlerce yazı... Gazeteler, dergiler, kitaplar. Olanak olsa yazdıklarımızın yarısını yakıp yok etsek! Geri kalanlar yetsin... Ama olmaz ki.. yazıyoruz, görüyoruz, duyuyoruz, anlatmak gereğinden kaçamıyoruz. Dost okurlarla dertleşiyoruz. Yaşantımızı değerlendirmektir amaç. Birlikte güzel bir dünyaya doğru gitmektir. Ama şiirsiz olmaz. Yan yana getirilmiş birkaç sözcük de şiir sayılmaz! Behramoğlu’nun dediği gibi: ‘‘Şiire, yitirdiği onuru kazandırmak gerek, her ıvır zıvırı şiir saymamak...’’ Not: Yıllık iznimi kullanacağım için okurlarımdan bir süre izin istiyorum. Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM A vrupa’da bizim de uymak zorunda olduğumuz, herkesçe benimsenmiş bir laiklik ya da sekülarizm anlayışı yoktur. Zaten bu iki sözcüğün (laiklik: laikos=halka ilişkin, laos=ruhban olmayan ve sekülarizm: dünyevilik) kullanılışı bile, bir farklılığın varlığına işaret ediyor. Bu farklılığın işin doğasından kaynaklandığını söylemek mümkün. Her iki kavram da devlet ve toplum düzeni ile din ilişkisini içeriyor. Bu ilişkideki başkalıklar, kaçınılmaz bir biçimde bu kavrama da yanısıyor. Bu nedenle Fransa’nın laisizmi ile Almanya’nın sekülarizmi aynı olmadığı ve olamayacağı gibi, Türkiye’nin laisizmi ile İngiltere’nin sekülarizmi de aynı olamaz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de Türkiye’nin laiklik modelini kendi bütünlüğü ve gelişim süreci içinde haklı bulmuştur. Laikliği bu boyutu ile benimseyip benimsememek bireysel düzeyde düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilebilir. Ancak laiklik ilkesinin anayasada yeterli bir tanımının bulunmadığını ileri sürmek ya bir bilgisizlik eseridir ya da çoğu kez rastlanan cinsten ideolojik bir yaklaşımdır. Laiklik tanımında bir belirsizlik bulunduğu konusunda daha önce Sayın Meclis Başkanı tarafından dile getirilen ve en son Sayın Yargıtay Başkanı ile altı çizilen düşünceleri de bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Tabii her ikisi yönünden bu düşüncelerin bilgi eksikliğinden kaynaklandığını ileri sürmek mümkün değildir. Sayın Meclis Başkanı, anayasada öngörülen laiklik ilkesini kendi partisinin ideolojisi yönünde başkalaştırmayı amaçlayan bir düşünceyi kendi kişisel düşüncesi olarak savunabilir. Ama bir Yargıtay Başkanı’nın üstelik Yargıtay adına aynı çizgide konuşma yapması büyük bir talihsizliktir. Çünkü Yargıtay Başkanı işlev ve konumu gereği konuşmalarını belirli bir ideolojinin etkisinde kalmaksızın yapmaya özen göstermelidir. Tanım konusunda öncelikle vurgulanması gereken nokta şudur: Öngördüğü her ilkeyi tanımlamak, anayasanın işlevi ile bağdaşmaz. Anayasa bir öğreti kitabı değildir. Ama bundan bağımsız olarak belirtmek gerekir ki anayasa, laiklik ilkesinin tanımı için söz konusu olabilecek tüm unsurları içermektedir. Anayasa Mahkemesi daha 1971 yılında verdiği bir kararda bu unsurları belli bir tanım içinde toplamış (1) ve daha sonraki tüm kararlarında bu tanımı esas almıştır: ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda kabul edilen laiklik ilkesi: Özellikle; a) Dinin devlet işlerinde egemen ve etkili olmaması esasını benimseme, b) Dinin, bireylerin manevi hayatına ilişkin olan dini inanç bölümünde aralarında ayrım gözetilmeksizin, sınırsız bir hürriyet tanımak suretiyle dini anayasa inancası altına alma, c) Dinin, bireyin manevi hayatını aşarak toplumsal hayatı etkileyen eylem ve davranışlara ilişkin bölümlerinde, kamu düzenini, güvenini ve çıkarlarını korumak amacıyla, sınırlamalar kabul etme ve dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini yasaklama, ç) Devlete, kamu düzeninin ve haklarının koruyucusu sıfatıyla dini hak ve hürriyetler üzerinde denetim yetkisi tanıma niteliklerinden oluşmuş bir ilkedir.’’ Bu tanım Anayasa Mahkemesi’nin bir icadı olmayıp, içerdiği tüm unsurlar anayasada yeterli dayanağa sahiptir. 1) ‘‘Dinin devlet işlerinde egemen olmaması’’ ilkesi laiklik ya da sekülarizmin ana unsurudur. Bu konuda Avrupa ülkeleriyle Türkiye arasında bir farklılık olmadığı gibi, bunun için yasal bir tanım aramaya da gerek yoktur. 2) Anayasa Mahkemesi’nin tanımında geçen ikinci unsur, din ve vicdan özgürlüğü ile ilgilidir. Mahkeme bunu ‘‘bireylerin manevi hayatına ilişkin olan dini inanç bölümü’’ olarak ifade etmekte ve laik düzende bu alandaki özgürlüğün sınırsız olarak güvence altına alınması gerektiğini belirtmektedir. Bu güvence, anayasanın 24/1. maddesinde ‘‘Herkes, vicdan, dini inanç ve kanaat hürriyetine sahiptir’’ kuralı ile sağlanmıştır. Ancak bu özgürlüğün kullanılması sınırlanabilir. Nitekim 24. maddenin 2. fıkrasında ‘‘14. madde hükümlerine aykırı olmamak şartıyla ibadet, dini ayin ve törenler serbesttir’’ kuralı yer almaktadır. Ayrıntıya girmeden belirtmek gerekirse, anayasanın 14. maddesi, hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılmasını önleyen bir çerçeve çizmektedir. Bu maddeyi din ve vicdan özgürlüğünü esas alarak ifade etmek gerekirse, şöyle bir formül karşımıza çıkar: ‘‘Din ve vicdan özgürlüğü, insan haklarına dayanan devletin bütünlüğünü bozmayı ve demokratik ve laik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.’’ 3) Anayasa Mahkemesi kararında yer alan diğer unsurlar özünde şunu vurgulamaktadır: Laiklik ilkesi, bireyin manevi yaşam alanı içindeki din özgürlüğüne sınırsız bir güvence getirmekle birlikte, kişinin bu alanı aşarak kamu düzenini ve güvenliğini bozacak bir biçimde toplumsal yaşamı etkileyen eylem ve davranışlara girişmesini de sınırlamakta, dinin kötüye kullanılmasını ve sömürülmesini önleyici yasaklar öngörmekte ve bunları sağlamak üzere devlete denetleyici bir rol yüklemektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu yaklaşımının pozitif dayanağı, anayasanın 24. maddesinin son fıkrasıdır. Buna göre: Kimse devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma veya siyasi veya kişisel çıkar yahut nüfuz sağlama amacıyla her ne suretle olursa olsun dini veya din duygularını yahut dince kutsal sayılan şeyleri istismar edemez ve kötüye kullanamaz. İşte burada öngörülen yasaklar, din ve vicdan özgürlüğünün anayasal ve nesnel koruma alanını ve laiklik ilkesinin asgari içeriğini belirleyen ana kuralı oluşturmaktadır. Türk laisizminin farklılığı da bu kuralın hukuksal bir sonucudur. Anayasa Mahkemesi’nin belirlediği ve hukuki dayanaklarını yukarda özetlediğimiz tanım unsurları da açıkça gösteriyor ki, ‘‘Laikliğin anayasada tanımı yoktur’’ iddiası hukuken boş ve geçersiz bir iddiadır. Anayasanın 153. maddesinin son fıkrasına göre Anayasa Mahkemesi kararları yargı organını da bağlar. Sayın Yargıtay Başkanı, bu kuraldan hoşlanmasa da Yargıtay adına konuşma yaptığı zaman ona uymak zorundadır. Tesellimiz odur ki, Sayın Yargıtay Başkanı’nın bu hatalı yaklaşımı Yargıtay kararlarına yansımamıştır(2). Bu da önemli bir güvencedir. (1) AYM 21.10,1971, E.1970/53, K.1971/79, AYMKD 10, s. 61 (2) AYM ve AİHM kararlarına da gönderme yapan en yeni örnek olarak bkz. YCGK 13.03.2005, E. 2004/8201, K.2005/30. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle